Melaye Cîziri’nin izinde: Kardeşliği yeniden tesis etmek
Ey şehinşahê mu’ezzem heq nigehdarê te bî
Sureyê “İnna Fetehna” dewrê madarê te bi
Melayê Cîziri / Divan
29 Kasım’da Cizre’de Şırnak Valiliği, Şırnak Üniversitesi ve Cizre Kaymakamlığı tarafından düzenlenen 4. Uluslararası Melayê Ciziri Sempozyumu, ortak kültürümüzü temsil eden bir şahsiyet etrafında buluşmaya imkân sağlaması bakımından çok değerlidir. Cizre’nin tarih ve irfan ikliminde yapılan bu buluşma, sadece bir sempozyum değil; bu coğrafyanın parçalanmış hafızasını onarma çabasının da sembolik bir adımıydı.
İçişleri Bakan Yardımcısı Münir Karaloğlu’ndan sanat ve akademi çevrelerine, farklı siyasi eğilimlerden milletvekillerine kadar geniş bir katılım gerçekleşti. Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Başkanı Mesud Barzani’nin sempozyuma iştirak etmesi doğal ve Melayê Ciziri’nin kültürel mirası açısından son derece anlamlıydı.
Habur Sınır Kapısı’ndaki karşılama merasimi de bu çerçevede olması gerektiği gibiydi. Ancak, Barzani’nin silahlı korumaları etrafında oluşan “protokol tartışması”, iyi niyetli bir çabayı amacından uzaklaştırdı. Türkiye’de Barış ve Kardeşlik Süreci’nin ilerlediği, toplumsal hassasiyetlerin kolaylıkla köpürtülebildiği bir dönemde; görüntülerin ZP ve İYİP gibi çevrelerce istismar edileceği açıktı. Bu kesimlerin sosyal barıştan ne anladığını herkes biliyor.
Ne var ki tartışmayı esas büyüten, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bir gazeteye verdiği röportajdaki eleştiriler ile Barzani cephesinin buna verdiği sert ve talihsiz yanıt oldu. Bahçeli’nin eleştirisi doğrudan Barzani’nin şahsına yönelik değildi; protokoldeki görüntülere dair bir değerlendirmeydi. Fakat KDP adına yayımlanan açıklamada kullanılan dil ve üslup çok kaba ve ölçüsüzdü. Yaklaşık 80 yıllık bir geleneğe ve bölgesel dengeleri hassasiyetle gözeten bir siyasal kültüre sahip bir parti merkezinin böyle bir açıklama yapmış olması üzüntü vericidir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu açıklamayı “kabul edilemez” bulması ve KDP’den izahat talep edilmesi, meselenin Ankara-Erbil hattında oluşturduğu kırılganlığı fark etmek açısından önemlidir. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun, “Ne Bahçeli’nin ne Barzani’nin art niyetli olduklarını düşünmüyorum” tespiti, aslında fotoğrafı en doğru şekilde özetliyor. Fakat mamafih iyi niyetle başlayan bir süreç, küçük bir ihmalin yol açtığı kırılganlık nedeniyle hiç istenmeyen bir mecraya sürüklendi.
Esasında bölgede cereyan eden çok daha provakatif olaylara bile daha ağırbaşlı ve soğukkanlı bir şekilde yaklaşan Barzani’nin; böylesine hassas bir dönemde, aldığı riskler itibariyle büyük bir baskı ve gerilim altında olduğunu tahmin ettiğimiz, dahası, haklı olduğu bir mevzuyla ilgili Bahçeli’nin eleştirisine böylesine kaba bir üslupla cevap vermesi büyük bir talihsizliktir.
Bu hadisenin ardından özellikle ırkçı ve şoven çevrelerin Barzani’nin şahsı üzerinden tüm Kürtlere yönelik sistematik bir nefret diline sarılması ibretliktir. Türklük üzerinden bir hassasiyet oluşturarak bu süreci rayından çıkarmak isteyen, Bahçeli’yi yıpratmak için fırsat kollayan ırkçı/şovenist kesimlerin asıl dertlerinin bağcıyı dövmek olduğu açıktır.
Bu olayın ortaya çıkardığı çarpıklığı yeniden hatırlatmak gerekiyor: Türk ırkçılığının toplumu bir arada tuttuğu; Kürt ırkçılığının ise bölücü olduğu inancı büyük bir yanılsamadır. Irkçılık, hangi etnik kimlik adına yapılırsa yapılsın, toplumu mayalayan ortak vicdanı tahrip eder; bu coğrafyanın tarihsel kırılmalarının çoğu da tam bu zihinsel zehirlenmenin ürünüdür. İkisi de toplumsal dokuyu eşit derecede zehirleyen bölücü ve yıkıcı anlayışlardır. Gerçekten de barış diye bir derdi olan, ülkesini ve milletini seven hiç kimse bu ülkedeki etnik asabiyetleri kaşımaz.
Görünen şu ki; Birlik ve Kardeşliğin sağlanması için yasal düzenlemelere ilave olarak toplumsal bir rehabilitasyona da ihtiyaç vardır.
Hükümetin, kendilerini devletin asli sahibi olarak gören ve yıllardır nefret söylemini normalleştiren Kemalist çevrelerin her gün işledikleri nefret suçlarına, Kürtlere karşı kin kusan ve organizeli olduğu anlaşılan şebekelere karşı daha cüretkâr davranması gerekiyor. Bu kesimlerin elindeki medya ve sosyal medya hesaplarında her türlü nefret suçu işleniyor. Sadece tek başına hükümet de değil, adalet ve kardeşlik iddiasına sahip tüm toplumsal kesimlerin bu azgınlığa karşı durma sorumluluğu vardır. Cumhuriyet’in inşa döneminde kullanılan bu seküler-milliyetçi paradigma, toplumu bir arada tutan medeniyet kodlarımızı tahrip etmektedir.
Bugün karşı karşıya olduğumuz kırılganlık, bir protokol tartışmasının ötesinde bizi daha derin bir hakikatle yüzleştiriyor: Bu coğrafyanın tarihsel bagajlardan arınmış bir zihinsel dönüşüme ihtiyacı var. Etrafımıza örülen sınırlar sadece coğrafyamızı değil, zihinlerimizi ve kalplerimizi de bölmüş. Her dönemeçte nükseden bu tip arızalar, bu ortak hafızayı yeniden inşa etme çabasının ne kadar kıymetli ve aynı zamanda kırılgan olduğunun delilidir.
Bu olay; ulus-devletin oluşturduğu yabancılaşmanın beraberinde getirdiği medeniyet temelli bir krizle karşı karşıya olduğumuzu yeniden gösterdi. Bu sebeple Terörsüz Türkiye süreci, aynı zamanda yüz yıllık Türkçü/Kemalist anlayışın tasfiyesinin nasıl da hayati bir önemde olduğunu gösteriyor. Aynı toprağın insanları, birbirine had bildirerek değil, birbirini gerçek anlamda severse ortak bir medeniyet inşa edebilir.
Sonuç olarak bu olay, devlet aklının, bölgesel barışın ve toplumsal birlikteliğin ne kadar kırılgan bir zeminde ilerlediğini tekrar hatırlattı. Küçük hataların, iyi niyetli çabaları gölgeleyebildiği bir dönemdeyiz. Bu nedenle hem Ankara’nın hem Erbil’in meseleyi suhuletle çözerek provokasyon arayan çevreleri boşa düşürmesi gerekiyor. Zira bu coğrafyanın mayası kardeşliktir; yeter ki feraset, kötülerin oyununu bozacak kadar uyanık olsun.






YAZIYA YORUM KAT