Filistin’in İşgali 7 Ekim’de mi Başladı?
1912’de Filistin topraklarının İngiliz Mandası altına girmesiyle başlayan süreç İngilizlerin kontrolü altında Filistin’in yavaş yavaş Yahudileştirilmesi planını içeriyordu. İngilizler Filistin’i kontrol ederken dünyanın dört bir yanından Siyonizm ideolojisini benimsemiş Yahudiler, Filistin topraklarına akın ettiler. Tüm bu çabalara karşın yine de Yahudi nüfus Filistinli Müslümanların yanında azınlık durumunda kaldı.
1948 senesine gelindiğinde ise Filistin’in işgali resmî statü kazanarak kendisini “İsrail” olarak tanımlayan Siyonist rejim kuruldu. Bundan sonrası Filistinliler için ölüm veya sürgünden başka tercih hakkı bırakmayan bir dönemi ifade ediyordu. Batı’nın ya göz yumması ya da açıktan desteklemesiyle Siyonist işgal rejimi Filistin’i Filistinlilerden arındırmaya başladı. Önceleri Yahudileri Filistin’e yönlendirmek için “topraksız bir halk için halksız bir toprak” yalanını devreye sokan Siyonistler, Müslüman coğrafyada ise “Arapların toprak sattığı” dezenformasyonunu yaygınlaştırdılar. Bu argümanlar günümüze kadar gelen Siyonist yalanlar zincirinin iki temel dayanağını oluşturmaktadır.1
Filistin’de işgale karşı direniş Suriyeli bir âlim olan İzzeddin el-Kassam’ın 1900’lerin başında başlattığı cihad hareketiyle ilk ivmesini kazandı. İzzeddin el-Kassam, İngiliz işgaline karşı Müslüman halkı bilinçlendirmek ve cihadın farziyetini hatırlatmak için bütün gücüyle mücadele ederken şehadetle taçlanan bir örneklik inşa etti. Onun bu örnekliği Filistin halkının kendisine sunulan “ölüm ya da sürgün” tercihlerine verdiği “ya zafer ya şehadet” cevabının en net ifadesidir! Filistin direnişinin mahiyetini anlamak için Suriyeli bir âlimin başını çektiği ümmet dayanışması ve kardeşliğini akıldan çıkarmamak gerekmektedir.
Yaser el-Arafat’ın liderliğinde önemli bir ivme kazanan el-Fetih hareketinin, kendisini devre dışı bırakmak için kurulan FKÖ’yü ele geçirmesiyle -özellikle 1970’li yıllardan sonra- Arafat, direnişin en önde gelen isimlerinden oldu. Bugünkü Abbas idaresinin ihanetine karşı Oslo süreçlerindeki zaaflı görüntü bir yana bırakılırsa Arafat’ın Filistin için elinden gelen tüm imkânı sarf ettiğini söylemek mümkünken 1987 yılından itibaren başta Gazze Şeridi olmak üzere yeni bir hareket Filistin sathında güç kazanmaya başladı. İkisi de Gazzeli olan Şeyh Ahmed Yasin ve Abdülaziz Rantisi tarafından kurulan İslami Direniş Hareketi (Hamas), Filistin halkının gelenek ve inanç dünyasıyla gerçek anlamda birlik içerisindeydi.
İhvan-ı Müslimin’e yakın bir hareket olarak Hamas’ın Filistin halkıyla bütünleşme süreci 2006 senesindeki seçim sonuçlarıyla çok net bir zaferle sonuçlandı. Seçimlere ilk kez katılmasına rağmen Batı Şeria ve Gazze’de oyların ezici çoğunluğunu alan Hamas parlamentoda 76 sandalye elde ederken, el-Fetih'in sandalye sayısı 43'te kaldı. Komisyon, seçimlere katılımın yüzde 77'yi bulduğunu açıkladı.
Hamas’ın seçim zaferi Gazze için yıllardır devam eden ambargonun başlamasına sebep oldu. Filistin halkının tercihini İslamcılardan yana kullanmasını kabul edemeyen Siyonist rejim ve ABD, Gazze halkını yıldırmak için çok sert bir ambargo süreci başlattılar. Temel yaşam maddelerinin dahi girişi engellenirken neredeyse her sene özellikle Ramazan aylarında Gazze halkı ağır bir bombardımana tâbi tutuldu. Açlık ve susuzluğun ardından yaşanan yıkımla Gazze halkının Hamas’a karşı ayaklanacağını düşünen Siyonistler nasıl bir hata yaptıklarını ise 7 Ekim 2023 tarihinde anladılar!
7 Ekim ve Kitlesel Direniş
Ağustos 1949'da işgal ordusu askerleri iki Filistinli mülteciyi yakaladı. Adamı öldürdüler; kadın ise 22 asker tarafından tecavüz edildikten sonra katledildi. Mart 1950'de Siyonist askerler Gazze'den iki Filistinli kız ve bir erkek çocuğu kaçırdılar. Oğlanı öldürdüler ve öldürmeden önce iki kıza tecavüz ettiler. O yıllarda işgalci askerlerin evlerine dönmeye çalışan Filistinli kadın mültecilere tecavüz etmesi oldukça yaygındı.2 Örneğin Ağustos 1950'de dört İsrail polisi Batı Şeria sınırında ailesinin bahçesinden meyve toplayan Filistinli bir kadına tecavüz etti.
Bu örnekler 1950’li yıllarda Filistin’deki gündelik hayat hakkında bilgi veriyor. Siyonist çete kurulalı sadece iki sene geçmesine rağmen her gün Gazze ve Batı Şeria’nın maruz kaldığı şiddetin bir özeti olan bu cümleler Filistin’deki zulmün geçmişini özetliyor.
7 Ekim’de Kassam Tugayları neredeyse bir asra yaklaşan direniş tarihinin en büyük operasyonunu gerçekleştirerek Siyonist işgal rejimine hayatında görmediği bir darbe indirdi. 7 Ekim’e dair yapılan değerlendirmelerde yaşananları son üç ay üzerinden okuyan hatalı bakış açısı Aksa Tufanı’nın başarısını gölgelemeyi amaçlıyor. Bir halkın İngiliz mandası döneminden beri maruz kaldığı zulüm aynı zamanda o halkın hafızasını da inşa ediyor. Aksa Tufanı ise bu hafızanın en üst raddesinde ortaya konulan tepkinin adı olarak tarihe geçti!
Filistin halkı bu sebeple Hamas’ın gerçekleştirdiği operasyonu gerçek anlamda kavrayarak sahip çıkarken çatlak sesler ise Filistin dışından geliyor. Ancak her şeye rağmen çatlak seslerin oldukça önemsiz olduğunu kabul etmemiz gerek. Zira Aksa Tufanı, Siyonistlerle normalleşme yolunda adımlar atan ülkeler başta olmak üzere tabiri caizse bütün dünyayı kendine getirdi. Bu yaşananların ardından işgal rejimi ile normalleşmeye çalışmak neredeyse imkânsız bir hal aldı. Bunun dışında ise Aksa Tufanı sayesinde dünyanın her yerinde gerçekleştirilen kitlesel gösterilerle Siyonist çete hiç olmadığı kadar yalnızlaştı. Gazze direnişi dünyanın vicdanı oldu!
Uzun bir dönemdir şahit olunmayan bir birliktelik ruhuyla hareket eden dünya halkları, birçok şehirde yüz binlerce insanın katılımıyla caddeleri ve sokakları doldurarak işgale, sürgüne ve katliama karşı vicdan intifadası başlattı. Bu süreç sonunda ABD hariç Siyonizm’in kadim dostları olan Batı devletleri dahi işgal rejimini açıktan destekleyemez hale geldiler. Boykot halkaları ise küresel emperyalizmin ekonomik ağlarına darbe vurmaya devam ediyor.
7 Ekim Türkiye’de de kendi iç tartışmalarına yoğunlaşmış olan Müslümanları dünyevi sorun ve meselelerden uzaklaştırarak yeniden canlandırdı. Farklı İslami camiaların bir araya gelerek oluşturduğu platformlar binlerce insanın katıldığı düzenli protestolarla Gazze halkının mücadelesini selamladı!
Aksa Tufanı’nın ortaya koyduğu perspektif unutturulmaya çalışılan Filistin ve Kudüs davasını herkese hatırlatırken dünyanın vicdanını uyandırdı. Küçük sorunlar etrafında günlerini geçiren insanlık, Gazze sayesinde varoluşuna dair anlamlı bir arayış içerisine girdi. Binlerce insan İslam’ı yakından tanıma gayreti içerisine girerken yüzlercesi ise Müslüman olduğunu ilan etti. Aksa Tufanı, Siyonizm’in üstünlük algısını yerle bir ederken gerçek üstünlüğün inananlarda olduğunu kanıtlayarak insanlığa öze dönüş çağrısı yaptı. Şehitlerin kanıyla büyümeye devam eden bu çağrı sayesinde 7 Ekim zulme karşı direnişe destek verenler için yeni bir milat oldu!
İşgalin Anatomisini Yapan Bir Eser
Filistin’in işgaline nasıl karar verildi? İşgal için hangi askerî, siyasi ve “hukuki” süreçler işletildi? Filistin halkının topraklarını insansızlaştırmak için Siyonistlerin planı neydi? Bu sorular veyahut bunların ötesinde Filistin’in işgal edilme sürecine dair merak edilen tüm sorulara etraflıca cevap üretebilmek oldukça zor.
En temelde Filistin’de yaşanan “şey” modern insanın şahit olduğu en uzun soluklu zulümlerden birisi. Böyle büyük bir yıkımı anlamlandırmak ise ne kadar çabalarsak çabalayalım tam olarak mümkün değil. Ancak her şeye rağmen bunu denemek önemli. Zira Filistin’de yaşananların tarihçesi insanlık tarihinin yakın döneminde zalimlerin neler yapabileceğinin sınırlarını ya da sınırsızlığını göstermesi açısından vazgeçilmez bir konuma sahip.
1954, Hayfa doğumlu olan Yahudi tarihçi Ilan Pappê, “Yeni Tarihçiler” olarak ifade edilen bir akıma mensup. Pappê, 1999 senesinde verdiği bir röportajda Yeni Tarihçiler olarak nitelenen grubun en temelde Siyonizm’den güç alan mitlerle Filistin meselesine yaklaşmadığını ve Siyonist mitlerin bilimsel olarak sorgulamasını gerçekleştirdiğini ifade ediyor.3 Pappê’ye göre 1948 senesindeki plan Arapların tamamen sürüldüğü bir “İsrail’i” inşa etmekti. Siyonist kurucular bunu açıkça ifade etmeseler de “D Planı” adını verdikleri bir “sürgün ya da ölüm” mantığında işleyen bir süreci öngörüyorlardı. Bu plan Filistin topraklarının zorla boşaltılması açısından bir noktaya kadar başarılı olsa da Siyonistlere gerçek anlamda istedikleri devleti de vermedi.
Ilan Pappê’nin “Yeryüzünün En Büyük Hapishanesi / İşgal Altındaki Toprakların Tarihi” isimli çalışması geçtiğimiz ay Küre Yayınları tarafından Türkçeye kazandırıldı. “Yeryüzünün En Büyük Hapishanesi” yukarıda işaret edilen sorulara etraflıca cevaplar üretmeye çalışırken çok titiz bir tarih çalışması olarak Filistin’deki işgal ve soykırımın tarihini 280 sayfada özetliyor!
Kitabını Filistinli çocuklara adayan Pappê, Siyonistlerin Filistin’de yaptıklarını aktarırken kavramları yerli yerine koyarak hareket ediyor. Pappê bugün Filistin’de yaşananlar düşünüldüğünde “İsrailli vatandaşların” da Filistin’in işgali, sömürüsü ve yok edicisi olarak suça ortak olduklarını açıkça ilan ederek “İsrailli yerleşimci-sivil” tartışmalarına noktayı koyuyor.4 Siyonist kurucuların İngilizlerden emanet aldıkları sömürge mantığıyla Filistin’deki Filistin halkını yersiz yurtsuz bırakmak için devreye soktukları planları inceleyen Pappê, bu konuda en çok Siyonistlerin yasama ve yürütme meclisi olan Knesset’teki kabine tutanaklarından istifade ediyor.
Örnek vermek gerekirse 1948 senesinde Filistin’in etnik temizliği sırasında zorla boşaltılmış yüzlerce köy ve onlarca kasabanın ele geçirilmesi sürecini yöneten Hayim Moşe Şapira, 19 Haziran 1967 senesindeki İsrail devlet arşivi kayıtlarında, 1967 Savaşını müteakiben 500 sene Osmanlı toprağı olan, sonrasında ise yine Filistinli Arapların çoğunlukta olduğu Yafa’nın nasıl resmen işgal edildiğini şu sözlerle ilan ediyor:
“Yafa’yı Tel Aviv’e hiçbir yasak olmadan ilhak ettim!”5
Pappê’nin kitap yaptığı şey modern devletlerin “işlerini” nasıl yürüttüklerine dair de çokça fikir sunuyor. Siyonistlerin işlediği cürümlere karşı olsa da bir Yahudi olan Pappê, “İsrail devlet arşivlerine” istediği gibi ulaşıp işgal rejimini “içerden” eleştiriye tâbi tutabiliyor. Siyonist rejim ise kuruluşundan bu yana bütün kabine ve meclis tutanaklarını kayıt altında tutarak bir yandan işgal ederken bir yandan ise kendi “tarihine” sahip çıkıyor. Oldukça düşündürücü olan bu durum içerisinde barındırdığı pervasızlık bir yana Siyonist işgal rejiminin gerçek anlamda Batılı modern seküler dayanaklarını da gözler önüne seriyor. Kitabı okurken Tel Aviv rejiminin Avrupalı devletler kadar “hukukun işleyişine” inandığını görüyorsunuz. Ancak hukukun işleyişi ile kendisi arasında önemli bazı farklar söz konusu.
Filistin’deki vaziyeti anlatmak için en sık başvurulan kavramlardan birisi hiç şüphesiz çifte standart. Bugün Filistin’de Filistin’i gasp eden bir rejim var ve kendi içinde vatandaşlarına devamlılığı olan bir sistem sunmak zorunda. Öteki türlü Siyonistler yaşanan vahameti sürdüremeyeceklerinin farkındalar. Bu devamlılık ise birinci olarak geniş bir baskı-şiddet ağıyla mümkün oluyor. Filistinlilerin yaşadıkları gerçek anlamda bir hapishane deneyimi. Bu hapishanenin duvarları ise belirsiz ve her an yer değiştirme özelliğine sahip. Anlık olarak Siyonistler tarafından belirlenen kurallar çerçevesinde Filistinliler var olma mücadelesi veriyorlar. Bu nokta ise Siyonistlerin kurdukları zulüm düzeninin devamlılığını sağlayan ikinci hususa işaret ediyor. Batılı devletlerin “amasız” desteği.
Bu konuyu uzun uzun detaylandırmaya gerek yok. Üç aydır Gazze’de yaşananlar Batılı devletlerin işgal rejimi söz konusu olduğunda yapabileceklerinin hiçbir sınırı olmadığını zaten kanıtladı. Pappê, bu konuda Siyonistlerin ABD ve AB’yi nasıl kendilerine bağımlı hale getirdiğini incelerken karşılıklı çıkarları vurguluyor. Bunun dışında ise hukukun nasıl ayaklar altına alınarak insanlığın katledildiğini de “İsrail devlet arşivleri” kaynaklarından yola çıkarak detaylıca inceliyor.
Meraklısı için kitabı önerip yazımızı bitirmeden önce Filistin’de direnişten başka bir yol olmadığını gösteren bir alıntı yapmak istiyoruz. İşgalcilerin pervasızlığı ve uluslararası sistemin buna çanak tutması sonucunda iş bir noktadan sonra öyle bir raddeye varıyor ki Pappê her şeyin bir tiyatro olduğunu ve aslında hiçbir uluslararası kurumun Filistin meselesinde ağırlığı olmadığını şu sözlerle aktarıyor:
“Geçmişe bakıldığında, Knesset’in Filistinli toprakların kaderinin belirlenmesinde BM’den daha önemli olduğu görülüyor!”6
1- https://www.haksozhaber.net/filistinliler-topraklarini-satti-yalani-nasil-ortaya-cikti-167304h.htm
2- https://www.haksozhaber.net/gazzedeki-katliamlari-bugunle-sinirli-gorme-hatasindan-kurtulmaliyiz-170753h.htm
3- https://www.haksozhaber.net/yahudi-yeni-tarihciler-ve-israilin-yalanlari-104867h.htm
https://www.haksozhaber.net/siyonizmin-yalan-uzerine-kurulu-tezlerini-reddeden-yahudiler-167458h.htm
4- Ilan Pappê, Yeryüzünün En Büyük Hapishanesi, Küre Yayınları, s. 30.
5- Yeryüzünün En Büyük Hapishanesi, Ilan Pappê, Küre Yayınları, s.90
6- Yeryüzünün En Büyük Hapishanesi, Ilan Pappê, Küre Yayınları, s.97
- Hayırlı Ayrışma
- Kemalizm Siyonizm Kadar İslam Düşmanı Bir Tutum ve Pratiktir!
- Gazze’yi Konuşmak
- Aksa Tufanı ve Gazze Direnişinin Mayalanma Merhaleleri
- Gazze Aynasına Yansıyan Halklar
- Gazze Çoktan Kazandı ve Şimdi Ümmete Kazandırıyor
- Gazze Tüm İnsanlığı Diriltiyor!
- Gazze Hepimize İzzetin Anlamını Öğretiyor
- “Gazze İçin Herkesin Yapabileceği Bir Şeyler Vardır”
- Filistin Davası ve Kolonyalizm Teorileri
- Siyonizm’in Dinsel Motivasyonu
- Sıradanlaşan Kardeşliğimiz ve Gazze
- Piyade Okulunda ve Futbolda Atatürk Ajitasyonu
- Teşhirciliğe ve Sapkın Hareketlere Karşı Mücadelede Usul
- Nûh Tufanının Sonu, Hz. Nûh’un Oğlu ve Tufan Sonrası Durum
- Filistin’in İşgali 7 Ekim’de mi Başladı?
- “İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz” Kitabına Dair
- Gazze: Sözün Bittiği Yer
