1. YAZARLAR

  2. Ali Emre

  3. Ali Emre'yle Söyleşi

Ali Emre'yle Söyleşi

Eylül 2001A+A-

İbrahim Tenekeci'nin Ali Emre'yle yaptığı bu söyleşi Kırklar Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 14, Temmuz-Ağustos 2001'den alıntılanmıştır.

- Sayın Ali Emre, sizinle ilgili Milli Gazete'deki köşemde şöyle bir yazı yazmıştım: "Ne yaptığını merak ettiğim ender insanlardan biri de Ali Emre'dir. Bu merakımın en büyük nedeni, Ali Emre'nin bugüne kadar gösterdiği sağlam duruştan ve yazdıklarının beni bir yerlere götürmesinden kaynaklanıyor.

Henüz ilk kitabında bir şair olarak sesini yakalayan ve iyi bir çıkış yapan Ali Emre, sadece bizlerin değil; namuslu kalabilmiş herkesin dikkatle takip ettiği ve önemsediği bir isim.

Bir ayağı toprağa, diğer ayağı asfalta basan şiirler yazan Emre, bu yönüyle ailemizin şairi olmayı fazlasıyla hak ediyor. Onun şiirindeki insanlar, masa başında kurgulanmış kurşun askerler ya da konu mankenleri değil; yanı başımızda olan, her gün rastladığımız insanların ta kendisidir. Sadece şiirlerinde ki kahramanlar değil, kullandığı dil de Ali Emre'yi diğerlerinden (buna, bizlerden de diyebilirim) ayırıyor. Emre'nin şiirlerinde kelimelerden meydana gelmiş bir nar var ve bu nar; kitabın ilk sayfası açılır açılmaz bütün ihtişamıyla içini gösteriyor.

Ali Emre'nin şiirlerindeki ses ve kelime seçimi, Kıyamet Mevsimleri'nde olduğu gibi, Milyon Sesli Mızıka'da da bütün güzelliğiyle devam ediyor. Konu bütünlüğü ve dilin öne çıktığı şiirler, yine bir solukta okunuyor, Ali Emre şiirinin bir diğer özelliği de altını çizebileceğimiz dize sayısının oldukça az olması. Bunun iki anlamı var: Birincisi, bu şiirlerde iş yok; ikinci ise, daha başka:

Şiirler o kadar sağlam kurgulanmış ve dizeler birbirine bağlanmış ki, şiirden bir dize çıkardığımız zaman, adeta bina gibi çöküyor. Bu gerçek, tek tek dizeler için de geçerli. Parlak dizeler yerine, çalışkan dizeleri tercih ediyor Ali Emre. Nasıl söylesem, erkek arı değil de işçi arı gibi bir şey bu. Dolayısıyla, az önce söylediğim "iş yok" iddiası, bu satırlardan sonra anlamını yitiriyor." Bu yazıya eklemek istediğiniz bir şey var mı? İtiraz da olabilir.

- Senin de bahsi geçen yazıda belirttiğin gibi Milyon Sesli Mızıka'daki şiirler, ilk kitabım Kıyamet Mevsimleri'nde-ki şiirlerin bir yönüyle devamı, tamamlayıcısı sayılabilir. Bence dünya, son on yirmi yılda daha önceki zaman dilimlerine nazaran küçük ölçekli de olsa birçok 'kıyamet' yaşadı. Birçok kıyamet mevsimi gördü insanlar. Şimdi bunların önümüze; zihnimize, kalbimize, aramıza yığıp biriktirdiği şeyler acıyla dışa vuruluyor her yerde. Mızıka basit bir çalgı ama, bünyesinde tanıdık milyonlarca çığlığı, yakınmayı, ağıtı barındırıyor. Benim yazdıklarım, biri diğerinin süreği olan bu iki kitapta, yaşadıklarımıza küçük imlemeler, kesitler, görüntüler, eşliğinde tanıklık etmeye çalışıyor. O yazıda, dizelerin sağlam bir kurguyla birbirine bağlandığını, parlak dizeler yerine çalışkan dizeleri tercih ettiğimi söylüyordun, bir de yanılmıyorsam. Edebiyatçıların, sanatçıların ürettikleri şeyler hakkında en son konuşacak kişiler olduğu söylenir ama ben şu kadarını belirteyim ki bütünlük, nizamat, derli topluluk önemlidir benim için. Bunca kıyamet, bunca kekemelik, bunca tuğyan arasında bütünlüklü bir dil, bir anlam arıyorum ben. Bu konuda bir şeyler yapabilmek mutlu eder beni. Üniversite yıllarında, yeni yeni şiir yazmaya başladığımda, karaladığım şeyleri bir hocam elimden alarak Hilmi Yavuz'a göstermişti. Şiirlerimde bütünlük olmadığını, tek tek iyi mısralar yazdığımı söylemişti Hilmi Yavuz. Şairin şuurla alakasından söz etmişti. Bunu önemsemiştim, önemsemeye devam ediyorum.

- Bu söylediklerinize, özet olarak şiir anlayışınızı da ekleyebilir misiniz? Ali Emre şiiri nasıl duyuyor?

- Şiir yazmak, edebiyatla iştigal etmek, sonuçta, önemli olmakla birlikte bir varoluş sorunu değil benim için. Ama varlığımın kıymetini ve sorumluluğunu bilerek yaşamak, varoluşumu anlamlı kılmak istiyorum. İyi bir insan, iyi bir Müslüman olma, iyi ve anlamlı bir hayat sürme kaygısının izdüşümü olsa gerek yaşadıklarım da. Sahici sorular eşliğinde, birinci elden katılmak istiyorum hayata. "Merak, bir devrimcinin hazırlığıdır" diyor şair. Merak ediyorum. Olması gerekenle olan arasındaki mesafeyi gördükçe hem şaşırıyor, hem üzülüyor, hem de öğreniyorum. Şiir kimi zaman bu alandaki bir çatışmadan, kimi zaman da bir esneklikten, bir sükûnet parçasından sökün ediyor. Yabancılaşmaya karşı bir dilim, bir cevabım, bir tutunağım olsun istiyorum. Yaşıyor gibi yapan birçok insanın arasında ben gerçekten yaşamak istiyorum. Belki de bu yüzden modernizmin hepimizi kuşatan çarpıklıklarına, benlik parçalanmalarına, yıkılış ve çözülüşlere çok değiniyorum. Eleştiriyorum. Yine çocuğa, çocukluğa, çocukluğuma, daha iyi yaşandığına inandığım mahalleme sık sık uğramam, onlara sığınmam, onları belki yeniden kurgulayarak aramam da belki bu yüzden. Dirilişe, yeniden dirilmeye inanıyorum ve umudumu biriktirmek istiyorum. Hayallerimiz, beklentilerimiz ölüyor, öldürülüyor sürekli. Dünyaya, olup bitene bir karşılık vermek gerekiyor. Bu yüzden anlatmalı, biriktirdiklerimizi paylaşmalıyız. Sesimizi, şarkımızı, savunduklarımızı, güzelliklerimizi çoğaltmalıyız. Yeni bir hamleye, yeni bir dile, soluklanış ve duruşa ihtiyaç var. Ola ki kaybetmeye devam ettiklerimizin birazını olsun kurtarabiliriz. Benim yazdıklarım kendini inkar etmeyenlere, kendi serüvenini küçümsemeyenlere, durduğu yeri bilenlere aşinadır. Ben Yakub kadar beklemeye hazırım, yeter ki ortada gerçekten Yusuf olsun, Yusuflar olsun. Ben ölmek üzere olduğu varsayılan; fakat diriliş emareleri de gösteren bir hayatı modern şiirin imkanlarıyla dillendirmeye gayret ediyorum.-Birileri ısrarla görmek istemese de bu konuda yalnız olmadığımı, ustaların yanı sıra bizim mahallede bu sancıları çeken ve sayıları hiç küçümsenmeyecek bir yekûna ulaşan genç ve güzel insanların olduğunu da biliyorum.

- Şiirleriniz karsı mahallede görünüyor, Adam Sanat gibi yıllıklara giriyor. Fakat ne hikmetse, iki şiir kitabınızla ilgili bizim camiada fazla bir şey çıkmadı. Burada ister istemez aklıma Leszek Kolakovski'nin şu sözü geliyor: "Barbarlar, başkalarını gündeme getirmeyerek korunurlar." Yanılıyor mu?

- Bizim mahallede fazla barbar olduğunu sanmıyorum. Ve şunu peşinen söyleyeyim ki bütün eksiklerine, huzursuzluklarına, tuhaflıklarına rağmen, ben, içinde durduğum mahalleyi önemsiyor ve seviyorum. Aramızda kimi görme, işitme, anlama özürlüler olabilir. Ama ben her şeye rağmen, bu mahallenin sokaklarının birbirleriyle daha fazla tanışıp bilişmelerini, birbirlerini daha fazla izleyip sevmelerini, ürettiklerine sahip çıkmalarını arzu ediyorum. Adam gibi bir mahallede yaşamak, mahalle bilincine sahip olmak gerçekten önemlidir çünkü. Türkiye'deki kötücül iktidar mekanizmasına boyun eğmemek için bizim kendi kıymetimizi bilmemiz gerekiyor. Başkaları da bizim sahip olduğumuz güç ve değerin farkındalar zaten. Şiirde, öyküde, denemedeki başarımızı teslim ediyorlar. İyi kötü bir düşünce birikimimiz var. Ama bizimkilerde psikolojik bir rahatsızlık var sanki. Hâlâ kompleks içinde hareket edebiliyoruz. "Öteki" kabul edilenle rahat, anlamlandırılmış İlişkilere girmediğimiz gibi kendi soluklarımızı da bilerek ya' da bilmeyerek boğmaya çalışıyoruz. Hatta kimi zaman birileri "edebiyat mızrakçılığı" yapmaya yelteniyor. Kimileri türkü söylemek yerine, elindeki sazı onun bunun kafasına vurmakla iştigal ediyor.

- Konu barbarlardan açılmışken, son bir yıldır edebiyat üzerine yazdığınız yazılar aklıma geldi. Yazılar genellikle ahlak ve sorumluluk üstüne: Edebiyat ahlakı ve sanatçının sorumlulukları. Bu yazıları kurarken, aklınızdan neler geçiyordu? Bunu biraz açabilir miyiz?

- Hayatın her ünitesine sirayet eden bir kirlenme var bugün. Buna yüksek bir duyarlılıkla, sorumluluk bilinciyle karşı durulabilir. Yazılarımda vurguladığım gibi, kötülük ve seviyesizlik yayılmacıdır. İyilik ise arkasızdır. Çoğu zaman mecalsiz, sahipsiz kalır. Onu büyütmek, biriktirmek, ona emek vermek gerekir. Ben has, hakikî edebî uğraş ve ürünlerin; güzel, anlamlı insan seslerini çoğaltıp yayma çabalarının yanı sıra bir kalkan, munis ve müzeyyen bir direngenlik cephesi olma işlevini de görebileceklerine inanıyorum. Bizi herkes ya da hiç kimse olmaya iten mekanizmaya karşı direnmeliyiz. Kırklar gibi dergiler de bu yüzden önemli. Bir dalgakıran, güzel bir öbeklenme olabilir onlar. İnsan kalma çabalarıyla, sorumlulukla, donanımla, ahlâka billûrlaşmış bir mahalle oluşturabilirler. Bu alanda eksikliğini gördüğüm, sıkıntısını çektiğim, olmasını istediğim şeyleri dile getirmeye çalışıyorum ben de. Elimi, gücüm yettiğince taşın altına koymaya çaba gösteriyorum. Televoleci mantıktan tiksiniyorum. Ben güzel, anlamlı, erdemli yaşanmış bir hayatın üstünde bir değer bilmiyorum. Bilimlerin en çetini; doğru yaşamasını bilmektir. Şunu unutmayalım ki hayatın kazası yoktur. Ve yazı da sonuçta bir sınanma aracıdır.

- Şiir ve yazılarınıza kısaca değindikten sonra, biraz da bir sair olarak Ali Emre'nin dünyasına girelim. Şu an Sivas'tasınız ve Allah İzin verirse eylül ayına doğru Ankara'ya yerleşeceksiniz. Sizin gibi bir sivilin Ankara'da barınma şansı ne kadar? Ne yalan söyleyeyim, benim pek amudum yok. Ankara eşittir üniforma, takım elbise, resmiyet, tören mangası, beton; Ali Emre eşittir bütün bunların tam tersi...

- Ben hayatımın tamı tamına üçte birini Sivas'ta geçirdim. Hiç ummazdım ama on bir yıl sonra buradan ayrılıyorum ve Ankara'da özel bir eğitim kurumunda çalışacağım. Eskiden, üniversitedeyken, İstanbul'dan başka yerde yaşayamam diyordum. Ama insan zamanla alışıyor. Şimdi İstanbul'u özlemeyi daha çok seviyorum. Ankara'da dediğin olumsuzluklar fazlasıyla mevcut olabilir. Ama ben de özgürlüğe düşkün bir insanım, kolay pes etmem, direnmeyi severim. Sivas'ta güzel bir çevremiz oldu. Çok sevimli bir öbeklenme meydana getirdik, çok sayıda arkadaşla ve gençlerle güzel şeyler paylaştık. Bunu Ankara'da da gerçekleştirebileceğimizi sanıyorum.

- Son olarak, İki kitaplı bir şair olarak genç kardeşlerimize neler söylemek istersiniz? Nasihatlar, okuma listeleri, ürün yayınlanırken dikkat edilecek hususlar falan...

- Bir yerde samimiyet, canlılık, dostluk ve düzey varsa orası ister istemez dikkat çeker, bir çekim merkezi oluşturur. Kırklar'ı ayakta tutan da bu bence, Eksiklikler, hatalar, acemilikler olabilir. Birileri size mahsus kayıtsız kalabilir; hatta gizli ya da açık bir biçimde saldırabilir. Önemli olan sizin ne yaptığın izdir. Önemli olan dürüst olmak ve güzel şeyler üretmektir. Durduğunuz, çakılıp kaldığınız zaman tükenirsiniz. Bu yüzden -biz de pek yaşlı ve tecrübeli sayılmayız ama- genç kardeşlerimizin yahut bu işe ilgi duyanların çok çalışmaları, kendilerini disipline etmeleri gerekir. Okumak ve hayata meraklı gözlerle bakmak, kendini biriktirmek önemlidir. Bu işte ufka hiçbir zaman ulaşılamaz. Şiirin, edebiyatın geldiği, durduğu, biriktiği yeri iyi görmek ve bir ses, bir tavır sahibi olabilmek, yaptığımız işi ciddiye almak, birikime inanmak gerekir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR