1. YAZARLAR

  2. Hatice Yıldırım

  3. Teşhirciliğe ve Sapkın Hareketlere Karşı Mücadelede Usul

Hatice Yıldırım

Yazarın Tüm Yazıları >

Teşhirciliğe ve Sapkın Hareketlere Karşı Mücadelede Usul

Ocak 2024A+A-

Maalesef modern hayat, bireysel ve toplumsal her alanı kuşatmış durumda. Herkes haklı, her şey doğru, her şey iyi, isteyen istediği “doğru”ya inanabiliyor. Ölçüsüzlük görünüşte ortak tek ölçü olmuş durumda.

TDK sözlüğünde teşhir; gösterme, sergileme, herkese duyurma gibi anlamlara gelmektedir. Teşhircilik bir mikrop gibi toplumda yaygınlık kazanmıştır. İnsanlar yediklerini, içtiklerini, gezip gördükleri yerleri, giyim kuşamlarını, ev dekorasyonlarını, absürt evlilik tekliflerini, doğacak çocuklarını ve hatta doğumun her aşamasını partilerle karşılayacak kadar ileri gitmişlerdir. Kendini ifşa etme, sergileme arzusunun mahrem kalması gereken birçok şeyi sosyal medya aracılığıyla “bir seyretme ilişkisine” dönüştürdüğünü görmekteyiz.

Teşhir, öyle görünüyor ki rol model olan “sanatçılar” ve influencerlar aracılığıyla gençler arasında bir iletişim şeklini almış durumda. Özellikle bu tip kimseler kendi vücutları başta olmak üzere gittikleri yerleri, tükettikleri ürünleri, sahip oldukları şeyleri sosyal medyada paylaşıyor; beğeni, yorum, mesaj ve benzeri etkileşimler aracılığıyla teşhirciliği teşvik etmiş ve yaygınlaştırmış oluyorlar. Ayrıca bedenlerin teşhiri sonucunda maddi gelirin de elde edilmesi bu müfsit zeminin büyümesine yol açmaktadır.

Bugün fıtratlarımıza büyük ve tam teçhizatlı bir savaş açılmıştır. Bu savaş askerî savaşlardan daha tehlikeli ve etki bakımından daha tesirlidir. Rabbimiz Bakara suresinin 205. ayetinde, yeryüzünde iktidarı ele geçiren zalimlerin ekine ve nesle zarar verdiklerini bildiriyor. Ekine açılan savaşın sonuçlarını hepimiz görüyoruz. Bu bozulma ekinle başlıyorsa dikkatlerimizi şuraya çekmek gerekecek. GDO’su değişen yiyecekler ve içecekler yüzünden adını yeni yeni öğrendiğimiz ve bilmediğimiz birçok hastalığın yaygınlık kazanması bu sebepten olsa gerek. Nesle yönelik saldırılar sistematik olarak bilimle, felsefeyle, sosyal medya aracılığıyla hız kesmeden devam ederken, bu ifsat edici tasavvur birçok şeyi belirler hale geldi. Siyaseti, ekonomiyi, eğitimi ideolojileri hatta hukuk sistemlerini değiştirerek ve cinsiyetler üzerinden yeni kimlikler inşa ederek ilerledi.

 Sapkın hareketleri, eşcinseller üzerinden biraz daha açacak olursak tavrın niteliğini belirlemek için bu eğilimin üç kategoride değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim.

1) Homoseksüel duygular taşıyıp bunu bir yaşam biçimine dönüştürmeyenler.

2) Eşcinsel olup daha sonra pişman olan ama psikiyatri derneklerinin ve LGBT lobilerinin baskısına maruz kalanlar.

3) Bilinçli olarak azgınlık tercihinde bulunan ve bunu yaygınlaşmaya çalışanlar.

Birinci ve ikinci grupta olan kişilerin teşhis ve tedavi için kimlerden destek alacağı, bu eğilim içinde olup da iyileşmek isteyenlerin profesyonel yardımı nereden alacağı ve bu kimselere nasıl bir terapi uygulanacağı önümüzde ciddi bir soru(n) olarak durmaktadır.

Bu kişilere onarım terapisi mi yoksa onay terapisi mi uygulayacağız?

Bu sapkın eğilimin birçok nedeni olmakla beraber toplumda en sık görünen neden cinsel kimlik bozukluğudur. Buna da çoğunlukla bozuk aile dinamiği ve hatalı ebeveyn davranışları yol açar. Bu sorunlar çocukluk döneminde ele alınmaz ve tedavi edilmezse ergenlik döneminde büyük sorunlara zemin hazırlanmış olur.

LGBTi’nin koz olarak gördüğü ve toplum nazarında meşruiyet kazanma çabasını ifade eden sondaki “i” harfinin temsil ettiği interseks (diğer adıyla hünsa) terimine dikkat etmek gerekir. Hastalık ile sapkınlık ayrımı yapılıp yaş ve kuru birbirine karıştırılmamalıdır.

Bir kimsede genetik yapı, gonadal yapı itibariyle cinsiyet hormonlarından biri veya birkaçı yoksa o kişi interseks grubundadır. İnterseks, erkek mi kız mı tam olarak tespit edilemeyen hastalara denir. Bu tür kişilerde cinsel sakatlık var demektir. Bu hastaların başvuracağı merci ürologlardır. Bu vakalar iki yaşından önce tedavi edilmelidir. Sonraya bırakılırsa çocukta cinsel kimlik karmaşıklığına sebep olur.

Rabbimizin “Ekini ve nesli bozarlar.” ayetiyle bağlantısını aradığımızda, interseks eğiliminin yediklerimiz ve içtiklerimizle bağlantılı olduğu görülecektir. Bazı nedenleri şunlardır:

1) Genetik kromozonal bozukluklar. Bunun en sık nedeni akraba evlilikleridir.

2) Gebeliklerde kullanılan hormon ilaçları

3) Endokrin bozucular. Bunu da üç maddede açabiliriz:

a) Sebze ve meyveleri hızlı büyütmek için kullanılan tarım ilaçları.

b) Kozmetikler ve plastik mutfak eşyaları.

c) Ev tekstili ve endüstride kullanılan kimyasallar.

Bu ve buna benzer nedenler vaka sayısının artmasına sebep oluyor. Bu vakaların görülme sıklığı 5 bin doğumda birdir. 84 milyon nüfuslu ülkemizde bu durumun 16-17 bin vakaya tekabül ettiğini görüyoruz.

Cinsel Kimlik

Çocuğun kendi cinsiyetini algılaması, kız ya da erkek olduğunu fark edebilmesi, kendi cinsiyetine aitlik hissetmesi, kendi bedenini ve benliğini bir uyum içinde kabullenmesi, kız ya da erkek olmaktan huzur ve güven duyabilmesi cinsel kimliğinin sağlıklı oluşuna işarettir. Eşcinselliğin en sık görünen nedeni bu mekanizmanın bozulmasıdır. İnterseks ve cinsel kimlik bozukluğu çok ayrı konulardır. Bu durum asla sapkın eğilimin meşruiyet alanı olmamalı ve buna izin verilmemelidir.

Her çocuk cinsiyet kimliğini 1 ile 6 yaş arasında, hemcinsi olan ebeveynleri ile özdeşim kurarak geliştirir. Kız çocuk annesiyle, erkek çocuk ise babasıyla özdeşim kurmalıdır. Kurulan bu sağlıklı özdeşim çocukta bir hoşnutsuzluk yaratmayacaktır. Ancak çocuğun bazı korkuları ve travmaları varsa o zaman anne veya baba ile özdeşimi bloke olur. Bu kişiler çocukluk döneminde cinsiyetine ait cinsiyet kimliğini yeterince geliştiremedikleri için oluşan sorun ergenlik döneminde daha fazla belirginlik kazanacaktır.

Ergenlik döneminde olan çocuklar özdeşim kuramadığı ebeveynlerin yerine yeni modellerle karşılaşacak ve beğendiği kişilerle özdeşim kurma eğilimi göstereceklerdir. Sağlıklı psikolojik ve cinsel özdeşimler kuramamış bir ergen, yeni kimliğini oluşturma sürecinde gerçek kimliğinin ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir.

Ergenliğin başlangıç dönemlerinde yaşanan karmaşık duyguların diğer bir nedeni de hormonal dengedir. Normalde geçici olan bu karmaşık durum, yani ergenin kendi cinsine yönelimi, kendisi ve çevresi tarafından homoseksüel eğilim olarak algılanabilir. Burada dikkat edilmesi gereken bu dürtülere sahip olan bir ergenin bir psikolog veya psikiyatrist tarafından eşcinsel olarak damgalanmamasıdır.

Cinsel karmaşa yaşayan ergenler için medya, gençlerin önüne cazip “gey” imajlar koymaktadır. İnternet sayfaları, televizyon filmleri, rock müzik grupları, gençlik dergileri vb. geyleri ön plana çıkaran mesajlarla doludur ki bu, kafa karışıklığı yaşayan gençleri baştan çıkarmaya sebep olmaktadır.

Psikiyatristlerin, ergenleri ve ailelerini bu durumun genetik olduğuna, doğuştan geldiğine inandırma çabalarını görüyoruz. Kimilerinin de bu duruma “özgürlük” ve “hoşgörüyle” yaklaşılması gerektiği konusunda ciddi uğraşları var. Hâlbuki ortaya çıkan bilimsel veriler bunun tam tersi olduğunu kanıtlamıştır.

Ağustos 2019 tarihinde dünyanın en prestijli bilimsel dergilerinden biri olarak görülen Scien dergisinde yayınlanan bir çalışma ile 500 bine yakın bireyin genetik verileri incelenmiş ve bu bireylerin cinsel yönelimleri sorgulanmıştır. Buna göre genetik faktörün cinsel yönelimler üzerinde bir etkisinin olmadığı; asıl belirleyici olanın yetiştirilme tarzı, kişilik ve çevresel nedenler gibi genetik olmayan faktörler olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışmaya ABD, Avrupa ve Avustralya’dan 22 büyük merkez ve onlarca bilim insanı katılmıştır. Toplumda 477.500 bireyin genetik verileri incelenmiş, genetik materyaller İngiltere ve Amerika’daki iki şirketten alınmış tüm bireylerin cinsel yönelimleri sorgulanmıştır. Buna göre eşcinsellik geni diye bir genin bulunmadığı; asıl belirleyici olanın dış faktörler olduğu tespit edilmiştir. (Bkz. Zeki Bayraktar, İnterseks-Hermafrodit ve Eşcinsel, Motto Yayınları)

Fıtrata açılan bu savaşı ciddiye almalı mıyız? Elbette almalıyız. Bu sapkın hareketlere çeşitli ülkelerin ve bu ülkelerde bulunan sivil toplum kuruluşlarının destek verdiklerini gözden kaçırmamalıyız. Özellikle psikiyatri derneklerinin aktif çalışmaları, bu vakaların yine en meşru zeminini oluşturmaktadır. Burada öylesine örgütlenmiş bir hareketle karşı karşıyayız ki aileleri dahi ikna etmeyi başarmış ve bu sapkın eğilimin yaygınlaşması için bizzat bu aileleri aktifleştirip örgütlemişlerdir.

Sonuç Olarak

Rabbimiz A’raf suresi 165. ayetinde “İşte böylece onlar kendilerine yapılan uyarıları göz ardı edince, biz de kötülüğü önlemeye çalışanları kurtardık; haksızlığa sapanları da yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü dehşetli bir azap ile cezalandırdık.” buyurmaktadır. Burada Rabbimiz sadece kötülüğü önlemeye çalışanları kurtaracağını söylerken, kötülüğe sapanları dehşetli bir azap ile cezalandıracağını belirtmektedir. Peki, duyarsız olanların akıbeti ne olacak? Bu kategoridekilerin de zalimlerle birlikte değerlendirileceğini belirten müfessirler var. Kötülüğü işlemedikleri halde söz konusu kötülüğe karşı çıkmayanlar da zalim topluluğa dâhil ediliyor. Bu sapkın eğilime mutlaka tavır alınmalıdır.

Nur suresi 30-31. ayetinde Rabbimiz müminlerin nasıl davranması gerektiği sorusuna cevap veriyor: Gözlerini harama çevirmekten sakınırlar ve ırzlarını korurlar.

A’raf suresi 26-27. ayetlerde şöyle buyuruyor Rabbimiz: “Ey âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik; hayırlı olan takva elbisesidir...” “Ey âdemoğulları! Şeytan ana babanızı çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak çıkardığı gibi sizi de şaşırtıp bir belaya düşürmesin…” Bu ayetlerde teşhirin katiyen haram olduğu belirtilmektedir. Âdem'in çocuklarına yani genel olarak insanlığa hitap eden ayetlerde, Allah’ın yarattığı nimetlerin en önemlilerinden olan ve tarih boyunca bütün insanlarca hem bedenin korunması hem ahlakın korunması hem de bir ziynet ve saygınlık aracı olarak kullanılan elbisenin önemine dikkat çekilmiştir. Burada böylesine önemli olan bir nimetin sahibine teşekkür edilmesi gerektiğine dair işaret vardır. Çünkü giyinme ve örtünme sadece insana özgü bir davranıştır. Elbise, insan olmanın bir alametidir; medeniyetin de en eski tezahürlerindendir.

Fıtratlarımız bozulur; insanı insan kılan tüm değerlerimiz elimizden alınırsa insanlık aşağı bir konuma düşer. Bu tehlikelere karşı insanı ıslah edip yaratıcının fıtrata nakşettiği değerleri imana ve ahlaka dönüştürerek bir yol açmamız gerekiyor. Bakara suresinde de buyurulduğu gibi ekine ve nesle açılan bu savaşta öncelikli olarak ne yediğimiz ve ne içtiğimiz de önemlidir.

Sapkın hareketlerin örgütlenmiş, fonlanmış ve dernekleşmiş yapılarına karşı mücadele ederken tuzaklarına düşmüş gençleri ve ailelerini yalnızlaştırmamalı. Hud suresinin 80. ayetinde Lut peygamberin diliyle bu sapkınlığa yönelik olarak dile getirilen “Keşke karşı koyabilecek bir kuvvete sahip olabilseydim!” isteği bizler için bir yol olsa gerek. Kuvvet ve güç oluşturabilmek için, değerlerimize sahip çıkmalı; aileyi ve iç dinamiğini koruyup insanlığa ve inancımıza yapılan saldırılara karşı bireysel ve toplumsal direnç göstermeliyiz. Ülke yöneticilerinin de kanun ve yönetmelikler aracılığıyla sapkınlığa karşı tedbirler alması caydırıcı sonuçlar açısından mühimdir.

Çocuklarımızı azgın gruplara karşı korumalıyız. Yıllarca emek verdiğimiz gençlerimizi hududullahı aşan özgürlük ve tercih söylemlerinin şeytani cazibesiyle baş başa bırakmamalı, konuyla ilgili olarak daima bilinçlendirme çalışmaları yapmalıyız.

Bilinçli bir tercihle sapkınlığa yönelen ve bu azgınlığı yaygınlaştırmak için aktif rol alan kesime karşı asla müsamaha göstermemeli; yaptıklarını meşru görmeyip tavrımızı net ortaya koymalıyız.

Hiç kuşkusuz iyilikten yana tavır almayan, kötülüğe ortak olmuştur. Ruhumuzu fenalıkların bütün çeşitlerinden koruyup örten ve faziletlerin bütün çeşitleriyle bezeyip süsleyen takva elbisesine bürünmek en büyük sorumluluğumuzdur.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR