1. YAZARLAR

  2. Hamza Türkmen

  3. Aksa Tufanı ve Gazze Direnişinin Mayalanma Merhaleleri

Aksa Tufanı ve Gazze Direnişinin Mayalanma Merhaleleri

Ocak 2024A+A-

Son günlerde 7 Ekim ‘Aksa Tufanı’nın imkânlarını ve hazırlanma sürecini; tüm sosyal disiplin ölçümlerini şaşkınlığa uğratan şanlı Gazze direnişinin motivasyon kayrağını ve köklerini analiz etme çabaları, Filistin bağımsızlık mücadelesinin akımlarına ve seyrine dikkatleri yeniden yöneltiyor.

7 Ekim operasyonu bizler için, Yasin suresinde ifade edildiği şekliyle “ilahi mesajı duyurmak için uzaktan koşup gelen bir adam1; 6 Ekim’deki lakaytlığımız ve dağınıklığımızı gidermek için bizlere şehrin uzak köşesinden koşup gelen bir uyarıcı gibiydi.

Hepimiz biliyoruz ki 6 Ekim ve öncesinde reel ekonominin ve reel politikanın günübirlik malayani konularıyla oyalanırken, 7 Ekim’de yepyeni bir dünyaya veya gündeme uyandık.

Aksa Tufanı, sanki Müddessir suresinin ilk pasajını yeniden canlandırıyordu:

“Ya eyyuhel müddessir”: Bu rabbani çağrı, 7 Ekim operasyonu ile ödev ve sorumluluklarımıza rağmen bir örtüye saklanmış atıl halimize hitap eder gibiydi.

“Kum fe enzir. Ve Rabbeke fekebbir”: 7 Ekim bize “Örtünden başını kaldır, ayağa kalk ve uyar, Rabbinin görevlerini hatırla ve hatırlat.” der gibiydi.

“Ve siyabeke fetahhir”: Üzerine çöken, elbisene yani kimliğine bulaşan ataletten, bahanecilikten, cahilî kirlerden temizlen.

“Verrucze fehcur”: Her türlü ruczdan, şirkten, sömürüden, işgalden, sinmişlikten hakka, adalete, tevhid ve dayanışmaya, cihada yani adam olmaya hicret et, uyuşukluğu bırak.

***

Yüce Rabbimiz Gazzeli kardeşlerimizden razı olsun, azim ve direnişlerini ümmetin uyanış ve kurtuluş vesilesi kılsın. Onlar katliama, açlığa, susuzluğa ve dev teknolojik kuşatmalara rağmen sinmeyen ve teslim alınamayan direnişleriyle hem Siyonizm ve emperyalist istikbar ile Filistin toprakları üzerindeki uzlaşma eğilimlerini ve belgelerini yırtıp atıyorlar hem de ümmet bilincini ve dayanışmasını diriltiyorlar.

Batı’nın aşılamaz görülen teknolojik hâkimiyet ve yenilmezlik putunu ve Katil İsrail’in küresel kapitalizmden beslenen üstünlük kibrini yerle bir eden Aksa Tufanı tabiî ki bir mücadele sürecinin, merhaleci bir cihad anlayışının ürünüydü.

Zeyyad Ebu Amr’ın 1989’da yaptığı röportajda HAMAS’ın yani İslami Direniş Hareketinin ilk lideri Şeyh Ahmed Yasin, direnişin oluşum süreci hakkında şunu söylüyordu: “Her hareket belirli aşamalardan geçer. Bir merhaleden diğerine geçiş o hareketi bizzat omuzlayanların kararı tarafından belirlenir. … Mücadele ve katılımın hacmi eldeki imkânlara bağlı kalacaktır.”2 Bu vurgulardan anladığımız o ki “bir merhaleden diğerine” nasıl ve ne zaman geçileceğini hareketin gelişim sürecini, imkânlarını, alanını ve sorunlarını bilenler birikim, basiret, ehliyet şartlarına bağlı olarak istişari planda belirleyebilirler. “Eldeki imkânlar”ın gözetilmesi ise “Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın.”3 ilahi ikazı doğrultusunda hamaset ve abartı tuzağına düşmeme tutarlılığını ifade ediyor olmalıdır.

Muhteşem Aksa Tufanının köklerini ve şanlı Gazze direnişinin toplumsal formülünü anlamaya çalışmak, Filistin’deki mücadele sürecini takip etmekle de alakalıdır. 1990’da yayınlanmaya başlayan Dünya ve İslam, 1991’de yayınlanmaya başlayan Haksöz ve 2003’te yayınında rol aldığımız Kudüs dergilerinde HAMAS’ın oluşum süreci ve direnişin olgunlaşma safhalarını çeviri ve telif yazılarla, destek eylemleri, maddi ve manevi dayanışma ruhu ile diğer kardeşlerimiz ve İslami cemaatlerle birlikte yakından takip etmişizdir. Sahip olduğumuz yazılı ve sözlü müktesebatımızla bu süreçle ilgili çok özet 6-7 safhadan veya duruştan bahsedebiliriz:

1) Öncelikle İslam toprağı olan Filistin’i nasıl kaybettiğimize veya bu toprakların satılıp satılmadığına ışık tutulmalıdır.

Osmanlı Devleti’ni I. Dünya Savaşı’na sokan İttihad-ı Terakki Cemiyetinin çoğu Türkçü olan kadrosu, zaafa düşen ümmeti, ıslah ve ihya etmek yerine seküler temelde bir Türk ulusu inşa etmeyi hedefleyen bir ekipti. Biz önce Sina yarımadasını, Beerşeba ve Gazze’yi İngiliz kuvvetlerine karşı ulusal stratejiler peşindeki Fevzi Paşa ve Albay İsmet komutasında 1917’de kaybettik. 1918’de de Alman Liman von Sanders ve Batı medeniyetine öykünen Mustafa Kemal Paşa komutasında Nablus’u, Kudüs’ü ve Halep’i İngilizlere terk ettik.

Mağlubiyetlerimizin içe dönük iki nedeni öne çıkıyordu: Birincisi: Ümmet inancına ve İslami dayanışma ruhuna sahip olmayan Osmanlı’nın son dönem Türkçü subayları yani Jön-Türkler… İkincisi: Bir Arap ulus krallığı oluşturmaya çalışan ve Osmanlı-İslam ordusunu yıpratan Şerif Hüseyin gibi “Fetât hareketi” yani Jön-Arapçı İngiliz işbirlikçiliği…

Bu konuların aydınlatılması 5816 sayılı Atatürk’ü koruma ve kollama kanunundan ürkmeyecek gerçek ilim ehli araştırmacıları ve tarih akademisyenlerini bekliyor.

2) Allah-u Teâlâ’nın Enfal suresindeki “Bir kavme verdiğimiz nimeti eğer o kavim kaybederse biz de onların halini bozarız”4 ilahi kuralı gereği, I. Dünya Savaşı sonrasında Bilâd-ı Şam da Filistin de ümmet coğrafyasının tamamına yakını da emperyalistlerin işgali altına girdi. Çünkü Müslümanlar yönetim olarak İslam nimetinden, şer’i adalet ve şura uygulamalarından uzaklaşmışlardı.

Bu tarihten sonra ümmet coğrafyasında da Filistin’de de oluşturulmaya çalışılan bağımsızlık mücadelesini yürütenlerin iki misyonu vardı: “Ulusçu ve Batı medeniyetine öykünen misyon” ile “İslamcı veya ümmetçi ıslah temelli inşacı misyon.” İki misyon da işgale karşı dayanışmayı öncelerken, çözüm konusunda kimliksel bir ayrışma içindeydiler. Gerçek hayatta olduğu gibi örtülü olarak reel politik alanda da bu kimliksel çatışma devam etmektedir.

Filistin’de ortak düşmana karşı İslami bağımsızlık hareketi ile ulusal bağımsızlık hareketi arasında hep med-cezir hali yaşandı ve yaşanmaktadır: Siyonist düşmana karşı mücadelede ittifak edilirken yönetimde farklılaşmalar yaşanmakta; yollar laiklik ilkesinin savunulmasıyla İslami sabitelere aykırı inançların reddedilmesi yönüyle ayrılabilmektedir.

Filistin ve Kudüs’ün kurtuluşu konusunda 1928’de kurulan Müslüman Kardeşler’in tavrı ve mücadelesi hep ilkleri oluşturdu. İhvan-ı Müslimin’in Gazze sorumlusu Ahmed Yasin, Batı Şeria Birzeit Üniversitesinden Ebu Amr’a 1989’da verdiği röportajda şöyle diyordu: “Biz, FKÖ öncülüğünde kurulan Filistin Ulusal Misakına İsrail’in yok edilmesini çağırdığı için değil, yönetimde laiklik ilkesini onaylamadığımız için karşı çıkmaktayız. … Onlarla aramızda belirli konularda sınırlı bir iş birliği söz konusudur. Taraflar arası ilişki med-cezir hali yaşamaktadır.”5

3) Filistin’de Siyonizm’e karşı çıkan iki farklı misyonun öne çıkan isimlerine kısaca değinebiliriz.

a. Ulusçu ve Batı Medeniyetine öykünen misyonun öncüleri:

Arap ulusçuluğunun fiilî öncüsü Yemen, Hicaz ve Bilad-ı Şam’da bir Arap krallığı kurmak isteyen İngiliz işbirlikçisi Şerif Hüseyin -Şûrâ-yı Devlet üyesi iken 1908’de II. Abdülhamid tarafından Mekke emirliğine atanmıştı- İngiliz ajanı subay Lawrence tarafından kullanılmış, sonra kirli bir yük gibi Kıbrıs’a atılmıştı.6 Ama sözünü ettiğimiz bölgeler İngiliz ve Fransız manda yönetimi için düşünülmüştü. Şerif Hüseyin bölgeden sürülürken bir oğlu (Abdullah) 1921’de Ürdün manda rejimine, bir oğlu (Faysal) Irak manda rejimine kral yapıldı.

Kahire Ezher Üniversitesi ve İstanbul Mekteb-i Harbiye mezunu olan Arap ulusçusu Emîn el-Hüseyinî ise 1918’de Kudüs İngiliz Valisinin yardımcılığını yaptıktan sonra 1922’de İngiliz Yüksek Komiseri tarafından Kudüs Müftüsü ilan edildi. Daha sonra Yahudilere karşı II. Dünya Savaşı’nda Hitler’le iş birliği yaptı. Sonra Mısır’da tekrar İngilizlerin eline geçti. Nazi avcısı Siyonist çeteler onu İngilizlerden istediler ama İngilizler Filistin direniş öncülüğünü İslami misyona kaptırmamak için kendisini 1948’de merkezi Kahire’de olan sözde Filistin hükümetinin başkanlığına getirdiler.7 İngilizlerce desteklenen bu statü de Filistin için yeni bir manda teşebbüsüydü.

Daha sonra 1944’te İskenderiye’de kurulan ve eski İngiliz-Fransız manda ülkelerinden oluşan Arap Birliği, 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütünü şekillendirdi. Mısır diktatörü Nasır, ideolojisi Anti-Siyonizm olan FKÖ’nün başkanlığına 1973’te Yaser Arafat’ı getirdi. Arafat’ın 1968’de oluşturduğu Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketine (el-Fetih) 105 kişilik FKÖ Meclisinde daha sonra 33 sandalye verilmişti. El-Fetih ve FKÖ’lü diğer kuruluşların İsrail işgaline karşı Marksist “silahlı propaganda” tezi doğrultusunda çete türü silahlı mücadele süreçleri akabinde, Arafat 13 Aralık 1988’de BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada İsrail ile diyalog şartlarına yeşil ışık yakmıştı. Bunun üzerine ABD 1991’de Madrid Konferansı’nı “İki devletli çözüm” teziyle başlattı. 1993 Oslo Antlaşması’nda Arafat bu tezi kabul etti ve bir sene sonra Nobel Barış Ödülüyle mükafatlandırıldı. Uluslararası mevkii ve BM’nin onayladığı bütçesi oldu ama Filistin Devleti ile ilgili verilen vaatler tutulmadığı gibi Ramallah’taki karargâhının sığınağında 2,5 sene abluka altında tutuldu ve 2004’te 75 yaşında öldü.8

b. İslamcı veya ümmetçi ıslah temelli inşacı misyonun öncüleri:

Filistin direnişinin ilk öncüleri ıslah okulunun öğrencileri İzzeddin el-Kassam ve Hasan el-Benna’dır. İkisi de Urvetu’l Vuska ve el-Menar dergisiyle zihnî iletişim içinde büyümüş, ıslah öncülerimiz Muhammed Abduh ve Reşid Rıza ile fikrî ve amelî teşrik-i mesaide bulunmuşlardır.9

El-Ezher mezunu olan İzzeddin el-Kassam imamlık ve vaizlik yanında Suriye’de de Filistin’de de işgalci güçlere karşı Müslüman Kardeşler teşkilatı ile irtibatlı olarak mücadeleci küçük askerî birlikler kurmuştur. 1935’te el-Kassam’ın etrafı 500 kişilik bir İngiliz birliği tarafından sarılmış ve şehit edilmiştir.10

Hasan el-Benna ise 1928’de İhvan’ın kuruluşuyla birlikte Mısır’ın illeri, kasabaları ve köylerinde ümmetin ve ümmet coğrafyasının kurtuluşu yolunda bilinçlendirme faaliyetleri yapmış, Filistin için yardım kuruluşları oluşturmuş ve ülke çapında İngilizlerin mandacılığını ve Siyonizm’i destekleyen politikalarını protesto eylemleri düzenlemiş, Filistin topraklarına sahip çıkmak konusunda Mısır Ulusal Hareketi ile 1933’te ittifak yapmıştır. O da 1949’da suikast sonucu şehit edildi.11

Bu mücadele önderlerinin izini takip eden Askalanlı Ahmed Yasin de Ezher Üniversitesinden mezun olup ailesiyle sürüldükleri Gazze’ye dönmüş ve İhvan-ı Müslimin’in mensubu olarak İslam’ı öğretmek, yaşamak ve kitleleri direnişe hazırlamak için arkadaşlarıyla birlikte önemli çalışmalar yapmıştı. Şeyh Ahmed Yasin öncülüğündeki Gazze’deki İhvan-ı Müslimin topluluğu İslami eğitim okulları, çocuk kreşleri, yardım ve hayır kuruluşları, spor kulüpleri, mescitler açmaya çalışmıştı.

1967-1987 arasında mescit sayısı Gazze’de 200’den 600’e, Batı-Şeria’da da 400’den 750’ye yükselmiştir.12 1987 I. İntifada döneminde Hüsrev Şahi’nin belirttiği üzere İhvan, Gazze Üniversitesinde tamamen hâkim hale gelmişti.13

4) 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti kuruluşunu ilan ettikten 4 saat sonra çevresindeki manda rejimlerinin ürünü Arap Birliği devletleri Mısır, Ürdün, Suriye, Irak, Ürdün İsrail’e savaş açmışlar ama yenilmişlerdir. 1947’de BM Güvenlik Konseyinin kararıyla İsrail, Filistin topraklarının yüzde 56’sına sahip olur pozisyona geldi. İsrail, muvazaalı diyebileceğimiz -örneğin Ürdün ordusunda İngiliz subaylar görev yapıyordu- 1948 savaşından sonra Filistin toprakları üzerindeki işgalini yüzde 78’e çıkardı. Bu savaşta sadece İhvan’ın Filistin’de oluşturduğu “en-Nizam el-Hass” (ya da ‘Nizamü’l-Has’) adlı silahlı direniş örgütü ciddi bir mücadele vermiş ve Gazze toprakları korunmuştu.14 O yıllarda genç bir öğrenci olan Yasar Arafat da “Nizamü’l-Has” birliklerine katılmış ve ilk silahlı eğitimini burada almıştı.

Bu yıllarda Gazze’nin yönetimi Mısır’a, Batı Şeria’nın yönetimi Ürdün’e bağlıydı. Ancak 1967’deki 6 Gün Savaşı’nda Arap orduları yenilip Gazze ve Batı Şeria İsrail tarafından işgale uğrayınca yüz binlerce Filistinli topraklarından tehcir edilmiş, Filistin halkının gözünde de halkı Müslüman olan ülkelerde de laik, sosyalist ve milliyetçi/ulusalcı fikirlerin başarısızlığı idrak edilmeye ve İslam’a olan ilgi artmaya başlamıştı.

1967’den itibaren milliyetçilikten ve sosyalizmden uzaklaşma ve İslam’a yönelim, İslami davet ve irşat faaliyetleriyle de gittikçe yaygınlaşmaya başladı.15 Ancak Hasan el-Benna 1949’da Kral Faruk’la bağlantılı bir suikast sonucu şehit edilmişti. 1952’den sonra da Kral’a karşı İhvan’la iş birliği yapan Hür Subaylar hareketinin ve yeni diktatör Nasır’ın ihanetine uğranmış ve binlerce İhvan mensubu tutuklanmış, yüzlerce kişi işkencelerde şehit olmuştu. İhvan-ı Müslimin, Baas rejimleri tarafından baskı altındaydı. 29 Ağustos 1966’da da Seyyid Kutub, ulusal sistemlere cahiliye dediği için arkadaşlarıyla beraber Nasır tarafından idam ettirilmişti.16

İhvan-ı Müslimin üyelerinin Mısır’da da Ürdün’de de Suriye’de de kıskaca alındıkları bu sürece bağlı olarak 1967’den sonra Arap ulus devletlerinin destek ve teşvikiyle FKÖ ve el-Fetih gibi ulusalcı, sosyalist, Hristiyan Filistinli örgütler ajitatif silahlı eylemleriyle öne çıkmışlardı. Dünya gündeminin ilgisini çekme sonucunda FKÖ ve lideri Arafat, Batılı güçler tarafından dikkate alınmaya başlamıştı. Filistin ulusal hareketinin öncüleri 1988’den itibaren Siyonist rejimle diyaloğa sıcak bakmaya başlamışlardı. Diyalogcu Arap ulusçusu örgütler, Filistin topraklarının önemli bir kısmından vazgeçip Filistin topraklarının bir kısmında devlet olarak tanınabilmek için pragmatik olarak taviz taktikleri ve İsrail’i tanımaya dönük teslimiyet stratejileri üzerinde kafa yormaya koyuldular.

5) İhvan-ı Müslimin teşkilatı, İsrail’in yanında seküler bir Filistin devletinin kurulmasına karşı çıkarken, bütün Filistin’in kurtulması hedefini önceliyordu. Bu süreçte Gazze’de Aralık 1987’de I. İntifada başladı.

Bir Siyonist şoför kamyonla bile bile dört Gazzeli işçiyi ezince İhvan öncüleri intifada kararı aldılar. Kararı cemaatle istişare etmek için 600 civarındaki mescitte o gece toplantılar yaptılar. Ve ertesi gün yani 8 Aralık tarihinde Cibaliye Mülteci Kampından başlamak üzere işgal güçlerine taş atarak kitlesel çapta intifadayı başlattılar. Kontrol dışı ajitatif silahlı çıkışlar dışında 1993 Oslo Barış Anlaşması’na kadar intifada kurşunlara, tanklara karşı taş atarak devam etti. Hakkı hâkim kılmak için elde silah olarak taş ve sapan vardı. Şehitler vardı, gaziler vardı, tutuklananlar ve işkence görenler vardı; ama acı arttıkça direniş ruhu güçlendi. Çünkü sağlıklı bir zemin oluşturulmuştu.

1970’li yılların sonlarında “Mısır'da İslami yönetimi inşa etmek için silahlı mücadeleden başka yol kalmadığını” ilan ederek İhvan-ı Müslimin’den ayrılan Cemaat-i İslami grubu, zalim yöneticilere yönelik silahlı eylemler düzenlerken ahlakı dejenere ettikleri gerekçesiyle turistleri de hedef aldı ve bazı eylemlerinde masum insanlar da ölenler arasında yer aldı. Bu durum İslami camia tarafından sıkı bir şekilde eleştirildi. Grupta silahlı mücadele yöntemi 1992-1996 yılları arasında tartışıldı ve 5 Eylül 1997’de cemaatin ileri gelenleri tek yönlü olarak şiddetin durdurulması çağrısında bulundu. Silahlı mücadelenin bırakılmasını savunanlar yerel yönetimlerin figüran, asıl düşmanın Amerika ve İsrail olduğunu dolayısıyla Mısır halkına da ciddi zararlar veren iç savaşın bitirilip asıl düşmanla savaşılması gerektiğini belirtmeye başladılar.17

1980’de Gazze’de kurulan İslami Cihad hareketi, Cemaat-i İslami’nin İhvan’dan ayrılma nedenlerine yakın bir tutum içinde oldu ve ilk resmî eylemini “Ağlama Duvarı” civarındaki Siyonist askerlere karşı düzenledi. 80’den fazla kişi ölmüştü. Filistin direniş gruplarıyla irtibat içinde olmaya çalışan ve İran’ın 1992-1996 yılları arasında İçişleri Bakanı olan Muhteşemi, bu eylemi yapan üç İslami Cihad fedaisini övmekte ve İsrail mahkemelerinde "Yasasın İslami Direniş, Yasasın Humeyni!" şeklinde sloganlar attıklarını belirtmektedir. Zaten İslami Cihad kurulmadan önce de Şikaki, “Humeyni ve Alternatif İslami Çözüm” kitabını yayınlamıştı. Muhteşemi, İslami Cihad’ın ajitatif silahlı eylemlere Cemaat-i İslami'nin getirdiği özeleştiriden sonra İhvan gibi aktivitesini İslami tebliğle sınırlandırması halinden İran Devrimi’nden sonra ayrıştığını ve “İslam Devrimi” idealine yöneldiğini belirtmektedir.18 I. İntifada sürecinde de bunun için İslami Cihad HAMAS saflarında değil, ajitatif silahlı eylem öykünmeciliği içinde yer alan Arafat’ın kurduğu “Ulusal Birlik Komutanlığı” bünyesinde yer almıştır. İslami Cihad, ortak hedeflere sahip çıkmakla beraber, merhaleci bir mücadelenin stratejisi yerine, ihtilalci/devrimci bir aceleciliğin sığlığını aşamamıştır.

Mücadelede dayanılacak zemin olarak 1) Üniversitede İhvan ile ilişkili gençler tehcir politikalarına karşı eylemler yapıyor, halka boykot çağrısında bulunuyorlardı. 2) Gazze ve Batı Şeria’daki İhvan’ın çalışma birimlerinde “merhaleci mücadelenin yeterli bir safha sıçramasına gelip gelmediği” tartışılmaya başlanmıştı. 3) FKÖ bünyesindeki örgütlerin ajitatif silahlı etkinliklerinden farklı olarak Filistin halkıyla itminan uyandıracak kadar fikrî ve ibadî çalışmalarla; yardım faaliyetleri, sağlık hizmetleri, gençlere ve çocuklara dönük kulüpleşen faaliyetlerle ciddi gönül bağları kurulmuştu. HAMAS’ın kitleleşmesi, her merhalenin icap ettirdiği adanmışlık ve devrimcilik ruhu ile gelişti.

HAMAS’ın kurucularından Dr. Abdulaziz Rantisi şöyle diyordu: “İntifada ‘Allah-u Ekber’ nidalarıyla başladı.”

İhvan-ı Müslimin yayınlarına göre, “İntifada, İsrail ile mücadele için cihadi bir nesil oluşturmak amacıyla halkı seferber edecek bir araç” idi.19 Her türlü eğitime hazırlanabilmek için taş ve sapan kullanılıyordu. Talut’un ordusuna nehir suyundan “sadece bir avuç içme”20 izni gibi bir disiplin eğitimiydi bu.

Artık Arap rejimlerinden ve ulusalcı örgütlerden umudunu kesen Müslüman Filistinliler için intifada, gerçek kimliklerini utanmadan haykırdıkları bir çıkıştı.

6) FKÖ I. İntifadada Filistin halkı üzerindeki inisiyatifini kaybetmemek için bir “Ulusal Birlik Komutanlığı” oluştururken, Filistin İhvan-ı Müslimin’i de Ahmed Yasin öncülüğünde 6 öncü liderin istişari katılımı ve halk meclisi denetimi anlayışı içinde Filistin İslami Direniş Hareketini yani HAMAS’ı kurdular.

2000 yılında FKÖ yönetiminin ‘Camp David Zirvesi’nde İsrail ile uzlaşmasından ve Şaron’un Mescid-i Aksa’ya zorla girmesinden sonra HAMAS İsrail’le uzlaşmayan diğer gruplarla II. İntifadayı; ‘Aksa İntifadası’nı başlattı.

HAMAS, Kitleleşme ve Gazze Direnişi

HAMAS’ın oluşumu FKÖ gibi tayinle veya tepeden inme yöntemlerle oluşmadı. Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler’de işlediği gibi “merhaleci bir mücadeleden, kitleleşe kitleleşe mücadelenin içinde” gelişti. Zaten intifada da mescit merkezliydi. Tüm ulusalcı eğilimlere ve fiilî mücadelede olgunlaşmayan kontrol dışı bazı tepkilere; yani Talut’un uyarısına kulak asmadan “nehirden bir avuçtan fazla su içenler”e rağmen kitleyle İslamilik temelinde bütünleşerek yürünen istikamet daha da güçlendi.

Tanklara, füzelere, keskin nişancılara karşı sapanla, taşla direnen gençler şimdi 30, 40, 50 metre derinlerde kat kat oluşturdukları tünellerde kendi füzelerini yapıyor ve özel harekât eğitiminin en iyisini aldıklarını cephe çarpışmalarında gösteriyorlar. Gazze direnişi Amerikalı stratejisyenleri de Siyonist kurmayları da şaşkına çeviriyor. Sömürü ve katliamlara dayanan kapitalist yaşam tarzının konforu bozuluyor, uykular kaçıyor.

Küresel ve bölgesel zulümlere, sömürüye ve işgale karşı çıkma tavrı gönüllerde ve bilinçlerde Aksa Tufanı ile ete kemiğe bürünüp daha da yaygınlaştı. Gönüllerde ve bilinçlerde derinlik kazanmaya başlayan bu kıyamı durdurabilmek veya etkisini gündemden düşürebilmek için ilk günden itibaren kapitalist devlet başkanları, kendileri adına da tetikçilik yapan katil İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya destek vermek için Tel Aviv’e koşmadılar mı? Hele Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile Netanyahu’nun diyalogu! Macron “IŞİD karşıtı koalisyonun HAMAS’a karşı da savaşması” teklifinde bulununca, Netanyahu’nun verdiği cevap ortak düşman konusunda tam bir entegrasyonu ve geleceğe dair duydukları endişeyi dile getiriyordu: “Eğer biz kaybedersek tüm Batı dünyası kaybeder!”21

Filistin’de emperyal kuşatma ve Siyonistlerin baskıları artınca ulusalcılar ve sosyalistler Yaradan’a ve öz güçlerine dayanan sahih bir inanç, motivasyon ve sabır telakkisine sahip olmadıkları için genellikle çözüm olarak karşıtları ile uzlaşma yolunu seçtiler. Türkiye’de de 12 Mart ve 12 Eylül gibi faşist askerî müdahale ile karşılaşınca ağır yenilgiye uğrayan sol güçlerin önemli bir kısmı, sonucu kapitalist sistemle uzlaşmaya varan Avrupa solunun “sivil toplum” tartışmalarını Türkiye'ye taşıdı. Başarısızlık nedeni olarak da Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde sivil toplum kurumlarının yeterince olgunlaşmamasını gösterip “politik toplum”a karşı “sivil toplum”un gerçekleştirilmesi tezini öne sürdüler. 28 Şubat darbesiyle ağır bir yenilgi alan İslamcı çizginin önemli bir kesimi de “sivil toplum” şemsiyesine sığınarak solun gündemleştirdiği bu demokratikleşme heyulası içinde oyalandı. Her iki kesimden de çözülenler için çözüm, politik toplum içinde yükselmek yerine Avrupa komünizmi gibi sivil toplum söylemleri içinde gelecek tasarımı icat etmekti.22

HAMAS, politik toplumun da veya işgal altındaki ya da Malik bin Nebi’nin vurguladığı gibi “sömürüye müsait olan” toplumun da çözümünün, modernitenin oluşturduğu toplum yapısı içindeki diyalektiğin bir basamağını ifade eden “sivil toplum”da olduğu yalanına paye vermedi. O, çözümün “hakka yönelen ve onunla adalet yapan”23 toplumu yani “ümmet yapısı”nı kurmakta veya ıslah edip diriltmekte olduğunu gösterdi.

HAMAS’ın Batı Şeria’da da yaygınlaşan Gazze’de sağladığı kitlesel bütünleşme, Batı’nın ilerlemeci sosyolojik kalıpları ile değil, Kur’an’daki sünnetullah kaideleri doğrultusunda insan ve toplum fıtratıyla bütünleşen Allah elçilerinin mücadele örnekliklerini rehber edinen şer’i ölçülerin ehli tarafından, istişari temelli uygulamalarla gerçekleşti.

HAMAS’ın kitleleşmesi dört temel alandaki örgütlenme çabalarıyla oluşmuştu:

1. Mescitler ve üniversiteler dâhil ‘dinî ve sosyal eğitim’ ve ayrıca yaygın eğitim çabaları.

2. Sağlıktan zekât sandığına kadar ‘toplumsal hizmetler ve güvenlik birimi’.

3. Bağımsız ‘şura yönetiminde askerî birim’. (Bu birim el-Kassam Tugaylarının temelini ve rehberiyetini oluşturdu. Ehliyet ve şura temelli bu rehberiyetin nasıl bir süreç takip ettiğini ve oluştuğunu Hamas’ın Gazze’deki lideri Yahya Sinvar’ın hatıratından inşallah önümüzdeki günlerde okuyacağız.24)

4. Medya birimi. (Gazze direnişini ve katliamı canlı yayından izliyormuş gibi takip etmemiz, şu ana kadar 100 gazeteci şehit veren bu birim sayesinde sağlandı.)

HAMAS’ın siyasi veya askerî işlerini “şura” hükmünü yerine getirme kaygısıyla gerçekleştirmesi, eylem ve organizasyon niteliğini de giderek olgunlaştırmaktadır. HAMAS, itikadi ve amelî temel farklılıklar nedeniyle “vahdet” içinde olmadığı diğer Filistinli unsurlarla ortak düşmana karşı tehcir edilen Filistinlilerin geri dönüşü, Filistin halkının insani haklarının temin edilmesi, Mescid-i Aksa’nın özgürleştirilmesi ve işgale son verilmesi konusunda “ittifak” stratejisinden vazgeçmemektedir.

Ayrıca bu ilkelerle mutabık İhvan’ın bazı aktörleri, reel politik ilişkileri gözeten şu açıklamayı daha 1988’de yapmışlardı: “Filistin’in İslami oluşu, dinî şiarlarımızın bir parçasıdır. Filistin’den taviz vermeye sadece BM’nin değil, Filistin halkının bile hakkı yoktur. Filistinlilerin bağımsız devletlerini kurması hiçbir zaman nihai noktaya gelindiği anlamına gelmez. Ancak belirli prensipler dâhilinde bir devlet mevzuu ancak Filistin topraklarının kurtuluşu için bir adımdır.”25 Yani reel-politik şartlarda bir Filistin devletinin kurulması bile geçici bir merhale olarak algılanmıştır.

Filistin İslami Direniş Hareketi geleceğe hem yerel hem küresel çerçevede bakmaktadır: Mahalli öncelikli hedefi, Aksa Tufanı operasyonunda olduğu gibi hâlâ Mescid-i Aksa’dır, “Nehirden Denize Özgür Filistin”dir. Evrensel hedefi ise ıslah ve uyanış sürecinden, ümmeti yeniden zindeleştirme hedefimizden ayrı değildir.

7 Ekim’de sabah namazından sonra başlayan, bir milyar dolar harcanarak Gazze’nin etrafına örülen beton tecrit duvarlarının aşıldığı ve İsrail’in dev istihbarat ağını felç eden muhteşem Aksa Tufanı 1,5 saat içinde gerçekleştirildi. En başta İsrail’in dört generalini tutsak eden, Gazze ile ilgili istihbari bilgilere el koyan, 1200 işgalciyi öldüren ve operasyon sırasında Mescid-i Aksa’ya 35 km kalana kadar ilerleyen bu operasyon teknolojinin kadir-i mutlak olarak algılanan tahtını alaşağı etti.26 Peşinden el-Kassam’ın cihad mantığı ile bütünleşen Gazze halkının Siyonist katliam karşısında teslim olmayan ve sinmeyen kitlesel direnişi geldi.

8 Ekim 2023’ten bu yana Gazze içinde verdiğimiz 22 bin şehidin mirası, 7 bin kayıp veya tutsağın ahı, 10 binlerce yaralının feryadı İslami direnişi daha da güçlendirdi, direniş ruhunu daha da yaygınlaştırdı.

Hamas’ın 1987’den bu yana sloganlarının kararlılığı hep aynı. İşte üç örnek:

“Siyonist Devlete Hayır!”

“Toprağımız da Kimliğimiz de İslam’dır!”

“Filistin Halkının Tek Meşru Temsilcisi Kur’an’dır!”27

Rabbimiz, kendi yolunda savaşanları muzaffer eylesin; İslam’a ve insanlığa savaş açanları helak eylesin.

Şehitlerimize rahmet, gazilerimize, direnişçilerimize selam olsun.

Bütün kalbî dualarımız, Rabbani rahmet ve şefaat Gazze şehitlerimizin; Allah-u Teâlâ’nın gaybi yardımı Filistin İslami direnişinin mücahidleri ve mücahidelerinin üzerine olsun.


1  Yasin, 36/20.

2  Zeyyad Ebu Amr, Batı Şeria ve Gazze’de İslami Direniş, Ekin Yayınları, İstanbul, 1998, s. 101-102.

3  Enfal, 8/60.

4  Enfal, 8/53.

5  Zeyyad Ebu Amr, A.g.e., s. 113-114

6  Yusuf Aydın, “İhanetin Varisi Kral Hüseyin”, Haksöz, Ocak 1995, Sayı: 46; Azmi Özcan, “Şerîf Hüseyin”, TDV İslam Ansiklopedisi, 2010, C. 38.

7  Velid el-Arîd, “Emîn el-Hüseynî”, TDV İslam Ansiklopedisi, 1995, C. 11; Zvi Elpeleg, Filistin Ulusal Hareketinin Kurucusu Hacı Emin El-Hüseyni, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999.

8  Kenan Akın, Filistin Dramı ve Yaser Arafat, Birey Yayınları, İstanbul, 2002; Said K. Aburish, Bay Filistin Yaser Arafat, Elips Yayınları, Ankara, 2008; Israel Sabak, “HAMAS ve Arafat: Güç Dengesi”, Haksöz, Mart 1994, Sayı: 35; Ahmet Varol, “Arafat’ın Muhalifleriyle Savaşı”, Haksöz, Aralık 1999, Sayı: 105; Hamza Türkmen, “Yaser Arafat’ın Ardından”, Haksöz, Aralık 2004, Sayı: 165.

9  Zeyyad Ebu Amr, A.g.e., s. 143; Mustafa L. Bilge, “KASSÂM, İzzeddin”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2001, C. 24.

10  Ali Riza Akgün, Filistin Direnişinin Önderi ve Sembolü Şeyh İzzeddin el-Kassam, Bengisu Yayınları, İstanbul, 2018.

11  Nihat Bulut, “Hasan el-Benna”, Haksöz, Mart 1994, Sayı: 35; İbrahim el-Beyumi Ganim, Hasan el-Benna’nın Siyasi Düşüncesi, Ekin Yayınları, İstanbul, 2012; Ömer Tilmisani, En Yakın Dostunun Kaleminden Hasan el-Benna, Asalet Yayınları, İstanbul, 2021.

12  Zeyyad Ebu Amr, A.g.e., 47.

13  Seyyid Hadi Hüsrevşahi, “İntifada ve İslami Hareketler”, Dünya ve İslam Dergisi, İstanbul, 1993, Sayı: XIII.

14  Bulut, A.g.m., 1994; Zeyyad Ebu Amr, A.g.e., s. 25-26; Ali Öner, Dünden Bugüne Filistin, Ekin Yayınları, İstanbul, 2006, s. 159.

15  Örneğin İslami Cihad’ın lideri olan Fethi Şikaki, 1967’den önce Nasırcı eğilimlere sahipti. 67 yenilgisinin ondaki dönüşüm üzerinde büyük bir etkisi vardı. Zeyyad Ebu Amr, A.g.e., s. 135.

16  Hamza Türkmen, Türkiye’de İslamcılık ve Özeleştiri, Ekin Yayınları, İstanbul, 2008, s. 219-240.

17  Oktay Altın, “Mısır Cemaat-i İslamiyyesi Silah Bıraktı”, Haksöz, Kasım 2002, Sayı: 140; Zeyyad Ebu Amr, A.g.e., s. 130-142; Hamza Türkmen, Gelecek Tasavvurumuz ve Ortadoğu İntifadası, Ekin Yayınları, İstanbul, 2012, s. 160.

18  Ali Ekber Muhteşemi, “Filistin'deki İslami Devrim Hareketinin Özellikleri”, Dünya ve İslam, Yaz 1990, Sayı: 2.

19  Zeyyad Ebu Amr, A.g.e., 102-112; Ali Öner, A.g.e., 162-165.

20  Bakara, 2/249.

21  Haksöz, “Gazze’de Soykırım: İsrail’in İnsanlıkla Savaşı”, Aralık 2023, Sayı: 393.

22  İsmail Aksu, “Sosyal Bilimler, Bilim Felsefesi, Sivil Toplum ve Çoğulculuk Tartışmaları”, Dünya ve İslam, Güz 1992, Sayı: 12.

23  Â’raf, 7/181.

24  Yahya Sinvar, kendisini el-Kassam Tugayları komutanlığına hazırlayan süreci hatıratında anlatıyor. Önümüzdeki aylarda Vahdettin İnce’nin çevirisi ile Ekin Yayınları tarafından neşrini bekliyoruz.

25  Livaü’l-İslam, 11/12/1988, Zeyyad Ebu Amr, A.g.e., 116.

26  Musa Akkari (HAMAS Türkiye Temsilcisi), Özgür-Der’in 29 Aralık 2023tarihli ‘Gazze Gecesi’nde yaptığı konuşmadan.

27  Ebu Amr, A.g.e., s. 123.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR