1. YAZARLAR

  2. Murat Özer

  3. Şaron'u Devlet Törenle Halk Protestolarla Karşıladı!

Şaron'u Devlet Törenle Halk Protestolarla Karşıladı!

Eylül 2001A+A-

Etrafı mübarek kılınmış kutsal beldeden her gün biraz daha artarak kan kokusu yükseliyor. Ve her gün şehitlerin parçalanmış cesetleriyle ekranların başında irkiliyor ve içimizi titreten, göğsümüzü daraltan, boğazımıza bir yumruk gibi düğümlenen hıçkırıklarımızı yüreklerimize akıtıyoruz. Ve, çocuklar. Gözlerindeki İman pırıltılarıyla, taşlarıyla öğretiyorlar. Yine ve yeniden öğretiyorlar. Siyasal İslam'ın bittiğini, demokratik ve laik değerlerin vazgeçilmez olduğunu hararetle söyleyenlere inat Filistin Kur'an'la ve tarihle bizi buluşturuyor.

Filistin direniyor, öğretiyor

"Filistin etrafında birliktelik sağlamak, tarihin Kur'an'la buluşması ve Mescid-i Aksa'ya doğru siyasi bir coğrafyanın yeniden oluşturulmasıdır. İşte bu oraya doğru ilerleyen milyonların ve girişilen tüm uyanış projelerinin birliğidir. Bugün Kudüs'te sembolleşen kavganın odak noktası, bir yandan vahdet değerlerini ve sancağını taşıyan Allah'ın kullarıyla diğer yandan çatışma felsefesinin değerlerini taşıyan Allah'ın rızasını elde etmeye çalışanlarla; insanlık tarihi boyunca yeryüzünde berbat bir medeniyet modeli ortaya koyan ve Allah'a isyan edenler arasındaki ayırıcı özelliği ortaya koymaktadır."

Şehit Dr. Fethi Şikaki, zindanda iken hazırladığı çalışmasında gösterdiği bu bakış açısıyla İslami hareketin varoluş gayesi ve hedeflerini tartışmasız olarak ortaya koymuştur. Bugün dünyanın herhangi bir bölgesinde İslami mücadele adına yapılan hareketlerin Filistin davasını güçlendirdiği, aynı şekilde Filistin'de siyonist varlığa karşı gerçekleştirilen her türlü direnişin dünyanın neresinde olursa olsun var olan İslami hareketliliği manen ve siyaseten güçlendirdiği biraz dikkatli incelendiğinde görülecektir. Ve kesin olarak anlaşılmaktadır ki yerel tağuti rejimlerin ortadan kaldırılması, Siyonist işgalin yok edilmesiyle bire bir ilintilidir. Siyonist işgal devleti bölgedeki İslam karşıtı egemenlerin en büyük destekçisidir. Çünkü kendi varlığı da yine bu işbirlikçi iktidarların desteğine bağlıdır.

Beyrut kasabı olarak bilinen Ariel Şaron'un iktidara gelir gelmez daha fazla şiddet ve daha fazla katliama dönük politikası Filistin İslami mücadelesinin kökünü kazıyarak büyük İsrail hayalini gerçekleştirmenin önündeki en büyük engeli ortadan kaldırmayı öngörüyordu. Kısa bir süre öncesine kadar Ortadoğu manzarası tümüyle ABD ve İsrail karşısında boyun eğmiş bir hal arz ediyordu. Özellikle Körfez Savaşı ertesinde ABD'nin yenidünya düzeni biçimlendirmesine uygun olarak Ortadoğu'da hız verilen barış süreci temel belirleyici konumundaydı. Bölge rejimleri birbiri ardına İsrail ile ilişki kuruyor, yaklaşık kırk yıl boyunca sürdürülen siyonist işgali tanımama politikası yerini normalleşme sürecine bırakıyordu. Bu gün ise İntifada'nın ateşleyici işlevi gördüğü farklı bir atmosfer tüm Ortadoğu'da hakim görünüyor. İsrail ile anlaşan ilk Arap devleti olma onursuzluğuna sahip Mısır dahi bugün İsrail'in sert bir muhalifi durumunda. Bölgede Filistinlilerin işgal edilmiş topraklardan bir taleplerinin olmasının önüne geçmek için kurdurulan "gecekondu devleti" Ürdün'den başka işgalcilerle ilişkilerini sürdüren bir Arap devleti neredeyse kalmadı. İşte bu noktada Ariel Şaron'un Türkiye ziyareti daha bir anlam kazanıyor.

Türkiye İsrail'in Çiftliği mi?

Tüm İslam aleminin nefretini üzerine çekmiş ve katliamlarıyla meşhur olmuş bir kişinin İslam birliğinin şekilsel de olsa temsilcisi durumundaki hilafet makamının kaldırıldığı bir şehirde "Kudüs'ün ebediyen yahudilerin başkenti olacağını" söyleyebilmesi Türkiye'nin Ortadoğu'da emperyalistlerce tanzim edilmiş rolünü göstermesi açısından önemlidir. Şaron İsrail için bölgedeki en önemli tehdit olarak gördüğü İran'a karşı Türkiye'de füze rampalarının yerleştirilmesi hediyesini Manavgat suyu eşantiyonuyla beraber alarak ülkesine döndü. Tüm bunlara karşılık Türkiye'nin ne talep ettiğini sormak bile abesle iştigal olsa gerek. İsrail açısından, Türkiye ile yaptığı askeri antlaşmalar kendi savunma sahasını güçlendirmeye yönelik. Ancak, hem de "ulusal güvenlik" meselesinin tartışıldığı böyle bir dönemde bir başka ülkenin hem de komşularına karşı, kendi topraklarında füze rampaları ve uçaklarıyla savunma hattı oluşturmasına müsaade etmek "ulusal onur"un neresine oturmaktadır?

Şaron'un Türkiye ziyaretinde bir başka dikkat çekici unsur da Türk medyasının daha Şaron gelmeden önce yaptığı propagandadır. Batılı bir gazetecinin dahi dikkatini çekecek kadar, haber bültenlerinde, İsrail saldırılarına 'nokta vuruşu', istişhadi eylemlere 'katliam' gibi sıfatlar yakıştırarak İsrail ağzıyla konuşmaları manidardır.

Siyonistlerin Ortadoğu'ya yerleşmeye başlamasından hilafetin ilgasına, müslümanların ulusal sınırlarla bölünmesinden yerel tağuti otoritelerin ihdasına uzanan çizgide siyonist İsrail işgal devletinin kurulması en önemli halkayı oluşturuyor. İslami Cihad'ın şehid edilen lideri siyonist terörün varlığına dikkat çekerek şöyle diyor: "Siyonist devletin kurulması, batılılaştırma ve parçalama emellerine giden çağdaş batının meyden okuyuşunun karşısına tarihimizin belirlediği şekilde dikilmek, çağdaş İslami hareketin en önemimi görevidir. Batı saldırısının merkez karakterini oluşturan, bölme, yutma, tabi kılma ve geri bırakma realitesinin hegemonyası için, siyonist devletin kurulup devam etmesi bir güvence ise her yerde bulunan milyonlarca topluluk ve İslami hareketler, İslam dünyasının her yerinde sürdürülen uyanış kavgasındaki ön cephelerinde merkeze doğru Kudüs'e giden bir dosdoğru çizgi çizmek zorundadır."

Tüm bunlar da Filistin mücadelesinin önceliği ve merkeziliğinin ne anlama geldiğini göstermekte değil midir? Merhum Şikaki'nin de dediği gibi Kudüs'ü merkeze alarak yürütülecek bir mücadele dünyanın neresinde olursa olsun Allah'a savaş açanlara karşı yürütülmekte ve aynı zamanda yerel zulüm düzenlerini de sarsıntıya uğratmaktadır.

Şaron'un Türkiye ziyaretinde estirilen terör havası, insanların sabaha karşı evlerinden apar topar alınması ve muhtemel protestoları engellemek adına Taksim meydanının ve İstiklal caddesinin adeta kuşatma altına alınması gibi uygulamalar da göstermiştir ki herhangi bir İslam coğrafyasındaki en ufak anti-siyonist hareketlilik işgalcilerin varlığına yönelik doğrudan bir tehdit olarak algılanmaktadır.

Filistin Mücadelesinin Ayrıştırıcı Niteliği

Filistin mücadelesi adeta bir mihenk taşı olmuş durumdadır. Dünyanın herhangi bir yerindeki İslami hareketlilik İslami kimliğini, varlığını ve duruşunu işgale karşı tavrı ve mücadeleye bakış açısıyla test etme durumundadır. Öyle ki, işgalcilerin varlığını meşrulaştıran uygulamalara imza atanlar bu testte masadan kimliklerini geride bırakarak kalkmışlardır. Varoluşunu neredeyse anti-siyonist mücadeleyle temellendiren Refah Partisi'nin kendi iktidarında işgalcilerle dört antlaşmaya imza atması sonunda gelinen süreç ortadadır. İsrail'in varlığını şu veya bu Şekilde kabul eden hareketler nesnel olarak kendi durumlarını ileriye götürseler de başlangıçta taşıdıkları ilkelerinden uzaklaşarak varoluş gayelerini ortadan kaldırmışlardır. Hatta RP bu tavrıyla görünür bir kazanç -iktidarını pekiştirme gibi- elde edemediği gibi egemenlerin tasallutuna uğramaktan kendisini kurtaramamıştır. Bugün Milli Görüş hareketinin mensupları iki farklı partide ve başlangıçtaki ilkelerinden oldukça uzak bir yerde yollarına devam etmekteler. Yenilikçileri Milli Görüş ilkelerinden uzaklaşmakla itham eden Recai Kutan, geçmişte yapılanlardan ders çıkartacak yerde Ariel Şaron ziyaretiyle ilgili ne düşündüğünü soran gazetecilere ziyaretin normal karşılanabileceğini ama askeri antlaşma yapmaktan kaçınılması gerektiğini söyleyebilmiştir.

Türkiye'deki en azından son iki askeri müdahalenin kıvılcımının -1980 darbesi öncesi Konya'daki Kudüs Yürüyüşü ve 1997'deki Sincan'daki Kudüs Gecesi- Kudüs ve Filistin mücadelesi olması da göstermektedir ki siyonizmin geriletilmesiyle İslam coğrafyalarındaki egemenlerin varlığı arasında çok derin bir ilişki bulunmaktadır. Dolayısıyla Türkiye'de en azından anti-siyonist bir mücadele içinde bulunmak ağır bir bedeli gerektirmektedir. Bu zor bir tercih olmakla birlikte müslümanlar için vazgeçilmez, varoluşsal bir durumdur. Belki de küreselleşme, demokratikleşme, liberalizasyon rüzgârının hallaç pamuğu gibi dağıttığı müslümanlar için toparlanmaya yönelik son derece önemli bir avantajdır. Filistin direnişi, müslüman aklını hizada, belleğini diri tutan bir rol üstlenmektedir. Türkiye'den bakarak laik ve demokratik değerlerden vazgeçmenin mümkün olmadığını, saadetin ve kalkınmanın ancak Avrupa tipi bir demokrasiye ulaşmakla mümkün olduğunu söyleyenler, bunların palyatif çözümler olduğunu ne tarihle ne de realiteyle örtüşmediğini Filistin'e bakarak görebilirler. İslam dünyasını parçalara ayıran ve kana boyayan Batı'nın çirkef ve sömürgeci yüzü ne çabuk unutuldu da, Batı, medeniyetin beşiği oldu?

Uzlaşmacı Çözümlerin İflası

Küreselleşme söyleminin etkisiyle daha bir açığa çıkan liberal ve ılımlı İslam anlayışı tüm İslam coğrafyalarını sarmışken Filistin tarihinin en İslami duruşunu sergiliyor. Öyle ki, bir HAMAS liderinin İsrail tarafından katledilmesine Amerikan dışişleri dahi tepki gösterecek kadar müslümanlar bölgede artık inisiyatif sahibiler. Gazze ve Batı Yaka'da kaldırılan şehid cenazeleri İslami mesajın kitlelerde geniş biçimde yankılandığını gösteriyor.

Siyonist çete cinayetlerini aralıksız sürdürüyor. 27 Ağustos'ta bürosuna atılan bir roket sonucu Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) genel sekreteri Ebu Ali Mustafa alçakça katledildi. FHKC Filistin'de Siyonist işgale karşı mücadele eden sol hareketlerin en büyüğü. Ebu Ali Mustafa'ya yönelik suikast Siyonistlerin bir süredir hız verdiği direniş önderlerine yönelik cinayetler serisinin son halkasını oluşturuyor.

Ebu Ali Mustafa için Batı Yaka'nın Cenin kentinde binlerce kişinin katıldığı protestolar gerçekleştirildi. Tüm Filistinli örgütler cinayetin intikamının en acı bir şekilde alınacağını duyurdular. Hamas ve İslami Cihad liderleri de "Önemli bir siyasi önder ve halkının haklarını savunan bir direnişçiye" karşı gerçekleştirilen bu cinayete mutlaka karşılık vereceklerini ilan ettiler.

Filistin'de mücadele artık, sadece bir halkın bağımsızlık sorunu olmaktan çıkmış, Aksa İntifadası ile birlikte giderek İslami bir çözüme doğru evrilmiş durumdadır. Bir yandan HAMAS ve İslami Cihad bölgedeki etkinliğini artırırken diğer yandan da Hizbullah Güney Lübnan'dan İsrail'i çekilmeye zorlayabilmiştir. Aktif bir mücadelenin içerisinde yer alan bu örgütler bir yandan işgalcilere direnirken, diğer taraftan hastaneleri, okulları ve çeşitli vakıflarıyla gündelik yaşamın içerisinde yer almaktalar. İslami Hareketin bir nevi laboratuarı durumundaki Filistin topraklarındaki bu yapılanmalar, mücadelenin tek bir alana teksif edilmeden ve ilkelerden taviz verilmeksizin yürütülebileceğini bizlere göstermekte, örneklik teşkil etmekteler.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR