Yaramız, Hüznümüz ve Umudumuz Gazze
Gazze üzerinde düşünmeyi, müzakereyi, Gazze’yi konuşmayı sürdürüyoruz, sürdürmeliyiz. Gazze’den yansıyan manzaralar bize hüzün ve çaresizlik ile itimat ve takdir duygularının iç içe geçmiş durumda olduğunu gösteriyor. Büyük acılara, derin çaresizliklere ama aynı zamanda örnek alınması, iftihar duyulması gereken tablolara şahitlik etmekteyiz.
Gazze, üzerinde çokça durulmayı hak ediyor. Gazze bizi bir kere daha naylondan, plastik dünyalardan uzaklaşıp gerçek hayatla, hakikatle yüzleşmeye davet ediyor. İşte orada zulüm kavramının, küfür kavramının somutlaşıp netleştiğine; aynı şekilde imanın ve izzetin de ete kemiğe büründüğüne bütün dünya ile birlikte bizler de şahitlik ediyoruz.
Gazze bizlere, kalp gözü körelmemiş herkese hayatın asıl gayesinin daha fazla konfor ve kazanç, daha fazla dünyalık biriktirmekten öte sâlih amellerle Rabbu’l-Âlemin’e yönelmek olduğunu hatırlatıyor. Gazze bize birr ve takva yolunda yardımlaşmanın, dayanışmanın, ümmet olmanın, kardeş olmanın lüzumunu ve ehemmiyetini öğretiyor, kavratıyor.
Rabbu’l-Âlemin bunca zulme, vahşete rağmen nifak eğilimine düşmeden sabreden; karşılaştığı devasa zorluklara, acılara rağmen işgalci zalimleri hoşnut edecek hiçbir tavra yönelmeyen fedakâr Gazze halkının sabrını artırsın, ecrini versin; bunca saldırıya, yıkıma rağmen sabit kadem mücadeleyi sürdüren; çekişmeye, tefrikaya düşmeden saflarını koruyan; bünyanun mersus olmayı beceren mücahidleri her iki dünyada da aziz eylesin!
Ümmete Değer Katan Bir Mücadele
Mücadele etmek, savaşmak, azılı düşmana karşı koymak kolay değildir. Cesaret gerektiriyor; fedakârlık, kararlılık ve iman gerektiriyor. Ağır saldırılara karşı dik durmak, sarsılmamak evleviyetle Rabbe teslimiyet gerektiriyor. Ellerindeki propaganda aygıtlarıyla her fırsatta ve her vesileyle izzetli olmayı, cihada bağlılığı beyhude uğraş; sonucu kesinlikle yenilgiyle bitecek bir macera şeklinde resmeden tağutların yaydığı vesveselerden etkilenmemek, bilakis kararlı ve tavizsiz bir duruş sahibi olmak için sürekli biçimde bilincin açık, kalbin diri tutulması önem arz ediyor. İşte Gazze’de süregelen direniş çizgisi bu boyutlarıyla, bu mahiyetiyle ümmete büyük değer katıyor.
Düşünün ki İsrail’i, ABD’si, Avrupa’sı hepsi bir olmuş, küçücük Gazze’de İslami direnişe boyun eğdirmeye çalışıyorlar. Dört ayı aşkın bir zamandır işlemedikleri bir suç kalmadı, her türlü canavarlığı icra ettiler ama mücahid Gazze halkına boyun eğdiremediler. Evet, Gazze binalarıyla, camileriyle, hastaneleri ve okullarıyla yerle bir edildi ama direniş ruhu dimdik ayakta. Hamd olsun!
Küçük bir beldede, tek başına bir örgüt olarak Hamas’ın ortaya koyduğu bu performansın ümmet coğrafyasında, ümmetin farklı unsurlarının katılımıyla birleşik bir mücadeleye dönüştüğünü hayal edelim; ortaya ne muazzam bir manzara çıkar değil mi? Rabbu’l-Âlemin İslam ümmetinin topyekûn zulme ve küfre karşı kıyam ettiği günlere bizleri eriştirsin, saflarımızı kurşunla kaynatılmış bir bina gibi mukavim kılsın!
Siyonist Çetenin Medyatik Suç Ortakları
Gazze’de işgalcilerin birbiri ardına sergilediği vahşilikler, zalimlikler küfrün ve şirkin asli tabiatını, çirkinliğini adeta dünyaya ilan etmiştir. Bunlar öyle zalim, acımasız ve tutarsızlar ki adeta her hareketleriyle insanları kendilerinden nefret etmeye davet ediyorlar. Siyonist canileri geçelim, onları konuşmaya gerek bile yok ama destekçilerinin 7 Ekim sonrasında ileri sürdükleri argümanları hatırlayalım:
“Hamas İsrail topraklarına saldırdı, İsrail’in egemenlik hakkını ihlal etti, burada İsrail vatandaşlarını öldürdü ya da rehin aldı, tüm bunlar terör eylemleridir!” diyorlardı değil mi? Bu söylemleriyle Gazze’nin vahşi bir ambargoyla sessiz ve yavaş ölüme mahkûm edilmesini, Filistin topraklarının yaklaşık bir asırdır sistematik ve yıkıcı bir işgale uğramasını görmezden geliyorlardı. İsrail’in suçlarını, gasıp ve necis varlığını itinayla örtmeye çalışıyorlardı.
Siyonist çetenin Batılı destekçilerinin sahtekârlıkları, tutarsızlıkları, çifte standartçı tutumları o kadar bariz ki her vesileyle bunu adeta haykırıyorlar. Tek bir örnekle bu çelişik, ahlaksız tutuma dikkat çekelim: 30 Ocak tarihinde Batı Şeria’nın Cenin kentinde Siyonist katiller bir hastaneyi bastılar. Kimisi hasta, kimisi doktor ve hemşire kıyafetine bürünmüş Arap görünümlü bu katil sürüsü İbn-i Sina Hastanesinde üç yaralı Filistinliyi şehit edip kaçtılar.
Hastane görüntüleri yayınlanan bu katliama ilişkin olarak Batı medyası ne yaptı? İsrail istihbaratının üç Filistinli savaşçıyı infaz ettiğini söyledi. Filistinliler işgal altındaki topraklara operasyon yaptıklarında bu eylem terör ve öldürülen ya da esir alınan İsrailliler ise sivil oluyor. Ve tüm küresel despotlar İsrail’e taziye ve destek kuyruğuna giriyorlar. Ama İsrailli katil sürüsünün Filistin yönetimindeki bir şehirde hastane basıp hasta yatağında yaralıları katletmesi ise savaşçıların infazı oluyor, öyle mi? İşte bunlar bu kadar ahlaksızdırlar, bu kadar vahşidirler!
Gazze Halkını Açlıktan Ölüme Mahkûm Etmek
Son günlerde yoğun bir şekilde tartışılan bir başka konuya bakalım. Biliyorsunuz işgal altındaki topraklarda BM’nin Filistin yardım kuruluşu UNRWA adıyla faaliyet gösteriyor. Bu kuruluş gerek Batı Şeria ve Gazze’de gerekse Lübnan’daki mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilere; on yıllar boyunca yerlerinden edilmiş, tehcire zorlanmış, mülteci durumuna düşürülmüş, sefalet şartlarında yaşayan bu insanlara gıda, sağlık ve eğitim desteği sunuyor.
Tesadüfe bakın ki Siyonistler tam da BM’nin bir organı olan UAD’da soykırım yargılamasına itirazlarının reddedilmesinden hemen sonra UNRWA’da çalışan 12 kişinin 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonuna şu veya bu şekilde katıldığı iddiasıyla uluslararası kamuoyunda bu teşkilat aleyhinde kampanya başlattılar. Ortaya bir delil koymuş değiller. UNRWA’da çalışmış olmanın operasyonla bir alakasının olmadığı açık. Suçlananların tam olarak neyle suçlandıkları da bilinmiyor. Ama İsrail UNRWA’yı suçladığı için başta ABD olmak üzere pek çok Batılı devlet ve Japonya patronlarından emir almışçasına hiç vakit kaybetmeden UNRWA’ya yaptıkları mali desteği keseceklerini açıkladılar.
Velev ki iddialar doğru olsun, bu kuruluşta çalışan insanlardan bazılarının İsrail’e karşı operasyonda yer aldığı varsayılsın! Bu neyi gösterir? Gazze’de UNRWA’nın 13 bin personeli var. Bu mantıkla hareket ettiğinizde, İngiliz Müslüman gazeteci Yvonne Ridley’in de dikkat çektiği gibi, örneğin Londra polis teşkilatında her yıl 50’si tecavüz, gasp gibi ağır suçlar olmak üzere ortalama 100 polis suça karışıyormuş. Bu durumda sormak gerekiyor, Londra polis teşkilatının kapatılmasını da talep ediyor musunuz?
İnanılmaz bir ikiyüzlülük, zorbalık, zalimlik! Bunca vahşete, yıkıma, soykırıma dönüşen bir katliama rağmen hâlâ işgalcileri değil, işgale direnenleri suçluyor, direnenleri mahkûm etmeye çalışıyorlar.
Bilincimizi Açık ve Diri Tutmak Zorundayız!
Şaşırtıcı bir durum yok ortada aslında. Kafirler tağut yolunda yardımlaşıyor, dayanışıyorlar. Burada dönüp kendi ahvalimizi gözden geçirmek durumundayız. Bizler Allah yolunda aynı dayanışmayı, sahiplenmeyi gösterebiliyor muyuz? Vahşice süren katliamlara karşı hassasiyetimizi koruyabiliyor muyuz? Yoksa bizde de yorgunluk ve bıkkınlık alametleri, alışma ve kanıksama halleri ortaya çıktı mı?
Şüphesiz aniden gelişen ve dikkat çeken bir kötülüğe, mefsedete verdiğimiz tepkiyi, o kötülüğün, mefsedetin süreklilik arz etmesi durumunda aynı düzeyde sürdürmek kolay olmaz. Kötülüklerin devamlılık göstermesi zaman içinde hassasiyetimizin azalmasını, aşınmasını getirebilir. İster istemez tepkilerimizin dozu düşebilir. Bu, insani bir durumdur.
Ama her halükârda kötülüğün, mefsedetin kerih bir şey olup karşı çıkmayı gerektirdiği bilinci içinde olmalıyız. Zihnimizde, kalbimizde kötülüklerin sıradanlaşmasına, normalleşmesine asla izin vermemeliyiz. Ve ne pahasına olursa olsun müminlerin temel vasıflarından biri olan bir kötülük ve bağy söz konusu olduğunda kardeşlerimizle dayanışma, hep birlikte zulme karşı tavır alma sorumluluğumuzdan geri durmamalıyız.
Vesveseye Prim Vermemek
Gazze ile dayanışma eylemlerine baktığımızda olumluluklar, kazanımlarla birlikte zaaflı haller, çelişik durumlar da göze çarpıyor. Bir boyutuyla Gazze bizi canlandırdı, hareketlendirdi; hem gündemimiz daha insani ve İslami bir zemine oturdu hem de meşguliyetlerimizin merkezine Allah’ın dini için ortaya koyduğumuz çabalar yerleşti. Kendimizin de çoluk çocuğumuzun da gündemleri hamd olsun daha salih bir yönelime evrildi.
Gerçekten de Allah için adım atmak, yürümek, haykırmak, Allah için sevinmek ve elbette gerektiğinde Allah için üzülmek güzel şeylerdir. Tüm bu eylemleri daha önce uzak durduğumuz Müslümanlarla bir araya gelerek, güçlerimizi birleştirerek yapmak da ayrı bir güzelliktir. Bu nimetleri bize nasip ettiği için Rabbimize hamd ediyor, kardeşlik ekseninde harekete geçmemize vesile olan Gazzeli kardeşlerimize teşekkür ve dua ediyoruz.
Bununla birlikte bazı zaaflı hallere de dikkat çekmekte fayda görüyoruz. Yapılan edilenleri yetersiz görmek başka bir şeydir; küçük görmek, tahfif etmek bambaşka bir şey. Eğer yetersizlikten yakınıyorsak yeterli ve etkin hale getirmenin çarelerini aramak durumundayız. Ama yapılanı beğenmemek ve hiçbir şey de üretmemek, önermemek, yapmamak asla makul ve adil bir tavır değildir. Müslüman ahlakı daha iyiye yönelmeyi gerektirir ama iyi olanı küçük görüp iyilikten vazgeçmeye cevaz vermez.
Niyetimiz, eylemlerimiz ve uğraşlarımızla kardeşlerimize destek olmalı; fiilen imkân bulamasak da tavrımızla, yönelimimizle onların yanında durmalıyız. Zor durumda kalana destek olmak üzerimize vazifedir, mümin sorumluluğumuzdur. Resulullah’ın (s) şu buyruğu çabalarımıza, adımlarımıza rehberlik etmelidir:
“Kim bir Müslümanın dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim darda kalan bir kimsenin işini kolaylaştırırsa Allah da dünya ve ahrette onun işini kolaylaştırır. Kim bir Müslümanın ayıbını örterse Allah da dünya ve ahirette onun ayıplarını örter. Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece Allah da onun yardımcısı olur.” (Ebu Davud, ‘Edeb’; Tırmizi, ‘Birr’)
Herkesten Fedakârlık Bekleyip Kendimize Hiç Pay Çıkarmamak
Tüm bu vahşet tabloları gözlerimizin önünde yaşanırken susamayız, susmamalıyız. Haykırmalı ve içimizi kemiren çaresizlik hislerini bir nebze olsun giderebilmek için meydanlarda olmayı sürdürmeliyiz. Mesele bu eylemlerimizin, çabalarımızın, infaklarımızın Gazze’deki vahşeti durdurmaya yetip yetmemesi değildir; mesele bizim insani vasıflarımızı koruyup koruyamadığımız, kalbimizi diri tutup tutamadığımızdır. Yani Gazze eylemleri Gazze’yi değil ama bizi kurtarabilir. Rabbu’l-Âlemin “Her kim cihad ederse ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlere muhtaç değildir.” (Ankebut, 29/6) buyurmuştur. Aslolan nefsimizi arındırmaktır.
Bazı Müslümanlar görüyoruz. Örneğin Mısır yönetiminden zilleti terk edip İsrail’in bombardımanını da göze alarak Gazze’deki açlığa, susuzluğa, ilaçsızlığa karşı yardım elini uzatmasını talep ediyorlar. Bazıları Türkiye’den gerekirse ABD ile dahi karşı karşıya gelmeyi göze alıp bölgeye askerî müdahalede bulunmasını talep ediyorlar. Yine pek çok kimse bunca vahşete rağmen Siyonistlerle ticaret adı altında sürdürülen rezilliğin sahiplerini suçluyor ve onlardan kârlarından vazgeçip hatta gerekirse tazminat dahi ödemeyi kabul edip bu ticari çıkarlarını terk etmelerini bekliyorlar. Ne ölçüde uygulanabilir oldukları, muhatapların bu yönde bir samimiyete sahip olup olmadıkları ayrıca tartışılabilir ama doludizgin devam eden vahşet karşısında tüm bunlar esasen haklı ve meşru taleplerdir, beklentilerdir.
Ne var ki tüm bu beklenti sahiplerinin bir kısmı hiçbir risk de taşımamasına, sadece biraz yorgunluk ve mesai harcamayı gerektirdiği halde Gazze için sokağa çıkıp haykırmayı dahi bir külfet olarak görüyor ya da bu tür eylemlere davet edildiklerinde çeşitli mazeretler ileri sürerek geri durabiliyorlar. İşte bu tutum anlaşılabilir değildir, adaletten ve tutarlılıktan uzaktır.
Yapmadığını söyleyenler durumuna düşmemeliyiz. Rabbimiz bunu yasaklamıştır. (Saff, 61/2) Tutarlı ve adil olmak zorundayız. Başkalarından beklediğimizi ifa etmekten imtina etmemeliyiz. Sürekli biçimde nefsimiz için mazeretler üretmemeliyiz. Önce yapmalı, taşıyabileceğimiz kadar yük yüklenmeli, hatta biraz zorlanmayı da göze almalıyız ki başkalarından bir şey talep etmeye, onları yargılamaya hakkımız olsun!
Ardımızda tüm dehşetiyle ve heybetiyle Gazze; önümüzde arınma, toparlanma fırsatı olan Ramazan ayı var. İrademizi yoklayalım, nefsimizle hesaplaşalım ve kardeşlik çabalarımızı daha fazla güçlendirelim, artıralım. Rabbimizin “Kâfirlere karşı şedit, birbirlerine merhametlidirler.” tanımlamasına layık olacak çabalar içerisinde olalım.
Rabbimiz çabalarımızı bereketli ve kendisine yakınlaştıracak vesilelerden eylesin, uğraşlarımızı o dehşetli hesap gününde bizlerden mazeret olarak kabul buyursun!
- Gazze’yi Unutmak İhanettir!
- Bir İmtihan Olarak Gazze ve Gazze İle İmtihanımız
- Gazze Savaşında Türkiye’nin Rolü
- Yaramız, Hüznümüz ve Umudumuz Gazze
- Talebesini Bekleyen Okul: Gazze
- Mısır Refah Kapısını Neden Açmaz?
- 7 Ekim Neyi Başardı?
- UNRWA’nın Fonlarının Kesilmesi Toplu Cezalandırmadan da Beter!
- Lanetli Kavim Var mıdır?
- Entelektüeller Dünyayı Kurtarabilir mi?
- Gazze ve Soykırım Akademisyenlerinin İkilemleri
- Taç Giymiş Soytarının Hüküm Sürdüğü Saraydan Yayılan Kötülük
- Merhamet, Zulüm ve Egemenlik Üzerine
- Depremin Ardından Bir Yıl ve Yiğit Gazze
- Antlaşmaya ve Devlete İhanetin Acı Sonu Kurayzaoğulları Gazvesi
- Filistin Nasıl Uluslararası Bir Dava Haline Geldi?
- Şura Bilincini Yeniden Kuşanmak
- Cuma Hutbeleri Vesilesiyle “Hikmet-i Hükümet” Uygulaması Geri mi Geliyor?
- Gazze’nin Sessiz Çığlığı: Tebessüm
- Öfkemiz Derin
- Nuh Kıssasından Günümüze Çıkan Dersler
- Çıkalım Yola Şafak Vakti
- Dağ
- Asırlık Yas Evimiz
