1. YAZARLAR

  2. Ahmet Ağırakça

  3. Antlaşmaya ve Devlete İhanetin Acı Sonu Kurayzaoğulları Gazvesi

Antlaşmaya ve Devlete İhanetin Acı Sonu Kurayzaoğulları Gazvesi

Mart 2024A+A-

Kurayzaoğullarının, Medineʼde yaşayan üç Yahudi kabilesinden birisi olduğu malumdur. Kabilenin köken olarak aslen mi yoksa sonradan mı Yahudiliği kabul ettiği kesin olarak bilinmemektedir. Dinlerine çok bağlı oldukları gibi sosyal yaşantılarında Arap geleneğini alabildiğine yansıttıkları görülür. Kaynukâoğulları ve Nadîroğulları kabileleri gibi konuşma dilinde İbraniceyi, ancak yazı dilinde Arapçayı kullanmaktadırlar. Çocuklarına İbrani isimleri yanında Arap isimleri de verdikleri malumdur. Kurayzalılar, şehrin güneydoğusunda “Utûm” denilen çok katlı müstahkem surlu bir kale içindeki evlerde yaşamakta olup tarım ve ticaret ile uğraşarak hayatlarını sürdürüyorlardı.

Hz. Peygamber (sav), Mekke’de ashabıyla birlikte müşriklerden gördüğü işkence ve sıkıntılar yüzünden aldığı ilahi bir emirden (el-İsra, 17/80) sonra hicret etmeye karar vermiştir. Hicretten önce Medineʼde Evs ve Hazreclilerin dışında Kaynukâoğulları, Nadîroğulları ve Kurayzaoğulları adıyla üç Yahudi kabilesi yaşamakta olduğunu Rasulullah’ın Gölgesinde adlı çalışmamızda ayrıntılı bilgilerle kaydetmiştik. Hz. Peygamber’in, Yesrib’e hicretinin ardından ilk uygulamalarından biri Mekke’den Medine’ye yapılan zorunlu göçün ortaya çıkardığı sıkıntıları gidermeye veya en azından hafifletmeye çalışmak idi. Kısaca Peygamber kendi etrafında şehirde yaşayan bütün etnik grupların katıldığı birlikte yaşama ortamı oluşturmaya çalıştı. Bunun için de şehre dışarıdan olabilecek tehditlere karşı koymayı ve Müslüman olmayan gruplarla Kureyşʼin iş birliği yapmasına engel olmak için bu projeyi gerçekleştirmeyi hedef edinmişti. Sonunda Hz. Peygamberʼin (sav) nihaî söz sahibi olduğu ve Medine toplumunun bütün unsurlarının katıldığı siyasî birlikteliğin temelini atan sözleşme metni imzalanmıştı.1 Tarihe “Medine Sözleşmesi” olarak da geçen bu anlaşmaya her üç Yahudi kabilesi destek vermiş ve özellikle Kurayzaoğulları Evs kabilesinin müttefiki olarak anlaşmaya katılmıştı. Hicretin ilk yılında yürürlüğe konan bu anlaşmaya göre Medineʼnin iç güvenliği; Yahudilerin can, mal ve dinî özgürlükleri garanti altına alınmaktadır. Bedir Savaşı’ndan sonra meydana gelen gelişmelere göre Yahudilerle yapılan sözleşmenin bazı maddeleri üzerinde yeniden mutabakat sağlanmıştı. Medineʼye dışarıdan herhangi bir saldırı söz konusu olduğu takdirde şehri Müslümanlarla birlikte savunmaları gerekmekte idi. İşte bu sözleşme ile Kureyş başta olmak üzere Müslümanların düşmanlarıyla anlaşma yapılması yasaklanmaktaydı.2 Bu anlaşmada en önemli imzalardan birisi Kurayzaoğulları kabilesinin imzasıydı.

İşte bu Medine Sözleşmesi ile kabile merkezli idarî yapı anlayışının yerine yeni bir siyasi otorite tanımı olarak “şehir devlet yönetimi” yapısı ortaya çıkarılmıştır. Bu özelliğiyle Medine toplumunun bir konfederatif yapı haline geldiğini daha önceki çalışmalarımızda söz konusu etmiştik. Kısacası kabile düzeninden devlet düzenine geçiş yapılmış ve asıl yöneticilerinin Müslüman olduğu bir devlet kurulmuştu. Ancak söz konusu anlaşmaya uymayan ve Müslümanlarla devlet yönetimine ihanet eden Yahudi kabilelerinden Kaynukâoğulları Hicri 2. yıl Zilkade ayında (Mayıs 624); Nadîroğulları ise Hicri 4. yıl Rebiülevvel ayında (Ağustos 625) bu sözleşme gereği olarak Medineʼden çıkarıldı.3 Böylece şehirde Yahudi kabilesi olarak sadece Kurayzaoğulları kalmıştı.

Bilindiği üzere Uhud Savaşı’ndan sonra Medineʼden çıkarılan Nadîroğulları kabilesi, Hz. Peygamberʼden (sav) intikam almak için Kureyş ve yandaşları ile Kurayzaoğulları mensuplarını yanlarına çekmek için her türlü yola başvurdu. Hendek Gazvesi öncesinde gerçekleştirilmek istenen bu ittifaka Kurayzaoğulları önce yanaşmak istemediler. Fakat her nedense sonradan Nadîroğulları reisi Huyey İbn Ahtab tarafından ikna edilerek İslâm’ın müşterek düşmanları safında yer aldılar. Bu tavırları ve düşman ittifakına dâhil olmaları, altına imza attıkları sözleşmeye tamamen aykırı bir davranış idi. Müslümanların Hendek Gazvesi esnasında yaşanan bu ihanet nedeniyle çok zor durumda kaldığı müşahede edilmişti. Bu zor anların atlatılmasından ve Kureyş müşrikleri ile yandaşlarının boş ellerle çekip gitmesinden sonra Hz. Peygamber’in (sav), yapılan bu ihaneti karşılıksız bırakmaması için Rabbinden emir aldığını görüyoruz. Zaten Hendek Savaşı sonrası müşrik ordugâhını inceledikten sonra Resûlullah’ın, ordusuyla Medine’ye henüz döndüğünde Müslümanların akılları Kurayzalıların ihaneti ile meşguldü. Ancak Müslümanların bir aylık çok yorucu bir muhasaradan sonra bir müddet dinlenebilmesi için seferin biraz daha ertelenebileceği düşünülüyordu. Hz. Peygamber’in hemen sefere çıkma gibi bir düşüncesi de söz konusu olmamıştı.

Birçok kaynakta Hz. Peygamber’in (sav) Cebrâilʼden aldığı ilahî emir neticesinde Kurayzaoğulları mahallesine gitmeye karar verdiği kaydedilmektedir. Verilen bilgilere göre başta Hz. Peygamber (sav) olmak üzere bütün Müslümanlar, Hendek Gazvesinin ardından öğlen vakti şehre dönüp, savaş teçhizatlarını üzerlerinden çıkarıp, yıkanıp temizlenmek ve biraz da dinlenmek üzere iken Cebrâil (as) insan kılığında atlastan bir örtünün üzerine serili olduğu bir ata binerek Hz. Peygamber’e (sav) gelmiş ve meleklerin henüz silahlarını bırakmadıklarını ve mekânlarına geri dönmediklerini haber vermişti. Dolayısıyla Allah’ın ona Kurayzaoğulları mahallesine gitmesini emrettiğini söylediği bilinmektedir.4

Bu emir üzerine çok geçmeden Medine semalarında Bilal’in sesi yankılandı.

“Ey Müslümanlar! İşitin ve itaat edin ki hiç kimse ikindi namazını Kurayzaoğulları topraklarından başka bir yerde kılmayacaktır!”

Cebrâil’in de uyarısıyla Hz. Peygamber Müslümanlara Kurayzaoğulları mahallesine gitmeleri emrini verdi. İbn Hişâmʼın İbn İshakʼtan naklen ve diğer kaynakların da benzer ibarelerle yer verdiği bilgilere göre, Hz. Peygamber bu işin önemini anlatmak için Bilâl-i Habeşîʼyi çağırmış ve ikindi namazının Kurayzaoğulları topraklarında kılınmasını ilan etmesini emretmişti.

Kurayzaoğulları Gazvesi ve ardından bu kabile hakkında verilen kararla ilgili olarak İbn İshak’ın kaydettiği bilgiler diğer kaynaklara göre daha geniş bir anlatımla bize intikal etmiştir. Ama ne yazık ki bu bilgilerin içinde bazı yanlış değerlendirmelerin olduğunu görmekteyiz. Buna rağmen kaynakların müelliflerinden önemli bir kesim hep İbn İshak’ın kaydettiği rivayetleri nakletmekte bir sakınca görmemişlerdir. Genel olarak bu gazve ve Yahudi kabilesi hakkındaki bilgilerin en eski olanları İbn İshak’ın naklettiği bilgiler olduğu için birçok siyer ve tarih bilgini bu bilgileri fazla sorgulamadan nakletmiştir. Hâlbuki dikkatlice bakıldığında İbn İshak’ın naklettiklerinin önemli bir kısmı Yahudilerin torunlarının verdiği mesnetsiz bilgilerdir. Kanaatimizce bu aktarımlar İsrailoğullarının, tarihleri boyunca yaşadıkları bazı olayları Kurayzaoğullarının akıbetiyle birleştirerek yaydıkları propaganda mahiyetindeki bilgilerdir.

Gazve öncesi yaşananlarla ilgili aktarımlarda pek sıkıntı olmadığını söylememiz lazım. Olay şöyle devam ediyor. Bilal, bu emir üzerine mescidin damından Medine’deki bütün Müslümanlara seslenmiş, onları Kurayzaoğulları üzerine yürümeye davet etmişti. Bilal’in bu nidasını işiten ashap hemen o anda hareket ederek doğruca mescide gidince Resûlullah’ı, zırhını giymiş, kılıcını kuşanmış, kalkanını sırtına asmış, mızrağını eline almış bir şekilde atının üstünde onları beklerken buldular. Zafer müjdesini duyan Müslümanlar derhal gerekli hazırlıklarını yaparak Kurayzaoğulları kalesine doğru hareket ettiler.

O gün (H. 23 Zilkade 5 / M. 27 Nisan 627) Hz. Peygamber Medineʼde yerine İbn Ümmü Mektûmʼu vekil bırakıp Kurayzaoğulları ile hesaplaşmak üzere yola çıktı.5

Ordu hemen hemen Hendek Savaşına katılanlardan oluşuyordu. Bilal’in çağrısı üzerine ashap harekete geçmiş; yolda ikindi namazı vakti çıkmak üzere iken bir kısmı namazını kılmış, bir kısmı da Resûlullah ikindi namazının Kurayzaoğulları diyarında kılınmasını emrettiği için yoluna devam edip sözün zahiri ile amel etmişti. Aralarında çıkan bu farklı görüş ve uygulamayı Hz. Peygamber’e sorduklarında o, her iki kesimin de doğru yaptığını buyurmuştu. Zira namazın vaktinde kılınmasını tercih edenler doğrusunu ve gerekli olanı yapmışlardı. Diğerleri de Hz. Peygamber’in (sav) talimatına uyarak Resûlullah’a itaatlerinin gereği namazı gittikleri yerde, vaktinin dışında kılmışlardı.6

Kurayzaoğulları topraklarına varmadan önce Hz. Peygamber sefer için Allah tarafından görevlendirildiğini ashabına anlattı. Sonra yoluna devam ederek Biʼru Lene/Bi’ru Ene7 adı verilen yerde konakladı.8 Kurayzaoğulları kalesi yolu üzerinde bulunan Savreyn mevkiine geldiğinde kendisinden önce Dihye İbn Halîfe el-Kelbîʼnin oradan geçtiği anlatıldı. Bunun üzerine görülen kişinin Dihye değil, Cebrâil olduğunu; Kurayzaʼnın kalelerini sarsması ve kalplerine korku salması için gittiğini ifade buyurmuştur.

Hendek’te şirk ordularının bozguna uğratıldığını öğrenen ve verdikleri söze ihanet eden Kurayzaoğulları korku ve şaşkınlık içinde kalelerine çekilmiş, beklemeye başlamışlardı. Müslümanlar ise bir gün önce, arkalarından saldırmaları durumunda ne yapacaklarını bilemedikleri Kurayzalıların kapısına dayanmışlardı.

Hz. Peygamber (sav) ana birliklerin, sancağını takdim ettiği Hz. Ali (ra) ise öncü birliklerin başında yer almaktaydı. Resûlullah’tan bu emri alan Hz. Ali, hemen harekete geçip Kurayzalıların kalelerine doğru yola çıkmıştı ve taşımakta olduğu sancağı kaleye yakın bir yere dikmişti. Kurayzalılar ihanetlerinin bedelini ödeyeceklerini bildikleri için pek de bir sürprizle karşılaşmış değillerdi.9

Hz. Ali kaleye yaklaştığında Kurayzaoğullarının Hz. Peygamberʼi (sav) kötüleyen sözler sarf ettiklerini ve kötü kelimelerle ona küfrettiklerini işitti. Bu gelişme karşısında hemen geri dönüp Hz. Peygamber’e olup bitenleri anlattı ve üzülmemesi için söylediklerini işitmeyecek kadar onlardan uzak bir mesafede durmasını teklif etti. Fakat Hz. Peygamber, buna aldırış etmedi. Yahudilerin kendisini görmediği için böyle kötü sözler sarf ettiklerini söyleyip kaleye doğru ilerledi ve şöyle seslendi: “Ey maymun ve domuzların kardeşleri! Tağutlara tapınan adamlar, siz mi bana küfredip durursunuz değil mi?”10 Diğer taraftan Useyd İbn Hudayr da: “Allah’ın düşmanları açlığınızdan geberinceye kadar muhasarayı kaldırmayacağız, aynen inine kapanmış bir tilki gibi bekleyip durunuz.” diye onlara seslenmişti. Yahudiler de korkuya kapılıp Resûlullah’a hitaben “Ebuʼl-Kâsım! Sen cahil/zalim bir kimse değilsin, Musa’ya indirilen Tevrat’a yemin ederiz ki sana küfretmedik.” diye yaptıklarını inkâr edip yalvarmaya başladılar. Buna rağmen Resûlullah, Kurayzaoğullarının ileri gelenleri ile görüşmek için kaleye yaklaşınca ona ok ve taş attılar. Böylece onlarla savaşmaktan başka çare kalmamış, savaş karşılıklı ok ve taş atışları ile sürüp gitmeye başlamıştı. Savaşa başlayan Kurayzalıların cesurca davranışlar sergilerken güvendikleri husus, İslâm ordusunda bulunan münafıkların kendilerine verdikleri sözler idi. Münafıklar, herhangi bir tehlike baş gösterdiğinde onlarla birlikte can vermekten çekinmeyeceklerine dair söz vermiş bulunuyorlardı. Bu, onların her zaman münafıkça yalancı tavırlarıydı.

Artık Yahudilerin ok ve taş atmaya başlamasından sonra Hz. Peygamber (sav) okçuların öne çıkmalarını ve vaziyet almalarını emretti. Sa’d İbn Ebi Vakkas’ın kızı Aişe’den gelen bilgiye göre, Sa’d şunları anlatmıştı: “Kurayzalıların kalelerine doğru yağmur gibi ok atmaya başladık, onlarsa hemen saklandıkları için attığımız oklar boşa gidiyor diye acımaya başladık. Bunun üzerine sadece gerektiğinde ve onlardan birilerini görünce ok atmaya başladık.” Ashap, torbalarında bulunan okların önemli bir kısmını tüketmişti. Bir ara karargâhlarına çekilip dinlenmeye başlayan ashaba Sa’d İbn Ubade her zamanki cömertliğiyle develerin sırtına yüklediği hurmaları taşıyıp getirmiş, ashabın açlığını gidermişti. Zaten bu muhasara sırasında yedikleri sadece hurma idi.11

Hainler Muhasara Altında

Hz. Peygamber, aralarında yaptıkları anlaşmayı bozan, Müslümanlara ihanet eden, hatta kendisine hakaretlerde bulunan Kurayzaoğullarını kalelerinde muhasaraya devam ediyordu. Müslümanlar Kurayzaoğulları kalesini 25 gün12 boyunca kuşatma altında tuttular. Bu Yahudi kabilesinin ileri gelenlerinden Kaʻb İbn Esed, Hz. Peygamberʼin (sav) savaşmadan bu kuşatmayı kaldırmayacağını anlayınca kabilesindekilere üç şıktan ibaret olan bir teklif sundu.

Bazı kaynaklar, Kaʻbʼın teklifinden önce Nebbâş İbn Kaysʼın anlaşma yapmak üzere Hz. Peygamberʼin yanına gönderildiğini kaydederler. Kurayzalılar, münafıkların oyununa geldiklerini anladıklarında; Resûlullah’a, anlaşma için teklifte bulunmaya karar verdiler. Nebbaş İbn Kays, Resûlullah’a gelerek Nadiroğullarına uygulanan cezanın kendilerine de uygulanmasını, buna göre de develerine binerek Medine’yi terk etmeye razı olduklarını söyledi. Ancak Resûlullah (sav) bu teklifi reddetti. Bunun üzerine Nebbaş, mallarını bırakarak yalnız eşlerini ve çocuklarını almak suretiyle Medine’yi terk etmeyi teklif etti. Resûlullah bu teklifi de reddedince Nebbaş, onun ne düşündüğünü sordu. Hz. Peygamber, bütün teklifleri kabul etmeyip reddetti ve onlardan kayıtsız şartsız Allah’ın Tevrat’taki hükmüne (Tesniye, XX/10-15) razı olup teslim olmalarını istedi. Nebbâş da kabilesinin yanına döndü ve Resûlullah ile aralarında geçen görüşmeyi adamlarına aynen aktardı. Zaman Kurayzalıların aleyhine işliyordu. Kurayzalılar, ihanetin bedelini ödemeye az kaldığını anlayınca bir toplantı yaparak ne yapmaları gerektiğini konuştular. Reislerinden ve ileri gelenlerinden birisi olan Ka’b İbn Esed onlara üç teklif sundu. Birincisi, bildikleri gerçek bir husus olarak ismi Tevratʼta da geçen Hz. Peygamberʼe itaat ve iman edip onu tasdik etmeleri ve bu şekilde canlarını, mallarını, çocuklarını ve kadınlarını güvence altına almalarıydı. Fakat kabilesi Tevratʼa bağlılıktan ayrılmayacaklarını ve onu başkalarıyla değiştirmeyeceklerini, asla Muhammed’e iman etmeyeceklerini söylediler. Bu tavırları küfr-i inadiden başka bir şey değildi. Hz. Muhammed’in adı ve bütün özellikleri çok açık ibarelerle Tevrat’ta anlatılmasına rağmen onu kabullenememişlerdi. “Kendi öz evlatlarını tanıdıkları gibi” onun ilk hicret günlerinde gördüklerinde son peygamber olduğunu kesin olarak bildikleri halde iman etmemekte hep direnmiş; onunla ve İslâm diniyle mücadele etmeye devam etmiş ve günümüze kadar bu kin ve nefretle bu mücadelelerini sürdürmüşlerdi.

Bu ilk teklifi kabul edilmeyen Kaʻb, onlara yeni bir teklif sundu: “Müslümanlarla savaşmadan önce bütün kadın ve çocuklarımızı öldürelim ve gözümüz arkada kalmadan savaşalım.” Böylece mağlup olurlarsa geride kalanlar için üzülmeyecek; galip gelinirse de yeniden evlenip çoluk çocuk sahibi olacaklardı. Fakat onlar Ka’b’ın bu önerisini de kabul etmeyip kadın ve çocuklarının öldürülmesinden sonra hayatın anlamı olmayacağını ifade ettiler. Üçüncüsü ise cumartesi gecesi olması nedeniyle onların savaşmayacağını düşünecek olan Müslümanları, arkadan sararak bir saldırı ile mağlup etmekti. Bu teklife karşı da geçmiş dönemlerdeki Yahudilerin, kutsal saydıkları cumartesi günlerinde iş yaptıklarından dolayı helak olduklarını ileri sürdüler. Böylece bu tekliflerin üçü de reddedilmiş oldu.

Sonunda kabile reisleri Kaʻb İbn Esed, sunduğu bütün tekliflerin geri çevrilmesi karşısında diyecek bir şey bulamadı. Onları akıl ve düşünceleriyle iş yapmak yerine duygularıyla hareket etmekle suçlayıp kınadı ve kendi hallerine terk etti. Bütün bu teklifleri kabul etmeyen Kurayza kabilesi mensupları Hz. Peygamberʼe (sav) elçi gönderdiler ve eski müttefiklerinden Evs kabilesine mensup Ebû Lübâbe İbn Abdülmünzirʼi kendileriyle görüşmek üzere göndermesini istediler. Hz. Peygamber, onların isteğini uygun bulup Ebû Lübâbeʼyi kendilerine yolladı. Yahudiler, Ebû Lübâbe ile Hz. Peygamberʼin haklarında vereceği karar konusunu tartıştılar. Bu görüşme ve tartışmalar sonunda da “Resûlullahʼın hakkımızda vereceği karara razı olalım mı?” diye sordular. Bu sırada o, eliyle boğazını işaret ederek Hz. Peygamberʼin onları öldüreceğini ima etti. Fakat Ebû Lübâbe, bu davranışıyla görevlendirilmediği bir konuda hüküm verdiği için o anda büyük bir pişmanlık duydu; bu hareketinin hemen ardından Hz. Peygamberʼe ihanet ettiğini düşündü.13 Bu sebeple oradan ayrıldığında Resûlullahʼa uğramadan Medine merkeze dönüp kendini mescitteki direklerden birine bağlayıp tövbesi kabul edilinceye kadar oradan ayrılmayacağına ve Kurayzaoğulları topraklarına gitmeyeceğine dair yemin etti. Altı gün sonra tövbesinin kabul olunduğuna dair vahiy geldi.14 Hz. Peygamber bu sırada Ümmü Selemeʼnin yanındaydı. Ebû Lübâbeʼye müjdeyi Ümmü Seleme verdi. Bu tövbenin kabul edildiği müjdesini duyanlar Ebu Lübabe’ye doğru koşup mescit direğine bağlı olduğu yerden çözmek istediler. Kendisi ise: “Hayır! Vallahi Resûlullah beni çözmedikçe böyle kalacağım!” demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber de Ebû Lübâbe’nin bağlarını bizzat kendisi çözüp serbest bıraktı.15 Ebu Lübabe, tövbesinin kabul edilmesinden dolayı mal varlığının üçte birini infak etmiş ve Rabbine şükretmişti.16

Kaʻb İbn Esedʼin önerilerinin kabul görmemesi, Ebû Lübâbe ile yapılan görüşmede istenilen neticenin alınamaması, kuşatma altındaki Kurayzalıları çok zor durumda bıraktı. Bu da hiç kimsenin taksiratı ve suçu değil, kendi kararlarının sonucu idi. Bu sırada Kurayzaoğulları kabilesinden bazıları İslâm dinine girmeyi kabul ederek kaleden ayrılıp Müslümanlara katıldılar. Bunlar Kurayzaʼnın bir kolu olan Hedloğulları kabilesinden Saʻlebe İbn Saʻye, Üseyd İbn Saʻye ve Esed İbn ʻUbeyd adlı kimseler olup aileleriyle birlikte Müslüman oldular. Onların İslâmʼa girişi Yahudilerin Hz. Peygamberʼin (sav) hükmüne razı olup teslim oldukları geceye denk gelmektedir.17

Ayrıca Kurayzalıların ileri gelenlerinden birisi olan Amr İbn Sû’da, olup biten her şeyin kendi hataları olduğunu söyleyerek Müslümanlara cizye vermeye razı olmalarını tavsiye ettiyse de Kurayzalılar Araplara cizye vermeyeceklerini söylediler. Bunun üzerine o gece Amr İbn Suʻdâ isimli bu Yahudi, kabilesinden farklı düşünceye sahip olduğu için Hz. Peygamberʼe ihanet etmeyeceğini ve daha önce yapılmış olan anlaşmaya bağlı kalacağını belirterek kaleyi terk etti ve Hz. Peygamberʼin yanına geldi. Amr İbn Suʻdâʼnın Kurayzaʼnın teslim olduğu sırada geldiği de söylenmektedir.18 Amr İbn Sû’da, onlardan ve yaptıkları işlerden beri olduğunu ifade ederek Resûlullah’la kısa bir görüşme yaptıktan sonra çekip Medine merkeze gitti. Bir gece mescitte kaldıktan sonra şehirden ayrılıp gitmiş ve bir daha kendisini gören olmamıştı. Resûlullah onun için, “Ahde vefasından dolayı Allah onu kurtardı.” buyurmuştur.19

Kurayzaoğulları kabilesi mensupları barış görüşmelerinden istedikleri neticeyi alamamaları üzerine Hz. Peygamberʼin vereceği hükme razı olarak kalelerini terk etmeye karar verdiler. Ancak hiçbir teklife yanaşmayan taraf da yine kendileri idi. Kurayzaʼnın teslim olmasından sonra Evsliler Hz. Peygamberʼe gelerek konuyu görüştüler. Onlar, eski müttefikleri olan Kurayzaoğullarına daha önce Hazrec kabilesinin müttefikleri olan Kaynukaoğulları Yahudilerine yapılan uygulama gibi iyi davranılmasını istediler. Bu öneri üzerine Hz. Peygamber, onlara kendi içlerinden bir hakeme razı olup olmayacaklarını sordu. Evsliler bunu kabul edeceklerini söyleyince Resûlullah, Saʻd İbn Muâzʼı bu meseleyi sonuçlandırması için hakem tayin etti. Bu gelişmenin ardından Evsliler, Hendek Savaşı’nda yaralanan ve Medine’deki hastabakıcı ve cerrah olan Rüfeyde/Kuaybe el-Eslemiyye’nin sahra çadırında tedavisi devam eden Saʻdʼa gittiler.20 Onu yanlarına alıp Hz. Peygamberʼe (sav) gitmek üzere birlikte yola çıktılar. Evsliler yol boyunca Saʻdʼa eski müttefikleri olan Kurayzalılara iyi davranması konusunda telkinlerde bulundular. Kabilesinin bu konudaki baskıları artınca Saʻd, “Allah yolunda kınama ve eleştirmelere boyun eğmeyeceğim, hiçbir kınayıcının kınamasına da aldırış etmeyeceğim.” dedi. Saʻdʼın bu açıklamasının Kurayzalıların ölümü anlamına geldiğini düşünen bir grup Evs mensubu Abdu’l-Eşheloğulları kabilesine gitti ve Saʻdʼın kararının bu yönde olacağına dair kanaatlerini bildirdiler. Nihayet Saʻd bir merkebin sırtında Kurayzaoğulları semtine Hz. Peygamberʼin huzuruna ulaştığında Resûlullah (sav): “En hayırlınız Sa’d için ayağa kalkınız.” buyurdu. Hz. Peygamber: “Ey Sa’d! Haydi bakalım (Allah’a tevekkül ederek) bunlar hakkında hükmünü ver.” deyince Sa’d: “Allah ve Resulü hüküm vermeye daha layıktır.” demişti. Bunun üzerine Resûlullah: “Ey Sa’d! Allah senin hüküm vermeni emir buyurdu.” dedi. Bu arada bazı Evsliler Sa’d’a seslenerek: “Bunlar senin müttefiklerindir, haklarında insaflı hüküm ver.” demişlerdi. Bu kısa görüşmenin ardından Saʻd, hem kendi kabilesi Evs’e, hem Kurayzaoğulları mensuplarına hem de Hz. Peygamberʼe vereceği hükme razı olup olmayacaklarını ayrı ayrı sordu: “Benim vereceğim hükmün geçerli olacağına ve buna razı olacağınıza Allah ve Resulü adına söz veriyor musunuz?” Bütün tarafların da müspet cevap vermesi ve Hz. Peygamber’in de bunu tasdik etmesi üzerine Saʻd kararını buluğa ermiş bütün erkeklerin öldürülmesi,21 mallarının ganimet olarak savaşa katılan Muhacirler arasında taksim edilmesi ve Ensar’a pay verilmemesi, kadın ve çocuklarının esir edilmesi şeklinde açıkladı.22 Bu kararından dolayı Hz. Peygamber onu “Allah’ın yedi kat gök üstündeki hükmüne uygun karar verdin.” diyerek takdir etti.23 Yahudiler bu karara itiraz edemediler çünkü bu karar, Tevrat’ta açıkça bildirilen dinî bir hükümdü. Tevrat’ın hükümlerine göre söz verdikten sonra vatana ihanetin sonucu idamdı. Sa‘d İbn Muâz hakkında söylenenlerin sonradan gelenler tarafından mübalağalı hale getirilmiş olması da mümkündür.

İbn Hişâm, Kurayzalıların teslim olmasıyla ilgili diğer kaynaklarda yer almayan farklı bir rivayeti kaydetmektedir. Rivayete göre Kurayzalılar Hz. Aliʼnin “Onlara ya Hamzaʼnın tattığını tattıracağım ya da kalelerini fethedeceğim!” sözlerinden sonra direnmeyi bıraktılar.24 Bazı kaynaklar Saʻd İbn Ubâdeʼnin hakemliğini kabul ettiklerini kaydederler. Bu, pek itibar görmemiş bir bilgidir.

Konuyla İlgili Rivayet ve Bilgilerin Değerlendirilmesi

Kurayzaoğulları, bizzat Ebû Lübâbe ile istişare etmek istemiştir. Çünkü onun, eskiden beri müttefikleri olduğunu ve kendilerinin iyiliğini istediğini biliyorlardı. Bu, içinde bulundukları sıkıntının boyutunu ortaya koymaktadır. O da onlara acımış, hatta bazı rivâyetlerde kaydedildiğine göre nerdeyse ağlama noktasına gelmiştir. Daha sonra, onlardan Hz. Peygamber'in hükmüne uymalarını istedi ve aynı zamanda onlara hükmün, öldürülmeleri şeklinde olduğunu bildirdi. Demek ki Hz. Peygamber, Benî Kurayza’dan, haklarında hüküm verecek kişiyi seçmelerini istediği zaman onların durumu Müslümanlar arasında görüşülmüş ve haklarındaki hüküm kararlaştırılmıştı. Bu ise Saʻd İbn Muâz'ın hakemliğinin daha önce verilmiş bir kararı onaylamayı amaçlayan formalite bir yargılama olduğu anlamına gelir ki böyle bir şey olamaz. Zira Hz. Peygamber hiçbir zaman böyle bir oyun ve senaryoya razı olmayacağı muhakkaktır. Hayatında böyle bir olaya rastlanmaz. Çünkü bu yöntem, İslâm'ın değer ve ilkelerine Kur’ân’ın ve Resûlullah’ın uygulamalarına aykırıdır. Diğer taraftan Kurayzaoğulları, haklarında hüküm vermesi için Saʻd İbn Muâz’ı seçtiğinde, akrabaları olan Evs’ten bazıları ona: “Ey Ebû Amr! Müttefiklerin hakkında güzel karar ver; çünkü Resûlullah, onların kararını sana bıraktı.” dediler. Eğer Evs’in meseleyi algılayışı bu şekildeyse o zaman onlardan biri olan Ebû Lübâbe cezanın ölüm olacağını nasıl düşünebilir? Ayrıca, daha önce ölüm cezası verilmiş ve Ebû Lübâbe de bunu biliyor olsaydı, Hz. Peygamber bu sırrı açığa vuracak bir şey yapmaması için onu uyarmadan onlara gönderir miydi?

Ebû Lübâbe'nin hem Kurayzaoğullarından olan arkadaşlarına Hz. Peygamber'in hükmüne uymalarını tavsiye etmesi hem de onlara hükmün, infazları şeklinde olduğunu belirtmesi mümkün mü? Ebû Lübâbe, İslâm'ı ve bu dinin toplum hayatında nasıl bir değişim meydana getirdiğini bilen birisi olarak onların iyiliğini ve mutluluklarını istemiş olmalıdır.

Ebû Lübâbe’den ve onun kendisini mescitte direğe bağlamasından bahseden İbn İshak’ın rivâyetinden daha güven verici bir bilgiye sahibiz. Söz konusu rivâyette anlatılan, kendisini direğe bağlama olayının, Kurayzaoğulları olayından da dört sene ve Tebûk Gazvesinden belli bir süre sonra olduğunu biliyoruz. Hz. Peygamber, hiç kimse geride kalmaksızın herkesin Bizans’la savaşmak üzere yola çıkmalarını emredip Tebûk Gazvesine herkesin katılmasını istemişti. Ancak bazı kimseler sefere katılmamış ve bunların on kadarı mümin geri kalanları münafık kimseler idi. Hz. Peygamber Tebûk seferinden geri döndüğünde, bunlardan üçü yanına gelip yaptıklarının yanlışlığını itiraf ettiler. Tövbe ettikleri için Allah onları affetmişti. Diğer yedisinin ise farklı bir durumu vardı. Beyhaki şöyle der: “Hz. Peygamber Suriye seferinden döndüğü zaman o yedi kişi kendilerini mescidin direklerine bağlamışlardı. Mescide gidip onları gördüğünde: ‘Bu kendilerini direklere bağlayanlar kimlerdir, (neden burada bağlı duruyorlar)?’ diye sordu. Bunun üzerine orada bulunanlar: ‘Ey Allah’ın Resulü! Bunlar, seninle birlikte gazveye gitmeyen Ebû Lübâbe ve arkadaşlarıdır, affedilinceye ve bağları çözülünceye kadar bu durumda kalmak için böyle yaptılar.’ dediler. Hz. Peygamber ise: ‘Allah'a yemin ederim ki Yüce Allah tarafından serbest bırakılmadıkça onları ne salıvereceğim ne de mazur göreceğim, onlar benden yüz çevirdiler ve Müslümanlarla birlikte sefere katılmaktan geri kaldılar.’ dedi. Bu söz onlara ulaştığı zaman: ‘Allah Teâlâ bizleri serbest bırakıncaya kadar bizler kendimizi serbest bırakmayacağız.’ dediler. Ardından, Yüce Allah şu ayeti indirdi: “Bunların dışında birileri var ki günahlarını açıkça itiraf ettiler. Onlar sâlih ameli (Allah'ı memnun ve razı edecek güzel davranışları) başka kötü davranışlarla karıştırmışlardır. Eğer tövbe ederlerse umulur ki Allah onların tövbelerini kabul edebilir. Zira Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.” (et-Tevbe, 9/102). Tevbe suresinin, Tebûk Gazvesi, öncesi ve sonrası olaylar hakkında indiği ve gazve için hazırlık yapılırken münafıkların sergilediği tavrı ortaya koyduğu bilinmektedir. İbn İshak, rivâyetinde, Ebû Lübâbe’nin tövbesinin, bu ayetle kabul edildiğini kaydetmektedir. Ancak Kurayzaoğulları olayı, H. 5. yılında, yani Tevbe suresinin nazil olmasından dört yıl önceydi. O hâlde Ebû Lübâbe’nin, işlediği ve arasında dört yıl bulunan iki yanlıştan dolayı kendisini mescitte direğe bağlaması ve her ikisinde de tövbesinin kabul edildiğine dair bilginin aynı ayetle gelmesi çok geçerli bir iddia olamaz. Dolayısıyla Ebû Lübâbe’nin kendisini Kurayzaoğulları olayından sonra direğe bağlaması sahih bir bilgi olamaz. İbn İshak da olayı araştırmadan bu kabile mensuplarının torunları tarafından kendisine anlatılmış ve kayda geçirilmiş uydurma hikâyelerden birini burada kaydetmiş görünmektedir.

Yüzlerce Kişi Nasıl Bir Eve Sığdırılmıştı?

Kurayzalıların teslim olmasından sonra Hz. Peygamber’in infaz gerçekleşmeden önce onların hapsedilmesi talimatını verdiğini İbn İshak kaydeder. İbn Hişâmʼın İbn İshakʼtan naklen verdiği bilgilere göre Kurayzalılar, Neccâroğulları kabilesinden Hârisʼin kızı Kîse’nin evinde hapsedildi. Vâkıdî ise Yahudi erkeklerinin Üsâme İbn Zeydʼin evine, kadınlarının ise Neccâroğulları kabilesinden Hârisʼin kızı Kîse’nin evine götürüldüğünü;25 bir diğer rivayetinde ise yer ismi zikretmeden kadın ve çocukların oturdukları bölgeden çıkarılıp başka bir yere hapsedildiklerini kaydetmektedir.26 Hz. Peygamber, Saʻd İbn Muâzʼın kararının ardından Medine çarşısında esirlerin öldürülmesi için çukurlar kazdırdı ve onları buralarda defnettirdi.27 Kurayzalıların infazları için Hz. Ali İbn Ebi Talib ile Zübeyr İbnu’l-Avvam görevlendirilmişti. Karar ertesi gün uygulamaya konuldu ve Cabir İbn Abdullah’ın rivayetine göre Huyey İbn Ahtab ve Kaʻb İbn Esed gibi ileri gelen kimselerin de yer aldığı 400 kişi idam edildi. Başka kaynaklara göre 600 veya 700 Kurayzaoğulları mensubu savaşçının öldürüldüğü nakledilmektedir.28 Müslümanlar ise bu kuşatmada iki şehid verdiler.

Bu “yüzlü sayıların” yani 400 veya 600-700 hatta 960 gibi rakamlarla ilgili bilgileri aktaran İbn Ishak’ın yaptığı açıktır. Medine’deki bir eve özellikle Üsame İbn Zeyd gibi maddi imkanları sınırlı birisinin evine sığacak kadar bir sayıda olduklarına göre bunlar Kurayzaoğullarının bütün erkekleri değil de büyük bir ihtimalle Hendek Savaşında Kureyş müşrikleriyle birlikte hareket edilmesine karar veren ileri gelen liderleri olmalıdır. İbn Ishak’ın kaydettiği gibi bunların yüzlerle ifade edilmesi büyük bir yanlıştır. Muhtemelen “onlu sayılarla” ifade edilebilir. Denilebilir ki 400 veya 600-700 gibi rakamlar ya yuvarlanmış veya sayının yazılışındaki bir hatadan kaynaklanmış olabilir.

O günlerde Medine’de hangi ev 600 veya 900 kişi arasında bir kalabalığı içine alabilirdi? Özellikle Zikrettiğimiz gibi Üsame İbn Zeyd fakir bir adam olup onun bu kadar sayıyı sığdıracak geniş bir evinin olması mümkün değildir. 600 hatta 900 kişiyi içine alacak ev saray gibi bir ev olmalıydı. Eğer bu, sadece erkeklerin sayısıysa kadın ve çocukların toplam sayısının daha fazla olduğu muhakkaktır. O hâlde, daha büyük ve daha geniş olsa bile Haris’in kızı Kîse’nin evi de bu kadar fazla kişiyi alabilir miydi? İbn İshak, Kurayzaoğulları hakkındaki hükmün uygulanması için şehir pazarında çukurlar açıldığını da ekliyor. İslâm’ın ilk dönemlerinde Medine’de gerçekleşen önemli olaylara tanıklık eden mekânlar bellidir ve bilinmektedir. Ama bu kadar kişinin infaz edildiği yer pek de unutulacak bir yer olamazdı. Bunu herkes hatırlardı. Hatta bu yerle ilgili özellikle Semhudî’nin Vefâu’l-Vefâ’ bi Ahbâri Dâri’l-Mustafa adlı eserinde (Beyrut, 1374/1955) malumat olması beklenirdi. Öldürülenlerden hiçbir şekilde bu kaynaklarda söz konusu edilmemesi önemli bir husustur. Buna dikkat etmeli. Ancak Semhudî, esirlerin pazar yerine getirildiğinden söz ederken öldürülenlerden hiç bahsetmemektedir. Hz. Peygamber döneminde inşa edilen birçok mescidin yerleri ve önemli olayların meydana geldiği mekânlar hâlâ bilinmekte ve kaynaklarda bu yerlerden söz edilmektedir. Nitekim Ömer İbn Abdülaziz Medine valisi iken Peygamberimizin namaz kıldığı yerleri tespit etmiş ve orada mescitler inşa etmiştir. Fakat hükmün infaz edilmesi için kazılan bu çukurların bulunduğu yeri gösteren herhangi bir işaret bulunmamaktadır. Bu da yüzlerce kişinin öldürüldüğü efsanesinin bir diğer tarafıdır.

Bilgilerin Kaynağı ve Sıhhati Meselesi

İbn İshak, Hz. Peygamber'in sîretini ayrıntılı olarak yazan ilk siyer yazarlarından biridir. Anlattığı olaylar hakkında alabildiğince başkalarının eserlerinde kaydedilmemiş bilgileri ayrıntılı olarak kaydeder. Ancak birçok erken dönem tarihçi gibi o da daha çok Resûlullah'ın gazvelerine odaklanmaktadır. Bunun için hadis âlimleri İbn İshak’ın, farklı kaynaklardan duyduğu rivâyetleri, tutarlılık ve uyumluluk kaygısıyla birleştirerek zikretmek şeklindeki yöntemini eleştirmektedirler. Zira bu metot, rivâyetin her bir parçasını, kendisinden duyduğu kaynağa atfetmemesi anlamına gelmektedir. Topladığı bilgileri sanki bir araya getirirken senaryo yazar gibi bir tutum içinde olduğunu hissetmek mümkündür. İbn İshak’ın her kaydettiği bilgiyi reddetmek de aktardığı her bilginin doğru olduğunu kabul etmek de yanlıştır. Acaba yaklaşık yüz yıl sonra topladığı kaynaklarının içinde Kurayzaoğullarının neslinden gelen ve hâlâ o Yahudi kinini taşıyanların uydurdukları bilgiler de olabilir mi? Bizleri düşündüren taraf da budur.

Diğer taraftan ilk siyer ve meğazi yazarlarının titizliğini, muhaddislerin isnad konusunda gösterdikleri dikkatli araştırmaları göremiyoruz. Genellikle bu ilk yazarlar başta Ahmed İbn Hanbel olmak üzere munkatı’ senedlerle muallak rivayetlerle aktardıkları bilgiler konusunda ciddi ve titiz hadis âlimlerinin eleştirilerine neden olmuşlardır. İmam Malik İbn Enes, bu mülahazalardan dolayı siyerle ilgili bilgileri aktarırken uydurma rivayetler kaydeden İbn İshak hakkında “O bir deccaldir, yalancıdır.” der. İbn Hacer de aynı şekilde İbn İshak’ın, Yahudilerin torunlarından aldığı bilgilere dayanarak uyduruk rivayetler aktardığını ve özellikle Kurayzaoğullarından yüzlerce insanın öldürüldüğü ve çukurlara gömüldüğü ile ilgili bilgilerin yalan olup asıllarının olmadığını kaydeder.29

Kimler İdam Edildi?

İşte bunun için onun bu gibi bazı rivayetlerini reddeden ilk ve son dönem hadis âlimlerinin haklılığı da ortaya çıkmaktadır. Fakat bizim dikkatimizi çeken husus bu rakamlardan söz eden İbn Sa’d ve Ahmed İbn Hanbel gibi ciddi ilim adamlarının bu nakilleri eleştirmeden veya kriterini yapmadan tekrarlamış olmalarıdır. Tekrar kendi kanaatimizi ifade ederken savaşı başlatan, kaleden Müslümanlara ok ve taş atan ve Kureyş ile ittifakı onaylayan liderlerin ve onları destekleyen ileri gelenlerin idam edilmiş olmaları muhtemeldir. İşte onlar Üsame İbn Zeyd’in evine sığacak kadar bir sayı olarak en fazla 35-40 kişi civarında olabilir. Bunların da yeryüzünde fesat ve karışıklıklara sebep oldukları için idam edilmeleri hem Tevrat’a (Tesniye, XX/10-15) hem Kur’ân-ı Kerim’e göre mümkündür. Allah’a, Resûl’üne ve Müslümanlara karşı savaş açan ve yeryüzünde bozgunculuk yapanların ölüm cezasına çarptırılmaları bir kamu hukuku gereğidir: “Allah’a ve Resûl’üne karşı savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası kesin olarak öldürülmeleri yahut asılmaları yahut da ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut sürgün edilmeleridir. Bu, onlara dünyada bir rezilliktir, ahirette ise onlara büyük bir ceza vardır.” (el-Mâide, 5/33)

İdamdan Kurtulanlar Ne Oldu?

Zaten dediğimiz gibi Kurayzalı bazı aileler Hz. Peygamber’in tekliflerine uyarak İslâm’a girmiş ve cezalandırılmaktan kurtulmuşlardı. Bunların net sayılarını da bilmiyoruz. Bunun yanında Hz. Peygamber ve dört halife döneminde Medine’de birçok Yahudi ailenin yaşadığını biliyoruz. Bunların da Kurayzaoğullarına mensup olmaları muhtemeldir. Hatta daha sonraları bunların bir kısmının yarımadanın muhtelif yerlerine göç edip Müslüman olduklarını söyleyerek buralarda yaşadıkları ve belki bir kısmının gerçekten Müslüman oldukları söylenebilir. Necid bölgesi ve Irak’ta yaşayan Yahudiler bunların bakiyeleri olabilir mi? Bu da mümkündür.

Kurayzaoğullarının başına gelenler hakkında daha doğru bir fikre sahip olmak için en güvenilir kaynaklara ve bu konuda neler söylediklerine bakmak gerekiyor. O tarihler için en güvenilir kaynak vahiydir. Kur’ân, Hendek Savaşı ve sonrasındaki olaylara dair açıklamalarıyla bitirdiği iki ayette Benî Kurayza'ya atıfta bulunur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: (Resûlullah ile yaptıkları Medine Sözleşmesine aykırı hareket edip ihanet ederek) Kitap Ehli’nden (Kurayzaoğulları Yahudilerinden) müşriklere yardım edenleri de Allah kalplerine korku salarak kalelerinden (yenik düşürüp aşağı) indirdi. (Allah’ın izni ve hükmü ile işledikleri suçun cezası olarak) onlardan bir kısmını öldürüyordunuz, bir kısmını da esir alıyordunuz.” (el-Ahzab, 33/26)

Kur’ân-ı Kerim’in “bir kısmının öldürüldüğünü” ifade buyurması bunların bütün erkeklerinin idam edilmediğini açıkça kanıtlamaktadır.

Kur’ân, Nadîroğulları Gazvesi olaylarını ve onların kuşatılmalarını yorumlarken, Yüce Allah’ın, Yahudilerin bahçelerindeki bazı hurma ağaçlarını kesmeleri için Müslümanlara izin vermesinin sebeplerinden bahsetmiştir. Kurayzaoğullarının erkeklerinin tamamı öldürülüp kadın ve çocukları esir alınsaydı, bu cezanın sebeplerini Kur'ân daha ayrıntılı bir şekilde açıklardı. Fakat Kur'ân, sadece Kurayzaoğullarının, müşrikleri desteklediğini ve onlardan yana olduğunu ve bunların Müslümanlara teslim olarak kalelerinden indiklerini zikretmektedir. Diğer güvenilir kaynak ise Kurayzaoğullarının akıbetinden bahseden ve az önce zikrettiğimiz iki hadisin bulunduğu Sahîh-i Buhârî’dir: “Savaşçılarını öldürün, kadın ve çocuklarını esir alın.” Bu hadis sadece “savaşçılarının öldürülmesini” öngörmektedir. Savaşa katılmayıp evlerinde oturanların suçlu kabul edilip idam edilmeleri asla söz konusu edilemez. Bu ayet ve hadisler kabile mensubu bütün erkeklerin öldürülmediğine önemli bir delil ve işarettir. Kaynaklarda genellikle Ahzab suresinde Kurayzaoğulları olayından çok kısa bir şekilde söz edilmiştir. Bu ana kaynaklarda yüzlerce sayıda suçlunun ortaya çıktığı ve ağır bir ceza aldığı konusundan hiç bahis olmaması dikkat çekici değil midir? Böylesi bir cezanın uygulandığı bir olayın Kur’ân’da daha ayrıntıyla geçmesi beklenirdi. Demek ki İbn İshak’ın kaydettiği sayı mübalağalı bir sayıdır. Zira savaşa katılan ve Müslümanlara ok atanların dışında kalanların öldürülmelerine bir sebep olmadığı açıktır. İslâm’ın genel bir ilkesi olarak da “hiçbir kimse başkasının günah yükünü yüklenmez.” Bu sonuca bakılırsa öldürülen liderlerin isimleri kaydedildiğine göre bunların dışında yani suçluların dışında cezayı hak eden ve öldürülen kimse olmamıştır.

Kurayza kabilesi mensuplarına yönelik hükmün kesinleşmesinden sonra bu karara aykırı gibi gözüken bazı olayların yaşandığı iddia edilir. Öldürülmesi gerekenlerin affedilmeye çalışılması, öldürülmemesi gerekenlerin infaz edilmesi gibi hususlar ileri sürülmektedir. Buhârî'nin biraz önce zikrettiğimiz Sa’d İbn Muâz’ın kaydettiği sözlerinde “savaşçılarını öldürün” denildiğine göre demek ki sadece olaylarda başrol oynayanlar, Kureyş müşriklerine yardım edenlerle muhasara sırasında Müslümanlara ok atıp bizzat savaşanların öldürülmeleri kastedilmiştir. Hükmün infazı da bunu göstermektedir.

Bazı kaynakların da benzer biçimde yer verdiği bir rivayete göre anlaşma şartlarında kadınların öldürülmeyeceği beyan edilmesine rağmen Kurayzaoğullarından Vâkıdîʼye göre adı Nübâte olan bir kadının öldürülmesi olayını açıklığa kavuşturmak gerekir. Zira bu kadın, Kurayzaoğullarından birisi olmakla birlikte suç işlemiş ve bir değirmen taşını Hallâd İbn Süveydʼin üzerine yuvarlayarak ölümüne kasıtlı olarak sebep olmuştu. Dolayısıyla bu kadının sırf bir Kurayzalı kadın olduğundan değil, kısas hükmü ile katil olarak öldürüldüğü açıkça görülmektedir.30

Anlaşma şartlarına aykırı gibi duran bir başka olay ise savaşçılardan birinin affedilmesinin istenmesidir. Sâbit İbn Kays İbn Şemmâs, Kurayzalı esirler arasında yer alan ve Ebû Abdurrahman künyesiyle bilinen ez-Zebîr İbn Bâtâʼnın, ailesinin ve mallarının bağışlanması için Hz. Peygamberʼle görüştü. Sâbit İbn Kays, cahiliye döneminde Ebû Abdurrahman ez-Zebîr İbn Bâtâ’nın (veye Betta) kendisine lütufta bulunduğu için onun adına Hz. Peygamberʼden bağışlanma talebinde bulundu. Hz. Peygamber (sav) onun bu isteğini uygun gördü. Fakat ez-Zebir İbn Bâtâ, kabilesinden Kaʻb İbn Esed ve Azzâl İbn Sameuel gibi seçkin kimselerin öldürüldüğünü öğrenince kendisinin yaşamasının bir anlamı olmayacağını söyledi ve öldürülmeyi talep etti. Bunun üzerine ona şefaatte bulunmak isteyen arkadaşı Sâbit bizzat kendisi onun boynunu vurdurdu.31

İbn İshakʼtan gelen rivayete göre de Kurayzalıların esir alınmasından sonra Hz. Peygamberʼin teyzezadelerinden olan Selmâ binti Kays İbn Amr İbn Ubeyd en-Neccariyye,32 buluğ çağında olmasına rağmen Rifâe İbn Samuelʼin bağışlanmasını istedi. Resûlulah bu talebi olumlu karşıladı ve yaşının küçük olduğu gerekçesiyle onu bağışladı.33 Ayrıca Kurayzaoğullarının geri kalan yüzlercesi ise Medine’de yaşamaya devam etmiş ya da onların kadın ve çocuklarının esir edildikleri söylendiğine göre bunlardan daha sonra hiç bahsedilmemiştir. Bu noktada “Medine dışında bir yerlere göç gidip çöl bedevilerinin arasına karışmış ve zamanla Müslüman olmuş ya da Müslüman gibi görünmüş olabilirler.” şeklinde kaydettiğimiz tahminimiz kuvvetlenmektedir. Benzer örnek olarak Selanik Yahudileri de aynı şekilde Müslüman gibi görünmelerine ve “dönme Yahudiler” diye bilinmelerine rağmen asla dönmemiş ve Yahudiliklerini koruyarak İslâm’a ve Müslümanlara olan kin ve nefretlerini sürdürmüşlerdir. Çöllere göç eden veya Necid bölgesine sürgün edilenlerin de aynı duygularla İslâm’a olan kin ve nefretlerini sürdürmüş olmaları muhtemeldir.

Diğer taraftan da Muhammed İbn Ömer el-Vâkıdî, olayları birincil kaynaklardan öğrenmeye çalışarak Saʻd İbn Muâz'ın hükmüyle infaz edilen dokuz kişinin isimlerini verir. Bunlar; Resûlullah ile yaptıkları anlaşmayı bozan Kurayzaoğulları lideri Kaʻb İbn Esed, Resûlullah’a karşı birleşik düşman ordusunu toplayan Huyey İbn Ahtab, ez-Zebir İbn Bâtâ, Azzâl İbn Samuel, Nebbâş İbn Kays, Vehb İbn Zeyd, Ukbe İbn Zeyd ve isimleri Amr olan iki kişidir. Ayrıca Kurayzaoğullarından iki kişinin, Evs'e mensup ailelerden birine gönderildiğini ve burada hükmün kendilerine tatbik edildiğini zikreder, hatta onları öldürenlerin isimlerini de kaydeder. Demek ki Hz. Ali ve Hz. Zübeyr’in durmadan kafa kestiği olayı da bir efsane ve uydurma bilgidir. Cezalandırılanlardan bir kısmını bu iki ünlü sahabenin infaz etmiş olmaları da mümkündür. Bu durumda olanların hepsinin öldürüldüğünü düşünürsek 35-40 kişiyi geçmez.34 Bu detayları, Saʻd İbn Muâz'ın Buhârî’nin de kaydettiği ve yukarıda zikrettiğimiz Kurayzaoğulları hakkındaki, “savaşçılarının öldürülüp kadın ve çocuklarının esir edilmesi” şeklindeki hükmünün en doğru versiyonuyla ilişkilendirdiğimizde, hükmün sadece savaşa katılanlar -ki sayıları azdır- ve hainliğe katkıda bulunan liderler için geçerli olduğunu söylememiz mümkündür.

İbn İshak, affedilenlerin ve her biri için aracılık edenlerin isimlerini kaydederken idam edilenlerin listesini kaydetmemektedir. Eserinde birçok olayla ilgili çarşaf çarşaf isim listeleri kaydederken Kurayzaoğulları savaşçılarının isimlerini vermemesi dikkat çekicidir.35 İdam edilenlerin sayılarının yüzlerce olduğunu iddia ettiğine göre en azından önemli bir kısmının ismini vermesi beklenirdi. İbn İshak, eserinin genel telif metodunu izlemiş olsaydı, onların soylularının ve reislerinin isimlerini kaydetmesi lazım gelirdi. Onun için bu kadar çok adamın idam edilmesi ile ilgili verdiği sayı hakkında şüpheye düşmekteyiz. Hatta bu bilgilerin uydurma olduğunu da ifade etmemiz mümkündür.

Sonuç

İbn İshak, kendisinden sonra gelen tarihçilerin Resûlullah'ın hayatında meydana gelen olaylar hakkında ilk başvurdukları kaynaktır. Buna rağmen Kurayzaoğullarının akıbetiyle ilgili yazdıklarının ve ondan bu bilgileri nakledenlerin yazdıklarının şüpheli hatta Yahudiler tarafından uydurulmuş olduğu kanaatini taşıyoruz. İbn İshak bu bilgileri yukarıda adını kaydettiğimiz Yahudilerden idam edilmeyi kendisi tercih eden ez-Zebir İbn Bâtâ’nın neslinden geldiği bilinen Atiyye el-Kurazî adındaki Yahudi asıllı birinden nakletmektedir.36 Hatta bazı araştırmacıların kanaatlerine bakıldığında bu olayın Yahudilerin asırlar önce yaşadıkları olaylara benzetilerek uydurulduğu söylenebilir. Bu hikâyenin kökeninin Yahudilerin Romalılar tarafından Kudüs’te uğradıkları katliamların bir diğer uyduruk versiyonu olduğunu görebiliyoruz. Yahudilerin M.S. 70 yılında ve akabinde Romalı kumandan Titus tarafından cezalandırılmaları; bir kısmının sürgün ve bir kısmının da idam edilmesi olayı esas alınarak Kurayzaoğullarının aynı akıbete uğramış olduklarına dair hikâyeler uydurulmuştur. Milattan önce Babil hükümdarı Nebukadnezzar / Buhtunnasır’ın Yahudileri katliamdan geçirmesi ve sonra Romalıların aynı şeyi yapmaları neticesinde Yesrib’e ve Irak’a yerleşen Yahudiler, geçmişlerinde yaşadıkları sürgün ve katliam hikâyelerini aynen Kurayzaoğulları için de yakıştırmışlardır. Aktarılan rivayetler de Müslüman görünümlü Yahudilerin torunları tarafından dedelerinden işittikleri Titus katliamı ve Babil sürgünleri masalları ve özellikle yaşadıkları Masada katliamına eklenmiş bilgilerdir. Masada katliamına ilişkin anlattıkları 600-700 hatta 960 kişinin öldürülmesi olayını tekrarlamış ve İbn İshak da bunları kaparak Medine’de yaşanmış gibi aktarmıştır.37 Bu masallara rağmen İbn İshak’ın eserinde doğru ve sahih bilgilerin olduğunu da kabul etmek gerekir. Eserindeki her şeyin yalan olduğunu söylemek insafa ve ilme yakışmaz.

Hz. Peygamber, Kurayzaoğulları mensuplarıyla ilgili hükmün tamamlanmasından sonra ganimetlerin taksimini gerçekleştirdi. İbn Hişâmʼın İbn İshakʼtan naklen verdiği ve diğer kaynakların benzer biçimde aktardığı bilgilere göre Hz. Peygamber, Beytülmal hissesi olan 1/5ʼi yani humusu çıkardıktan sonra geri kalanı gazilere dağıttı.38 Buna göre ganimetten süvarilere üç pay, yayalara ise bir pay verildi. Süvarilerin atı için iki, kendisi için de bir pay sayılmıştı. Bu gazve sırasında şehid olan Hallad İbn Süveyd ile Ebu Sinan İbn Mıhsan adlı sahabelere de pay ayrıldı. Humusun geri kalanı ihtiyaç anında ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak üzere Beytülmal sorumlusu Mahmiye İbn Cez’e teslim edilerek Mescid-i Nebevi’nin asma katındaki depoya kaldırıldı.

 

Dipnotlar:

1- Medine Sözleşmesinden Rasulullah’ın Gölgesinde kitabımızda uzun uzun bahsettik.

2- İbn Hişâm, II, 501-504; Ebû Ubeyd Kasım İbn Sellam, Kitâbuʼl-Emvâl, Kahire 1401/1981, s. 193.

3- Vâkıdî, ‘Megâzî’, I, 176-180, 363-380; İbn Hişâm, III, 47-50, 190-203; İbn Saʻd, II, 26-27, 53-55; Buhârî, ‘Megâzî’, 14.

4- İbn Saʻd, II, 70; Buhârî, ‘Megâzî’, 30; Müslim, ‘Cihâd’, 67; Taberî, II, 581. Hz. Peygamber’in Hendek Gazvesinin hemen akabinde Hz. Âişeʼnin yanına döndüğü; abdest alıp öğle namazını kıldığı ve Cebrâilʼin bu sırada gelip ona savaş talimatı verdiği kaydedilir, (İbn Saʻd, II, 70). Kaynaklarda konuya ilişkin bir başka rivayete daha yer verilmektedir. Buna göre Hendek Gazvesinin akabinde Cebrâil Hz. Peygamberʼin yanına gelerek ondan hemen Kurayzaoğulları kalesine doğru yola çıkmasını istedi. Fakat Hz. Peygamber (sav) sahabenin yorgunluğunu gerekçe gösterip birkaç gün istirahat edilmesini söylemişti. Cebrâil, Allah Teâlâ’nın hemen gidilmesini emrettiğini, kendisinin de meleklerle birlikte hemen harekete geçeceğini söyledi, (İbn Saʻd, II, 73). İbn Saʻdʼın naklettiği bu bilgide Hz. Peygamber’in (sav), Cebrâilʼe istirahat önerisini bir pazarlık olarak değil, bir temenni olarak görmek gerekir. Çünkü Müslümanlar Hendek Gazvesinde çok yorulmuş, zorlanmış ve sıkıntı çekmişlerdi. Muhtemelen Resûlullah bunu düşündüğü için dinlendikten sonra harekete geçmeyi beklemiş olmalıdır.

5- İbn Hişâm, III, 233. İbn Saʻd (II, 70-73) da bu bilgileri hocası el-Vakidî’den (Kitabu’l-Meğazi, II, 499-500) nakletmektedir.

6- Buhari, ‘Meğazi’, 31; ‘Salatu’l-Havf’, 5.

7- Vâkıdî (II, 499) bu yer isminin Biʼr Lenâ olduğunu kaydeder.

8- İbn Sa’d, III, 74; İbn Hişâm, III, 234-235; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, IV, 17; Taberî, II, 582. İbn Hibban, es-Sire, s. 199.

9- Beyhaki, ed-Delâil, III, 14.

10- İbn Sa’d, II, 77.

11- Vâkıdî, II, 499-500; İbn Hişâm, III, 234; Taberî, II, 581-582.

12- Belâzürî (Fütûhuʼl-Büldân, çev. Mustafa Fayda, Ankara, 2002, s. 29) ve İbn Saʻd, (II, 76) 14 gün; Taberî (II, 583) ise 25 veya 30 gün olduğunu kaydederler. Ahmed İbn Hanbel’den gelen bilgilere göre ise (Fethu’r-Rabbani, XXI, 81-83) 25 gün sürdüğüne dair bilgiler daha çok tercih edilmiştir. Bu bilginin nakledildiği senedin içinde Hz. Aişe olduğundan 25-30 gün sürdüğüne dair bilgiler hep tercih edilmiştir, bunun sahih olduğunu İbn Kesir (el-Bidaye, IV, 140) de te’yid eder.

13- Onun durumu hakkında nâzil olan ayet şu şekildedir: “Ey imân edenler, Allahʼa ve Resul’üne hainlik etmeyin. Bile bile kendi (aranızdaki) emanetlerinize de hainlik etmeyin.” el-Enfâl, 8/27.

14- Bu konuda nâzil olan âyet şu şekildedir: “Bunların dışında birileri var ki günahlarını açıkça itiraf ettiler. Onlar sâlih ameli (Allah'ı memnun ve razı edecek güzel davranışları) başka kötü davranışlarla karıştırmışlardır. Eğer tövbe ederlerse umulur ki Allah onların tövbelerini kabul edebilir. Zira Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.” et-Tevbe, 9/102.

15- İbn Hişâm, III, 235-238; Taberî, II, 583-585. Benzer bir rivayet için bk. İbn Saʻd, II, 71. İmam Ahmed İbn Hanbel de (Müsned Şerhi/el-Fethu’r-Rabbani, haz. A. el-Benna, XXI, 81-83) bu hadisin isnadının sahih olduğunu kaydeder.

16- Abdurrazzak, el-Musannef, hadis no: 9745. Bu rivayetin hasen bir rivayet olduğu kaydedilir: Ahmed İbn Hanbel, el-Fethu’r-Rabbani, XXI, 81-83.

17- Vâkıdî, II, 503; İbn Hişâm, III, 238; Buhârî, ‘Megâzî’, 14; Müslim, ‘Cihâd’, 62; Taberî, Tarih, II, 585. Kanaatimizce sadece bu birkaç aile veya şahıs değil Kurayzalı birçok ailenin samimiyetle Müslüman olup Medine’de yaşamaya devam ettiklerini ve ümmete katıldıklarını söylememiz mümkündür.

18- İbn Hişâm, Sire, III, 238-239; Taberî, Tarih, II, 585-586.

19- Vâkıdî, II, 500-501.

20- İbn Hişâm, III, 250.

21- İbn İshakʼtan gelen bir başka rivayete göre Hz. Peygamber erkeklerin öldürülmesini buluğ çağına ulaşan yani sakalı çıkmış kimse olarak tasrih etmektedir. Nitekim Atiyye el-Kurazî sakalları çıkmadığı için öldürülmemiştir. İbn Hişâm, III, 244; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, IV, 383; Ebu Davud, Sünen, ‘Hudud’, 17. Aynı şekilde Tirmizi de (Sünen, ‘Kitabu’s-Siyer’, 29) bu rivayetin sahih olduğunu kaydeder.

22- Hz. Peygamberʼin de onay verdiği Saʻd İbn Muâzʼın bu kararı hem Tevratʼa (Tesniye, XX, 10-15) uygun olup hem de Kur’ânʼda (el-Mâide, 5/33-34) Allah ve Resul’üne karşı savaş açıp yeryüzünde bozgunculuk yapanlara verilecek cezalar arasında zikredilmektedir.

23- İbn Hişâm, III, 251; İbn Sa’d, II, 75; Taberî, II, 586-588. Benzer diğer bir rivayet için bk. İbn Saʻd, II, 71, 73; Buharî, ‘Meğazi’, 31; Müslim, ‘Cihad’ ve ‘Siyer’, 65-66.

24- İbn Hişâm, III, 240.

25- İbn Hişâm, (III, 333) muallak bir rivayetle kaydeder. Bu da senedin Resûlullah’a ve ashaba ulaşmayıp arada birilerinin uydurduğu bilgiler olması muhtemeldir. Ayrıca bkz. Vâkıdî, II, 512.

26- İbn Saʻd, II, 71.

27- Vâkıdî, (II, 512-513), Hz. Peygamberʼin emri üzerine Kurayzalılarʼa infazdan önce yiyecek ve içecek verildiğini, Tevrat okumalarına müsaade edildiğini nakletmektedir.

28- İbn Saʻd, II, 72; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, III, 350.

29- İbn Hacer, Tehzibu’t-Tehzib, IX, 45.

30- İbn Hişâm, III, 253; Taberî, II, 589.

31- İbn Hişâm, III, 242-243; Taberî, II, 589-591.

32- İbn Hacer, el-İsabe, IV, 332.

33- İbn Hişâm, III, 244.

34- Vâkıdî, Kitabu’l-Meğâzî, 2/513-514.

35- İbn Hişâm, II, 334-335 ve 342-255. Bu arada Bedir’e her iki taraftan Muhacir, Ensar ve müşriklerden katılanların uzun uzun isim listelerini kaydetmektedir. Diğer taraftan Kurayzaoğullarının idamlarından söz ederken birkaç ismin dışında bir isim listesi vermediği açıkça görülmektedir. Bkz. İbn Hişâm, III, 251-259.

36- İbn Hişâm, III, 255.

37- Masada Ölü Deniz’in kuzey taraflarında olan bir şehirdir. Masada olayı ve katliamı ise M.S. 66-70 yılları ve sonrasında Roma yönetimine karşı isyan edip mağlup olmalarına rağmen Romalılara teslim olmak istemeyen Masada şehrindeki 960 Yahudinin intihar ettiği olaydır. Flavius ​​Silva kumandasındaki 8000 Romalı asker Masada'yı kuşattıktan sonra kazanma şanslarının kalmadığını gören Yahudiler kurtuluş ümitlerinin tükendiği anda, aralarından silah kullanmayı bilen 10 kişiyi, kendilerini öldürmeleri için görevlendirirler. Anlaşmaları gereği bu 10 kişi, diğer 950 kişiyi öldürdükten sonra, birbirlerini de öldürerek kimse hayatta kalmaksızın toplu intihar ettiler. Bu efsanevi olaya “Masada katliamı” denir. Bu toplu intihardan sadece 2 kadın ve 5 çocuk hayatta kalmıştır. Hikâyenin tarihsel arka planında da hayatta kalan bu kişilerin aktarımları rol oynamıştır. İşte aynı sayı Kurayzaoğulları olayıyla ilgili verilmektedir. Masada katliamından geriye kalan 5 çocuğun neslinden gelenler şeklindeki efsane gibi Kurayzalıların torunlarından esir alınıp Medine’de hayatta kalanlar efsanesi uydurularak bir tarih kurgulanmaktadır. Böylece İslâm’a ve Resûlullah’a da iftirada bulunmaktadırlar. Ayrıca bkz. Ömer Faruk Harman, Yahudilik (Yahudilikte Mezhepler ve Dinî Gruplar), DİA; W. N. Arafat, New Light on the Story of Banu Qurayza and The Jews of Medina (Medine Yahudileri ve Benî Kurayza Hikâyesi Üzerine Yeni Bakışlar), Çev. Şaban Öz, İslâm Araştırmaları Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 2, 2004, s. 139-144.

38- Kurayzaoğullarından ganimet olarak 1500 kılıç, 300 zırh, 2000 mızrak ve 1500 kalkan, çok sayıda koyun, deve ve keçi, ev eşyası ve sonradan dökülen şarap küpleri ele geçirildiği nakledilmektedir. İbn Saʻd, II, 71; Buharî, ‘Meğazi’, 14; Müslim, ‘Meğazi’, ‘Siyer’, 64.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR