Bir İmtihan Olarak Gazze ve Gazze İle İmtihanımız
Tüm zorluğuna, giderek derinleştirdiği iç burukluğuna rağmen Gazze’yi konuşmayı, Gazze üzerine dertleşmeyi ve Gazze’den hareketle yaşadığımız sıkıntıları, zayıflığımızı, eksiklerimizi ve sorumluluğumuzu irdelemeyi sürdürmek zorundayız. Gazze bizim sadece bugünkü sınavımız olmakla kalmıyor, yarınımıza ilişkin de bir tablo sunuyor, yetersizliklerimiz ve imkânlarımıza, zaaflarımız ve gücümüze ayna tutuyor.
Görünen o ki Gazze’de Siyonist katliam şebekesinin işlediği insanlık suçlarına ilişkin olarak muhtemelen çoğumuz artık kendisinde yeni bir söz söyleme mecali hissetmiyor. Birbiri ardına icra edilen vahşet tablolarının çokluğu ve bir türlü sonunun gelmemesi, bilakis yeni canavarlıklarla mütemadiyen sürüp gitmesi karşısında gerçekten de yeni bir şey söylemek, hatta herhangi bir şey söylemek zorlaşmış durumda. Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların laneti zalimce, alçakça bu vahşeti icra eden Siyonist çetenin ve onu destekleyenlerin, ona suç ortaklığı yapanların üzerine olsun!
Mevcut tablonun son derece yıpratıcı olduğu, çaresizlik duygularını çoğaltarak moralimizi, motivasyonumuzu zayıflattığı, bir şey yapmayı, hatta söylemeyi dahi giderek zorlaştırdığı malumdur. Bu hal son derece üzücü, yıpratıcı olmakla birlikte kesinlikle şaşırtıcı değildir, beklenmedik bir gelişme olarak da görülemez.
İstikbar Çaresizlik ve Teslimiyet Dayatır!
Müstekbirler hep böyle yaptılar, hep böyle yaparlar. En vahşi, en kabul edilemez, en zalimce icraatlarını ısrarla sergileyerek iradenizi kırmayı, çaresizlik duygularına sürüklenerek “Yapacak hiçbir şey yok!” noktasına gelmenizi ve bir sonraki adımda da “Teslim olmaktan başka çare yok!” bıkkınlığı içerisine düşmenizi hedeflerler. Yakın dönemden bazı örnek hadiseleri hatırlayalım:
Afganistan’da NATO işgalinin ortaya çıkardığı manzaralarda aynı şeyi görmedik mi? Sivilleri vahşice bombalıyorlar ve sonrasında “araştırıyoruz” diyorlardı. Guantanamo rezaletini hiçbir eleştiriyi umursamadan ve asla tartışmaya da açmadan yıllar boyu sürdürmediler mi? Aynı şekilde Irak’ta Amerikan işgalinin tüm dünyanın tepkisine rağmen nasıl bir pervasızlıkla icra edildiğini görmedik mi? Yine Suriye’de kesintisiz biçimde devam eden zalimlikler serisi hep aynı işlevi görmedi mi?
Önce şaşırıyorsunuz, olan bitene tepki gösteriyorsunuz, protesto ediyorsunuz ama zulüm tablolarının ısrarla sürdürülmesi, ivme kazandırılarak devam ettirilmesi karşısında bir müddet sonra zihnen ve kalben yoruluyorsunuz. Yılgınlık, bıkkınlık içerisine giriyor, geri çekiliyor, öyle ki tepki vermez hale geliyorsunuz. Bu şekilde onlar da kendi programlarını daha rahat biçimde uygulama fırsatı buluyor, amaçlarına ulaşmış oluyorlar.
Aynı mantığın, kirli düşünme biçiminin 28 Şubatçı zalimlerin icraatında da birebir tecessüm ettiğini söylemek yanlış olmaz. Üniversitelerden başlayarak uygulamaya soktukları başörtüsü yasağının dalga dalga tüm sosyal hayata nasıl taşındığını, her defasında “Bu kadar da olmaz!” dedirtmesine rağmen, bir müddet sonra kitlelerde kanıksama duygularıyla karşılanmaya başladığını hatırlamamak mümkün değil.
Kabul edelim ki Siyonistlerin ellerinde daha uzun bir müddet şahit olduğumuz tüm bu alçaklıkları sergileyebilecek güç ve imkân mevcut. Gelen tepkiler ise etkili ve caydırıcı değil, sonuç almaktan uzak. Dolayısıyla yakın bir zamanda geri çekileceklerini, katliamlarını durduracaklarını düşünmek fazla iyimserlik olur. Peki, biz ne yapmalıyız?
Direniş Bilincini Güçlü Tutmak
Biz, bize düşeni yapmalıyız. Elimizle yapamasak da dilimizle, malımızla mücadele içinde olmalı; tüm kalbimizle direnmeli; bilincimizi diri tutarak ailemizle ve yakınlarımızla zulme tavır almayı sürdürmeli; zalimlere karşı öfkemizin, kinimizin azalmasına asla izin vermemeliyiz.
“Lanetliyoruz da ne oluyor?”, “Sokaklarda bağırıp çağırarak neyi değiştirebiliyoruz?”, “Bizim sesimizi kim duyuyor?” vb. yakınmaların hiçbir hayra hizmet etmeyen, sadece dava bilincini diri tutmaya, yaygınlaştırmaya yönelik çabalar önünde bir engel teşkil ettiğini de görmek durumundayız.
Unutmayalım ki Bir-i Maune faciası üzerine ihanete uğrayıp şehit edilen ashabı için Resulullah (s) da o gün hiçbir şey yapamamış ama bir aydan fazla bir süre sabah namazlarında, hatta bir başka rivayete göre tüm namazlarında ellerini açıp Beni Lihyan kabilesinden Amir b. Tufeyl ve ona destek olan kabilelere beddua etmiştir. Dolayısıyla “Slogan atıyoruz da ne oluyor?”, “Lanet okuyoruz da ne değişiyor?” diye yakınmak haklı görülemez.
Bu tür yakınmalar, söylenmeler kimseyi daha etkin, daha güçlü, daha hayırlı çabalara sevk etmemekte, bilakis çaresizlik duygularını artırmakta ve insanları vesveseye sürüklemektedir. Daha hayırlı bir alternatif, daha etkili bir icraat önermeden Allah için yapılan bir çalışmayı, sarf edilen bir gayreti küçümsemek, boşa çıkartmak ve bu çabadan geri durmak mümin ahlakı değildir.
Motivasyonu Zayıflatacak Söylem ve Tutumlardan Kaçınmak
Gazze soykırımı çerçevesinde gelişen tartışmalarda bazılarının bir şey yapamamanın verdiği can sıkıntısı ve moral bozukluğuyla hareket ettiğini görüyoruz. Her ne gerekçeyle ve nasıl bir akıl yürütmeyle yapılırsa yapılsın ve ne niyet taşınırsa taşınsın bu konuda sürdürülmeye çalışılan eylemliliği hedef alan söylemlerde bulunmak kabul edilemez. Bu tarz söylemler sadece düşmana güç verir, dostlara ise eziyet oluşturur.
Bir tür arabesk iç çekiş, ağıt mahiyeti taşımaktan öteye gitmeyen bu yakınmalar bize bir şey kazandırmaz. Oysa bizim moral çöküntüyü, iç burukluğunu artıracak yakınmalara değil, mücadele ruhunu güçlü, diri tutacak söylemlere ve çabalara ihtiyacımız vardır. Buna yönelmeli, buna yoğunlaşmalıyız. Meselenin sadece Gazze’de vahşi bir soykırıma dönüşen Siyonist barbarlıktan ibaret olmadığını da görmek durumundayız. Yeryüzünün tamamında ümmet olarak çok olumsuz, kötü şartlarla kuşatılmış durumdayız. Bunlara karşı mücadele etmek ve mücadeleyi gelecek nesillere aktarmakla vazifeliyiz. Bunu biliyoruz.
İyi ama “Bizden bir şey olmaz, şu yaptığımızdan da bir şey çıkmaz, öbüründen de!” yakınmalarıyla ve kötümser, karamsar bir ruh haliyle sağlıklı, nitelikli, kalıcı bir mücadele hattı inşa edilebilir mi? Elbette hayır! Mücadele kısa vadede sonuç almaya kilitlenmiş adımlardan ziyade uzun vadede kalıcı bir hat inşa etmeye dönük ısrarlı ve istikrarlı çabalarla yürütülebilir. Özetle, herkes yapabildiğinden sorumludur ve bunu da gücü oranında ve en güzel biçimde yapmakla mükelleftir. Rabbimiz bize gücümüzü aşan bir yük yüklememiştir.
Mızrağın Sivri Ucunu Hep Düşmana Çevirmek
Yine burada dikkat çektiğimiz karamsar-kötümser ruh halinin bir başka yansıması da bu süreçte iç tartışmalara yoğunlaşma, sürekli biçimde okları İsrail’den, ABD’den çevirip İslam dünyasının içine yöneltme eğilimi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Hiç şüphesiz zaman zaman yakınlarımızda bulunanları dürtme, düzeltme ihtiyacı hissedebiliriz ama mızrağın sivri ucu daima düşmana dönük olmalı!
Kimimiz tüm bu vahşet karşısında yeterli duyarlılığı ortaya koyamadığı için cemaatleri, İslami yapıları; kimimiz katliamı durdurma konusunda yeterli ve somut adım atmadığı için mevcut iktidarı; kimimiz ise büyük bir nüfusa ve dünya coğrafyasında geniş bir yer tutmasına rağmen Siyonist katilleri engellemeye güç yetiremediği için ümmeti suçlamaktadır. Öyle ki kimi zaman üzüntü ve tepkinin İslam ümmetini doğrudan mahkûm etmeye, ümmete aidiyeti sorgulamaya kadar vardırıldığına dahi şahit olmaktayız.
Şartlar ve imkânlar ön plana alınmadığında söylem düzeyinde mantıklı görünen bu eleştirilerin haklılığı ve tutarlılığı tartışılmalıdır. Peşinen belirtelim ki Siyonist çetenin işlediği insanlık suçları karşısında yeterince çaba sarf etmeyen, tavır koymayan herkesin ve her yapının eleştiriyi fazlasıyla hak ettiğinde kuşku yoktur. Mamafih ıslah etmek, uyarmak, onarmak için eleştirmekle mahkûm etmek arasındaki ayrıma dikkat edilmeli, hele hele soykırımcı katilleri bir kenara koyup okları tümüyle içe döndürmenin gayet sorunlu bir tutum olduğu kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır.
Elbette tüm bu kan dondurucu süreçte yapılanlar kadar yapılamayanlara da odaklanmak, eksikler üzerinde durmak, daha etkili adımlar atılamamış olmasının hesabını sormak ve de vermek gerekir. Özellikle ihtiyaç duyduğumuz ve bizi ileriye taşıyacak olan adımlar da zaten buradan, yani özeleştiriden geçer. Ama oklarımızın Siyonist çeteden ve işbirlikçilerinden uzaklaşıp içe dönmesi, egemen zalimlerin bir kenara konulup tümüyle içerideki unsurların hedef tahtasına oturtulması doğru bir tutum olmaz. Enerjimiz kaybolur, moralimiz çöker ve etkinliğimiz azalır. Mesajımızın anlaşılması ve kabullenilmesi noktasında da zorluklar yaşanır.
Sadece Eksikliklere Odaklanmanın Beslediği Adaletsizlik
Bu süreçte İslami camia genel manada eylemlilik noktasında zayıf kalmış ama dayanışma ve destek olma boyutuyla canlı bir performans sergilemiştir. Şüphesiz kimi cemaat yapılarının, hocaların, ağabeylerin, üstatların kamuoyu oluşturma ve tepkilerin örgütlenmesi açısından cüsseleriyle orantılı bir çaba içinde olmamaları eleştiriyi gerektirir ama bu hiçbir şey yapmadıkları sonucunu çıkartmaz. Burada daha ölçülü ve teşvik edici bir yaklaşım tarzı geliştirmekte fayda vardır.
Bilinçli, taammüden ihanet ile yetersizlikten kaynaklanan acziyet halini ayırmak durumundayız. İslam ülkeleri veya liderleri derken Aliyev’i, Beşşar’ı, Sisi’yi, Hasina’yı denkleme dâhil etmek zaten anlamsızdır. Bunların İslami harekete düşmanlıkları malumdur. Ama ihanet içindeki liderler diye açılan çuvala herkesin doldurulması hakkaniyete uymaz. Sonuçta Filistin davasını sahiplenen, bunun için çaba sarf eden, risk alan ülkeler, liderler de vardır.
Türkiye’deki mevcut iktidara yönelik eleştirilere gelince, giderek hayal kırıklığının derinleştiğini görmemek imkânsızdır. Bilakis soykırım ve bunun karşısında çaresizlik olgusu derinleştikçe bu durumun daha da yoğunlaşması kaçınılmazdır. Açıkçası Erdoğan iktidarının İsrail isimli çete karşısında en azından sembolik önemi haiz bazı somut adımları atmamış, atamamış olması büyük bir zaaf teşkil etmiş, iddialarla pratikler arasında bir uçurum görüntüsünü ortaya çıkarmıştır.
Bununla birlikte iktidarı yapmadıkları ile eleştirmek ile soykırımı durdurmadığı, katliamın önüne geçemediği için eleştirmek, itham etmek farklı şeylerdir. Bu manada bilhassa Siyonist çete ile ticari faaliyetlerin kesilmemiş olmasının bu ülke adına bir utanç olduğunun altını çizelim. Ama bu yapılmış olsaydı dahi bunun devam etmekte olan soykırıma bir etkisinin olamayacağını da görmezden gelmeyelim. Dolayısıyla Türkiye’yi adeta devam etmekte olan katliamın sorumlusu gibi sunmaya dönük söylemler abartılıdır, temelsizdir.
İktidarı yapmadıkları konusunda eleştirirken, yapıp ettiklerini görmezden gelmek de ayrı bir haksızlıktır. Bu noktada küresel emperyalizmin hedefindeki Filistin İslami Direniş Hareketine yönelik sahiplenme tavrının basit, sıradan bir destek olarak görülemeyeceğini hatırlatmak isteriz. Mevcut şartlarda Hamas’a siyasi ve mali destek olmak, Hamas kadrolarına ev sahipliği yapmak emperyal sistemin kesebileceği ağır faturayı ödemeyi göze almak demektir.
Şüphesiz bizim arzumuz, talebimiz siyasi destekten, diplomatik düzeyde sözcülük yapmaktan ya da gıda yardımından veya yaralıların Türkiye’ye getirilmesinden öte, Türkiye’nin doğrudan askerî güçle bu vahşete karşı durmasıdır. Bir İslam beldesi hunharca yıkıma maruz kalır ve kardeşlerimiz vahşice katledilirken elbette böyle bir talep doğaldır ama bunun ne kadar mümkün olduğu ve Türkiye’nin böyle bir gücünün olup olmadığı sorusunun cevabı da açıktır!
Türkiye’nin gücü, kapasitesi tartışmalarının da ötesinde genel manada İslam dünyasının şu an için İsrail denilen ve ABD ve Batı desteğini tümüyle arkasına almış küresel istikbara karşı etkili ve caydırıcı bir güce sahip olmadığı açıkça ortadadır. Bu, bizim gerçeğimizdir. Dolayısıyla taleplerimizde, uyarılarımızda, ithamlarımızda bu gerçeği dikkate almalıyız.
Ümmeti İtham Etmenin Anlamı ve Anlamsızlığı
Tam bu noktada bir bütün olarak ümmeti itham etmeye yönelik söylemlerin de yanlışlığı görülmelidir. İslam ümmeti elinden geldiğince Gazze’ye, Filistin mücadelesine sahip çıkmış, bunun için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayacağını da samimiyetle ortaya koymuştur. Ne var ki İslam ümmeti parçalanmış bir yapıdır; siyasi, ekonomik ve askerî bir güç odağı değildir. Birkaç asırlık bir çöküşün ardından toparlanma çabasında bir oluşumdur. Dolayısıyla emperyalist güçlerin şartsız ve sonsuz desteğiyle Filistin topraklarında katliam yapan Siyonist çeteyi fiilen durdurabilme kudretine malik değildir ve bundan dolayı da suçlanamaz.
Tekrar güç olgusuna ve yapabilme kudreti ve kapasitesine dikkat çekmekte fayda var. Aynen tek tek şahıslar gibi İslam ümmetine de gücünü aşan sorumluluklar yüklenemez. Ümmeti değersizleştiren, tahfif eden söylemlerin ise emperyal zalimler haricinde kimseye bir faydası olmaz. Mesele ümmetin başında bir halife olup olmamasından ibaret değildir. Elbette İslam ümmetinin bütününü ya da geniş bir kesimini temsil eden, ismi hilafet ya da başka bir şey olsun fark etmez, bir liderlik, bir güç mekanizması olsaydı zalimlere karşı daha bütünlüklü, daha etkili tavırlar geliştirebilirdik. Ama bu mutlak manada zulmü sonlandırabileceğimiz anlamına gelmez, illa da sonuç almayı garantilemezdi.
Evet, meşhur rivayete göre Bizans’a esir düşen bir Müslüman kadının feryadı üzerine Abbasi Halifesi Mutasım Billah’ın harekete geçip o kadını kurtardığı ve Rumları ağır bir yenilgiye uğrattığı söylenmektedir ama Müslüman emirlerin, yardım çağrılarına icabet edemedikleri ve esir düşen müminleri ve beldeleri esaretten kurtaramadıkları vakalar da az değildir.
İslam tarihine baktığımızda kimi dönemlerde Moğol saldırıları ya da Haçlı Seferleri gibi uzun süren yıkımlar ve istilalarla karşılaşıldığı; Endülüs’ten Kafkaslara pek çok beldemizde Müslümanların değişik dönemlerde imha ve kıyıma maruz kaldıkları buna karşın Müslüman toplumların ve emirlerin zulme uğrayan kardeşlerine yardım etmekte aciz kaldıkları durumlar yaşanmıştır.
Mücadele, Umudu Canlı Tutmayı Gerektirir!
Gazze hadisesi, bir bütün olarak Filistin mücadelesi günlük bir mesele olmayıp asırlık bir mücadele ve uzun soluklu bir dava olarak değerlendirilmelidir. Daha ötesi karşı karşıya olduğumuz sorumluluğun Keşmir’den Doğu Türkistan’a, Suriye’den Mısır’a çok geniş bir düzleme yayıldığı görülmelidir. Böylesi geniş bir alana ve uzun bir tarihsel sürece yayılan bir sorumluluk ancak güçlü bir irade, kesintisiz bir eylemlilik ve kenetlenmiş saflarla sürdürülebilir. Tüm bunların sağlanabilmesi ise öncelikle yüksek düzeyde bir motivasyon ve heyecanı gerekli kılar.
Tekraren, eksiklere dikkat çekmenin, eleştiri ve özeleştirinin önemini asla göz ardı etmemekle birlikte enerjimizi tüketecek, acziyet ve çaresizlik hislerini pekiştirecek söylemlerden kaçınmak gerektiğinin bir kere daha altını çizelim. Bu noktada harekete geçirecek, teşvik edecek, dinamizm ve sorumluluk duygularını pekiştirecek uyarı ve eleştirilerde bulunmakla karamsarlığı çoğaltmaya, ümitsizliği yaygınlaştırmaya yönelik tahkir ve ithamlarda bulunmanın ayrı şeyler olduğunu bir kez daha hatırlatalım.
Umudu olmayanın davasının da olmayacağını bilmeli; zalimlerin, tağutların öncelikle ve özelikle umudu hedef aldıklarını asla gözden kaçırmamalıyız. Her şeyden önemlisi de biz Allah için, İslam davası için elimizden gelen gayreti samimiyetle ve ciddiyetle ortaya koyduğumuz müddetçe Rabbimizin bize yollarını açacağına; bizi hiç beklemediğimiz hayırlara eriştireceğine inanmalıyız. O ne güzel mevla ve ne güzel vekildir!
- Gazze’yi Unutmak İhanettir!
- Bir İmtihan Olarak Gazze ve Gazze İle İmtihanımız
- Gazze Savaşında Türkiye’nin Rolü
- Yaramız, Hüznümüz ve Umudumuz Gazze
- Talebesini Bekleyen Okul: Gazze
- Mısır Refah Kapısını Neden Açmaz?
- 7 Ekim Neyi Başardı?
- UNRWA’nın Fonlarının Kesilmesi Toplu Cezalandırmadan da Beter!
- Lanetli Kavim Var mıdır?
- Entelektüeller Dünyayı Kurtarabilir mi?
- Gazze ve Soykırım Akademisyenlerinin İkilemleri
- Taç Giymiş Soytarının Hüküm Sürdüğü Saraydan Yayılan Kötülük
- Merhamet, Zulüm ve Egemenlik Üzerine
- Depremin Ardından Bir Yıl ve Yiğit Gazze
- Antlaşmaya ve Devlete İhanetin Acı Sonu Kurayzaoğulları Gazvesi
- Filistin Nasıl Uluslararası Bir Dava Haline Geldi?
- Şura Bilincini Yeniden Kuşanmak
- Cuma Hutbeleri Vesilesiyle “Hikmet-i Hükümet” Uygulaması Geri mi Geliyor?
- Gazze’nin Sessiz Çığlığı: Tebessüm
- Öfkemiz Derin
- Nuh Kıssasından Günümüze Çıkan Dersler
- Çıkalım Yola Şafak Vakti
- Dağ
- Asırlık Yas Evimiz
