Bütüncül Mücadele Sorumluluğumuz ve Gazze
Siyonist çetenin Gazze’ye yönelik sürdürdüğü yıkım ve soykırım 6 ayı geride bıraktı. 7. ayını doldurmaya doğru giden bu süreç dünya tarihine canlı yayınlanan ve tüm insanlığın izleyip utandığı bir vahşet dizisi olarak kaydedilmiş durumda. Belki 2. Dünya Savaşı döneminde Holokost hadisesinde, Bağımsızlık Savaşında Cezayir’de, yakın dönemde Bosna’da, Ruanda’da, Çeçenistan’da, Suriye’de, Irak’ta çok daha büyük sayılara ulaşan katliamlar yaşandı ama hepsi gözlerden biraz uzakta gerçekleşti. Gazze’de ise tüm bu canavarlık dizisi olanca açıklığıyla ve dehşetiyle gözler önünde icra edildi ve hâlâ da bu vahşet sürmekte.
Düşman Cephesinde Çatlak
İnsanlık âlemi bu çapta işlenmiş katliam suçları karşısında acziyet ve utanç içinde. Vicdanlar kanamaya devam ederken, çaresizlik duygusunun da eşlik ettiği bir öfke giderek büyümekte. Siyonist çetenin pervasızca işlediği zulümlere kılıf bulmakta giderek zorlanan dostları kısık sesle de olsa itiraz etmeye başlamış durumdalar. AB ülkeleri arasında olduğu gibi Biden yönetimi de Netanyahu’nun yapıp ettiklerini savunmakta zorlanıyor. Samimiyetten uzak ve etkisiz olmakla beraber Netanyahu iktidarının icraatı ile aralarına bir mesafe koyma çabası sergiliyorlar.
Siyonist çete ve müttefikleri arasında ateşkes, yardımlar ve Refah operasyonu başlıklarında ayrışma derinleşiyor. Nitekim BMGK üyesi 10 ülkenin Gazze’de ateşkesin sağlanmasına yönelik olarak birlikte hazırlayıp Güvenlik Konseyine sundukları karar tasarısı 25 Mart tarihinde yapılan BMGK toplantısında 14 evet oyuna ilaveten ABD’nin de çekimser oyuyla kabul edilmiş oldu. Bundan önceki tüm oylamalarda veto silahını kullanan ABD’nin bu kez veto etmemesi üzerine karar kesinleşti.
Aynı şekilde kimi AB ülkelerinin İsrail’e yönelik eleştirilerini artırmaları ve birtakım yaptırım kararları alma hazırlıkları da bu süreçte dostları, müttefikleri için dahi işlediği vahşet yüküyle birlikte İsrail’i taşımanın giderek zorlaştığına işaret etmekte. Mamafih Siyonist çete tüm itirazlara, eleştirilere kulaklarını tıkamış halde; yakıp yıkmaya, canavarca, hunharca katletmeye devam ediyor. İlk günlere nazaran nispeten yoğunluğu azalmakla birlikte Gazze’den tüm dünyaya akıl almaz vahşet tabloları akmaya devam ediyor. Yaşananlar İsrail adlı çetenin sadece Filistin halkı ve ümmet için değil, tüm insanlık ve dünya için büyük bir kirlilik, zulüm ve vahşet kaynağı olduğunu ispatlamış durumda.
Tabloyu Doğru Okumak ve Yapılması Gerekenlere Yoğunlaşmak
Güçlü, zalim, vahşi bir düşmanla karşı karşıyayız. Ve düşmanın gücüne nispetle oldukça zayıf, güçsüz durumdayız. Katliamı durdurmak, önlemek bir yana, mağdurlara destek olmaktan, yaraları sarmaktan dahi aciz bir haldeyiz. Aslında güçsüzlüğümüz Filistin’le sınırlı da değil; Çin, Hindistan, Myanmar, Çeçenistan, Kırım ve daha birçok bölgede işgalci kâfirlerin zulüm ve katliamlarına karşı koyabilme imkânımızın zayıf olduğu ortada.
Bu gerçeği görmeli, maruz kaldığımız saldırıların büyüklüğü karşısında gücümüzü, kapasitemizi abartmaktan kaçınmalı ve aşırı, hayali beklentiler içerisine girmemeliyiz. Çünkü bu tür abartılı tutumlar hayal kırıklıklarını besler ve devamında da küfrün bir alameti olan ümitsizliğe kapı açabilir. Oysa biz yapabileceklerimiz üzerinde yoğunlaşmalıyız. Bu aşamada gücümüz neye yeterse, sorumluluğumuz bize neyi yüklüyorsa ona yönelmeli, ona odaklanmalıyız.
Bu çerçevede öncelikli vazifemiz Siyonist işgali sürekli gündemimizde tutmak olmalı. Zihnimizde, sözümüzde, tahayyülümüzde işgal asla normalleşmemeli, sıradanlaşmamalı, kanıksanmamalı! Yaklaşık bir asırlık geçmişi olan ve adeta İslam dünyasının, ümmetin nasıl koyu bir kuşatma altında olduğunun bir simgesini teşkil eden Filistin’de süregelen işgal, şu anda karlılaştığımız biçimde bir katliam ve saldırı olsa da olmasa da sürekli gündemimizde olmalı.
İşgalin destekçileri, hamileri, küresel ve bölgesel ortaklarına karşı tavrımız net olmalı. Siyonist işgal coğrafyamızda kendi başına var olmadı, sadece kendi gücüyle de sürmüyor. Sırtını dayadığı küresel güçler ve iş birliği içinde olduğu bölgesel otoriteler mevcut. Bu itibarla emperyal sistemin ikiyüzlülüğünü, tutarsızlığını, olguları saptırma konusundaki çabalarını net şekilde görmeli ve sürekli biçimde vurgulamalı, teşhir etmeliyiz. Aynı şekilde İslam ümmetinin gücünü, enerjisini, izzetini yağmalayan; iktidarları uğruna işgalcilere zemin hazırlamaktan çekinmeyenlerin ihanetini de gündemde tutmalıyız.
En önemlisi de direnişi lokal, mevzii bir oluşum olarak değil, bütüncül İslami hareketin bir parçası olarak algılamalı; kendimizden ayrı ve uzakta bir olgu olarak değil, bilakis bizim de bir parçası olduğumuz topyekûn bir organizma olarak görmeli ve elimizdeki tüm imkânlarla desteklemeliyiz. Filistin’in kurtuluşunun İslam ümmetinin kurtuluşundan bağımsız olmadığını kavramalı ve her fırsatta bu iç içeliğe, birbirinden ayrılmazlığa dikkat çekmeliyiz.
Şüphesiz Filistin’in kurtuluş mücadelesini İslam ümmetinin içinde bulunduğu kuşatmadan, esaretten ayrı düşünmek yanlış ve saptırıcı olur. Bununla birlikte Müslümanların bünyesi dâhilinde karşılaştığımız siyasi gelişmelerin, şahit olduğumuz çekişme ve çatışmaların öne çıkartılarak asli pozisyonumuzu gölgelemesine de izin vermemeliyiz.
İran-İsrail Gerilimi, Abartılı Söylemler ve Çelişik Tutumlar
Tam da bu çerçevede geçtiğimiz günlerde yükselen İran-İsrail gerilimi yeni tartışmalara, yeni ayrışmalara yol açtı. Siyonistlerin Şam’da İran elçilik binasını hedef alan saldırıları sonrasında İran’ın karşılık verme çabası ile tırmanan gerilim Gazze hadisesinin önüne geçti. Bu gelişmelerle birlikte İsrail karşısında İran’ı kurtarıcı olarak gören çevrelerin hamasi söylem ve beklentileri yoğunlaştı. Buna karşın daha geniş bir çevrede ise İran’ın Sünni coğrafyada yapıp etmelerine duyulan öfkeyle samimiyetsizlik eleştirileri ve İran karşıtı söylemler tırmandı.
İran-İsrail ilişkilerini değerlendirirken öncelikle duygusal yaklaşımlardan kaçınmak ve adil olmak, insaflı olmak, gerçekçi olmak gerekir. İran’ın on yıllardır sürdürdüğü taifeci, mezhepçi tutumuyla İslam ümmetine felah değil, ancak sıkıntı, dert ve fesat getireceğini sayısız tecrübeyle kavramış bulunuyoruz. Dolayısıyla bu saatten sonra İran’ı büyük kurtarıcı, ümmetin öncüsü vs. görme ve gösterme çabasının dar bir fanatik çevrede coşkuyla karşılansa dahi, geniş kitlelerde hiçbir inandırıcılık vasfı taşımayacağı, olsa olsa yeni ihtilaf ve çatışmalara kaynaklık edeceği açıktır. Bu yüzden İran güzellemesi yapmaya kalkmanın altı delik kovayı doldurmaktan farksız bir iş olduğu görülmelidir.
Bununla birlikte Gazze’de soykırım olanca vahşiliğiyle sürerken İsrail’i bir kenara bırakıp İran düşmanlığı yapmanın da Müslümanların maslahatına uygun olmadığının görülmesi gerekir. Bu yaklaşım zaten mevcut olan iç tartışmaları derinleştirir, fitne odaklarına malzeme sağlar, mesajımızın çarpıtılmasına zemin hazırlar. Bu aşamada karşı cephe açma görüntüsü vermek yerine görmezden gelmek en mantıklı tutum olacaktır.
Gerçekten hayret etmemek mümkün değil! Nasıl oluyor da kimi çevreler Gazze’de yaşanan vahşeti öne çıkartarak İran’ın bunca yapıp ettiği kötülüğü, olumsuzluğu, işlediği günahı sineye çekmemizi bekleyebiliyorlar? Bunca yaşadığımız acı, korkunç hadiseden sonra destek vermemiz beklenebilir mi? Kaldı ki bazılarının iddia ettiği gibi destek vermeye mecbur falan da değiliz. Neden olalım ki? Daha fazla güçlensin ve bizi Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de daha fazla katletsin diye mi destek vereceğiz? Oysa Resulullah (s) “Mümin aynı delikten iki defa ısırılmaz." (Buhârî, ‘Edeb’; Müslim, ‘Zühd’) buyurmamış mıdır?
Velev ki İran, İsrail ile gayet ciddi bir çatışma içinde olsun! Destek vermeye mecbur muyuz? İran, zamanında İsrail ile karşı karşıya gelen Irak’a destek vermiş miydi? Irak, ABD işgaline uğradığında işgale karşı çıkmış mıydı? Afganistan’da Taliban yönetimi NATO işgaliyle devrildiğinde üzülüp tavır mı almıştı?
İsrail ümmetin ve de insanlığın düşmanıdır ve elbette İsrail’in tutumu, eylemleri bir göstergedir. Ama tek başına İsrail’in tutumuna, eylemlerine bakıp tavır belirlemek, hele hele illa da karşısında kim varsa onun yanında hizalanmak mantıklı değildir. Yan yana durduğumuzun kim olduğunu, sicilini, bize bugüne kadar neler yaşattığını ve halen de nasıl bir düşmanlık içinde olduğunu görmezden gelemeyiz. Zaten bize bu anlamsız tavsiyelerde bulunanların bizzat kendi pratikleri de tavsiyeleriyle hiç uyum arz etmiyor.
Hatırlayalım, İran-Irak savaşının başlamasından yaklaşık 8 ay sonra Haziran 1981’de İsrail Irak’ın Bağdat yakınlarında bulunan Osirak nükleer deneme reaktörünü imha etmişti. 1991 Körfez Savaşı sırasında Saddam Hüseyin Tel Aviv ve Hayfa’ya 40 civarında füze fırlatmış, bu eylemler neticesinde Yahudilere ait 4 binden fazla binada hasar oluşmuştu. Ama bu süreçte İran Saddam’dan yana olmadı. Çünkü Saddam’ı düşman olarak görüyordu. Oysa Saddam aynı zamanda İsrail’e karşı Filistinli örgütleri destekliyor, şehitlerin ailelerine ciddi maddi yardım yapıyor, ayrıca büyük bir Filistinli nüfusa da Irak’ta ev sahipliği yapıyordu.
Özetle İsrail’e karşı eylemleri nedeniyle İran, Irak ile olan düşmanlığını dostluğa çevirmedi, bilakis ABD eliyle Saddam’ın devrilmesine alkış tuttu. Büyük Şeytan’ın bölgeye yerleşmesi tehlikesinden ziyade, yakın düşmanının tepelenmesini önemsedi, bunu kendisi için bir avantaj olarak gördü. Peki, bu gerçeğe rağmen İran muhipleri hangi yüzle bize İran’ın işlediği tüm suçları unutup İsrail ile olan çatışmasından dolayı yanında yer almamız gerektiğini söyleyebiliyorlar, gerçekten bu büyük bir ikiyüzlülük!
Sonuç itibariyle, tek başına İsrail karşıtlığının ya da Filistin mücadelesine destek olmanın bir tezkiye nedeni olamayacağını, bunu yapanın her halükârda yanında durulmayı gerektirmediğini bizzat İran’ın geçmişte izlediği siyaset açıkça ortaya koymaktadır. İran, Saddam’ın Filistin için yapıp etmelerini kale bile almamış, İran’a karşı işlediği suçları öne çıkarmıştır. Bu gerçek ortadayken birilerinin İran’ın, Irak’ta, Yemen’de, hassaten Suriye’de işlediği zulümlerin görmezden gelinmesini beklemeleri adaletle de mantıkla da bağdaşmaz. Şu içinde bulunduğumuz süreçte İran karşıtlığı yapmanın ümmetin maslahatına uygun düşmeyeceği söylenebilir ama İran övgüsünün de mide bulandırıcı olduğunu akıldan çıkartmamak kaydıyla!
Yerli Siyonistler ve Gelişen Zorluk
Acilen yüzleşilmesi, kavranılması gereken bir gerçek de şu ki Siyonist çete İsrail’den ibaret değil, İsrail ile mücadelemiz de Filistin topraklarıyla sınırlı değil. Siyonist zihniyet her yerde karşımızda, her vesileyle İslam’a ve Müslümanlara, ümmete düşmanlık üretiyor, pislik saçıyor. Bu geniş perspektiften baktığımızda yaşadığımız ülkede yükselen muhacir düşmanlığının bu saldırganlıktan ayrı ele alınamayacağını görmek durumundayız.
Arapça tabelalara savaş açan zihniyetin Filistin halkına yapılan zulümlere karşı görünmesi sahtekârlıktan başka bir şey değildir. Bu ikiyüzlülüğü her yerde teşhir etmeli, her vesileyle bu düşmanlıkla mücadele etmeliyiz. Irkçılık, Batıcılık, laiklik, Kemalizm bizim için temelde Siyonist saldırganlıktan mahiyet itibariyle farklı olmayan düşmanlık ve ifsat kaynaklarıdır.
Bu vesileyle değinmekte yarar görüyoruz. İşimiz zordu. 31 Mart’tan sonra daha da zorlaşmıştır. Mevcut iktidar kadroları tüm yetersizliklerine, tutarsızlıklarına, ikircikli ve beceriksiz tutumlarına rağmen karşımızda değillerdi ama karşımızda olduğu aleni bir zihniyet seçimlerle birlikte elini güçlendirmiştir.
Bu durum değişik gerekçelerle iktidara kızgınlığını ileri noktalara taşıyan, cezalandırma sebebi olarak gören ya da bu sonuca sevinenlerin de maalesef yakında anlayacakları, yüzleşecekleri bir hakikattir. Açıkçası İslam’a ve ümmete düşmanlık içinde olanları sevindiren hiçbir gelişme bizim için hayırlı değildir. Bugün Arapça tabela üzerinden serdedilen düşmanlığın arka planında yatan şeyin ne olduğunu hepimiz gayet iyi biliyoruz.
İşimiz zorlaşmış, alanımız daralmıştır. Kemalizm, muhacir düşmanlığı, Batıcı hayat tarzı propagandası, ifsat, müstehcenlik, içki ve eğlence kültürü alanını genişletmiştir. Ne yazık ki bizim camiada birileri hâlâ Gazze hassasiyeti üzerinden iktidara ders verildiğini düşünmektedir. Oysa olumsuz bir zeminde gelişen bu saydığımız unsurların Filistin mücadelemizi olumsuz manada etkilemeyeceği, zayıflatmayacağı nasıl düşünülebilir?
Bu gerçeği görmek ve daha fazla çaba sarf etmek, daha ısrarlı bir tutum almak, mücadelede eksik bıraktığımız alanları daha sıkı bir şekilde doldurmakla mükellefiz. Tekraren vurgulayalım ki İslami mücadele bütüncül bir mücadeledir, küreseldir, çok cephelidir. Nasıl akidemiz ve hayat bölünme kabul etmiyorsa mücadele de bölünmemeli, bütüncül algılanmalıdır. Bizler Rabbimize ahdimizi yerine getirmeli, hayatımızın tamamını ibadet bilinciyle yorumlamalı ve öyle yaşamalıyız. Hayatı ibadet olanın inşallah ahireti mükafat olur.
