1. YAZARLAR

  2. Bahadır Kurbanoğlu

  3. Hak Edilen Övülmeyi* Sevmek

Bahadır Kurbanoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Hak Edilen Övülmeyi* Sevmek

Eylül 2007A+A-

İnsanı zorlu mücadelelere sevkeden, aşılmaz sanılan dağları aşmaya zorlayan, pek çok maddi/dünyevi lezzeti bir kenara itmesine sebebiyet veren, heva ve heveslere galebe çaldıran, belalar/musibetler karşısında zayıflatmayan itici güç nedir?

Cemaleddin Afgani Urvetu'l Vuska'da bu soruya şöyle yanıt veriyor: **

"Allah insana bütün yönelişlerden daha kuvvetli bir yöneliş (meyl) vermiştir. Özellikleri içinde en belirgin olanı ve insanı diğer yaratıklardan ayıran bu meyi; 'hak olan övülme'yi ve iyi anılmayı sevmektir."

Afgani'nin 'hak olan övülme'den kastettiği şey, "yalan, hile ve riyakarlıkla kazanılmayan; dosdoğru bir çabanın ürünü olan bir şöhret"tir. Bunun tersi ve bu duygunun en kötüsü ise, içi fitne ve fesatla dolu olduğu halde üstün bir insan gibi görünmektir; ki bu duygu ancak fıtratın bozulması ile ortaya çıkar.

Afgani'ye göre 'övülmek' ruhun gıdası olduğu gibi, vücudu da ayakta tutan bir destektir.

Şöyle diyor Afgani: "İnsan kemale doğru yaklaştıkça, şehevi istekleri ve maddi lezzetlerden yararlanma arzusunu kontrol altına alır. Böylece onda kalıcı övülme temayülleri kuvvetlenir. Ve o bunun için elinden gelen çabayı sarfeder."

Yani insan, insanlığın faydasına olmak üzere Rabbinin emirlerini olgunluk ve tecrübe potasında eriterek yerine getirmeye devam ettikçe, bu onda daha fazla iştiyak uyandırır. İnsanların kendisine olan teveccühlerini de gözlemledikçe, hak ve adalet adına yapılan yolculuk daha bir tad ve lezzet verir. İki ömre sahip olan insan; doğumdan ölüme kadarki süre içerisinde yaşadığı sınırlı ömürden ziyade, insanlığın ve ümmetin hayrına ortaya koyduğu salih ameller sonucu elde ettiği, insanların hafızalarına yerleşen ikinci ömrün inşası için didinir. Bu ise, diğer insanların kalbinde saygın bir yer edinmektir. Bu olgunluk yolculuğu, insanın küçük ve basit olanlardan vazgeçip, büyük ve hayırlı olana yönelmesini sağlar.

Özcesi Allah, her türlü mahluka olgunlaşacak kabiliyetleri vermiş ve insan fıtratına övülme temayülünü yerleştirmiştir. Onun hakkını verecek her şeyi de ilham etmiştir.

Afgani bu hususta şunları dile getiriyor:

"Her millete, o milletin önderliğe geçmesine, yükselmesine, çöküntüden kurtulmasına, dağılmış toplumun bütünleşmesine ve toparlanarak güçlenmesine veya fazilette, ilimde, sanatta ve sanayide ilerlemesine sebep olan fertlere övgüler yapıldığını görmez misiniz? Onların portrelerini çizerler, heykellerini dikerler, onları tarihe övücü sözlerle kaydederler ve onları öven hikayeler babadan oğula anlatılarak dünya durdukça devam eder."

Değer yargısı içermeyen bu sosyolojik tahlilin ardından, aksi durumda neler olabileceğinin tahlilini ise şu cümlelerle yapıyor:

"Şayet bir millet, kendi yararına çalışan kimselerin haklarını inkar eder veya onlara hak ettikleri yeri vermezse, milletin yararı için sarfedilen emek azalır, gayretler zayıflar. Böylece toplumun menfaati düşer, parçalanır ve yok olur gider."

Güzel ile çirkinin, sağlam ile bozuğun, faydalı ile faydasızın birbirine karışmasının, pozitif değerler adına mücadele edebilecek insanların yücelme ve üstünlüğü isteme duygularını yok edeceğini belirten Afgani; bu durumun zalimlerin zulmünden ve dış güçlere mağlup olmaktan çok daha şiddetli bir yıkım anlamına geldiğini vurguluyor.

Diğer yandan, faziletin övülmesinin, bu ödülü hak etmek için harekete geçecek olan fertleri ortaya çıkaracağını belirtir. Ve ona göre bu üstün fertlerin çıkışıyla ne zalimlerin zulmü ne de dış güçlerin işgali devam edebilir.

Afgani özetle 'övülme' duygusunun bireysel ve toplumsal boyutlarına bu atıfları yaptıktan sonra şu soruyu soruyor:

"Hak olan övülme ve şan-şeref sahibi olma arzusu nasıl olur da insanlar için büyük bir nimet olmaz?"

Cevabı şöyle veriyor: Halbuki Allah, Rasulüne şanını yücelttiğini söyleyerek O'na olan nimetini hatırlatıyor: "Senin şanım yükseltmedik mi?" (İnşirah, 4)

Evet, "Fıtratın isteği olan övülme neden hak olmasın ki?" diyen Afgani'nin bu tespitleri Müslümanlar arası ilişkilerde de yol gösterici, teşvik edici bir mahiyet taşıyor.

Ferdi ya da Ortak Hayrın Ürediği Tüm İşlerde Kardeşlerimizi Takdir Edelim

Yapıp ettiklerimizde birbirimizi övmek, 'teşvik etmek' anlamına geliyor. "Kardeşim mütevazidir, takdir beklemez. Onda zaten var olan olumlu davranışı, bir kez de benim tekrar etmeme gerek yok!" gibi bir anlayış, Afgani'nin 'önde giden olgun şahsiyetler'in bile bu yönde fıtri bir beklentisi olduğu tespitini düşündüğümüzde insan ilişkilerinde eksik bir tutum olarak algılanmalıdır.

Neden insanlara dinamizm katan, yapıp ettiklerini değerli ve önemli gösteren ve daha iyilerini yapmaya sevk eden tutum ve davranışlarda takdirlerimizi açıkça belli etmeyelim ki? Hele ki takdir ettiğimiz kişi bunu hak ediyorsa. Gelenekte ve toplumda varolan "hak edilmeyen övgülerin" insanlar arası ilişkileri yapmacıklaştırdığı, abartılı yaklaşımları beslediği düşünüldüğünde bundan imtina etmek normal gibi görünüyor. Oysa Afgani'nin de çok yerinde olarak ifade ettiği gibi bu fıtratın doğal bir beklentisi. Usulünce ve yerinde tatbik edildiğinde hak ettiği makama kavuşur. Bu konuda aşırı hassasiyet, kişilerde yaptığı işlerin insanlarda takdir hissi oluşturmadığı, çok da önemli görülmediği gibi olumsuz fıtri bir hissiyata da kapı aralayabilir.

Çok iyi resim çizen biri kendisine, çizdiği resimlerin insanlarda nasıl duygulara yol açtığı, ne tür bir karşılık bulduğu hissettirilmezse, bir süre sonra resim çizmeyi bile terk edebilir. Onu pasifleşmeye iten bu durumda aslında farkında olmadan bizim de payımız vardır. "Sen yap da kul bilmezse halik bilir!" gibi bir avuntu, Kur'an'ın zaman zaman Peygamber'i ve müminleri davranışlarından ötürü övmesi olgusuyla karşılaştırıldığında sadra şifa bir psikolojik öneri değildir.

Bir de şöyle düşünelim: Mesela Kur'an müminlerin birbirleri arkasından konuşmalarını yerer. Bunun fazilet ve ahlak içeren bir tutum olmadığının altını çizer ve "Ölü eti yemek'le eş tutar. Ama Afgani'nin de tabiriyle; "fıtratın olumsuz yansıması" olan bu durumun tersi davranışlar övüldüğünde, belki davranışın kendisinin bile sürekli yerilmesine gerek kalmadan, insanların bu faziletli durumun peşinden koşmaları sağlanmış olur. Bu davranışı hayatına hakim kılmaya ve bunu etrafına hissettirmeye başlayan kişiler övüldüğünde, onların bu olumlu tutumu yaygınlaştırıldığında, bu faziletli tavrı herkes kuşanmak isteyebilir. Hem de o kişinin kendisinde bu tutumu süreklileştirmek, kalıcı bir kişilik oluşturmak arzusu/iştiyaki peyda olur.

Üstelik hakedilen övgüyü sunmak, kalplerdeki karşılıklı yakınlaşmayı da artırır. Fertler birbirlerini daha fazla görmek, daha fazla bir arada olmak ve daha fazla şeyi paylaşmak arzusuyla yanıp tutuşur. Biraradalığın anlamı kuvvetlenir. Tecrübelerin aktarımı da artar. Daha fazla tecrübe aktarımı, etkileşimin ve gelişimin önündeki engelleri de bertaraf eder.

Birbirlerine hislerini, düşüncelerini aktarmayan ya da aktardıklarında sadece yergi içeren konularda bir uyarı mekanizması işleten organizmalarda ilişkiler mekanikleşmez mi? "Bakalım şimdi hangi eleştiriyi alacağım?" tarzındaki psişik hali sürekli besleyen tutumlar, arzu edilen denge ortamını oluşturmuyor. Dengenin sağlanması ancak hislerin ve fikirlerin bir bütün halinde serdedilmesiyle mümkün olabiliyor.

Sözün özü "hak olan övülme"yi sevelim ve yaygınlaştıralım!

*- Burada "övülmek" kelimesi "takdir edilmek"in karşılığı olarak kullanılmıştır.

**- "Hak Olan Övülmeyi Sevmekteki Allah'ın Hikmetleri" başlıklı makale, s. 203. Urvetu'l-Vuska, C. Afgani-M. Abduh, 1987, Bir Yayıncılık, İstanbul.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR