1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Prof.Dr. Saif al-Din Abdel-Fattah ile Aksa Tufanı üzerine
Prof.Dr. Saif al-Din Abdel-Fattah ile Aksa Tufanı üzerine

Prof.Dr. Saif al-Din Abdel-Fattah ile Aksa Tufanı üzerine

Aksa Tufanı'nı, Allah'ın olağanüstü günlerinden biri olarak gördüm — Tevhid metodolojisini, mücadelenin ve direnişin anlamlarıyla olan bağlantısını ve Ümmet'i ve onun geleceğini inşa etme potansiyelini vurgulayan bir gündü.

19 Aralık 2025 Cuma 21:28A+A-

Abdou Ibraheem’in Middle East Monitor’de yayınlanan röportajı Barış HoyrazHaksöz Haber için tercüme etti.


Geçtiğimiz Ağustos ayının ikinci haftasında İstanbul'da düzenlenen Arap Kitap Fuarı'nda önemli bir yeni kitap tanıtıldı: Kahire Üniversitesi Siyaset Teorisi ve Düşüncesi Profesörü Prof. Dr. Saif al-Din Abdel-Fattah'ın kaleme aldığı “Direniş Sözlüğü: El-Aksa Tufanı ve Yaklaşan Büyük Değişimdeki Merkezi Rolü”.

Abdel-Fattah bu kitabında, 7 Ekim 2023'te patlak veren El-Aksa Tufanı’nı yakından takip ediyor. Siyasi düşünürle bir araya gelerek, tufan hakkındaki görüşlerini, işgale karşı direnişin rolünü, Filistinlilerin metanetini nasıl yorumladığını ve hem halkın hem de resmi makamların bölgesel ve küresel tepkilerini konuştuk.

Ayrıca, tufan ve onun yansımaları ışığında Filistin davasının geleceğine dair beklentilerine de değindik. Aşağıda diyalogun tamamı yer almaktadır:

- El-Aksa Tufanı’nı ilk günden itibaren yorumladınız. Hatta o dönemde devam eden “Belirsiz Kavramlar” başlıklı yazı dizinizi durdurup, hemen “Direniş Sözlüğü” adını verdiğiniz çalışmaya başladınız. Tufan hakkında yazmaya –oldukça erken bir zamanda yazmaya başladığınızı da söylemek isterim- nasıl karar verdiniz?

Tufan hakkında konuşmanın bir hikâyesi olduğunu vurgulamak önemlidir. Direniş ve direnişin rolüne olan ilgim, daha önceki bir döneme, seçkin araştırmacı Beşir Ebu el-Karaya'nın “İntifada Modeli” başlıklı tezine danışmanlık yaptığım döneme kadar uzanır. Bu, direnişin ayaklanma biçimini aldığı durumlarla ilgili değerli bir çalışmaydı.

Bu nedenle, 7 Ekim 2023'te El-Aksa Tufanı patlak verdiğinde, bu önemli olayı ele almak çok önemliydi. Bu herhangi bir olay değildi — bunun muazzam bir etkisi ve geniş yankıları olacağını hissettim. Bu nedenle, “Belirsiz Kavramlar” serisini durdurdum ve hemen ‘tufana’ odaklanmaya başladım.

Bu olayın sürekliliği ve etkilerinin tırmanışının, yakından izlenmesini, farklı boyutlarının ve perspektiflerinin araştırılmasını ve direniş kavramı ile bununla bağlantılı her şeyin, Filistin davası ve Müslüman ümmetin durumu bu tufan ışığında düşünülmesi gerektiğini gördüm.

Tufanı, Allah'ın olağanüstü günlerinden biri olarak gördüm — Tevhid metodolojisini, mücadelenin ve direnişin anlamlarıyla olan bağlantısını ve Ümmet'i ve onun geleceğini inşa etme potansiyelini vurgulayan bir gündü. Böylece, 13 Ekim 2023'te yayınlamaya başladığım önemli dizi “Direniş Sözlüğü” başladı.

- Kitabınız 2025 yılının Ağustos ayında yayınlandığında, alt başlığı “El-Aksa Tufanı ve Yaklaşan Büyük Değişimdeki Merkezi Konumu” idi. Bu ifade büyük bir öneme sahiptir. Bu “büyük değişim” ile neyi kastettiğinizi ve tufanın bu değişimdeki merkezi konumunu nasıl gördüğünüzü biraz daha ayrıntılı olarak açıklayabilir misiniz?

Daha önce de belirttiğim gibi, bu konu sadece tarihsel olarak değil, aynı zamanda gelecek için de olayın değeri ve önemi ile ilgilidir — ve yaklaşan büyük değişimdeki merkezi rolü. Ümmet için belirli katalizörler vardır ve bunların en önemlilerinden biri tufandır.

7 Ekim'deki El-Aksa Tufanı, tepki umulduğu kadar güçlü olmasa da, Ümmet için bir tür merkeziyet ifade etti. Bu günün merkeziyeti birkaç şeyde yatıyordu, en önemlisi de Siyonist varlıkla doğrudan yüzleşmesiydi — ona karşı en büyük direniş ve mücadele eylemlerinden biri.

Bu çatışma iki önemli noktayı doğruladı:

Kudüs, El-Aksa Camii ve Filistin'in nihai kurtuluşunun mümkün olduğu.

Bu yapay, kırılgan varlığın - ne kadar güçlü veya kibirli görünürse görünsün - doğası gereği sadece yenilgiye değil, tamamen ortadan kalkmaya da açık olduğu.

İsrail'in yok oluşu fikri, bazılarının küçümseyerek söylediği gibi, Arap ve İslam dünyasındaki hayalperestlerin boş bir hayali değildir. Aksine, bu fikir birçok düzeyde, hatta Siyonist düşünürlerin kendi aralarında ve küresel ölçekte tartışılmaktadır. Bazıları artık bu uydurma varlığın sonunu öngördüklerini açıkça dile getirmektedir. Dünya çapında düzenlenen kitlesel gösteriler, Filistin'in tamamen kurtarılması, Filistinlilerin topraklarına geri dönmesi ve bu toprakları işgal edenlerin, bu topraklar üzerinde meşru bir hakları olmadığı için geldikleri yere geri dönmeleri çağrısını doğrulamıştır.

“Büyük değişim” ise kaçınılmazdır. Tufan gibi katalizörler — ve daha önce Kudüs'ün Kılıcı Savaşı ve taş atma İntifadaları — bunun öncülleridir. Bu büyük değişim, uzun süredir birçok nedenden dolayı parçalanmış olan Arap ve Müslüman dünyası gibi tüm bölgeyi etkileyecektir.

Bu değişimi akıllıca, dengeli ve kararlı bir şekilde değerlendirmek ve bizim aleyhimize değil, lehimize bir değişim olmasını sağlamak için yatırım yapmak gerekir. Bu, bu tür dönüşümleri yöneten ilahi kanunların farkında olmayı gerektirir. Bu farkındalık olmadan, yaklaşan bu değişimi yönetemeyiz.

Bu dönüşüm, Ümmet'in çöküşüne, zayıflığına ve geri kalmışlığına yol açan tüm faktörleri etkileyecektir. Bu, büyük önem taşıyan tarihi bir dönüm noktası olacak ve değişimin nasıl, neden, ne zaman ve hangi yollarla gerçekleşmesi gerektiği sorularını gündeme getirecektir. Büyük değişim kaçınılmazdır ve herkes buna hazırlanmalıdır. Ümmet, Tufan ve benzeri olayları, birliğini, kolektif kimliğini ve etkinliğini güçlendirmek ve hak ettiği yeri geri kazanmak için bir fırsat olarak değerlendirmelidir.

- Sık sık “kapsamlı medeniyet direnişi”nden bahsediyorsunuz. Bununla neyi kastediyorsunuz, özellikle de El-Aksa Tufanı bağlamında?

Direniş, silahlar ve askeri çatışmalarla sınırlı değildir. Hayatın tüm yönlerini kapsayan geniş ve kapsamlı bir kavramdır. Kültür, eğitim, bilgi, ekonomi, medya ve değerleri içerir.

Medeniyet direnişinden bahsettiğimizde, baskı, işgal ve sömürgecilikle mücadele etmek için ümmetin tüm kaynaklarını harekete geçiren bir projeden söz ediyoruz. El-Aksa Tufanı, bize gerçek direnişin askeri kararlılığı kültürel, entelektüel ve manevi boyutlarla bütünleştirdiğini gösterdi.

Tufanın geçici zaferlerden öte, kalıcı bir değişime yol açmasını istiyorsak, direnişe ilişkin bu kapsamlı vizyon çok önemlidir.

- Yazılarınızda sık sık iki kavramı karşılaştırıyorsunuz: “zayıflık” ve “kararlılık”. Bu kavramların Filistin deneyiminde nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz?

Zayıflık ile kararlılık arasında bir fark vardır. Zayıflık, saldırganlık karşısında teslim olmak, iradeyi kaybetmek ve çökmek anlamına gelir. Kararlılık ise sebat etme, zorluklara göğüs germe ve acıyı güce dönüştürme yeteneğidir.

Filistinliler, kararlılığı en derin anlamıyla somutlaştırmışlardır. Kuşatma, yerinden edilme, katliamlar ve sürekli savaşa rağmen kimliklerini, kültürlerini ve direnme iradelerini korumuşlardır. Bu zayıflık değil, tüm ümmeti ilhamlandıran bir dirençtir.

Tufan, bu ayrımı bir kez daha gün ışığına çıkardı. İşgalin, silahlarına ve Batı'nın desteğine rağmen kırılgan olduğunu, ezilen Filistinlilerin kararlılığının ise saldırganın gücünden daha güçlü olduğunu gösterdi.

- Bazıları 7 Ekim 2023'ün sadece bir askeri operasyon olduğunu savunurken, siz bunu “medeniyet açısından anlamlı” bir olay olarak görüyorsunuz. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

Gerçekten de, Tufan askeri bir operasyondu, ancak içeriği medeniyet açısından önemliydi. Sadece bir sınırı aşmak veya askerleri yakalamakla ilgili değildi. Doğru ile yanlış, ezilen halk ile işgalci güç arasındaki çatışmayı simgeliyordu.

Anlamı savaş alanının ötesine uzanıyordu:

– Filistin'in küresel vicdanındaki merkezi konumunu yeniden canlandırdı.

– Sebebi ortadan kaldırmaya çalışan normalleşme projelerini bozdu.

– İşgali destekleyen ve soykırımı örtbas eden Batı'nın ikiyüzlülüğünü ortaya çıkardı.

Bu nedenle, Tufan sadece geçici bir askeri olay değildir, dünya çapında entelektüel, kültürel ve ahlaki anlatıyı yeniden yapılandıran bir an oldu.

- “Normalleştirme” eğilimi ve İbrahim Anlaşmaları yoğun bir şekilde tartışıldı. Sizce Tufan bu projeleri nasıl etkiledi?

Normalleştirme, işgali doğal ve kabul görmüş bir gerçeklik haline getirmeyi, Filistin'i hafızalardan silmeyi amaçlıyordu. İbrahim Anlaşmaları, sanki çatışmanın sonunu işaret ediyormuş gibi sunuldu.

Ancak Tufan, bu hayalleri paramparça eden bir yıldırım gibi geldi. Herkese – Araplara, Müslümanlara ve tüm dünyaya – işgalin gayri meşru olduğunu ve Filistin'in merkezi bir mesele olmaya devam ettiğini hatırlattı.

Bir zamanlar normalleşmeyi savunanların çoğu şimdi utanç duyuyor ve sessiz kalıyor. Arap ve Müslüman dünyasında her zaman normalleşmeyi reddeden halkın iradesi yeni bir güç kazandı. Tufan, bu davayı kimliğimizin ve geleceğimizin merkezinde hak ettiği yere geri getirdi.

- Psikolojik savaşın rolünü vurguluyorsunuz. Tufan ve Gazze'de devam eden savaş bağlamında bunun nasıl işlediğini düşünüyorsunuz?

Psikolojik savaş bu mücadelenin merkezinde yer alıyor. İşgal, uzun süredir Filistinliler ve Araplar arasında korku, umutsuzluk ve çaresizlik duygusu aşılamaya dayanıyor. Bizim, kendisinin yenilmez olduğuna inanmamızı istiyor.

Ancak Tufan bu imajı paramparça etti. 7 Ekim, düşmanın yenilmez olmadığını, güvenlik doktrininin ihlal edilebileceğini ve ordusunun yenilebileceğini gösterdi. Bu, Siyonist varlık ve destekçileri için büyük bir psikolojik darbe oldu.

Öte yandan, Filistinliler ve daha geniş anlamda Müslümanlar psikolojik güç kazandılar. Umut yeniden canlandı, direnişe olan inanç yenilendi ve kurtuluşun mümkün olduğuna dair kesinlik daha da güçlendi.

İşgal, caydırıcı imajını geri kazanmak için katliamlarına devam ediyor, ancak burada da başarısız oluyor — ne kadar çok öldürürse, ahlaki iflasını dünyaya o kadar çok ifşa ediyor.

- Medya boyutu ne durumda? Medya, tufanı ve sonrasını nasıl şekillendirdi?

Medya da savaşın bir parçası. İşgal, küresel medya kurumlarına, Batı'nın siyasi desteğine ve propaganda makinesine sahip. Ancak bugün alternatif medya, sosyal medya ve yurttaş gazeteciliği, işgalin suçlarını gerçek zamanlı olarak ortaya çıkardı.

Gazze'den gelen görüntüler — bombalanan evler, katledilen aileler, metanetli çocuklar — dünyanın her köşesine ulaştı. Artık gizleyemezler.

Bu, küresel kamuoyunu değiştirdi. Batı'da ilk kez milyonlarca insan İsrail'i açıkça kınıyor ve hükümetlerinin İsrail'e körü körüne verdiği desteği sorguluyor. Medya savaşı artık tek taraflı değil; aynı zamanda bir direniş alanı haline geldi.

- Kitabınızda Tufan'ı okurken “epistemolojik çerçevelerden” bahsediyorsunuz. Ne demek istediğinizi açıklayabilir misiniz?

Evet. Olayları anlama şeklimiz, kullandığımız bilgi çerçevelerine bağlıdır. Tufan'ı tamamen askeri veya siyasi bir bakış açısıyla ele alırsak, onu sayılara indirgeriz — kayıplar, roketler, istatistikler.

Ancak medeniyet çerçevesini benimseriz, daha derin anlamlarını görürüz: kimliğin yeniden canlanması, davanın yeniden teyit edilmesi, küresel adaletsizliğin ortaya çıkarılması, ümmetin uyanışı.

Batı medyası veya siyasi elitlerin dayattığı dar çerçeveleri benimsemek yerine, değerlerimize ve tarihimize dayanan kendi direniş epistemolojimizi inşa etmek çok önemlidir. Ancak o zaman tufanın gerçek büyüklüğünü kavrayabiliriz.

- Bazı analistler, tufanın Filistinlileri daha da izole ettiğini savunuyor. Diğerleri ise davayı yeniden canlandırdığını söylüyor. Siz hangi görüşü savunuyorsunuz?

Tereddüt etmeden şunu söyleyebilirim: Tufan, davayı yeniden canlandırdı. Filistin bugün, on yıllardır olmadığı kadar merkezde.

Küresel gösterilere bakın: Londra, New York, Cape Town, Cakarta, İstanbul ve daha birçok yerde milyonlarca insan Gazze için yürüyüş yaptı. Üniversiteler benzeri görülmemiş bir dayanışmaya tanık oldu. Hatta dünyanın dört bir yanındaki Yahudi sesler bile Siyonist suçları kınamak için yükseldi.

Evet, Batılı hükümetler işgali desteklemeye devam ediyor, ancak halkları değişiyor. Ahlaki rüzgâr yön değiştiriyor. Arap ve Müslüman dünyasında ise, yıllarca ihmal edildikten sonra bu konu yeniden gündemin merkezine oturdu.

Dolayısıyla, Filistinlileri izole etmekten uzak, tufan onları adalet ve özgürlük için küresel hareketlerle daha derin bir şekilde bağladı.

- Geleceğe bakıldığında, tufandan sonra Filistin davasının geleceği hakkında ne öngörüyorsunuz?

Tufan, manzarayı çoktan yeniden şekillendirdi. Filistin davası, sadece bölgesel değil, küresel olarak da belirleyici bir konu olarak yeniden ortaya çıktı.

Yakın gelecekte şunları bekliyorum:

– Daha büyük kutuplaşma: adalet ve özgürlük için mücadele edenler ile baskı ve soykırımı destekleyenler arasında.

– Siyonist varlığın krizinin derinleşmesi: askeri, siyasi ve ahlaki olarak. Varoluşsal sorularla her zamankinden daha ciddi bir şekilde karşı karşıya kalacak.

– Filistinliler arasında güçlenen kararlılık: müzakere ve tavizlerin asla başaramayacağı şeyleri, kararlılık ve direnişle başarabileceğine dair inanç.

Uzun vadede, tufanın işgalin çöküşünün ve Ümmet'in yeniden canlanmasının ilk bölümü olarak hatırlanacağına inanıyorum. Yol uzun, ancak yön belirlendi.

- Müslümanlar ve Filistin yanlısı hareketler tufandan hangi pratik dersleri çıkarmalıdır?

Birkaç önemli ders:

Davanın birliği: Filistin, kimliğimizin, siyasetimizin ve kültürümüzün merkezinde kalmalıdır. Onu kenara itmeye yönelik her türlü girişim ihanettir.

Direniş çok boyutludur: Askeri mücadele hayati önem taşır, ancak entelektüel, kültürel, medyatik ve ekonomik direniş de öyle.

Kararlılık güçtür: Filistin modeli, dayanıklılık ve inancın en acımasız baskıları bile aşabileceğini göstermektedir.

İlahi kanunların bilinci: Değişim, hayalperestlikle değil, mücadele, fedakarlık ve hazırlık ile gelir.

Küresel dayanışmayı harekete geçirmek: Tufan, dünya çapında milyonlarca insanın adaletsizliğe karşı çıkmaya hazır olduğunu kanıtladı — bu, geliştirilmeli ve organize edilmelidir.

- Son olarak, El-Aksa Tufanı’nın anlamını kişisel olarak nasıl özetlersiniz?

Benim için Tufan, Allah’ın ezilen halka savaş alanının ötesinde bir zafer bahşettiği tarihi günlerden biridir. Bu gün, yalanları ortaya çıkarır, inancı canlandırır ve haysiyeti geri kazandırır.

Bize kurtuluşun sadece mümkün değil, kaçınılmaz olduğunu gösterdi. Tufan bizi Filistin'e, El-Aksa'ya ve kolektif kaderimize yeniden bağladı.

Bu hem bir sınav hem de bir vaat: farkındalığımızın, birliğimizin ve eylemliliğimizin bir sınavı ve ne kadar uzun sürerse sürsün adaletin galip geleceğine dair bir vaat.

HABERE YORUM KAT