1. YAZARLAR

  2. Yusuf Yargın

  3. Sıradanlaşan Kardeşliğimiz ve Gazze

Sıradanlaşan Kardeşliğimiz ve Gazze

Ocak 2024A+A-

Kardeşlerimizi birer ikişer yitirmeye başladığımız bir zaman diliminde, kimi zaman kendimizi yalnız hissetmiyor değiliz. Sosyalitemizin artmasına ve bunca iletişim kanallarına rağmen bireyselleşmenin tahakkümüne terk edilen kardeşliğimiz, bir zamanlar olduğu gibi biri bin yapma mecalini dört gözle arıyor. Müminleri ilahi bir statü ile kardeş ilan eden ayete rağmen yine de gerçekten yeryüzünde iki milyar kardeşimiz var mıdır sorusu, zihnimizi kurcalamaya devam ediyor.

İnanç, kimlik ve zihniyet birliğimizi temsil eden ümmetimizin aziz peygamberi, tanıyıp da görmediği ahir zaman kardeşlerini büyük bir iştiyakla görmek istemişti. Oysa ahir zaman kardeşleri, aynı iştiyakla üstelik görüp de bildikleri halde, kardeşlerini özlemek hususunda iyi bir sınav verememektedir. Gidilip gelinmeyen patika yolları, çalı ve dikenlerin kapladığı gibi kardeşler arasındaki ünsiyetin yollarını da adeta çalı ve dikenler kaplamış durumda. Allah için sıkıntılarına katlanacağımız, ihtiyaçlarını karşılayıp karşılıksız sevebileceğimiz sayısız kardeşlerimiz dururken; hala beyhude bir şekilde, bizimle ilgilenecek ve sıkıntılarımızı giderecek kardeşler beklemekteyiz. Kim bilir belki de farkında olmadan İslam’daki kardeşliği, sahabeler devrine terk etmişizdir. Unutmayalım ki Müslümanların derdiyle dertlenmeyen, onları özlemeyen, dualarına ortak etmeyen, kendisi için istediğini kardeşleri için de istemeyenler, onlardan olma haklarını çoktan kaybetmişlerdir.

Hayat standardımızın yüksekliğine ve imkânlarımızın genişliğine rağmen ne kalplerimizde bir huzur ne de ağzımızda bir tadın olduğunun farkındayız. O halde geçmiş yıllarda okey oyun masalarında, hobi bahçelerinde, kariyerlerin yorucu basamaklarında, ilgi ve övgü sarhoşluğunda, konformizmin ataletinde ve fasit yaşam döngülerinde kaybetmiş olduğumuz kardeşlerimize rağmen; yeni bir ruhla tekrar bir araya gelebilmeliyiz. Birbirimize dünyayı değil özellikle ahireti hatırlatmak için. Nitekim eş ve çocuklarımız, bize dünyayı ve onun süslerini hatırlatıyor olsa da samimi mümin/mümine kardeşlerimiz bize; Allah’ı ve ahiret gününü hatırlatmaktadırlar. Aslına bakarsanız birbirimizi birr’e davet ederek kolektif eylem ve ibadetlerle hep birlikte yükselebiliriz. Allah için severek ve sevilerek ruhlarımızı birbirimizin ruhuyla emzirebiliriz. İşte o zaman gönlümüzün huzurundan, ağzımızın tadından ve vuslatın hazzından belki bahsedebiliriz. Şüphesiz ki Allah, gönülleri sevgi ile birleştirendir.

Hasret duygusundan yoksun, adeta kurulmuş rutin sohbet buluşmalarına bugünlerde, hasret duygularını yüklemek ciddi bir ihtiyaç haline gelmiştir. Özlem ve muhabbetten, sadaka değerindeki tebessümden, samimi bir ışıltıyla bakan gözlerden yoksun bir kardeşlik; ruhunu kaybetmiş bir olguya dönüşmeye mahkûmdur. Allah rızası için yaptığımız ziyaret ve ikramlar, muhabbetin ön koşulu iken; muhabbet de kardeşlik duygusundan doğan o tatlı telaşın ön koşuludur. Aksi takdirde, ihvan ile buluşup Allah’ın adını anmak suretiyle kanatlandıracağımız ruhumuzdan doğacak heyecanımızı, akşam izlemeyi dört gözle beklediğimiz futbol takımımızın maçına dair duyacağımız heyecan gibi başka heyecanlara terk edeceğiz. Bu konunun ehemmiyetine dikkat çeken Resulullah (s) şöyle buyurmaktadır: “Allah Teâlâ, sırf benim için birbirini seven, benim rızam için toplanan, benim rızam uğrunda birbirini ziyaret eden ve sadece benim rızam için sadaka verip iyilik edenler, benim sevgimi hak eder, diyor.1 Yani Allah Teâlâ, bu kullara karşı sevgi ve muhabbeti adeta kendisine vacip görüyor.

Allah’ın adını yüceltmek ve hak ile iştigal etmek için bir araya gelme azmini göstermeyenleri bâtıl, hissettirmeden istila eder de gaflet kaçınılmaz olur. Kardeşlerini unutan, davasını; davasını unutan da kardeşlerini unutmaya mahkûmdur.

İslam’ın Kardeşlikten Muradı Nedir?

Bir toplumun varlığı, bütünleşmeyi gerektirdiği gibi; şerefli bir hayatın varlığı da birlik içerisinde yaşamayı gerekli kılar. Birlik ve beraberliği bozulmuş, birlikte hareket etme kabiliyetini yitirmiş, sürekli birbiriyle çekişen milletler dağılıp parçalanır ve esarete mahkûm olmakla beraber toplumsal huzurunu da kaybeder. İşte bu noktada devreye ‘din’ girer. Çünkü kalabalıkları ümmet haline getirecek olan en etkili faktör dindir. Bu anlamda İslam dini, fiillerin tevhidine ulaşabilmek için kalplerin tevhidine öncelik vermeye çalışır.

Toplumun barış, huzur, güven ve mutluluk içinde yaşamasını sağlamak İslam’ın önemli hedeflerinden biridir. Allah’ın insanlar hakkındaki muradının bir yansıması olarak İslam dini, kardeşlik müessesesini cari kılmak için kolları sıvar. Bu aşamada inşa edilmek istenen din kardeşliği; kan, süt, yol ve kültür kardeşliğinden kapsam ve derinlik olarak daha farklıdır. Üstelik bu kardeşliğe ırk ve coğrafya gibi faktörler, herhangi bir engel teşkil etmez. Kur’an’ın ifadesiyle “bünyanun mersus” tamlamasına karşılık gelen, Allah yolunda söz ve güç birliği etmiş, birbirine kenetlenmiş bir toplumun inşası söz konusudur.

Bu toplumda bireylere sevgi ve fedakârlık eğitimi verilirken aynı zamanda sevgisizlik ortadan kaldırılıyor. Hatta kişiler bu toplumda, birbirlerinin günah ve sevaplarından sorumlu tutuldukları bir anlayışa evrilmekte ve böylelikle birbirlerine rahmet olmaktadırlar. Tıpkı Medine toplumunun en önemli iki kabilesi olan Evs ve Hazreç kabileleri arasında cereyan eden 120 yıllık savaşın ardından, Hz. Muhammed’in (s) tesis ettiği kardeşlik kurumu sayesinde bu kabilelerin; sevgi, fedakârlık ve diğerkâmlık hususunda tarihe altın harflerle yazılacak bir miras bırakmaları gibi. Birbirlerinin kurdu olan bu kabilelerin, nasıl da birbirlerinin yurduna dönüştüklerine tarih her daim şahitlik etmektedir. Böyle bir İslami toplumda doğan her birey, doğal olarak o toplumun ‘toplumsal karakterinden’ renk alır. Bu toplumda yetişenlerin karakterine; doğruluk, sadakat, şecaat, kanaatkârlık, cömertlik ve îsâr gibi erdemler nakşedilir. Oysa modern algı ve paradigmalara göre şekillenen toplumlarda, bireyin karakterine; bencillik, israf, hedonizm, israf, savurganlık ve kişisel çıkara dayalı bir yaşam biçimi nakşedilir.

Diğer taraftan da İslam, kardeşlik duygusunu zedeleyebilecek yalan, dedikodu, kötü zan, küçük görme, aldatma ve lakap takma gibi söz ve davranışları haram sayarak bu müesseseyi koruma altına almaya çalışmıştır.

Gazze ve Bünyanun Mersus

İzzet ve kıyam yurdu Gazze, 7 Ekim 2023 tarihi itibariyle ABD ve Avrupalı güçlerin desteklediği İsrail’in vahşi saldırılarına karşı geliştirdiği direniş gücüyle, dünya tarihinde bir milat oluşturmayı başardı. Gerek masumiyetiyle gerekse de şanlı direnişiyle küresel çapta halkların zihinlerinde ve vicdanlarında ciddi bir kırılma meydana getirdi. İman, samimiyet ve kararlılık etrafında kenetlenmiş küçük bir topluluk; Allah yolunda söz ve güç birliği ederek, dünya müstekbirlerinin korkulu rüyasına dönüştüler. Bu kardeşler, ‘bünyanun mersus2 tamlamasına paralel düşerek ve de taşları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi sağlam durarak Kur’an-ı Kerim’in şu ayetine tefsir oldular: “Şu bir gerçek ki yüreklerinde size karşı duydukları korku Allah’a karşı duyduklarından daha şiddetlidir.3 Bu ayet-i kerime kâfirlerin psikolojisini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Gazzeli mücahidlerin, düşman topluluğuna kıyasla küçük bir cemaat sayılmalarına rağmen, saflarındaki muazzam itaat, disiplin ve şehadet aşkı sayesinde nasıl da çelikleşebildiklerini kâfirler gayet iyi görüyor ve de korkuyor. Kendi silah üstünlüklerine sığınan düşman askerlerinin, bu üstünlüğün para etmediği noktalarda saklandıkları delikten köstebek gibi kaçtıklarını, tüm dünya açık bir şekilde görebilmektedir.

Allah’ın eşsiz bir yapı olarak tasvir ettiği bu topluluğa ait duvarın yapı taşları, birbiriyle yardımlaşmakta, birbirine dayanmakta ve kenetlenmektedir. Gazzelilerin İslam inancı temelinde inşa ettikleri ahlaki yapı, kendi aralarında bütünleşmeyi sağladığı gibi kâfirlere karşı da ciddi bir savaş gücü getirmiştir. Bu gücü oluşturmanın ön koşulu, fiildeki tevhidle birlikte Âkif’in dediği gibi zihinlerde bir tevhidin kök salmasıdır: “Değil mi cephemizin sinesinde iman bir, / Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir; / Değil mi cenge koşan Çerkez’in, Lâz’ın, Türk’ün; / Arap’la, Kürd ile bâkidir ittihâdı bugün.” Nitekim Peygamberimiz (s) de bu güçlü ve yekpare yapıya işaret ederek: “Müminler; birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve yekdiğerini korumakta tek vücut gibidirler.4 demiştir.

Kısacası yekvücut olmanın yolu, kardeşlik müessesesini ümmetin gönlünde ve ruhunda sindirmek suretiyle ‘dinamik bir kardeşliğe’ hayat vermekten geçer.

Filistinli kardeşlerimiz bugün, dillere destan olan ve önemli örneklikler ihtiva eden sahabe menkıbelerini günümüze taşımaktadır. Asr-ı Saadet devrine ait olarak nakledilen iman, teslimiyet, diğerkâmlık ve fedakârlık örnekliklerini hayranlıkla izleyen gözlerimiz bugün, yanı başımızda Gazze’de cereyan eden vakalara çevrilmiş durumda. Bu kardeşlerin dayanışma, teslimiyet ve fedakârlık manzaraları bize tarihimizdeki örnekliklerin arka planında yatan o ruhu, bir kez daha hatırlatıyor. İşte onlardan biri: Yermuk Savaşı’nda yaşanan ibretlik bir olay. Huzeyfetü’l-Adevi (ra) bu olayı şu şekilde anlatıyor:

Yermuk Savaşı’ndaydım. Yaralılar arasında kalan amcamın oğlunu aramak üzere savaş alanında geziyordum. Yanımda biraz su vardı. Hava da çok sıcaktı. Amcamın oğlunu bulup su isteyip istemediğini sordum. Başıyla ‘isterim’ dedi. Dudakları hararetten adeta kavrulmuştu. Tam suyu içireceğim sırada yaralıların arasında Hz. İkrime’nin sesi duyuldu, ‘Ah! Su!’ diye inledi. Amcamın oğlu Hz. Haris, gitmemi ve suyu ona içirmemi işaret etti.

Tam ona su vereceğim sırada başka birisi ‘Su!’ diye inledi. Hz. İkrime de suyu içmedi ve beni ona gönderdi. Fakat suyu kendisine ulaştırıncaya kadar o kişi, şehid olmuştu. Hemen İkrime’nin yanına koştum, o da şehid olmuştu. Bari suyu amcamın oğluna içireyim diye onun yanına koştum, fakat o da şehid olmuştu. Nihayet su elimde kaldı. Allah hepsine rahmet eylesin.5 Yermuk Savaşı neticesinde, Suriye’deki Bizans egemenliğine son verilmiş, bu suretle bölgeye Müslümanlar hâkim olmuştu.

Yukarıda anlatılan olay, bir savaşı kazandıracak ruhun arka planının açık göstergesi değil midir? Bu hadise, maddi bir birlik ve düzenden çok önce gönül birliği ile dayanışma ruhunun önemini ön plana çıkarmaktadır. Savaş gibi çetin şartlarda bile eri, subayı ve halkıyla birlikte ‘yüce bir gaye’ etrafında ihlasla birbirlerine bağlanan Gazzeliler; birbirlerine düşmüyor, acıklı hallerinden şikâyet etmiyor, ümitlerini yitirmiyor ve Allah’tan başka hiç kimseden korkmuyor. Bu savaşta her şeylerini kaybeden kardeşler, birbirlerine kaybettikleri can ve mallarını değil; Allah’ın indinde onları bekleyen daha hayırlı ve daha kalıcı olan nimetleri hatırlatıyorlar.

Gazze’de son yaşanan manzaralar aynı zamanda bizlere de kendi gerçeğimizle yüzleşme fırsatı tanımaktadır. Selahaddin gibi Kudüs için kahkahalarını yarıda bırakmış Gazzeli babaların yetiştirdiği çocuklar, bizimkiler gibi evcilik, doktorculuk değil de şehitçilik oyunu oynuyorlar. Üstelik bu çocukların nazarında şehit, Allah’ın sevgilisi demektir. Bu durum, sabah namazına kaldırmaya kıyamadığımız çocuklarımız ile Gazzeli çocukların ne kadar da farklı bir atmosferi teneffüs ettiklerini gözler önüne sermektedir.

Kırk talâk ile dünyayı boşamış, serden ve yârdan geçmekte bir an tereddüt etmeyen Gazze Müslümanlarına mukabil, dünyaya kırk pranga ile bağlanmış bir de bizler varız. ‘Bünyanun mersus’ duvarında sağlam bir tuğla edasıyla duran Gazzeliler, kucaklarındaki şehit yakınlarının cenazesiyle adeta; sahabelerin Peygamberimizin (s) huzurunda ifade ettikleri: “Anam, babam sana feda olsun ya Resulullah!” sözünü, peygamberlerinin gıyabında söyleyerek ona olan sevgilerini ispat ediyorlar. Onların bu tutum ve davranışları acaba gönlümüzde ve zihnimizde nereye düşüyor? Bir de şu konforlu hayatımızdan taviz vermeksizin: “İntisabım ta ezeldendir Cenab-ı Ahmed’e, / Ahmediyem, Ahmediyem, Ahmedi.6 şeklindeki haykırışlarla iktifamız nereye düşüyor, diye düşünmek lazım.

Son zamanlarda iyice zayıflayan şuurumuz ve zarar görmüş kişiliğimizle birlikte kardeşliğimizin ne kadar da sıradanlaştığını görmezden gelemeyiz. Kişisel hesaplarımız, hasedimiz, marazımız, duyarsızlık ve gafletimiz gibi olumsuz bazı durumlar, kardeşlik olgusunu günbegün kemirmektedir. Geriye herhangi bir bedel ödeme yükümlülüğü olmayan, sadece söylem düzeyinde gelişen; gönülsüz, ruhsuz ve heyecanını yitirmiş bir kardeşlikten bahsedebiliyoruz.

Peygamberimizin (s) ihdas etmeye çalıştığı kardeşlik kurumunu onarmak, tamamen kardeşlerin inisiyatifinde olan bir konudur. Çünkü her bir mümin, diğer müminler üzerinde hem hâk hem de yetki sahibidir ve Allah, onları birbirlerinin velisi tayin etmiştir. Bu durumda kardeşler, merhamet ve yardımlaşmayla birlikte; birbirlerine iyiliği emredip sabrı ve hakkı tavsiye edebilmelidir. Herhangi bir kimse bir günaha bulaştığında, savrulduğunda ve hatta zalim7 sıfatını hak edecek duruma geldiğinde bile diğer kardeşler onu düzeltme ve doğru olana davet etme hususunda, öğüt verip yapıcı eleştirilerini rahatça dile getirebilmelidir. Sürekli açık tutulması gereken bu yolun önündeki en büyük engeli, nasihat ve eleştirilere karşı giydiğimiz kalın zırhlarımızın teşkil ettiğini gözden kaçırmamalıyız.

Müslümanları, kardeşsiz düşünemeyiz. Tıpkı Hasan el-Benna’yı ihvansız, Musa’yı (a) Harun’suz, İsa’yı (a) havarisiz, muhacirleri ensarsız düşünemediğimiz gibi.

 

Dipnotlar:

1- Muvatta, Şa’r, 16.

2- “Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda kurşunla birbirine kenetlenmiş (bünyanun mersus) bir yapı gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff, 4)

3-  Haşr, 13.

4- Buhari, Edep, 27.

5- Hâkim, el–Müstedrek, lll, 242; Muttaki, Kenzu’l–Ummal, V, 310 (www.ilkadımdergisi.net)

6- Mehmet Sadi Bey (1839-1902)

7- Resulullah (s) şöyle buyurdu: “Kardeşin zalim de mazlum da olsa ona yardım et!” Bir adam: “Ya Resulullah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zâlimse nasıl yardım edeyim, söyler misiniz?” dedi. Peygamberimiz: “Onu zulmünden alıkoyar, zulmüne engel olursun.” dedi. (Buhari, Mezalim, 4)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR