Merhamet, Zulüm ve Egemenlik Üzerine
Kitle iletişim araçları vasıtasıyla manipüle edilen halkların algısı egemen güçlerin kullanabileceği şekle sokulabilmektedir. Egemen güçler; ancak zihni manipüle edilmiş, yönlendirilmiş toplumla iktidarlarını sürdürebilirler. Bu durum tarihin sürekliliği içinde devam etmiş ve günümüzde oluşan egemenlik tipolojisini oluşturmuştur. Tarihsel süreçte oluşan birikimler insanlığın kendi içindeki çıkar ilişkilerini nasıl düzenleyeceği üzerinden kurgulanan ve bazı insanların yönetim olarak topluluğun iradesini kendi egemenlikleri içinde zorla veya gönüllü olarak teslim aldıkları bir bağlamla işletilmiştir.
Devlet kavramıyla Batı’da ortaya atılan Avrupa merkezli yeni düşüncenin kökleri yaklaşık 5200 yıl önce topluluk üzerinde egemenliğin nasıl olması gerektiği sorunsalıyla başlamıştır. İlk başlangıç avcı kral ve çoban kral ikilemi ile topluluğa hükmetme statüsüdür. Topluluk kendi içinde kahramana tapınma şeklinde zihinsel manipülasyona uğrayarak bir kişiyi kendine lider seçebilir. Bu, “aslan öldüren, kanla beslenen” ve cesaretiyle topluluğundan ayrılan avcı kraldır.
Topluluk zihinsel olarak manipüle olduğunda; avcı kralı olağanüstü güçle tasavvur ederek gönüllü itaati sunar. Egemenliğini tam bir hâkimiyet ile kuran avcı kral; kan, zulüm ve baskıdan beslenir. Avcı karakteri, egemenliği ve toplulukta itaati kan ve zulümle devam ettirir. Tarihin sürekliliği içinde egemenlerin bu yönetim şekli gelişerek devam etmiştir.
Çoban kral; bilgelik, merhamet ve adalet ile öne çıkar. Sürüsünde en zayıf olana göre sürüyü hareket ettirir. Bilgeliği ve merhametiyle maruftur. Topluluk, çoban kral etrafında gönüllü olarak kenetlenir. Mezopotamya ve Ortadoğu merkezli oluşan tarihin sürekliliği vahiyle özdeşleşen çoban kralların topluluğu yönlendirdiği şeklindedir. Peygamberlerin çobanlık sıfatıyla vasfedilmesi, bu tarihsel sürekliliğin avcı kral ve çoban kral tarafından iki başlı olarak insanlığa hükmettiğini bize gösterir. Mücadele insanlık tarihi boyunca bu iki kesimin topluluğa nasıl hükmedeceğinin yönündedir. Tarihin sürekliliği kesintiye uğrasa da tamamen duramaz; şöyle veya böyle süreklilik toplumlarda nesilden nesle aktarılarak devrolan bir mirastır. Günümüzde oluşan medeniyeti anlayabilmek için tarihin müktesebatında oluşan bu egemenlik tiplerinin toplulukları şekillendirici ve gelişmelerindeki etkileri göz ardı etmemeliyiz.
Avrupa merkezli oluşan küresel egemenlik tipi; avcı kralların oluşturduğu tarihsel süreklilikten gelen bir durumdur. Kan, zulüm ve adaletsizlik ile beslenen tarihsel süreçteki avcı kralların günümüzdeki sentezidir.
Yunan’da 200 yıl içinde oluşan felsefe ve bilgi birikimini sentezleyerek Avrupa aydınlanmasını Yunan bilgi felsefesi üzerine kuran bir sürekliliği anlamak gerekir.
Antik Yunan’da devlet; kendine yetecek ve besleyebileceği kadar nüfusu barındıran, fazla nüfusu da başka bir yere nakleden site şehir devletidir. Bu şekilde kolonileşmeler yapmıştır.
Avrupa 16. yüzyıldan sonra fazla nüfusunu naklederek Yunan koloni mantığını aynen devam ettirmiştir. Bu devamlılıkta sömürü ve sömürerek kolonileşme hâkimdir.
İskender’e hocalık yapmış Aristoteles’in yaptığı ütopik motivasyon olan “barbarlara medeniyet götürme” işi; bugün de modern temsilcileri tarafından uygulanmaktadır. Tıpkı Yunan ve Roma’da olduğu gibi kendileri dışında kalan ve “barbar" diye niteledikleri halklara demokrasi/medeniyet (!) götürmek için her türlü zulüm, baskı, sindirme araçlarını kullanmaktan da çekinmemekteler.
Aydınlanma denen Avrupa merkezli felsefi hareketlerle oluşan yeni durumun en itici motivasyon kaynağı, kendi felsefi altyapısını bütün dünya insanlarını medenileşmek için kullanmasıdır. Bütün bunlar Avrupa avcı kralının; kan, zulüm ve baskısıyla günümüze kadar gelmesidir.
Avrupa'nın tarihsel sürekliliğinde merhamete yer yoktur. Bütün egemenlikleri kan ve baskının bir sonucudur. Artık günümüzde, çoban krallara galip gelen avcı krallar vardır. Fakat tarihsel süreklilik her iki taraf için de devam etmektedir.
Irak, Suriye, Yemen, Filistin gibi Müslüman topraklarında veya Batılı olmayan Asya, Afrika ve Latin topraklarında akan kana, işlenen zulümlere duyarsız kalanlar; Avrupa’da benzeri bir durum meydana geldiğinde feveran edebilmekteler! Çünkü Batılı zihniyetin temelinde; kendileri dışındaki herkesin barbar olduğu, hâliyle de ölmeyi/öldürülmeyi hak ettikleri düşüncesi yatar.
Filistin’de 76 yıldır ara vermeden devam eden Yahudi zulmünün, işgalinin bugün daha da şiddetlenerek bir soykırıma dönmesine sebep olan da yine bu emperyal sömürgeci zihniyettir. Maalesef ki Müslüman coğrafya bu işgal ve sömürünün prangalarıyla zayıf duruma düşmüştür. Bu yüzden zulme son vermesi için Birleşmiş Milletlerden ve dünyanın güçlü devletlerinden medet ummaktadır. Hâlbuki ne BM ne de o çok güçlü dünya devletleri bu sömürü ve zulmü durduracaktır. Çünkü zulmün sömürünün bizzat kaynağı onlardır.
Zulüm düzenine son vermek, merhameti egemen kılmak, bugün ezilen halkların zalim egemenlere karşı bir araya gelip mücadele etmeleriyle mümkündür. Bunu özellikle vahiyden beslenerek ümmet olan Müslüman halklar başarabilir.
Ortadoğu ve Mezopotamya merkezli oluşan, merhamete dayalı, vahiyle şekillenen toplumsal egemenliklerin kökeni çok eskidir. Sömürgeciler zulüm ve baskı ile İslam coğrafyasında avcı kralların kötü kopyasını oluştursalar ve halklarının zihinlerini kendi egemenlikleri doğrultusunda manipüle etseler de merhamete dayalı anlayışı yenemezler. Çünkü Müslümanların “düşmanına bile adaletle muamele etmek" gibi dinî düsturları vardır. Müslümanların, yurtlarını işgal eden, çoluk çocuk demeden katliam yapan zalim işgalcilere bile merhamet ve adaletle muamele ettiklerine insanlık şahittir. Halen devam etmekte olan aziz Filistin halkının şanlı direnişi de bunun en canlı örneklerindendir. Siyonist Yahudilerin soykırıma varan katliamları karşısında Kassam mücahidleri, silahsız işgalci sivilleri hedef almamış, esir aldıkları işgalcilerin can güvenliklerini sağlamış, hasta olanları tedavi etmiş, hatta yanlarındaki evcil hayvanların bile bakımını üstlenerek esirleri misafir gibi ağırlamışlardır.
Hamas ve İsrail arasındaki esir takası sırasında işgalci esirlerin Gazze'den ayrılırken Kassam mücahidleriyle vedalaşmaları ve hayranlıklarını, minnettarlıklarını gizlememeleri herkesi hayrete düşürmüştür. ‘Terörist’ diye dünya kamuoyuna lanse edilenlerin nasıl bir merhamet, şefkat ve adalet abidesi oldukları görüldü. Öte yandan avcı kralların, vahşi sömürgecilerin soyundan gelen işgalci İsrail’in takas antlaşması gereği serbest bıraktığı esirlere işkence ettiğini de gördük. Ki bunların içinde küçük çocuklar ve kadınlar da vardı. Tüm bunlara rağmen dünyanın egemen güçleri olan avcı krallar, İsrail’le kol kola, “mazluma zalim, zalime mazlum” dedirtmekteler.
Batı’nın İslam coğrafyasında oluşturduğu baskı ve zulümler; merhamet topluluğunu sindirmek içindir. Kan ve zulümle inşa ettikleri küresel egemenliklerini kabul etmeyenleri barbar ilan ediyorlar. Avcı kralların kötü kopyaları olan İslam coğrafyasındaki yerli işbirlikçiler, halklarından ‘gönüllü’ veya zorla itaat istemektedirler. Bu yöneticilerin dışa bağımlı siyaset ve idarelerinin etkisiyle İslam coğrafyasının merhamete, adalete dayalı tarihsel sürekliliği sekteye uğramıştır. Bu kötü kopyaların eliyle İslam ülkelerinin çoğu zihinsel, kültürel, sosyal, siyasal, ekonomik olarak bağımlı bir hale getirilmiştir.
Tarihsel sürekliliği sekteye uğrayan toplumlarda vandalizm ve terör olur. Baskıyla gelen egemenlik halklarda karşılık bulmaz; çatışma ve mücadeleye sebep olur. Bu mücadele büyük bir insan ve enerji kaybı oluşturur. Toplum bu kayıplarla zayıflar ve sömürgeleşir. Öyle ki nasıl bir sömürü altında olduğunu bile kavrayamaz. İslam coğrafyasındaki ekonomik istikrarsızlık, açlık, sefalet, iç karışıklıklar, terör ve çatışmanın temel sebeplerinden biri budur.
Bu noktada görülmelidir ki ekonomide kapitalist neo-liberal politikalarla amaç ve gayesi, baskı ve sömürü odaklı olan bir ekonomik modelleme ile halkların açlık ve sefaleti bitirilemez. Kötü kopya ideolojilerden beslenerek oluşturulan ‘denetim devleti’, ‘beka devleti’ gibi söylemlerle halkın iradesini talep ederek vatanın bekası ile özdeşleşen bir zihinsel manipülasyonla halkta huzur ve merhamet oluşturulamaz.
Avcı kralların, yani emperyal egemenlerin hükmettiği bir dünyada; kan, zulüm, açlık, sefalet, sömürü, savaşlar, salgın ve şu an yaşadığımız olumsuzluk adına ne varsa bunların hiçbiri bitmez. Avcı kralın teknoloji ile birleşip çıldırdığı nokta insanlığın yok oluşudur. Ki bunu bugün çok hazin bir şekilde Filistin'de görmekteyiz. Bütün dünyanın gözü önünde, canlı yayınlar eşliğinde İsrail katliam yapabiliyor. Bombalarla yok edilen sadece Gazze değildir. Sadece Filistin halkı değil, tüm insanlıktır soykırıma uğrayan. İnsani değerlerin, insana ait olan her ne varsa hepsinin talan edildiği bir süreçtir bu.
Avcı kralları ve onun kötü kopyalarını ortadan kaldırmadan insanlığın kurtuluşu yoktur. İslam coğrafyası tarihi sürekliliğini göz önünde bulundurarak yaşadığı zamanı merhamet medeniyeti çizgisinde sentezleyebilmelidir.
Merhametin zulme galebe çalması için, yeryüzüne huzur ve barış gelmesi için, insanlığın felahı için el ele vermek ve direnmek gerekir.
- Gazze’yi Unutmak İhanettir!
- Bir İmtihan Olarak Gazze ve Gazze İle İmtihanımız
- Gazze Savaşında Türkiye’nin Rolü
- Yaramız, Hüznümüz ve Umudumuz Gazze
- Talebesini Bekleyen Okul: Gazze
- Mısır Refah Kapısını Neden Açmaz?
- 7 Ekim Neyi Başardı?
- UNRWA’nın Fonlarının Kesilmesi Toplu Cezalandırmadan da Beter!
- Lanetli Kavim Var mıdır?
- Entelektüeller Dünyayı Kurtarabilir mi?
- Gazze ve Soykırım Akademisyenlerinin İkilemleri
- Taç Giymiş Soytarının Hüküm Sürdüğü Saraydan Yayılan Kötülük
- Merhamet, Zulüm ve Egemenlik Üzerine
- Depremin Ardından Bir Yıl ve Yiğit Gazze
- Antlaşmaya ve Devlete İhanetin Acı Sonu Kurayzaoğulları Gazvesi
- Filistin Nasıl Uluslararası Bir Dava Haline Geldi?
- Şura Bilincini Yeniden Kuşanmak
- Cuma Hutbeleri Vesilesiyle “Hikmet-i Hükümet” Uygulaması Geri mi Geliyor?
- Gazze’nin Sessiz Çığlığı: Tebessüm
- Öfkemiz Derin
- Nuh Kıssasından Günümüze Çıkan Dersler
- Çıkalım Yola Şafak Vakti
- Dağ
- Asırlık Yas Evimiz
