Sapkınlık kader mi, tercih mi?
İnsan bazen yanlış bir yola o anda değil, alışa alışa sapar; en tehlikelisi de bunu yaparken kendini güvende hissetmesidir. A‘râf sûresinin bizi durdurup düşündüren “Allah bir kısmına hidâyet etti ve bir kısmına da sapkınlık hak oldu…” (el-A‘râf 7/30) ayeti tam da buraya temas ediyor: Bu yazıda ele aldığım mesele, hidâyetin niçin bazılarına nasip olurken bazılarının sapmada ısrar ettiğidir. Kur’an’ın sunduğu çerçeve şunu düşündürüyor: Sapma, kaderin kör bir cilvesi mi, yoksa insanın yöneldiği dostlukların doğal bir sonucu mu? İslâmî literatürde “velâyet”, modern çalışmalarda ise “yanlış yönelim” veya “kendini aldatma” diye karşılanan bu durum, bize güçlü bir ihtimali gösteriyor: İnsan, Allah’tan başkasını rehber edindikçe yolunu şaşırıyor. Buna karşılık doğru dostluğu seçtiğinde hidâyet kapısı aralanıyor. A‘râf 7/30 ayeti, sadece bir tespit yapmıyor; aynı zamanda bizi kendi yönelişlerimizi sorgulamaya davet eden çarpıcı sonuçlar sunuyor. Bu yazının ilerleyen paragraflarında, sapkınlığın gerekçesini ve bu gerekçenin bireysel, toplumsal ve ahlâkî yansımalarını birlikte görmeye çalışacağız.
Sapkınlığın Gerekçesi: Yanlış Yönelişler
Doğru yolu bulmak isteyene Allah yardım eder. Sapkın inançlara yönelenlerin de önleri açıktır. Yüce Allah, seçenekleri yaratır, sonuç insanların yönelişiyle ortaya çıkar: “Allah bir kısmına hidâyet etti ve bir kısmına da sapkınlık hak oldu; çünkü onlar Allah'tan başka şeytanları dostlar edindiler ve kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar.” (el-A`râf 7/30). Ayette, kulların sapıtması, yüce Allah’ın fiili gibi görünse de bu sapma, onların Allah’tan başkasını dost edinmesine bağlanmıştır. Yani insan, hak yoldan sapmasını yüce Allah’a yükleyip sorumluluktan kendisini kurtaramaz. Yüce Allah’ı dost edinenler doğru yola girer.
Tâgūta Gönüllü İtaat Tehlikesi
Şeytanı dost edinen sapıtır. Şeytanın yolundan gidip vahyi göz ardı eden kimseleri de dost edinmek şeytanı dost edinmek gibidir. Yani harama çağıran otoriteye (tâgūt-1) gönüllü itaat de bu yasak kapsamındadır. Bu tehlike, kişinin kendisine ve yakınlarına iyi bir çevre oluşturmasını, şerli kimselerle mesafeyi koruması gerektiğini zorunlu kılar. Resülullah (s) bu konuda “Kişi dostunun dini üzeredir; kiminle dostluk kurduğunuza dikkat edin.” (2) diyerek ümmetini uyarmıştır. Kur'an, “kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar” diyerek epistemik aşırı güven (3) sorununa dikkat çeker. Nitekim halk irfanının veciz biçimde dile getirdiği “kendi gözündeki merteği görmeyen, başkasının çöpünü sayar” sözü, bu durumu somut bir biçimde ifade eder. Bu bağlamda Kur’an, zanlarına dayanarak sapıtan kimseleri, epistemik aşırı güven sorunu nedeniyle kınama kapsamı dışında tutmamaktadır. Bu kınanan tutumun benzeri şu ayette mevcuttur: “Onlar, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gittiği hâlde kendilerinin iyi iş yaptıklarını sanırlar.” (el-Kehf 18/104). Kendini doğru yolda zannetme yanlışından uzaklaşma, kişinin kendisini murakabesi (öz eleştiri) ile mümkündür. Aksi takdirde insan, öznel kanaatlerini hayatının ölçütü kılar ve dinden iyice uzaklaşır.
Sonuç
A‘râf sûresinin 30. ayeti, bu yazıda vardığımız sonucu açıkça önümüze koyuyor: İnsan, yolunu kaybettiğinde bunu çoğu zaman fark etmez; hatta kayboluşunu doğruluk zannıyla süsler. Ayetin işaret ettiği temel gerçek şudur: Hidâyet ve sapma, soyut kader başlıkları altında değil, insanın kime yaslandığı ve kimi rehber edindiği üzerinden şekillenir. Allah’tan başkasını dost edinen kimse, zamanla o dostluğun istikametini de benimser; böylece sapma, dışarıdan dayatılmış bir yazgı değil, içeriden beslenen bir yöneliş hâline gelir. Bu tespite göre günümüz insanı için tehlike, açık bir inkârdan çok, yanlış bağlılıkları “doğru yol” zannederek benimsemektir. A‘râf 7/30, her çağda olduğu gibi bugün de bize şunu öğretir: Kişi yolunu korumak istiyorsa önce dostluklarını gözden geçirmeli, kendi doğruluğundan emin olmadan önce kendisiyle yüzleşmelidir. Bu ayetin güncel çağrısı nettir: İman, ancak sürekli bir uyanıklık ve iç muhasebe ile diri kalır; aksi hâlde insan, yanlış bir yolda yürürken bile kendini güvende sanabilir.
- Tâgūt, hak yoldan saptıran, bazılarınca yaratılmışlık üstü konumunda tutulan varlık demektir. Bk. “Tâgūt”, TDV İslâm Ansiklopedisi (Erişim 08 Haziran 2025).
- Suleymân b. el-Eşʿas̱ es-Sicistânî Ebû Dâvûd, Sünenü Ebî Dâvûd, thk. Muḥammed Muḥyiddîn ʿAbdulḥamîd (Beyrut: el-Mektebetu’l-ʿAṣriyye, ts.), “Edeb”, 19 (4833).
- Dirk-Martin Grube, “What Is Wrong with Exclusivism? Religious Exclusivism between Epistemic Overconfidence and Epistemic Humility”, International Journal for Philosophy of Religion 96/2 (01 Ekim 2024), 118.









YAZIYA YORUM KAT