1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Rıdvan Kaya İle 28 Şubat Yargılamaları ve Cezaevleri Üzerine
Rıdvan Kaya İle 28 Şubat Yargılamaları ve Cezaevleri Üzerine

Rıdvan Kaya İle 28 Şubat Yargılamaları ve Cezaevleri Üzerine

Rıdvan Kaya: “28 Şubatçılar yargılanırken, 28 Şubat’ın kendisi bizatihi bir suç olarak kabul edilirken, yaptıklarından dolayı mağdur edilen insanların hala mağduriyetlerinin devam ediyor olması bir çelişkidir.”

02 Mart 2015 Pazartesi 00:58A+A-

Genç Öncüler Dergisi'nin 92. Sayısı “Müslüman Tutsaklara Özgürlük” manşetiyle çıkmıştı. Özel sayı olarak yayınlanan dergide Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya ile yapılan röportajı iktibas ediyoruz.

***

Genç Öncüler: Özellikle son zamanlarda vuku bulan olaylarla beraber yargılamalardaki hukuksuzluklar tekrar gün yüzüne çıktı. Siz Türkiye'de hukukun gidişatını nasıl buluyorsunuz?

Rıdvan Kaya: Türkiye'de İslami sorumluluğa sahip olan insanlar açısından bakıldığında hukukun zorbalık temelinde yükseldiğini görmek lazım. Öncesi de tartışılabilir ama özellikle cumhuriyetle birlikte İstiklal Mahkemeleri, Takrir-i Sükun ve benzeri uygulamalar bu noktada kirli bir geleneğin belki ilk temellerinin atıldığı zemini bize gösteriyor ki arkasından İstiklal Mahkemeleri'yle başlayan süreç, daha sonra Sıkı Yönetim Mahkemeleri'yle, darbelerle, darbe hukukuyla bu günlere kadar geldi. 27 Mayıs darbesinin meşhur Yassıada yargılamaları, daha sonra 12 Eylül'ün yargılamaları ve en son 28 Şubat'ta hukukun bütünüyle ayaklar altına alındığı, yargının brifinglendirildiği süreçleri en azından yakın tarihte yaşadığımız süreçler olarak görmek lazım. Böyle kirli bir zeminde gelişen bir hukuk sistemi var. Dolayısıyla İslami açıdan zaten sistemden kaynaklanan temel bir çelişki olarak bu sistemle, gayri İslamiliği nedeniyle mesafemiz olmakla beraber sistemin kendi içerisinde de iddası olan hukuk devleti söylemini bütünüyle boşa çıkartan uygulamalara sahip olduğunu görüyoruz. Gayri İslami olduğu gibi, tağuti olduğu gibi aynı zamanda kendi iç tutarlılığına sahip olmayan, tamamen bir zorbalık temelinde devam etmiş ve hukukun bilinen anlamıyla evrensel ilkeleri açısından da hukuku dikkate almayan, tamamen sistemin, resmi ideolojinin, Kemalist egemenlerin ihtiyaçlarına, taleplerine ve dayatmalarına göre her dönem ayrı şekillenmiş bir hukuki zemin var karşımızda. Son süreçte Türkiye'nin görece biraz daha esnekleşen, belli noktalarda insan hakları alanında birtakım gelişmeler yaşanmasıyla beraber, son süreçlerde kısmen bunun aşılmaya çalışıldığını da görmek lazım elbette. Başladığı noktada gelmiyor ama ana eksen olarak sistemin hukuk düzeni noktasında zorbalık hukukunun hakim olduğunu söyleyebilirim.

G.Ö: Bu zorbalıklara maruz kalarak İslami mücadeleden cezaevlerine birçok müslüman girdi.Bu müslümanların cezaevlerinde durumları nasıl, sıkıntıları nelerdir?

