1. YAZARLAR

  2. Abbas Ataman

  3. Şura Bilincini Yeniden Kuşanmak

Şura Bilincini Yeniden Kuşanmak

Mart 2024A+A-

Müslümanların sosyo-kültürel ve siyasi tarihlerinde her açıdan tartışılıp hakkında devasa müktesebat oluşturulan ancak iş icraata gelince saltanata ve otoriterlik anlayışına kurban giden, mahcur bırakılan kavramlarımızdan biridir şura.

Temel kaynaklarda defaatle üzerinde durulan nebevi siyaset uygulamalarında da asla taviz verilmeyen, en kritik dönemlerde bile uygulamasından vazgeçilmeyen, yönetimin en hayati sacayaklarından biri şura olmuştur.

Şura genel anlamıyla “İdareci mevkiinde bulunan sorumlu kimselerin meseleler hakkında karar vermeden önce o hususta lehte ve aleyhte ne gibi görüşler olduğunu tespit etmeleri, meşverete ehil olan kimselerin görüşlerini öğrenmeleri demektir.”11 Şura, hakkında nas olmayan konularda kapsamlı bir istişare, nasla ilgili konularda ise uygulama biçimleri ve yönetimde ortak aklın kendini aktifleştirmesidir.

Şura, tekil kararlardan neşet etmesi muhtemel arızaların en aza indirgenmesidir. Hz. Ali, istişarede yedi fayda olduğunu ifade eder:

- Doğruyu ve gerçeği ortaya çıkarmak.

- Görüş ve düşünce kazanmak.

- Hatadan kaçınmak.

- Kınanmaktan sakınmak.

- Pişmanlık duymaktan kurtulmak.

- Kalpleri kazanmak.

Şura bilinci bireysel tasavvurdan başlayarak aile, cemaat, devlet yönetimine kadar ardışık bir düzlemde tevarüs eden bir süreç olarak anlaşılmalıdır. Benmerkezci, bencilliğe ram olmuş, evrenin kendi etrafında döndüğüne kani olmuş fertlerin şahsi ve aile hayatlarında hangi handikaplara duçar oldukları az çok bilinen bir durumdur. Danışmayı veya istişareyi acziyet olarak görüp enaniyetlerine toz kondurmama çabasında oldukları düşünülen bu kişilik tiplerinin, maiyetindeki insanların hayat kalitelerine bu saiklerle nasıl irtifa kaybettirdikleri apaçık ortadadır. Sadece kendi benliklerine değil, aile fertlerine, kapsama alanlarında olan her ferde karşı tutumları bu olumsuz düzlemde bir alışkanlık halinde süregitmektedir.

Özellikle aile fertleri arasında istişare bilincinin oluşması ileriki zamanlarda sorumluluk alacak çocukların bu bilinçle donatılmaları istişare anlayışının bir hayat alışkanlığına dönüşmesine zemin hazırlayacaktır. Tek ağızdan çıkan tekil kararların hayatın farklı bakış açılarına, fikir zenginliklerine izin vermediğini; dünyada siyah ve beyazın dışında farklı renklerin de olduğu gerçeğini hiç kimsenin göz ardı etmemesi gerekiyor. “Üç renkten yirmi beş civarında renk üretilebileceği -Van Gogh- Teo’dan mektuplar” gerçeğinden hareketle solo sesler dışında koro seslerin de bir zenginlik unsuru olduğu dikkatlerden kaçırılmamalıdır.

Peygamberimiz (s) yalnızca aile içi işlerinde değil, aile haricindeki işlerinde bile hanımlarıyla istişare etmiştir. Hudeybiye Anlaşması’nın imzalanmasının ardından ashabın, Hz. Peygamber’in emrini ağırdan almaları konusunda Peygamberimiz kıymetli eşi Ümmi Seleme ile istişare ederek onun görüşü doğrultusunda hareket etmişti. Böylece sorun tatlıya bağlanmıştı.

İstişareyi Yapacak Kimselerin Özellikleri

“Devlet yönetimiyle ilgili işlerde şuraya kimlerin katılacağı konusunda Kitap ve Sünnet’te özel bir düzenleme olmadığı bilinmektedir. Hz. Peygamber de bu konuda tek bir yöntem izlememiş, bazı meseleleri mescitte hazır olan bütün ashapla, bazılarını ise başta Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer olmak üzere ashabın ileri gelenleriyle istişare etmiştir.22 Elmalılı, şurayı yapacak kimselerin seçkin insanlardan meydana gelmesini, sıradan insanlar olmaması gerektiğini ısrarla vurgular: Birbirlerinin görüşlerine başvurmalarının şekli, görüş ileri sürmek yeteneği olan müracaat sahipleridir ki bunlar kendilerine danışılacak kimseler ve halkın görüşünü temsil edebilecek içtihat sahibi “hall ve akd” ehli (meseleleri düşünüp çözüme bağlayacak kimseler) olmak durumundadır.33 Elmalılı, uzmanların yani işin ehli olan insanların meseleleri ele almasının sağlıklı sonuçlara götürecek yegâne yol olduğunu düşünür. Yani istişareyi yapanların sıradan kimseler değil de toplumda öne çıkmış, halkın hassasiyetlerini bilen, halkı en iyi şekilde temsil edebilecek, işin ehli, alanında uzman, içtihat edebilecek bir yeterliliğe sahip olması gerektiğini belirtir. Yazır, Peygamber (s) sonrası şuranın var olduğunu kabul ederek şura uygulamasını peygamber dönemi ile sınırlandırmamıştır. Yazır, şura müzakerelerinin aslında içtimaî meselelerin aslını teşkil etmesi gerekirken, maalesef İslam tarihinde ve fıkıh usulünde bu prensibin sahabeden sonra Kur’an’ın kendisine hasretmiş olduğu ehemmiyete layık biçimde işletilemediğini ifade etmiştir. O, şuranın Hz. Peygamber’den sonra bulunması gereken konumda olmadığını, yeterince geliştirilemediğini, Kur’an’ın bu prensibe yüklediği misyona uygun bir hale getirilmediğini ifade etmeye çalışır. İslam tarihi açısından bakıldığında Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde ortaya çıkan politik ayrışmalarla birlikte şuranın genel bir siyaset yöntemi niteliğini kaybettiği ve işlerin kişisel inisiyatiflere bırakıldığı görülür.”44

İstişareye dâhil olan kişilerin belli bir bilgi birikimine sahip olmaları -özellikle uzmanlık alanlarıyla ilgili- bir gerekliliktir. Bilgi sahiplerine bu bakımdan Kur’an değer verir; onlara danışılmasını tavsiye eder. Burada istenen; şura üyelerinin siyasi, ekonomik, uluslararası, toplumsal vs. sorunları çözmek için gerekli dinî, siyasi ve diğer ilimleri bilmeleri, belli bir ilmî seviyeye sahip olmalarıdır.

Diğer bir husus emanetlerin ehil kişilere verilmesi zorunluluğudur. Ayette de sabit olduğu üzere emanetlerin sadece ehil olanlara tevdi edilmesi bir emirdir. Bu emrin ihlali ise hadislerde belirtildiği gibi sosyal açıdan toplumsal bir kıyamete yol açar. Bireysel ahlak dışında kamusal görevler yüklenecek kişilerin, genel çıkarları bireysel çıkarların üstünde tutacağı “kamusal ve kurumsal ahlaka” sahip olmaları elzemdir. Despotizmin, hizipçiliğin, tefrikanın üst bir değer olarak kabul gördüğü toplumlarda vahyî bir prensip olan bu ilkenin uygulanması ancak yüksek bir tevhidî şuurla mümkündür.

Temsil kabiliyetine haiz olmak da emanetin yüklenmesi anlamında şura üyelerinde olması gereken önemli bir husustur. Üstlendikleri görevle ilgili rolleri samimiyetle icra edebilecek fiziki ve psikolojik motivasyonlara sahip olmaları, bu hususiyetlerin şahsiyetlerinde temayüz etmesi icap eder.

Liyakat meselesiyle ilgili olarak bir makamı temsil edecek kişide belli bir kapasite olması gerekir ki Hamidullah, bunu şöyle izah eder: Bir kural olarak kumandanda lüzumlu olan ne zenginlik ne züht ve ne de takvadır. Böyle bir vazife için aranacak şart fiziki kabiliyet, askerî ve diplomatik yetenek ve cesarettir. Hz. Musa’nın Talut’u seçmesi gibi.

Kur’an Kıssalarında ve Nebevi Uygulamalarda İstişare

Hz. Musa’nın, peygamber olarak görevlendirildiğinde kardeşi Harun’un kendisine yardımcı yapılması ve işine ortak edilmesi yönündeki duası (Taha, 20/29-32) istişareye işaret eden bir örnek olarak zikredilebilir. Bunun dışında, Müslümanların işlerini istişare ile yürütmelerini isteyen Kur’an’da, özellikle peygamber kıssalarını ihtiva eden ayetlerde istişare örnekleri de yer almaktadır.

Hz. Yusuf kıssasının bu konuda öne çıktığı görülmektedir. Hemen surenin başında, Hz. Yusuf’un gördüğü rüyayı: “… Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.” (Yusuf, 12/4) diyerek babasına anlatması üzerine Hz. Yakup oğluna “Yavrucuğum! Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.” (Yusuf, 12/5) tavsiyesinde bulunmaktadır.

Hz. Yusuf kıssasında yer alan bir diğer istişare örneği, kardeşlerinin Hz. Yusuf’a olan kıskançlıkları neticesinde kendisinden nasıl kurtulacaklarına yönelik aralarında yaptıkları istişaredir. Kur’an olayı şöyle anlatır: “(Kardeşleri) dediler ki: ‘Yusuf’la kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Hâlbuki biz kalabalık bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanlışlık içindedir.’ (Aralarında dediler ki:) ‘Yusuf’u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tövbe ederek) salih kimseler olursunuz!’ Onlardan biri: ‘Yusuf’u öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın.’ dedi.” (Yusuf, 12/8-10)

Hz. Yusuf’un kardeşlerinin, kaybolan su kabının kendi eşyaları arasında çıkması üzerine durumu görüşmek üzere aralarında yaptıkları istişare de aynı kıssanın devamında yer alan bir başka örnektir: “… Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki…” şeklinde devam eden ayetlerde Hz. Yusuf’un kardeşlerinin bu önemli meselede nasıl hareket edeceklerine istişareyle karar verdikleri görülmektedir. (Yusuf, 12/80-81)

Kur’an’da yer alan Sebe Melikesinin, halkının ileri gelenleri ile istişaresi bu konudaki en somut örneklerdendir. Hz. Süleyman’ın mektubunu alan Sebe Melikesinin bu önemli meseleyi kavminin ileri gelenleri ile istişare etmesi ve görüşlerine başvurduktan sonra aldığı kararı onlarla paylaşması anlatılır. (Neml, 27/29-35)

Kur’an’da yer alan başka bir istişare örneği ise Hz. Musa kıssasındadır. Firavun’un, doğruluğunu ispat etmek üzere mucize göstermesini istediği Hz. Musa mucizelerini gösterir. Bunun üzerine Firavun ve adamları arasında şu konuşma gerçekleşir: “Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki: ‘Bu gerçekten çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor.’ Firavun, ‘Peki ne buyurursunuz?’ deyince dediler ki: Onu da kardeşini de beklet; şehirlere toplayıcılar (memurlar) yolla. Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler.” (A’raf, 7/109-112; Şuara, 26/34-37)

Medine döneminde çok bilinen bir istişare örneği de Hendek Savaşı esnasında yaşanmıştır. Bu savaşta da önceki savaşlarda gündeme gelen meydan savaşı mı yapılacağı yoksa Medine’de kalarak savunma savaşı mı yapılacağı konusunda müzakere yapıldı. Uhud Savaşı’ndaki netice de göz önünde bulundurularak ittifakla Medine’de kalarak savunma savaşı yapılması kararlaştırıldı.

Bir başka istişare örneği ezanın belirlenmesi konusundadır. Günümüzdeki ezan belirlenmeden önce, insanlar namaz vakitlerinde sokaklarda “es-salât, es-salât” diye çağırıldı.

Görüldüğü üzere Kur’an’da istişareye ilişkin çokça örnek vardır ve Hz. Peygamber (s) birçok konuda arkadaşlarıyla istişare etmiştir. Bedir günü, müşriklerle savaşıp-savaşmama ve ordunun konuşlanması gereken yer konusunda; Hudeybiye’de Mekkelilere karşı nasıl bir tavır gösterilmesi hususunda ve Taif muhasarasında ne yapılması gerektiğine ilişkin müşavereleri de bu bağlamda hatırlatabiliriz.

Aktüel manada günümüz şartlarına uygun bir şura modeli oluşmamakla birlikte bu konuda tarih boyunca bize intikal eden birikim, konu ile ilgili müktesebat yeterli bir kaynak sunmaktadır. 21. yüzyılda Müslüman dünyada ortaya çıkan direniş akımları (İhvan-ı Müslimin, Nahda, Cemaat-i İslami vs.) ve bunların ortaya koyduğu şura ile ilgili çabalar, deneyimler bu mevzuyla ilgili olarak ümmet bilinçaltında bir zenginlik oluşturmuştur.

Öte yandan demokrasi ve şura ekseninde meydana gelen tartışmalar farklı görüşler ve içtihatları ve bu meyanda konunun netlik kazanmaması neticesini doğurmakla beraber günümüz şartlarına uygun model tartışmaları devam etmektedir. Batı kurumlarından transfer edilen uygulamalar seküler karakter taşıması ve Müslüman dünyada yol açtıkları yıkım itibariyle reddedilmekle birlikte, İslam siyaset düşüncesinde etkili olmuş icmâ, biat ve şura gibi ortak kavramlara vurguda bulunarak şura-demokrasi bağdaştırıcılığına onay verenler de olmuştur.

İslam’da sabit öğretilerin varlığı ve İslam’ın sadece yönetime ilişkin bir yaşam biçimi olmayıp şümullü olması profan karaktere sahip uygulama biçimlerinin şartsız koşulsuz kabulü konusunda bazı engeller barındırsa da bu durum şuranın ehemmiyetine ve farziyetine bir engel oluşturmaz. Şurada tek bir tip uygulama biçimi olamayacağı gerçeğinden hareketle coğrafi, kültürel, sosyal, ekonomik şartlara uygun olarak farklı uygulama biçimlerinin ortaya konması mümkündür. Yönetim sürecinde bulunan her kesimin çeşitlilik, özgürlük, şeffaflık, katılım ve iş birliği konularında bilgi paylaşımı, temsil, görüş bildirme, kamusal haklardan faydalanma hakkı vardır.

Her ferdin şura konusunda bilinçlendirilmesi, kamuoyunda istişare mekanizmasının sürekli olarak işletilebilir halde bulundurulması gerekliliği bilinç olarak canlı tutulmalıdır. Homojen, otoriter, taklitçi vasıflara sahip nepotizmin, hizipçiliğin değer olarak algılandığı toplumlarda, cemaatlerde bu anlamda bir bilgelik beklenemez. “Sürü halinde hareket eden kitlelerden erdem sadır olmaz.” Bu tür yapılar içten içe çürümeye, koflaşmaya, yarı tanrıcılığa, istihbarat örgütlerinin elinde oyuncak olmaya, gelişime, adalete ve maslahata kapalı yapılardır.

Bu konuda Kur’an’ın emri de son derece açık: “Allah size, mutlaka emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisâ, 3/58)

Şura bilincini tabandan bir dip dalga oluşturarak tavana kadar yansıtmak, bunu bir hayat tarzı haline getirmek, nesillere bu vahyî şuuru benimsetmek önceliklerimizden olmalıdır.

 

Dipnotlar:

1- Abidin Sönmez, Şura ve Resulullah’ın Müşaveresi, s. 19.

2- Türcan, “Şȗra”, DİA, c. 39, s. 234.

3- Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 6, s. 4248.

4- HAK D__N__ KUR___AN D__L__ TEFS__R_____NDE __URA KAVRAMININ ELE ALINI__I[#167793]-147900.pdf

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR