Piyade Okulunda ve Futbolda Atatürk Ajitasyonu
Geçen ay Bartın’daydım. Şehrin CHP’li tek kitapçısı hiç gündemde olmayan bir figürü vitrininde çeşitli ebatlarda sergilemişti. Vitrine Che Guevara posterleri asmıştı. Kitapçı herhâlde devrimcilik günlerini hatırlamak ve hatırlatmak, Aksa Tufanı rüzgarını ve el-Kassam’ın sözcüsü Ebu Ubeyde’nin gittikçe artan ilgi ve itibarını unutturmak için, gündemden düşen ölgün bir misyonun veya idolün asabiyetine tutunmayı çözüm olarak seçmişti.
Bu tür sembolleri yasaklayan FIFA kararlarına rağmen Riyad’da oynayacakları futbol maçına FB ve GS yöneticileri, takımlarını sahaya Atatürk resimleriyle ve politik dövizlerle çıkartmak isteyerek başka bir ajitasyona veya kara propagandaya kapı açtılar; gündem saptırıcı kirli bir algı yönetimine yöneldiler. Açıktan Netanyahu safında duramayan ama toplumu üstenci bir kibirle modernite doğrultusunda eğitip yönlendirmek isteyen, bu özlemleri için de futbolun kitleleşme büyüsünden yararlanan küresel sermayenin yerli ajandası bu kulüp başkanları Ali Koç, Dursun Özbek ve kafadar arkadaşlarının Atatürk’ü ve Türklüğü istimal ederek gündem saptırma gayretleri Ali Şeriati’nin futbol hakkında kullandığı şu sözlerini hatırlatıyor: “Bir ülkede tribünlerden gelen sesler, savaşlarda ölen mazlumların sesini bastırıyorsa futbol afyondur.”
Yine geçtiğimiz aralık ayı içinde Tuzla Piyade Okulu’nda bir teğmenin 10 Kasım’da yakasına iğne bulamadığı için Atatürk fotoğrafı takmaması yeni bir “irtica” kampanyasına ve iktidarı karalama kışkırtmasına dönüştürülmek istendi. Zamanında 28 Şubat küstahlığının bir devamı olarak R. T. Erdoğan yönetimine karşı medyada “Genç Subaylar Rahatsız” manşetlerinin attırılması gibi, aynı okulda okuyan ve Kemalizm hadimi kesilen üç ihbarcı teğmenin ideolojik ajitasyonuna muhatap olduk. Batıcı sivil ve eski asker vesayetçiler, Türk ve Kürt ırkçısı muhalefet ve İslam düşmanları bu üç ihbarcı teğmen müsveddesinin iftiralarını, kendi konvansiyonel veya sosyal medya ekranlarında kullanmaya ve köşe yazılarında yeniden senarize ederek şanlı Gazze direnişini ve Siyonist katliamı gündemden düşürmeye çalışan bir kampanya oluşturmak istediler. Ayrıca sanki aynı locadan organize ediliyormuş gibi futbol üzerinden Riyad’da yapılan Atatürk istismarı öncesinde, bu genç teğmenlerin Atatürk üzerinden yaptığı ajitatif açıklamalarla, darbeci subaylara karşı tavrı olan ve Aksa Tufanı operasyonunu gerçekleştiren HAMAS’ı “mücahidler topluluğu” olarak ilan eden Türkiye Cumhurbaşkanı’na karşı da resmî ideoloji eleştirisi yapan İslami kesime karşı da bir karalama kampanyası oluşturmaya çalıştılar.
Bu üç teğmenin, mahallindeki askerî idareyle sınırlı olacak bir konuyu “irtica” kışkırtmasına dönüştürecek tarzda Tuzla Piyade Okulu dışına taşırması, tabiî ki TSK içinde bir disiplin soruşturmasına neden oldu. Konunun üzerine atlayan Kemalist muhalifler de sanki 15 Temmuz 2016 öncesindeki askerî vesayetin özlemcisiymiş gibi bir tavır takındılar.
Kamuoyunda “Piyade okulunun 10 Kasım olayları” olarak yer tutan ve disiplin soruşturması ile adli soruşturmaya konu edilen iddialarla ilgili üç teğmenin vekilliğini üstlenen askeriye kökenli 10 avukatın durumu da dikkat çekiciydi. Acaba bu avukatlar 15 Temmuz’dan sonra Fethullah Efendi Cemaati ile mi yoksa Ergenekon-Balyoz darbe planlarını yapan ekiple irtibatlı oldukları için mi ordudan atılmışlar veya uzaklaştırılmışlardı?
Kemalizm’in hangi ideolojik versiyonuna ittiba ettiğini bilmediğimiz bu üç teğmenin şaibeli avukatları, ayrıca cuma namazına denk geldiği için Özel Kuvvetlere yapılan eğitim gezisine katılmayan teğmenleri cemaat bağlantısı ile suçlayan ve bu teğmenlerin Hizbullah yayınları okuduklarını iddia eden açıklamaları da basında yer aldı.
Konuyla ilgili 22 Aralık’ta ortak açıklama yapan bu avukatlar aynı zamanda itham ettikleri cuma namazına giden teğmenleri, “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.” hükmünü içeren Anayasa’nın 42. maddesine uymamakla da suçladılar.
Atatürk’ün İstimali ve “Hangi Kemalizm?”
Kökü PKK gibi ABD’ye uzanan bu sağ ve sol eğilimli ve görünürde tasfiye olan darbeci subayların politika, ekonomi ve medya ayağındaki işbirlikçileri hâlâ sırtlarını ABD’ye ve AB’ye hatta Rusya’ya dayamaya çalışarak inisiyatif alma mücadelesinden vazgeçmiş değiller. En büyük korunaklı kalkanları ise “Kemalizm”.
Atatürkçülük şemsiyesi altında var olmaya çalışan CIA güdümüne girmiş TSK içindeki Fethullah Gülenci müfsidler gibi kökleri 28 Şubat Batı Çalışma Grubuna dayanan Ergenekoncu ve Balyozcu darbe özlemcisi kurmay subaylar grubu, 15 Temmuz’da iman ve dahi vicdan sahibi insanlarımızın direnişi karşısında mağlup oldular ve ordudan şeklen tasfiye oldular. Ama teğmenler gündemiyle anlaşılıyor ki bu tepeden inmeci zihniyetin bıraktığı izlerden yeniden var olmaya çalışılan eğilimler hâlâ varlığını devam ettiriyor.
Bu güruh, pozitivizmin veya diyalektik tarihî materyalizmin kaderci ilerlemecilik anlayışına göre, olay ve olgular değiştikçe normlar da değişir akaidine sahipler. Ama Anayasal Atatürk ilke ve inkılaplarını hep yaşatma ezberinin bağnazlık ve tutuculuğundan bir türlü vazgeçemeyen kör bir taassup içindedirler. O ilke ve devrimlerin toplum vicdanını zedeleyerek devam eden bazı unsurları hâlâ kalbimizi yaralıyor; ama şapka gibi, türbe ve zaviyeler gibi birçok unsuru İsmet İnönü’nün Milli Şeflik yaptığı dönemlerden itibaren terk edildi. Atatürkçü söyleme rağmen Araplar haindi; ama 1932 yılında kurulan Suudi Arabistan Krallığını dünyada ilk tanıyan devlet başkanı K. Atatürk oldu.
Kemalizm’in Türk ulusunu inşa sürecinde Türkiye halkının fıtri ve ortak değerlerine, İslam’a ve Batılı paradigmaya veya moderniteye yönelik değerlendirmeleri üç farklı aşama takip etti. K. Atatürk’ün ölümünden sonra Kemalizm’in tanım ve tasviri İnönü devrinde de 27 Mayıs 1960, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 darbe süreçlerinde de iktidardaki yeni güç dağılımına, ideolojik eğilimlere ve dış yönlendirmelere göre değişik aşamalardan geçti.1 Atilla İlhan’ın “Hangi Atatürk”, Taha Akyol’un “Ama Hangi Atatürk” kitaplarındaki sorgulama süreci hâlâ 5816 sayılı -dünyada adeta benzeri olmayan onu kutsama ya da eleştirememe ile ilgili- kanun, Atatürk’ün istismar ve istimaliyle ilgili en önemli dayanaktır.
Cumhuriyeti kendine mâl eden CHP içindeki statükocular “Atatürk ilke ve devrimleri”ni savunurken, değişimciler “Atatürk düşünce sistemi”ni savunmakta ve çağdaş medeniyetin ilerlemecilik anlayışına uyum sağlamayı amaçlamaktadırlar. Bu savunuyu 2010 yılında TSK içinde ilk defa Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da ümmet ve İslam karşıtlığından vazgeçmeksizin 10 Nisan’da Kara Kuvvetleri Harp Okulu mezuniyet töreninde gündeme getirmişti.
Ajitatif teğmenler davasının avukatlığını yapanlar, Ocak 2016’da Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oluruyla yayınladığı “Cuma Namazı İzni Genelgesi”ni bilmiyorlar mı? Bu genelge tüm askerî birliklere dağıtılmış ve 15 Temmuz’dan sonra Genelkurmay Başkanlığının takibi içinde bütün birliklerde uygulanmaya başlamıştır. Bu açıklığa rağmen Tuzla’daki söz konusu üç teğmene vekillik yapan avukatlar gerçekten ideolojik taassupları dolayısıyla TSK içindeki idari gelişmeleri bilmiyorlar mı yoksa cuma namazı saatinde namaz kılanları eğitim diye başka bir alana sevk eden dolayısıyla “Cuma Namazı İzin Genelgesi”ne aykırı davranma suçu ortaya çıkan Tuzla’daki ilgili komutanlar gibi “dinî” olana eski darbeci subaylar gibi kin ve düşmanlıkla mı yaklaşıyorlar?
Yine kendi açıklamalarında kendileri hakkında şaibeli bir durum oluşturan bu avukatlar, cuma namazına giden teğmenlerimizi cemaat mensubu olmak ve Hizbullah’a ait “bir yayın bulundurmak” ile de suçluyorlar. Herhalde camiye gittiklerinde namaz için saf düzeninde kıyama duran Müslümanlara cemaat denmekte olduğunu bilmiyorlar. Ayrıca “Hizbullah” Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın taraftarı” demektir. Allah’ın taraftarlarının tek okudukları tartışmasız yayınlanmış kitap Kur’an’dır. Bunu mu kastediyorlar? Yoksa toplumun ve Türkiye’nin sorunlarına İslami perspektifle yaklaşmaya çalışan Yeni Akit, Doğru Haber gibi gazeteleri; Haksöz, Umran gibi dergileri mi “bir yayın” ifadesiyle itham etmeye çalışıyorlar? Peki, kendi ideolojileri doğrultusunda yorumladıkları Kemalizm perspektifi ile okudukları eski darbecilerin savunucusu ve İslam bütünlüğüne düşman olan Cumhuriyet, Sözcü, Evrensel, Bir Gün veya Aydınlık gibi gazeteleri okuyan kendilerini ve TSK mensuplarını ne diye değerlendiriyorlar?
Ordu ve Teğmenler Neyin Askeri?
Bir teğmenin toplu iğne bulamadığı için yakasına Atatürk resmi asamaması ve Tuzla Piyade Okulunda cuma namazına gidilmesiyle ilgili yürütülen tartışmanın kökleri eskilere gidiyor. (Ki 1983-84 yılında yedek subay adayı seçilmiştim. Askerî eğitim yerim Tuzla Piyade Okulu olmuştu. O dönemde tugay arazisinin ortasına daha önce yapılmış olan büyük bir cami, namaz kılmamızı önlemek için kapalı tutuluyor ve Ramazan’da da tugay, alay ve bölük komutanlarımızın tehditleri ile oruç tutmamız engellenmeye çalışılıyordu.)
Ama önemli tartışma, 2018 Zeytin Dalı harekâtına halkın gösterdiği sevgi ve güven dolayısıyla Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın 5 Mart’ta yaptığı teşekkür mesajına Oda TV yazarı Türker Ertürk’ün 23 Mart’ta yazdığı eleştirel yazıyla su yüzüne çıkmıştı. Akar’ın teşekkür mesajında “vatan, millet, din ve bayrak” uğruna hayatlarını kaybeden askerlere “rahmet” okumasını Ertürk eleştiriyordu. Emekli Tuğgeneral Türker Ertürk, Eski Deniz Harp Okulu Komutanı idi. Ve teğmen yetiştiren bu okulda Kemalizm’den anladığı ideolojik algılarını eğitim diye sergilemişti. Akar’ın “rahmet” okumasına karşı çıkıyordu, çünkü ona göre “karşımızda haçlı ordusu yoktu.” Ona göre din uğrana yapıldığı düşünülen savaşlar Ortaçağ’da kalmıştı ve Osmanlı da hiç din savaşı yapmamıştı. “Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yapılan Kurtuluş Savaşı ve sonrasında çağdaşlaşmanın olmazsa olmazı olan Aydınlanma Devrimleri ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti” din için savaş yapamazdı. Çünkü din savaşı, eskinin aklı ve Ortaçağ’ın işiydi.
Oysa “Nutuk”ta 1919-1920 yıllarında M. Kemal’in yaptığı konuşmalarda “din uğrunda” ifadesi defaatle geçmekteydi. Ama 1923 Lozan Antlaşması’na bağlı olarak yapılan Batılılaşma ve Türk ulusu oluşturma devrimleri, dini geri ve Ortaçağa ait arkaik bir kültür olarak görmüştü. Müslümanların ve toplumun ortak paydasına tamamen aykırı olan bu “Aydınlanmacı” seküler ve “la dini” bakış bugüne kadar gelen kimliksel ayrışmaların da nedeni oldu.
Ordu mensupları, toplumun güvenliğini korumakla ilgili görevliler miydi? Yoksa ordu mensupları toplumu “Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız” vurgulu marşlarla ümmet olmaktan uzaklaştıran ve etnik yapı asabiyesini kışkırtan; tesettürlü eşlerin ve annelerin kışlalara sokulmasını engelleyen; Batılı yaşam ve eğlence tarzını askerî gazinolarla halkın içine doğru yaygınlaştırmaya çalışan, gencecik askerleri kışlalarda “aç aç” denilen fuhşiyatın mebzul ayinlerine ortak eden çağdaş yabancılaştırmanın öğretmenleri mi idi?
31 Temmuz 2016’da KHK ile darbeci ve döneme veya farklı aşamalara göre ideolojik mahiyeti değişen Kemalizm’in at gözlüğü ile teğmenler yetiştirmeye çalışan askerî okullar kapatılarak bir normalleşme sürecine geçildiği ilan edildi. Bu süreçte subaylar arasında iki hat söz konusu oldu:
Birinci hattaki grupta toplananlar meslek olarak subaylığı seçenlerdi ki bunlar devletin memuru olarak halkın ordusu olmayı kabul ettiler. Genelkurmay Başkanı Akar da bu çizgide yürümeyi tavrıyla, demeçleri ve ilişkileriyle sergilemeye çalıştı.
İkinci hattaki grupta olanlar ise halkı bilimsel-ilerlemeci kültürle eğitmekten vazgeçemeyen Kemalizm’in sol ve liberal seçkinci subaylarıydı; ya da Türk ırkçılığından vazgeçmeyen Kemalist ulusalcılardı. Bunlar normalleşme sürecine “şimdilik” kaydıyla boyun eğmek ya da normalleşme adına halkın TSK’ya ilgisini bir türlü istismar edip TSK içindeki nasırlaşmış Kemalist seküler sistemi sol, liberal veya ulusalcı bağlamda devam ettirmek telaş ve inadı içindeydiler.
2016’da toplum mühendisliğine soyunan Kemalist fanatiklerin ve darbecilerin TSK içindeki otonomik yapısı dağıtıldı. Güz döneminin ilk aylarında Kara Harp Okulu üniversite mezunu talepkârlara bir yıllık teğmenlik eğitimi için yeniden açıldı. Önceki dönemde 4 yıl süren öğrenim döneminde yıllık yüzde 18 olan teknik askerî eğitim yüzde 60 oranına çıkarıldı ve dersler mümkün olduğunca Kemalizm’in ve modernitenin ideolojik telkinlerinden arındırılmaya çalışıldı.
Söz konusu ihbarcı teğmenlerin avukatlarının açıklamalarına baktığımızda, rahatsızlıklarının bu normalleşme sürecinden kaynaklandığını anlayabiliyoruz. Mesela 2018 Mart ayının son günlerinde Kayseri Hava İkmal Bakım Merkez Komutanlığında toplu halde namaz kılan 5 eri silahla tehdit ettiği belirtilen, eski vesayetçi yapının değişimine dikkat etmeyen ve daha önce kendisine çağdaşlaştırıcılık misyonu yüklenen Kemalist bir teğmen, sivil mahkemede yargılandı ve 20 yıl hapis cezasına çarpıtıldı.
Zaten halk ve din düşmanı bu tür üniversite mezunu talepkârlara buralarda okuma imkânı verilmemeli. Nitekim Kara Harp Okulunun 2017 mezuniyet töreninde Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı konuşmada “Harp okullarına subay yetiştirme dışında bir misyon biçenlere izin vermeyeceğiz.” demişti.
Ayrıca Türkiye reel-politik hayatında da önceden bu yana TSK içinde de “yerlilik ve millilik” söylemi, bu kavramlara yüklenilen anlamlara göre biçim değiştiriyor. FB ve GS başkanlarının futbol alanında Atatürk üzerinden oluşturmaya çalıştıkları kışkırtma gibi, ordu içinde de eski ideolojik Kemalist yorum alışkanlıkları ile son teğmen krizinde görüldüğü gibi ajitasyonlar da gerçekleşebilmektedir. Ancak Türkiye’yi vesayetten kurtarmak için ve hukuki normalleşme konusunda çaba sarf eden AK Parti içinde öne çıkan Erdoğan misyonunu kavramak konusunda da farklılıklar görülmektedir.
Tamamen ideolojik farklılıkların pinpon topuna dönüşen ve sabitesi yerle bir olan ama kült ve sembolik bir tapınma aracı olarak hâlâ aktüalitesi çaresizce devam ettirilmeye çalışılan Kemalist ideolojiye karşı “One Minute” deme zamanı gelmedi mi? Artık zihinlerde ve gündemde büyük yanılgılar ve tıkanmalar oluşturan bu ideolojik kargaşadan kurtulmak gerekir.
Galat-ı meşhur olarak kullanılan “millilik ve millet” kavramları ise anlam itibariyle zamanla Mehmet Âkif’in anlamlandırması ile K. Atatürk’ün anlamlandırması bağlamında büyük farklılıklar oluşturdu. Birisinde niyet en azından ümmetin dağılan yapısının Türkiye toprakları üstünde kalan parçasının, yani Misak-ı Milli sınırları içindeki anasır-i İslam’ı ifade etmekti. Ötekisinde ise ikinci sınıf “pis” Araplardan, Berberilerden, Farslardan arınıp Batılı eksende yepyeni seküler mahiyetli bir nation/ulus oluşturmaktı.
Gazze katliamının teşvikçisi işgalci Siyonist sistemi destekleyen egemenler, Batı medeniyeti denilen gücün ve paradigmanın ta kendisi. O paradigmanın içimizdeki işbirlikçileri Türk ve Kürt ırkçıları da liberal, sosyalist, ulusalcı Kemalistler de onur ve bağımsızlık mücadelesi veren ve en büyük yardımı Allah’tan bekleyen HAMAS’a açık veya örtülü olarak terörist demeye devam ediyorlar. Bu işbirlikçilerden hakkaniyet ve adalet arayışı içinde farklı duranlar için, artık bizi kuşatan rejimin kirli ideolojik elbiselerinden tutarlı ve sürdürülebilen yollarını arama ve sonuçlarını ilan etme zamanı gelmedi mi?
Dipnotlar:
1- “Kemalizm: Yüz Yıllık Yabancılaşma”, Haksöz Dergisi, Aralık 2023, Sayı: 393
- Hayırlı Ayrışma
- Kemalizm Siyonizm Kadar İslam Düşmanı Bir Tutum ve Pratiktir!
- Gazze’yi Konuşmak
- Aksa Tufanı ve Gazze Direnişinin Mayalanma Merhaleleri
- Gazze Aynasına Yansıyan Halklar
- Gazze Çoktan Kazandı ve Şimdi Ümmete Kazandırıyor
- Gazze Tüm İnsanlığı Diriltiyor!
- Gazze Hepimize İzzetin Anlamını Öğretiyor
- “Gazze İçin Herkesin Yapabileceği Bir Şeyler Vardır”
- Filistin Davası ve Kolonyalizm Teorileri
- Siyonizm’in Dinsel Motivasyonu
- Sıradanlaşan Kardeşliğimiz ve Gazze
- Piyade Okulunda ve Futbolda Atatürk Ajitasyonu
- Teşhirciliğe ve Sapkın Hareketlere Karşı Mücadelede Usul
- Nûh Tufanının Sonu, Hz. Nûh’un Oğlu ve Tufan Sonrası Durum
- Filistin’in İşgali 7 Ekim’de mi Başladı?
- “İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz” Kitabına Dair
- Gazze: Sözün Bittiği Yer