Türkiye'de müslümanların cezaevi süreçleri 28 Şubat’la başlayan bir süreç değil. Biraz önce bahsettiğimiz cumhuriyetle başlayan, İstiklal Mahkemeleri, idamlar ve benzeri süreçlerle temelleri atılmış bi sistemden bahsettik. Özellikle daha yakın sürece gelecek olursak 28 Şubat'la bunun zirve yaptığını gördük. Bu süreçte çeşitli İslami örgütlere mensup olma iddasıyla yakalanan ya da İslami faaliyetlerinden dolayı yargılanan insanların büyük bir hukuksuzlukla karşı karşıya kaldıklarını hep beraber gördük. Zaten bunu çok doğal olarak görmek lazım. Üniversite kapılarında, liselerde, orta okullarda 13- 14 yaşlarındaki genç kızların başörtüsünden dolayı zulme uğradığı bir süreçte, İslami kimliğini daha açık bir şekilde bir eyleme dönüştüren müslümanların çok hukuki bir süreçle karşı karşıya almasını beklememek lazım. Bunu 28 Şubat’la başlatmıyorum. Özellikle doksanlı yılların ilk döneminden itibaren, Türkiye'de gerek Orta Doğu'daki gelişmeler gerek Türkiye'deki İslami hareketlerin artmasına bağlı olarak Kemalist sistemin, özellikle de sistemi temsil eden güçlerin ciddi bir tepki içerisine girdiklerinin ve irticaya karşı mücadele söyleminin, Atatürkçülüğe sahip çıkma söyleminin asker ve sivil bütün bürokrasiye hakim olduğunu hatta bunu sermaye ayağıyla medyada ciddi bir kampanya haline dönüştüğünü görüyoruz. Bu süreçte gerilim her alana yansıdığı gibi bizatihi yargı alanında da müslümanlara karşı zalimane kareler olarak yansıdı. Bu süreçlerde DGM'ler de işkence altında alınmış ifadeler, buradaki gayri hukuki yargılamalar neticesinde çok ağır cezalar verildiği sadece şüphe üzerine insanların ağır bedeller ödemek durumunda kaldığını gösteriyor. Bu süreçte, örneğin DGM'ler az ceza verdiğinde, bu ceza Yargıtay’a gittiğinde Yargıtay'da bozularak en şedid şekle dönüştüğünü yaşadık Sivas Davası, İslami Hareket Davası ve buna benzer davalarda. Bu anlamda somut olarak önümüzde zaten. Bu süreç, 28 Şubat büyük ölçüde bitti bugün. Ama maalesef 28 Şubat sürecindeki İslami kimlikli insanların yargılandığı davalara yansıyan yönüyle 28 Şubat kesinlikle bitmedi, hala devam ediyor. O dönemde hukuksuz kararlarla mağdur edilen, ağır bedellere uğratılan müslümanlar maalesef hiçbir şey olmamış gibi o sürecin etkilerini hem kendi şahısları nezdinde hem de belki yakınları, aileleriyle birlikte hala yaşamaya devam ediyorlar.

Yapılan yenilikler de terörle yargılandıkları için müslümanlara etki etmiyor.

Maalesef. Çeşitli düzenlemeler yapıldı bu süreçte. Fakat bu bahsettiğimiz davaların birçoğundan yargılanmakta olan müslümanlar bundan yararlanamadı çünkü bu süreçlerde zaten mahkeme süreçleri, Yargıtay temyiz süreçleri tamamlanmış ve aleyhte geliştirildiği için sanki hukuk kapısı bir anda kapanmış gibi bir görüntü var. Dolayısıyla devam etmekte olan mahkemelerle alakalı yapılan düzenlemeler buradaki kardeşlerimizin davalarına yansıtılmadı.

Bu durumdan mağdur olan birçok aile var. Bu konuda pek çalışma da yapılmış değil. En azından halleri hatırları soruluyor, ne durumda oldukları biliniyor değil. Bu hususta ne söylersiniz?

Bu genel olarak müslüman tutsakların yaşadığı sıkıntının aile boyutu, bizim Türkiyeli müslümanlar olarak yeterince sahiplenmediğimiz görevlerimizin sadece bir parçası. Bu noktada bedel ödeyen insanlar maalesef var. Tabii şunu görmek lazım. Güçlü, kitlesel ve sistematik bir örgütlülük sorunu yaşadığımız için bu konu da kalıcı olarak önümüzde duruyor. Bu anlamda insanların yaşadıkları sorunları paylaşılması ve sahiplenmesi konusunda eksiklikleri olduğu gibi gündemleştirilmesi konusunda da ciddi bir zaafları var. Attığı tivit yüzünden gözaltına alınan, sadece ifade vermek durumunda olduğu için ya da haklarında tutuklama, gözaltı olmaksızın dava açıldığı için, özellikle sol yada liberal kesimden yazdıkları yazıdan veya birtakım eylemlerden tutuklanan insanların aylarca gündem olduğu bir ülkede hiçbir hukuki gerekçe gösterilmeksizin ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilmiş müslümanların davalarını dahi gündemleştiremiyoruz. Dolayısıyla mahkumların hem kendi yaşadıkları sıkıntılar hem ailelerinin yaşadığı sıkıntıların sahiplenilmesinden öte gündemleştirilme aşamasında dahi ciddi bir zaafla yüz yüze olduğumuzu görmek durumundayız.

Genel ilkelerimiz bağlamında bakarsak, müslümanlar ile sistem arasında gayet tabi bir açmaz var. Batıl güçlerin, müslümanların hareket alanına etki etme girişimine baktığımızda, karşımıza makamdan ziyade zindanı tercih eden Hz. Yusuf örneği çıkar. Müslüman tutsaklar özelinde, müslüman kadrolar ile sistem arasındaki bir araya gelmez açmazları nasıl değerlendiririz?

Geçmişten beri mağdur edilen cezaevlerindeki müslümanların düşünceleri, örgütlülükleri ya da eylemlilikleri hepsi ayrı ayrı tartışılabilir. Kendi zaviyemden baktığımda bunların bir kısmına katılırım bir kısmına karşı çıkarım, bir kısmını benimserim bir kısmını eleştiririm. Burada genel olarak ben şunu amaçlarım: Mevcut hukuk düzeninde kendi iddiasıyla dahi uygun düşmeyen bir yargılama süreçleri yaşandı. Örneğin firavun mantığıyla “siz müslümansınız ve bu sistemi benimsemiyorsunuz, dolayısıyla biz sizi cezalandırıyoruz” derse sistem, ben en temelde bunu sistem açısından yanlış bulmam. Biz müslümanız, evet bu sistemi reddediyoruz, bu sistemin muhalifiyiz. Sistem de bize karşı harekete geçebilir. Fakat bu hareketi kendi belirlediği mekanizması dahilinde, hukuk çerçevesinde yapması lazım. Bu noktada kendi açısından tutarlı olması lazım. Sistem adil olmadığı gibi, haklı olmadığı gibi tutarlı da değil. Mesela işkence altında verilen ifade geçersizdir deniyor. Ama yüzlerce müslüman işkence altında verilen ifadelerden dolayı ceza aldı. Yargılama usulüyle ilgili savunma hakkının kısıtlanmaması gerekir, fakat birçok müslümanın davasında savunma hakkının hiç dikkate alınmadığını ve baştan mahkum edildiğini biliyorum. Bu noktada şunu yapabiliriz. Evet mahkemeler sonuçta Kemalist resmi ideolojiyi temsil eden kurumlar. Müslümanları kendine muhalif olarak, daha doğrusu düşman olarak görüyor. Dolayısıyla bunlara karşı bir sempati duyması mümkün değil. Onlara yakınlık duymasını da zaten beklemiyoruz. Fakat kendi sistemi içerisinde, kendi hukuk düzeni içerisinde olmayan cezalar ihdas edip Müslümanlara verdikleri cezalar elbette kabul edilemez. Sistemin kendi tutarlılığı açısından bu yargılamalarla ilgili sorun var ve biz bunu eleştirmek durumundayız. Bunun ötesine geçince, kendilerine değişik eylemler ve suçlar isnad edilen Müslümanlar var. Biz bir kısmına suçlandığı konuyla ilgili yakınlık duyabiliriz bir kısmına duymayabiliriz. Ama bu adaletsiz bir yargılama sisteminin mağdurları oldukları gerçeğini değiştirmez.

Müslüman mahkumlar farklı yapıların ve farklı akılların içinden. Çok farklı düşüncelerden mahkum oluyorlar. Ama nihayetinde söylemleri ve eylemleri İslami mücadele adına. Biz müslüman tutsakları dile getirirken vahdet kavramını nereye koymalıyız?

Burada şöyle bir zorunluluk var. Sistemin mağdur ettiği müslümanlar açısından bakıldığında ciddi bir çeşitlilik var. Birbirinden farklı yaklaşımlar olduğu gibi birbiriyle çelişen yaklaşımlara sahip müslümanların da bu noktada bir arada olduğunu görüyoruz. Ben en temelde eylemlerinden ziyade yönelimleri ve niyetlerini baz alarak müslümanların tümünün kardeşimiz olduğu bilinciyle hareket etmek durumunda olduğumuzu düşünüyorum. Yöntem ve eylem bazındaki farklılıkları ve hatta bizim tartışabileceğimiz farklılıklar, eleştirebileceğimiz yaklaşımlar dahi olsa İslami kimlik ve niyetlerinden dolayı, bu farklılıkların paranteze alınması gerektiğini düşünüyorum. Birinci olarak, İslami kimlikli bir hat çizme noktasında bütün müslümanları bir çizgide toplayabiliriz. İkincisi de bahsettiğimiz süreçlerde, istisnaları vardır ama büyük çoğunluğunun tamamen adaletsiz bir yargılama sonucunda mağdur edildikleri için tümünün birden savunulması gerektiğini düşünüyorum. Diyelim ki haklarında birtakım suçlar isnad edilen insanların bir kısmı o suçları işlemiş olabilirler. Fakat bu genel olarak yargılama süreçlerinde ortaya çıkan hukuksuzlukları, zulümleri, usulsüzlükleri görmezden gelmeyi gerektirmez. Bir de şöyle bir süreç var. Türkiye'de farklı ideolojik kimliklerden insanların çok daha sınırlı mağduriyetleri söz konusu olduğunda bile bu kadar yoğun bir kampanyaya dönüşen zulüm, insan hakları gibi söylemleri dikkate aldığımız zaman, müslümanların maruz kaldıkları bu muameleyi hepimiz açısından bir vebal olarak görmek durumundayız.

Peki cezaevindeki müslüman tutsaklar için sesimizi nasıl yükseltmemiz gerekiyor, neler yapılabilir?

28 Şubat öncesinden, belki 1993-94'ten başlayan bu süreçte yargılama noktasında ortaya çıkan zulümler ve aksaklıklardan dolayı yirmi seneye yakın bir süre geçti.Burada sadece 28 Şubat yargılamalarıyla alakalı bir gündem yapmanın hukuk mantığı açısından da çok kolay olmadığını düşünüyorum. Burada çok temel bir çelişki var aslında. Bugün Allah'a hamd olsun 28 Şubat ile alakalı olarak sıkıntıların önemli bir kısmının aşıldığını görüyoruz. Buna seviniyoruz elbette. 28 Şubat’taki zulümlerin aşılmış olması demek Kemalist ideolojinin aşılması demek değil elbette ama en azından burada öne çıkan birtakım uygulamaların ve dayatmaların ortadan kalkması halkın geneli açısından olumludur, hayırlıdır. Ve daha ötesine geçildi. 28 Şubat'ı yapan insanlar yargılanıyor, bu da çok önemli bir gelişme. Yargılanma usulüne ilişkin bazı itirazlarımız olabilir, onları geçiyorum. Fakat burada şunu görmek lazım; 28 Şubatçılar yargılanırken 28 Şubat’ın kendisi bizatihi bir suç olarak kabul edilirken ve bunun failleri aranırken ve hesaba çekilirken, yaptıklarının gündeme gelmemesi, yaptıklarından dolayı mağdur edilen insanların hala mağduriyetlerinin devam ediyor olması bir çelişkidir. Hem 28 Şubat'ın yargılanması hem de 28 Şubat'ın mağdurlarının mağduriyetlerinin sürmesi konusunda da bir çelişki var. Bu çelişkilerin giderilmesi lazım. Bu da tabii öncelikle hükümetin ve meclisin görevidir. Kamuoyunda da hepimize düşen sorumlular vardır ama öncelikle adım atması gereken hükümet ve meclistir. Bununla alakalı bir sıkıntı var. Fakat ben konunun, kolay olmasa da, ancak genel afla çözülebileceğini düşünüyorum. Türkiye'de sadece 'Müslüman Tutsaklar' diye bir başlık açamayız. Hukuk mantığı açısından buna uygun bir zemin yok. 28 Şubat süreci sadece müslümanların yargılandığı bir süreç değil. O bir dönemdi ve o dönem içerisinde farklı ideolojik kimliklerden insanlar vardı, hatta aynı suçlarla yargılanan pek çok insan vardı. Bunları ayrıştırmak çok kolay olmayacaktır. Dolayısıyla bu noktada ben, en azından mağduriyetleri giderebilecek bir çözüm olarak, genel affın bir an önce gündeme gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Bundan hak etmeyen insanların da yararlanacak olması bence bizi çok fazla düşündürmemeli. Çünkü en temelde bu sistemin hukuk düzeninin adil ve haklı bir zemine oturmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla burada kendisine hiçbir yakınlık duymadığım, kimlik olarak da asla yan yana durmayı düşünmediğim insanların dahi bundan yararlanmaları beni bu noktada çok fazla rahatsız etmez. Çünkü bizim için aslolan, mağdur olduğunu bildiğimiz müslümanların, bir an önce bu mağduriyetlerine son verilmesidir. Sadece bunlara dönük düzenleme yapılmasını hukuk mantığı açısından mümkün görmediğimden genel affın bu konuda müslüman kamuoyu tarafından da bir çözüm olarak benimsenip talep edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Teşekkür ederiz.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum