1. YAZARLAR

  2. Bülent Gökgöz

  3. Gazze’ye Hangi Pencereden Bakıyoruz?

Gazze’ye Hangi Pencereden Bakıyoruz?

Mayıs 2024A+A-

Buruk bir ramazan yaşıyoruz ama Gazze’deki yoğun ve vahşi bombardımana rağmen direniş, işgal çetesine ağır kayıplar ve hezimetler yaşatmaya devam ediyor elhamdülillah. İşgalci terör çetesi İsrail her ne kadar süregelen vahşetin birincil sorumlusu olsa da başta ABD’nin olduğu Batı bloğu emperyalist ülkeler de Siyonist çetenin hamisi olarak katliamların doğrudan ortağı, azmettiricisi konumundalar. Bu açıdan direnişin ana gövdesini oluşturan Hamas’a bağlı İzzeddin el-Kassam Tugayları doğrudan emperyalist ABD’nin öncülüğündeki güçlere karşı mücadele vermekte. On binlerce ton bomba, ekipman ve araçtan oluşan askerî lojistik desteğin yanında finansal, siyasal ve medya desteğini sonuna kadar sunmuş durumdalar. Her ne kadar aralarında ihtilaflı konular olsa da işgal çetesinin güvenliği söz konusu olduğunda, İslam ülkeleri yöneticilerinin Gazze’ye ver(e)medikleri desteğin kat be kat fazlasını işgal çetesine sunmaktalar. Aslında tablo çok net; gözlerimizin önünde cereyan eden vakıa, küfür güçlerine karşı imanın mücadelesidir. Gazze’de halkıyla, mücahidlerin direnişiyle ortaya konan cehd; küfre karşı İslami kimlikten neşet eden imanın mücadelesidir.

Barbar haçlı ordularının topyekûn Kudüs’e yürümelerinde olduğu gibi küfür güçlerinin İslami direniş hareketlerine karşı bir araya toplanma ve dayanışma içinde olmaları; Müslümanlarda İslam coğrafyasında da bir araya gelme ve topyekûn dayanışma sergilenmesi, direniş hareketlerini sahiplenme beklentilerini artırıyor. Ne yazık ki zihnen ve bedenen modernitenin ulus devletlerine hapsolmuş İslam coğrafyası, dünya Müslümanlarının temennileri doğrultusunda kurumsal bir dayanışmayı yeterince sergileyebilmekten şimdilik uzak gözükmekte.

Gerek ulus devlet gerekse despotik yönetimlerin kısıtlılığı altındaki İslam toplulukları, vicdanlarda kopan fırtınalara rağmen özlem duyulan ve Gazze’den talep edilen kolektif hareket dinamizmini ortaya koyamamakta. Her ne kadar küresel sömürü ve işgal düzenine karşı İslami/İslamcı direniş bilinci yüz yılı aşkın zamandır uyanış, direniş ve özgürleşme iklimini solumaya başlamış olsa da henüz İslam coğrafyasının nefesi; ulus devlet prangalarını aşacak kurumsal ve akidevi yetkinliğe sahip örgütlenmeye, müdafaaya yetmemekte.

Aksa Tufanı sonrası yaşanan acziyet halimiz bir yandan Müslümanların zihinlerinde tasavvur ettikleri ümmet idrakinin zaaflarını bir yandan da fiziki imkânlarımızın yetersizliğini de göstermiş oldu. Ümmet idealinin neye tekabül ettiğini, Müslümanlara nasıl bir sorumluluk yükleyeceğini, hepsinden önemlisi ulus devlete ait değerlerin zihinlerde ne denli kanıksandığını ve bu durumun ümmet ideali önünde nasıl engeller oluşturduğunu göstermesi açısından da ayna işlevi görüyor.

Yakın zaman önce küresel istikbarın öncüsü ABD’ye karşı zafer kazanan Taliban hareketine bakışta da olduğu gibi Suriye kıyamına ve direnişine dair yaklaşımlarda da benzer zaaflar görünür olmuştu. Gazze’de altı ayını doldurmakta olan vahşetin benzerinin Suriye’de on yılı aşkın süredir devam etmesine rağmen aynı duyarlılığın hem küresel hem de ülke ölçeğinde gösterilmemesi, insani duyarlılığın da İslami bilincin de öncelikle düşünsel zaaflarına işaret etmekte. Şüphesiz Filistin direnişinin uzun ve çeşitli ideolojik kesimler tarafından sahiplenilmiş geçmişi olması, işgal olgusu gibi farklı yönleri bulunsa da en temelde sahiplenilen boyut; direnişten ziyade masum insanların katledilmesi hususu olarak öne çıkmakta. Birçoğunu çocuk ve kadınların oluşturduğu on binlerce insanın vahşice katledilme görüntülerinin insan vicdanında infial uyandırmaması elbette mümkün değil. Üstelik ağır bombardımanın yanında insani ihtiyaç ve tıbbi yardımlardan mahrum bırakılmış milyonların tüm bu kuşatmaya rağmen evlerini terk etmeyerek ölümü adeta selamlamaları vicdanlarda hayranlık uyandırmaya devam ediyor.

Direniş Yoksa Gazze Yok, Gazze Yoksa Direniş Yok

Bununla birlikte Gazzelilerin yalnızca işgal çetesine değil, sınırın diğer tarafında ambargonun gardiyanlığını yapan Mısır despotizmine karşı da bir direniş ortaya koyduğunun altını çizmek gerekir. Gazze halkının direniş ile bütünleştiğini ve direnişin, gücünü, Gazzelilerden aldığını, aslında teslim olmayan toplumun destansı mücadele sergilediğini vurgulamak gerek. Aksa Tufanı, direniş güçleri ile Gazze toplumunun iç içe geçen organik bağını göstermiş oldu.

Yaralı bir şekilde hastaneye taşınan 15 yaşlarındaki çocuğun kendisine nasıl olduğu sorulduğunda “Ebu Ubeyde iyiyse ben de iyiyim elhamdülillah!” ifadesi, terk ettikleri evlerinde mücahidler için yiyecek konserve bıraktıklarına dair not bırakan aile ve “Ağlama burası cihad ve ribat yurdudur, canımız Allah yolunda fedadır!” diyen Şeyh Nizar misali tüm imkânlarını canlarını ve mallarını direniş uğruna feda eden bir Gazze gerçeği, Aksa Tufanı’nın anlaşılması açısından önem arz ediyor. Direniş yoksa Gazze ve Gazzeliler yok, Gazzeliler yoksa direniş yok denklemi tam olarak Aksa Tufanı’nı özetlemekte. Bu açıdan Hamas, İslami harekete kanalize edilen toplumsal değişim fıkhını en üst düzeyde yakalayabilen hareket örnekliğini sergilemekte.

Aylardır devam eden Aksa Tufanı ne sadece savunma ne de sadece direniş özelliği sergiliyor. İşgal çetesine karadan, havadan ve denizden kapsamlı askerî destek verilmesine rağmen Gazze insani, tıbbi ve askerî desteklerden mahrum halde mücadeleye devam etmekte. Aradaki devasa orantısızlığa rağmen direnişin teslim olmaması, işgal çetesine ağır kayıplar verdirmesi, askerî ve siyasi açıdan İsrail’in açık yenilgisi anlamına gelmekte.

Bununla birlikte parantez açmak gerekirse; ağır kayıplar vermesine ve küresel baskılara rağmen işgal çetesinin bedel ödemeyi göze almaya devam etmesi de küçümsenmemesi gereken bir unsur olarak görülmeli. Siyonizm tarihi boyunca bu denli uzun sıcak çatışmanın içinde yer almamış çete açısından bedel ödeme çıtasının yükseldiğini veya içerdeki itirazlara rağmen Siyonist ulus motivasyonunun yükselmiş olabileceğini de dikkate almak gerekir. Şu an cephede savaşan Siyonistler, işgal devletini kuran öncü Siyonistlerin çocukları ve bir kısmı işgal topraklarında dünyaya gelip yetiştiler; kendilerince özgürlük mücadelesi motivasyonunun etkisiyle ölmeyi veya yaralanıp uzuvlarını kaybetmeyi de göze alabilmekteler.

Siyonizm Filistin’i, Kemalizm Zihinleri İşgal Ediyor

Muhakkak ki yaşanmakta olan katliam kelimelerle ifade edilemeyecek raddeye ve çeşitliliğe ulaşmış durumda. Ancak gerek küreselde gerekse de ülke genelinde ortaya konan tepkilerde Aksa Tufanı ve direniş gerçeği, genellikle Gazze vahşetine dair olan vurguların gölgesinde kalmakta. Gazze halkından güç alıp onun adeta isyan ateşi olarak vücut bulan tufanı ve direniş hareketlerini sahiplenme noktasındaki isteksizlik, zaaf veya bilinçli tutumlar gözlerden kaçmamakta. Bununla birlikte Batı ülkelerindeki sol, liberal veya vicdanlı kesimlerin Filistin eylemliliklerindeki istikrar ve özgünlük de takdir edilesi örneklik olarak kayda geçmekte.

Filistin direnişinin ana gövdesini artık İslami hareketlerin oluşturmasından ötürü Türkiye’deki sol ve liberal kesimlerin bir süredir Filistin’de yaşanan işgal ve mücadele olgusuna mesafeli yaklaştıkları bir gerçek. İlaveten İslamofobik ve Türkçü/Kürtçü refleksleriyle paralel Arap/muhacir düşmanlığı, Erdoğan karşıtlığı ve iktidarın dış politikalarından memnuniyetsizlik bahse konu kesimlerin Aksa Tufanı sonrası Gazze’ye ilişkin tavırsızlıklarına, samimiyetsiz ve kerhen yapılan açıklamalarına ve hatta İsrail yanlısı tutumlarına da yansıdı. İslamcılığı, ümmeti ve yapılarını değersizleştiren tutumlar ilk defa Gazze ile görünür olmadı elbette. Gazzeli kardeşlerimiz ile dayanışmaya yönelik gerek eylem gerekse söylem bazında yapılanları tahfif etmek, direnişi karalamaya yönelik iftira içerikli yayınlarla sahne alanlar, Aksa Tufanı’na dair gerçeklerin ortaya çıkmasından ve vahşete yönelik tepkilerden sonra suspus oldular. İslami değerleri her daim hedef alan, Müslümanları Atatürk konulu testlere tâbi tutan azgın güruh; yaklaşan yerel seçim kaygılarıyla da İslamofobik yanlarını konjonktürel olarak geride tutmak zorunda kalıyorlarsa da İslami hareketleri, cihad noktalarını veya İslamcılığı hedef alan saldırılardan da geri durmamaktalar. İslami direniş hareketlerine yönelik tutumlarında yahut zihniyetlerinde herhangi bir değişiklik olmadı. İşgalci İsrail’in katliamlarına tek söz etmeyip İslami direniş hareketlerini hedef almaları İslami değerlere, İslamcılığa yönelik düşmanlıklarından ötürüdür.

Modernitenin militarist savunuculuğunu yapan Kemalist, ırkçı, sol ve kimi liberal bu kesimler için İslam öncelikle ilkelliği; Ortadoğu ise bataklığı, savaş ve gözyaşını ifade etmekte. Dünya genelinde seküler kesimler olarak tanımlanabilecek milyonlarca insanda vicdan uyanması yaşanırken, Türkiye’nin sekülerleri olan Kemalist, sol ve kimi liberallerinde ise aksine İslamofobik yönlerinin perçinlenmesi sadece Erdoğan karşıtlığı ile izah edilemez. Gazze’de yaşanan onca vahşete rağmen en küçük duyarlılık göstermeyen bu kesimlerin Türkiye’de modernizmin kurucu ve besleyici damarı olan Kemalizm’in ne denli etkisi altında kaldıkları, vicdanlarının ne kadar çürümüş olduğu aşikâr oldu. Zihinleri ve bedenleri işgal eden Kemalizm, bir süre daha ülkedeki Siyonist gerçekliğimiz olmaya devam edecek.

Ümmet Perspektifi Olmadan Gazze’ye Sahip Çıkılabilir mi?

Türkiye’de İktidara yakın kadrolar, çevreler ile İslami duyarlılık sahibi kitlelerin sergilediği tutum ve eylemliliklerde ise çoğunlukla Gazze’de yaşanan ölümler ve vahşet ile çocukların ve kadınların savaşın mağdurları olarak insan haklarından mahrum bırakıldıklarına dair vurgular ön plana çıkmakta. Zaman ilerledikçe de direniş hareketlerini sahiplenme, destekleme tavrı zayıflamakta. Kimi Gazze eylem ve etkinliklerinde, İslamcılıkla veya İslami direniş hareketleri ile aralarına mesafe koyma ‘gayreti’ içinde olunduğu görülmekte. Gelinen noktada Gazze eylem ve etkinliklerinde direniş hareketlerini sahiplenme ile İslamcılık bilinci arasındaki korelasyon istisnalara rağmen daha aşikâr olmakta.

Aksa Tufanı’nın belki de en önemli etkilerinden birisi de dünya ölçeğinde ulus devlet hegemonyasının sorgulanmasına yol açmasıydı. Tufanın ne ölçüde etki ettiği elbette zamanla görülecek ancak Türkiye’de direniş ve ümmet vurgusunun bilinçli flulaştığı veya hiç olmadığı söylemler, ne yazık ki ulus devlet hegemonyasının sorgulanmasına kapı aralamaktan uzak devletçi paradigmayı beslemekte. Filistin davası konusunda duyarlı iktidarın veya yakın çevrelerin öncülük ettiği etkinlik ve eylemlerde Türkiye merkezli bakış açısının beslediği hamasetin çokça öne çıktığı da görüldü. Söylemle orantılı somut adımların ortaya kon(a)maması kitlelerde oluşan beklentiyi karşılamadığı gibi eylem/etkinliklere olan sahiplenmeyi de olumsuz yönde etkilemekte. Yerel seçim süreci de ne yazık ki Gazze gündemini geriye iten bir unsur oldu. Suriye’de de kimi zaman yükselen ve yüksek beklenti oluşturan açıklama ve tutumlar, karşılığı olmadığında bir süre sonra motivasyon veya yenilmişlik hissi uyandırmıştı.

Herhangi bir coğrafyadaki zulüm için ortaya konan her çaba elbette değerlidir lakin ortaya konan eylemlilik/etkinliklerin kimlik aşılayıcı olması gerektiği bir kez daha kendini göstermiş oldu. Gazze’deki insanlarla dayanışma bilincini kalıcı ve sahici kılabilecek, Allah rızasına uygun yegâne yaklaşımın ümmet perspektifiyle olabileceğine dair vurgular sınırlı kalmakta. Ancak ümmet idealinin İslami direniş bilincini yükseltip ulus devlet sınırlarını aşabilecek bir dayanışma sergileyebilecek ufka ve sahiciliğe sahip olduğu yeterince idrak edilmiyor ne yazık ki.

Ümmeti sürekli hedef gösteren veya şikâyet edip hor gören modernist, öykünmeci tiplerin Aksa Tufanı’nda da tutumlarında bir değişiklik olmadı. Kemalizm’e gıkı çıkmayanların işgal çetesine tutarlı ve ahlaklı bir çıkışları zaten beklenemezdi. Diğer taraftan İslami hassasiyetleri ile maruf sufi, Mevlevi veya irfancı, Anadolu Türklüğü heveslisi kesimlerde de birkaç istisna hariç çocuk katliamları ön planda iken onlarda da benzer şekilde İslami direniş hareketlerine veya ümmet bilincine yönelik sahiplenici bir tutum ortaya çıkmadı. Boykot çağrısı var ama boykot İslami bir sorumluluk ve kimliğin yansıması olmaktan ziyade ekonomik yaptırım aracı olarak görülmekte. İslamcılığa konan bilinçli mesafe; ümmet ve ümmetin içinden çıkan direniş hareketlerine, Müslümanların çabalarına da eğreti bakmayı beraberinde getiriyor. Farklılık en temelde İslamcılık ve İslami hareket merkezli düşünmeye olan mesafeden kaynaklanmakta. İslamcılık olgusu değişik yönlerden ele alınıp tartışılabilir olmakla birlikte moderniteye ve onun sömürge politikalarına karşı savunma/direnme şeklinde ortaya çıkmış olması önemini ve güncelliğini korumakta. Evet, bugün elan İslamcılık kimileri açısından yerellik, irfancılık, kimi felsefi tartışmalar yahut ulus devlet bakışlarından ötürü hedefe alınmaya devam etse de direniş bilincini aşılamaya, kimlik kazandırmaya devam etmekte.

İslami Direniş Hareketlerine Sahip Çıkmak Akidevi Zorunluluktur

Bu noktada Taha Abdurrahman’ın direnişle ilgili ortaya koyduğu farkındalık ve direnişin değerinin bilinmesi açısından şu vurguları hayati önemde: “Aksa Tufanı insanın yeni değerlerle kendi özünü keşfettiği, İsrail iradesinin köleleştirici değerlerinin yaygınlık kazandığı bir vasatta yeni kavramlarla özgürlüğünü aradığı, sapkın değerlerin yayıldığı bir gerçeklikte yeni şartlarla fıtratını yeniden kazandığı bir aşama, medeniyet için yeni bir başlangıç, ümmet için yeniden diriliş, insanlık için yeniden doğuştur.”

Taha Abdurrahman’ın direnişe yüklediği anlam ise kesinlikle abartı değil. “Sayıları az da olsa bu direniş emanetin en büyüğü ve asil bir iradenin tezahürüdür. Çünkü bu direniş erleri ilahî sıfatlar üzerine değerleri yeniden tesis ettikleri gibi İslam'ı kutsal yapısı üzerine yeniden kurup ilahî yakınlık ruhunu yeniden oluşturmuşlardır. Ümmetin bugünü ve yarını direnişin ayakta kalmasına bağlıdır ve -Allah korusun- yenilgisi de ümmetin yok oluşu anlamına gelecektir. Modern çağda Arap-İslam aklının ve İslami aklın yeteneklerinin ve gücünün en büyük tezahürünün Aksa Tufanı’nda vücut bulan şey olduğuna inanıyorum. Bu sayede direnişçi İslam aklının imkânı, gücü ve genişliğini gördüğü gibi Siyonist aklın yeteneklerini, sınırlarını ve kırılganlığını da keşfetti. Bu gerçeklik karşısında harekete geçme sorumluluğunu üstlendi.”

Sonuç ne olursa olsun direnişe sahip çıkılmalı. Ulus devlet kıskacındaki iktidarlara ve kısıtlılıklara rağmen İslami direniş hareketlerini sahiplenme konusunda Müslümanlar her türlü imkânlarını seferber etmelidir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR