1. YAZARLAR

  2. Rıdvan Kaya

  3. Resmi İdeoloji Dayatmasından Arındırılmamış Sivil Anayasa Olur mu?

Resmi İdeoloji Dayatmasından Arındırılmamış Sivil Anayasa Olur mu?

Eylül 2007A+A-

Yaz sıcaklarının yol açtığı rehavete rağmen siyaset gündemi hareketliliğini koruyor. Akıl almaz dayatmalarla tam bir rejim krizine dönüşen ve sanki bir daha hiç aşılamayacakmış izlenimi veren Çankaya sorunu 22 Temmuz seçimleri ile çözüme kavuştu. Halktan gördüğü büyük destekle Çankaya badiresini aşan AK Parti ise şimdi yeni bir anayasa hazırlığıyla siyasi gündemi belirliyor. Ergun Özbudun başkanlığında bir heyet tarafından çalışmaları yürütülen yeni anayasa taslağının, yeni kabine çalışmalarının ardından Meclis gündemine getirilmesi bekleniyor.

Yeni anayasanın referanduma sunularak 12 Eylül darbesinin ürünü mevcut anayasanın yerini alması planlanıyor. Mevcuda nazaran daha az sayıda madde içereceği söyleniyor. 1982 Anayasası'nın otoriter, devletçi niteliğinden farklı olarak daha özgürlükçü ve birey haklarını gözeten bir muhtevaya sahip olacağı söylenen yeni anayasa kamuoyuna "sivil anayasa" ifadesiyle tanıtılmakta.

Kışlada Hazırlanmıyorsa Sivil Sayılır!

Devletin en temel resmi belgesine "sivil" sıfatı takmak biraz Türkiye'ye özgü bir garabet gibi görünüyor ama hepten de nedensiz değil. 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'ndan sonra Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye'de 3 kez anayasa yapılmış. Üçünün de ortak özelliği "müdahale sonrası" düzenlemeler olması. 1924 Anayasası'nda kısmen hissedilen bu olgu, 1961 ve 1982 anayasalarında tartışma gerektirmeyecek açıklıkta.

TC anayasalarının bu militarist niteliği doğal olarak siyasetin ve siyasetçinin alanını bir hayli daraltmış durumda. Gerek anayasaların ruhuna sinmiş bulunan darbeci zırh, gerekse de anayasa değişikliğine ilişkin prosedürün ağırlığı, zorluğu yüzünden Türkiye'de anayasa metinleri adeta tabu niteliği kazanmış halde. Herkesin şikayet ettiği ama kimsenin köklü bir değişikliğe gitmeye cesaret edemediği metinlere ilişkin bugüne dek siyasetçilerin yapabildikleri ise ancak birtakım madde değişikliklerine yoğunlaşmaktan ibaret kaldı.

Şimdi 22 Temmuz rüzgarının da katkısıyla AK Parti bu alanda önemli adımlar atmaya hazırlanıyor gibi. "Sivil anayasa" çalışması henüz taslak aşamasına gelmediği için yeni düzenleme hakkında kapsamlı bir tartışma için erken. Bununla birlikte medyaya yansıyan tartışmalar ve heyetin hazırladığı teklifler üzerinden bazı ön değerlendirmeler yapmak mümkün.

Hemen her siyasi tartışmada görüldüğü üzere toplumsal kutuplaşma anayasa hazırlıklarına ilişkin olarak da etkisini gösteriyor ve gündeme ilişkin olarak iki uç yaklaşım ağırlığını hissettiriyor. AK Parti ve kendisine yakın çevreler yürütülen çalışmaları devrim çapında değişiklikler olarak nitelemekte ve yeni anayasanın büyük bir reform olacağını iddia etmekteler. Başta medya olmak üzere resmi ideoloji muhafızları ise yapılan edilene büyük bir kuşkuyla yaklaşmakta ve henüz tasarı aşamasında olan maddeler hakkında bile kamuoyunda ciddi kaygılar uyandırmaya çalışmaktalar. Anayasa hazırlığının ilerleyen aşamalarında aynı çevrelerin daha yoğun bir çaba ile alarm zilleri çalmaya başlayacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Yetersiz Ama İleri Bir Adım

İslami kimlik sahibi muhalifler zaviyesinden ise anayasa değişikliği tartışmaları farklı bir görüntü sunmakta. Zor ve şiddet temelinde inşa edilmiş, halkın iradesini hiçe sayan baskıcı bir dikta sisteminin yasal mevzuat düzenlemeleriyle köklü bir değişim geçirmesinin mümkün olamayacağı baştan kabul edilmeli. Bu yüzden ham hayallere kapılmaya gerek yok. Militarist zihniyetin yasal mevzuatı pek fazla kaale almayacağı bilinmeli. Nitekim fırsat bulduğunda darbe yapmaktan çekinmeyen, siyasal gelişmeleri doğrudan muhtıralarla yönlendirmeyi kendileri için bir hak, hatta görev bilen bir zihniyet ve tutumu sadece yasal düzenlemelerle hizaya sokmak mümkün değildir.

Bununla birlikte hukuk zemininde darbeci eğilim ve tutumların engellenmesi, militarist anlayış sahiplerinin yasal desteklerinin kesilmesi ve en önemlisi de otoriter bürokratik yapı ve işleyişin zayıflatılmasına yönelik çabaların önemi elbette göz ardı edilemez. Sistemin baskıcı, dayatmacı niteliğinin topyekün bertaraf edilmesi sonucunu elde etmeye yetmemekle beraber, kısmi de olsa normalleşmesine ve ceberrut devlet aygıtının törpülenmesine katkıda bulunacak, özgürlük alanının genişlemesine yol açacak düzenlemeler elbette geniş kitlelerin lehinedir; ve bu yüzden de muhalif kimlik sahiplerince desteklenmelidir.

Medyaya yansıdığı şekliyle yeni anayasa hazırlıkları ile gündeme gelen birtakım düzenlemelerin önemli ilerlemeler içerdiği görülmelidir. Bu meyanda, yüksek okullarda uygulanan başörtüsü yasağı ve Kürtçe eğitim hakkının gaspı gibi faşizan uygulamaların kaldırılması; Anayasa Mahkemesi'nin kompozisyonunun değiştirilerek sistem üzerinde bürokratik vesayet kurumu niteliğinin sonlandırılması; 82 Anayasası'nın başlangıç bölümünde 12 Eylül darbesine övgüler düzen ifadelerin ve darbecilerin yargılanmasını engelleyen istisna maddesinin kaldırılması; YAŞ kararlarının yargı denetimine açılması gibi düzenlemeler olumlu gelişmelerdir.

Öte yandan yeni anayasada Kemalist resmi ideolojinin yeri konusu ise görüldüğü kadarıyla çok temel bir kırılma noktası olarak durmaktadır. Gerek AK Parti kurmaylarının, gerekse de anayasa taslağını hazırlamakla görevli heyetin aslında anayasanın resmi ideolojik dayatmalardan azade kılınmasını arzu ettikleri anlaşılmaktadır. Buna rağmen fincancı katırlarını ürkütmeme kaygısı bu zevatı ikircikli bir tutuma sürüklemekte ve Kemalist dozu azaltılmış bir anayasa ile yetinme tutumu öne çıkmaktadır.

Kemalizm'in Okları Olmasa da Ruhu Korunuyor!

Seçimlerden hemen sonra AK Parti'nin yeni vekillerinden anayasa hukukçusu Zafer Üskül'ün medyada bolca gündem olan "renksiz anayasa" önerisi AK Parti'de büyük bir telaşa yol açmış ve kabul görmediği yetkili ağızlarca ilan edilmişti. Görünen o ki, bu ürkek tutum yeni anayasa hazırlıklarına da aynen yansıyacak. Nitekim yeni anayasa taslağında başlangıç maddelerinde herhangi bir değişiklik düşünülmediği, devrim kanunları denilen "arkaik" düzenlemelerin aynen korunacağı dile getirilerek ve benzeri birtakım güvenceler vererek Kemalist cenahın gönlü ferah tutulmaya çalışılmakta.

Oysa zurnanın zart dediği yer de tam burası. "Şefliğe karşıyız ama Şefe bağlıyız!" mantığı tam bir tutarsızlık. Kemalist ideolojiyi beğenip isteyenlerin savunduğu ve yaygınlaştırmaya çalıştığı dünya görüşlerinden biri kılmak yerine, herkesin şu veya bu dozda biat ve itaat etmesi gereken bir resmi görüş, bir üst ideolojik kimlik haline getirirseniz bu yapılanın adı özgürlükçü sivil anayasa olmaz. Olsa olsa düşük doz otoriteryanizm olur.

Sizin tümüyle tartışmaya açmaya korkup anayasada sınırlı bir çerçevede tutmaya kalktığınız Atatürkçülük ideolojisi, o anlayışın muhafızlarınca kışladan okula, medyadan sokağa kadar yaygın ve totaliter bir tarzda dayatılmaya devam edecektir. Dayatmalara itiraz edenlere ise "Bu bizim anayasal görevimiz." şeklinde karşılık verilecektir. Unutmayalım ki, bu ülkede yaşanan tüm darbeler ve müdahaleler hep kaynağını anayasadan aldığını iddia eden resmi ideoloji muhafızlığı anlayışıyla meşrulaştırılmaktadır.

Oysa yeni anayasa gerçekten de olumlu, geliştirici bir tartışmanın ilk adımı olabilirdi. Okula gönderdiğimiz çocuklarımıza söyletilen antlardan, zorunlu tutulduğumuz eğitime, kışlada, Meclis'te edilen yemine hatta camilerde Cuma hutbesine kadar her yerde korku dolu bir içerikle arz-ı endam eden Atatürkçülük dayatmasına son vermek için güzel bir başlangıç yapılabilirdi. Ve bu vesileyle, bu ülkede yaşayan insanları devlet eliyle ikiyüzlülüğe, münafıklığa zorlama tutumunun yanlışlığı, çirkinliği, yanlışlığı, hukuksuzluğu bu vesileyle net biçimde ortaya konulabilirdi. Ne yazık ki, resmi ideoloji takıntısı buna imkan ve zemin tanımıyor.

Ayrı Gayrımız Yok; Hepimiz Türküz!

Bir başka takıntılı yaklaşım da taslakta Türk vatandaşlığına getirilen yeni tanımlamada kendini gösteriyor. Yeni anayasada "Türklük" kavramı mevcuda nazaran daha geniş bir çerçevede ve etnisite içermeyecek şekilde tanımlanıyor. Bu şekilde etnik ayrışma ve ırkçılık suçlamalarının, eleştirilerinin önüne geçileceği, sorunun yasal düzeyde halledilmiş olacağı varsayılıyor.

İyi, güzel de neden illa da Türklük tanımlaması? Sen Türklük tanımını ne kadar geniş tutarsan tut. İstediğin kadar dışlayıcı değil, kapsayıcı bir tanım getir. Sonuçta Türk bir kavim, bir ırk adı değil mi? Bir etnisiteye atıf ya da en azından etnisite çağrıştırmıyor mu? Dolayısıyla bu kadar zorlamaya ne gerek var? Anayasal vatandaşlık anlayışını getirip "Kime Türk denir?" zeminine oturtursan, bu yapılan son kertede Türklük dışındaki tüm etnik kimliklerin inkarı sonucunu verir. Halbuki, yaşanan bunca acıdan okkalı bir ders çıkarıp anayasa metninden başlayarak farklı etnik toplulukları ve başta da Kürt kimliğini tanımak, ayrım gözetmeksizin herkese eşit mesafede ve kimsenin kendisini dışlanmış hissetmeyeceği bir vatandaşlık tanımı yapmak daha anlamlı ve adil olmaz mıydı?

Yeni anayasa taslağında dikkat çekici değişikliklerden biri de din derslerinin zorunlu olmaktan çıkartılması ve isteğe bağlı hale gelmesi. İslami kesim açısından bu değişikliğin olumlu karşılanmayacağını tahmin etmek zor değil. İfsadın ve yozlaşmanın bunca yoğunluk ve yaygınlık kazandığı bir ortamda çocuklara, gençlere dinin, imanın öğretilmesinden bu denli rahatsızlık duyulmasını İslami hassasiyetlere sahip insanların anlayışla karşılamaları beklenemez zaten. Bununla birlikte zorunlu din dersleri konusunun Müslümanlara karşı yürütülen bir polemik maddesi olmaktan çıkartılması sonuç olarak kötü değil.

Biz insanların kendi iradi tercihleriyle hayatlarını tanzim etmelerinden yanayız. Dinde zorlama olmadığına inanıyoruz. Dolayısıyla birilerinin "çocuğuma din derslerinin öğretilmesine razı değilim" demesi hoşumuza gitmese de, bu talebi onların hakkı olarak kabul etmek zorundayız. Bu ülkede Müslümanlar yanında laik, Kemalist, Alevi, ateist vb. kimlikten insanlar da yaşamakta. Bu insanların çocuklarını İslami bilgiler öğrenmeye zorlamanın adaletle bağdaşmadığı açık. Devletin eğitim alanında insanlara inanmadığı, İstemediği bilgileri aktarması dini, felsefi inanç ve tercih özgürlüğüne aykırı bir durumdur.

Aslında okullarda zorunlu din dersi diye okutulan derslerin din dersi değil, din kültürü ve ahlak bilgisi olduğu; üstelik sadece İslam dinine ait bilgilerin değil, tüm dinlerin genel manada öğretildiği söylenebilir. Yine bu derslerin içeriğinin Kur'an'a, vahye uygun bir dinden ziyade düzenle barışık gayrı sahih bir din anlayışını yansıttığı; Atatürk ve Atatürkçülük konularının bu derslerin müfredatında yoğun bir biçimde yer aldığı gerçeğinden de hareketle din dersleri konusunu Müslümanlara bir ayrıcalık şeklinde sunan çevrelerin tutarsızlığı da vurgulanabilir. Ama bu sonucu değiştirmiyor. İnsanlara ister tarihsel kültür, isterse de doğrudan akide anlamında kabul etmedikleri inanç ve düşüncelerin aktarılması savunulmamalıdır. Yalnız bu noktada iki husus açıkça ortaya konulmalıdır.

Zorunlu Din Derslerine Karşı Çıkanlar Kemalist İndoktrinasyona İlişkin Ne Buyuruyorlar?

Din derslerinin zorunlu olmaktan çıkartılmasını kabul ediyoruz ama öncelikle dini eğitim alanında uygulanagelen yasakların da tümüyle kaldırılmasını talep ediyoruz. Tamam devlet öğretmesin ama öğretmek ya da öğrenmek isteyene de engel oluşturmasın! Orada burada Kuran eğitimi alan çocuklar jandarma baskınlarına muhatap olmasınlar! Özel eğitim kurumlarında isteyen okullar, dershaneler ve kurslar talep eden çocuklara İslami eğitim verebilsin!

Daha hassas bir konu ise doğrudan eğitimde inanç özgürlüğü ile irtibatlı. Müslüman olmayan ya da en azından çocukları veya kendileri için İslami eğitim istemeyen insanların zorunlu din derslerine karşı çıkmaya hakları olduğu gibi, Müslüman ailelerin de devletin okullarında çocuklarına inançlarına aykırı eğitim verilmesine karşı çıkma hakkı olmalıdır. Daha somut ifade edecek olursak, zorunlu din eğitimi gibi zorunlu Atatürkçülük dersleri de müfredattan çıkartılmalıdır. Nasıl bir laik, Kemalist ya da ateistin İslami akidenin zorunlu olarak kendisine veya çocuğuna öğretilmesine karşı çıkmaya hakkı varsa, Müslüman bir kişinin de kendisi ya da çocuğunun zorla Atatürkçülük eğitiminden geçirilmesini reddetme hakkı olmalıdır.

Eleştirilerimizi ve Taleplerimizi Gündemleştirmeliyiz!

Türkiye'nin kronikleşmiş, kangren halini almış 82 Anayasası'ndan kurtulmasının sonuç olarak olumlu bir gelişme olduğunu bir kere daha vurgulamakta yarar var. Yeni anayasa taslağı eğer hükümetin korkularına, "uzlaşma" takıntısına kurban gitmezse önemli değişiklikler getirecek gibi görünüyor. En azından eski anayasayı aratmayacağı kesin sayılır. Bununla birlikte yapılması düşünülen değişikliklerin çok sınırlı kaldığı, bazı yönleriyle çelişkiler içerdiği ve çok daha ileri adımlar atılması imkanı yakalanmışken sınırlı düzeltmelerle yetinildiği de inkar edilemez bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Önümüzdeki süreçte yeni anayasa hazırlığı gündemde çok daha yoğun ve muhtemelen de gergin bir tarzda tartışılacak. Şu haliyle taslağın çelişkili bir zemine oturduğu açık. Resmi ideoloji dayatmasından arındırılmamış bir anayasadan tutarlı bir özgürlük ve eşitlik zemini içermesini beklemek pek makul görünmüyor. Buna rağmen gündeme gelen değişiklik önerilerinin genel itibariyle görece olumlu bir mahiyet taşıdığı görmezden gelinemez.

AK Parti'nin "sivil" sıfatını layık gördüğü anayasa hazırlığı inşallah militer korkularla kuşa çevrilmez; bilakis tartışma zemininde daha özgürlükçü bir zihniyetle genişler. Bu durum büyük ölçüde AK Parti'nin siyasi hedefleri ve bizzat Başbakan Erdoğan'ın sahip olduğu gelecek tasarımına göre şekillenecek bir konu. Mamafih tüm halkı ilgilendiren bir düzenlemeye ilgisiz, duyarsız kalamayız, kalmamalıyız. Bu gündeme ilişkin olarak mutlaka bizlerin de söyleyecek sözümüz, gündemleştireceğimiz taleplerimiz olmalı.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR