1. YAZARLAR

  2. Hamza Türkmen

  3. Muhalif Güçlerin İttifak İmkanı: “Küresel İntifada”

Muhalif Güçlerin İttifak İmkanı: “Küresel İntifada”

Haziran 2003A+A-

"Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah, adalet yapanları sever"

"Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa, işte zalimler onlardır."

(Kur'an-ı Kerim; 60/8-9)

Sanayi toplumunun zorunlu sonucu olan emperyalizm, kapitalist sömürü ve birikim mantığının bir açılımıydı.

Batı kapitalizmi 19. ve 20 yüzyılda "öteki" coğrafyalara "uygarlık" taşımak, 21. yüzyıla girdiğimizde de "demokrasi ve özgürlük" götürmek iddiasıyla yayılmacılığına devam etti. Dün öteki coğrafyalarda sanayi mamulleri için pazar şartlarını oluşturan ulus devlet yapıları teşvik edilirken, bugün ulusal sınırlar çökertilerek ulusal pazarların ve yerli kaynakların kapıları küresel kapitalizme inisiyatifsiz bir şekilde sonuna kadar açıldı.

Dünkü "uygarlık" telkini ulus devletleri ve kurmaca modern ulus kültürleri üretmişti. Bugünkü "demokrasi ve özgürlük" dayatmaları ise küresel kapitalizmin yeni liberal yağmacılık iştahını kabartan evrensel tüketim ve davranış biçimlerini üretiyor; ulusal pazarları dünya pazarlarına dönüştürüyor.

Öteki coğrafyalarda gücü silikleştirilen ulusal sınırların ve otoritelerin bıraktığı boşluk ise küresel kapitalizmin silahlı gücü ABD İmparatorluğu tarafından yeniden düzenlenmeye çalışılıyor ve ABD dünyanın jandarması rolünü üstleniyor. Küresel kapitalizmin iç çatışma ve çekişmeleri de tam bu noktada; yani "yeni dünya düzeni"nin şekillenişinde belirginleşiyor.

ABD kökenli uluslararası dev sermaye; Almanya, Japonya başta olmak üzere tüm küresel rakiplerine karşı ABD'nin üstlendiği dünya jandarmalığı görevinden en fazla yararlanarak üstünlüğünü perçinlemek istiyor. ABD, II. Dünya Savaşı ile Batı dünyasında kurduğu üstünlüğünü, 1989 Doğu ve Orta Avrupa devrimleri ve 1991 SSCB'nin çöküşü ile küresel çapta yaygınlaştırdı, kendisine kapalı bir çok ulusal pazara ve bölgelere adım atma imkanına kavuştu.

Ve şimdi ABD, küresel kapitalist güçlerle ittifak temelli yayılmacı bir koalisyon oluşturmak yerine, onları tek belirleyen olduğu siyasi ve ekonomik politikalarına yardımcılar seviyesine indirmeyi, kendisine yakıştırdığı "İmparatorluk" statüsünün devamı ve geleceği için kaçınılmaz görüyor.

Bir çok ABD'li akademisyen ve ulusal güvenlik uzmanı, Roma İmparatorluğu'ndan bugüne hiçbir ülkenin kültürel, ekonomik, teknolojik ve askeri bakımdan bu denli baskın olmadığına vurgu yaparak ABD'nin en güçlü imparatorluk olduğunu bizzat ifade etmektedirler. Harvard Üniversitesi'den profesörler Yeni Dünya Düzeni/nin ABD'nin emperyal amaçları doğrultusunda şekillendiğini veya şekillenmesi gerektiğini fütursuzca ifade edebilmektedirler. Örneğin Robert Kagan bu çerçevede "İmparatorluk, Dünya Ticaret Örgütü gibi çıkarına uyan uluslararası hukuk kurallarını uyguladığını; Kyoto Protokolü (küresel ısınmayla ilgili), Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi işine gelmeyenleri ise görmezlikten gelip sabote ettiğini" büyük bir pişkinlikle ifade etmektedir.1

Eskisi ve yenisiyle İmparatorluk statüsünü benimsemeyen üst düzey ABD yöneticisi ve bürokratı yok gibidir. ABD siyasi kadroları arasındaki tartışma, İmparatorluğun küresel egemenliğinde müttefiklerinin çıkarlarını ne kadar gözetip gözetmeyecekleri konusunda yoğunlaşmaktadır. ABD küresel gücünü ister koalisyon güçleriyle, ister tek başına kullanmış olsun, bugünkü tek kutuplu dünyayı biçimlendiren küresel kapitalizmin tek patronu durumundadır. Doğanın kirletilmesi ve çoraklaştırılmasında, fakirliğin ve kimliksizliğin kitleselleşmesinde, sömürü ve işgallerin derinleştirilmesinde temel belirleyici olan küresel kapitalizmin logosunun altındaki imza ABD'dir. ABD kendine benzemek ve ulaşmak isteyen devletlerin ve diğer kapitalist birikimin hem öykündüğü ve hem de korktuğu postmodern bir firavunluktur. Dolayısıyla küresel kuşatmaya karşı küresel direnişin hedefindeki en belirleyici adres de ABD olmalıdır.

Disiplinsiz Öfkeyi Aşmada İntifada Tutarlılığı

Yoksullaşan dünyanın ABD İmparatorluğu'na karşı beslediği öfke, her geçen gün artmaktadır. Kapitalist ülkeleri ifade eden Kuzey, sömürgeleştirilen Güney'in doğal zenginliklerini tüketirken, DTÖ ve IMF politikaları ile tarım ve hayvancılık sektörünü öldürür ve mali dengelerini alt üst ederken, geleneksel yapılar Hollywood söylemiyle çözülmeye zorlanırken, kent yoksulları gittikçe çoğalmakta ve kişi başına toplumsal gelir, Kuzey'de de Güney'de de sürekli olarak bir avuç egemen ve işbirlikçi taifesinin lehine bozulmaktadır. Afrika, Asya, Güney Amerika halklarını ifade eden Güney, küresel kapitalizm palazlandıkça daha çok yoksullaşmakta, ezilmekte, borçlanmakta ve kimliksizleşmektedir.

Sömürülen, yoksullaştırılan, değerleri aşağılanan ve toprakları işgal edilenlerin öfkesi, henüz sağlam bir strateji ve örgütlenme örnekliğini keşfedemese de patlama potansiyeli taşımakta ve 11 Eylül saldırılarında olduğu gibi bazı kere de yıkıcı tepkilere dönüşmektedir. Bu potansiyel öfkenin izlerini kent yoksul kitlelerin başvurduğu bireysel şiddet, yağmalama ve hırsızlık olaylarında görmek mümkündür. Küresel İmparatorluğa duyduğu öfkeyi daha tanımlı ve organizeli şekilde sergileyenler ise 11 Eylülleri oluşturmaya adaydır.

Kuzey'de yükselen küreselleşme karşıtı söylemler, sistemin içinden de itirazların ve muhalefetin arttığını göstermektedir. Batı içindeki eski solcuların, sendikaların, çevrecilerin, ayrımcılığa tabi tutulan etnik unsurların, Kuzey'in içindeki Güneyliler'in ve yeni yeni de bazı İslami oluşum ve liderlerin Porto Alegre'deki Dünya Sosyal Formu toplantılarından bu yana gerçekleştirdikleri ABD ve küresel kapitalizm karşıtı eylem birliktelikleri, egemen sistem içinde kitleleşen bir itirazı ve "Başka bir dünya mümkün" diyen alternatif bir arayışı ifade etmektedir.

ABD karşıtı öfke Irak'ın işgali projesine karşı tüm Batı'lı ülkelerde ve kısmen de Güney ülkelerinde gerçekleştirilen planlı savaş karşıtı gösterilerle kitlesel bir sirayet gücüne ulaştı ve 15 Şubat 2003 tarihinde dünyanın bir çok yerinde aynı anda yapılan gösterilerle tarihte ilk olarak milyonlarca insanı caddelere, meydanlara döktü.

İslam coğrafyasında ise kitlelerin öfkesi çoğu kez, gerek yerel yönetimlerin ağır baskısı ve gerekse bilgi ve irtibat yetersizliği nedeniyle Batılı kapitalist ülkelerde gerçekleştirilen kitlesel protestolarla aynı günlere denk gelmedi. Ancak Cakarta'dan Kahire'ye, Tahran'dan Ribat'a, Şam'dan Sana'ya kadar milyonlarca Müslüman, farklı kimliklerdeki muhalif unsurlara da kortejlerinde yer vererek ABD yayılmacılığını ve işbirlikçilerini lanetleyen mükerrer yürüyüşler yaptılar.

Müslümanlarla diğer sistem karşıtı muhalif unsurların, ABD ve savaş karşıtı gösterilerin organizasyonunda işbirliği yaptıkları ilk örneklik, İngiltere ve Türkiye'de yaşandı. Dünya Sosyal Formu'nun 2002 yılındaki ikinci toplantısında gündeminin ön sıralarına aldığı Filistin mücadelesini ifade eden "intifada" kavramı ilk olarak bu müşterek eylemliliklerde Müslümanlar tarafından "Yaşasın Küresel İntifada" "Mazlumlar Tutsak, Ateş Altında, Yaşasın Küresel İntifada" sloganlarıyla İstanbul, Ankara ve İzmit'te gerçekleştirilen müşterek mitinglerde gündeme taşındı.

"Yaşasın Küresel İntifada" sloganı ile neyin amaçlandığı yeteri kadar irdelenip beyan edilmediği için bu slogan sistem karşıtı kesimler tarafından yeterince algılanmamış ve İslami kesim tarafından da yeterince fıkhedilmemiş olabilir. Dünya Sosyal Formu 2. İntifada'nın 27-28 Eylül tarihlerindeki yıldönümünde kitlesel gösterilere hazırlanırken2, Türkiye'de bazı kesimler "İntifada" kavramını yerelliğin sınırlılığına, bazıları da ideolojik bir kesimin aidiyetine hamletmiş olabilirler. Oysa İntifada Filistin mücadelesi özelinden dünya istikbarına, ABD ile maşası olan Siyonist emperyalizme karşı Müslüman, Hıristiyan, Solcu tüm muhalif unsurların birlikte üstlendikleri bir direniş örnekliğini ifade etmektedir. Aynı zamanda İntifada, emperyalizme karşı farklı kimliklerin birlikte kitleleştirebildikleri, nicelikçe ufak ama üstün nitelikteki bir direnişin ve bu direniş içinde muhalif farklı kimliklerin birbirlerine nasıl tahammül edip ideolojik diyaloglarını da sürdürebildikleri sosyo politik, soysa kültürel ileri bir örnekliği oluşturmaktadır.3

İntifada sadece işgale, tehcire ve yoksullaştırmaya karşı duyulan bir tepkinin adı değildir. İntifada sadece bir halkın kimliksizleştirilmeye, inanç ve düşünce yasaklarına, yıkıma ve katliama karşı duruşunun adı da değildir. İntifada aynı zamanda dayatılan bir yaşam tarzına ve küresel kuşatmaya karşı çıkışla mayalanan, Müslüman ve ezilen halklardan ve muhalif hareketlerden açık destek gören bir kimlik ve varoluş mücadelesidir. Her intifada direnişçisi, sadece siyonizme karşı değil, onu besleyen ve bölgemizde konuşlandırılan kapitalist emperyalizme ve en büyük hami ABD İmparatorluğu'na karşı da direndiğinin bilincindedir. Kudüs'ün ve Filistin'in direnişçi halkı küreselleşebilecek bir intifada modelinin de ateşleyici öncüleridir. Ve bu nedenledir ki en azından biz Müslümanlar için İntifa'da, ABD hegemonyasına karşı mecbur olduğumuz geleceğimizdir.

İntifada'nın Lisanu'l Arab ve El-Mu'cemu'l Vasıt lügat ansiklopedilerindeki özgün kullanım anlamları da, ihtiyaç duyduğumuz ilişki ve tavır biçimini aydınlatır mahiyettedir: Bu lügatlere göre "İntifada" şu anlamlara gelmektedir:

a. Mal ve azığın tükendiği, açlık ve yokluğun had sayfaya geldiği andır.

b. Hareket etmek, kımıldamak ve silkinmektir.

c. Her türlü kirden, pislikten ve günahtan arınmak, temizlenmektir.

d. Berekettir, üretkenliktir ve doğurganlıktır.

e. Okumaktır.

f. Yolunu yitirmiş insanlara izcilik ve öncülük yapmaktır.

g. Yurdu düşmanlardan, haydutlardan, eşkiyadan ve hırsızlardan temizlemektir.

h. Yolun güvenliğini sağlamak ve düşmandan emin kılmaktır.

i. Umutların tükendiği anda açan son başaktır.

j. Vd.4

İntifada sadece pratik örnekliği açısından değil, taşıdığı lügat anlamları açısından da sistem karşıtı güçlerin irtibatlarını ve ittifaklarını kuşatabilecek bir tanımlama gücüne sahiptir.

İntifadayı Genelleştirme Potansiyeli

a. İntifada küreselleştirilebilir mi sorusunu cevaplamadan önce küreselleşme konusunda bir iki hatırlatma yapmamız gerekecektir.

Küresel kapitalizm 20. yüzyılın son yıllarında, bilgi çağını ifade eden teknolojik-ekonominin gücü ile, tüm dünya pazarlarında bilginin ve refahın bölüşülebileceğini, demokratik katılımcılığın yaygınlaşacağını, sonsuz bir ilerleme çağına yönelinmiş olduğunu propaganda ediyordu. İdeolojilerin, devrimin, emperyalizmin; hatta tarihin sonu gelmişti. Ve bu sürecin adı küreselleşmeydi. Ancak bütün ülkelerin tek bir geleceğe ve tek bir pazara dönüşerek ulaşabileceği ve emperyalizmden arınmış bir mutluluğun yaşanacağı refah dolu bir gelecek vaadinin yalan olduğu, 20. yüzyılın sonunda patlak veren Asya Krizi ile açık-seçik ortaya çıktı. Ve Güneydoğu Asya ülkeleri, özellikle ABD temelli sermayenin ihanetine uğradı; borsalar çöktü, ulus-ötesi sermaye yüklü faiz gelirleriyle bölgeyi tahrip ederek kaçtı. Ayrıca ABD kökenli ulus-ötesi güçlerin doğal yapıyı tahribi ve kirletmesi gerilemedi, aksine arttı; refah özlemi sadece zirvelerde yaşayanların lüksünü ve cimriliğini çoğalttı.

ABD, 1993-2000 yıllarında Clinton'la birlikte Avrasya'da egemenliğini kurarken, Avrupa'nın arka bahçesi olan Balkanlar'da, 1995 Bosna ve 1999 Kosova krizini kendi askeri gücü ve politik liderliği ile dizginlemesi ardından küreselleşme imkanlarının daha da eksenine oturdu. ABD, küreselleşme politikalarında, Avrupa ve Japonya gibi rakiplerini nötralize edip kendine tabi kılmaya, NATO üzerindeki hakimiyetini perçinlemeye, Sovyet dünyasını "Latin Amerikanlaştırmaya, muhalif İslami oluşumları ezmeye, enerji ve özellikle de petrol kaynakları üzerinde rekabetsiz bir etki kurmaya, uluslararası dayanışmaları zayıflatmak için ulusal ve etnik parçalanmaları artırmaya ve Güney'de stratejik bir çıkarı temsil etmeyen bölgeleri marjinalize etmeye çalışırken, bu çabaları Henry Kissinger şöyle özetliyordu: "Küreselleşme, ABD egemenliğinin sadece diğer adıdır."5

2001 yılının Ocak ayında ABD Başkanlığı'na seçilen George Bush, 11 Eylül saldırısının yıl dönümünde sahip oldukları askeri güç ile dünya sistemini belirleyeceklerini ima eden Ulusal Güvenlik Stratejisi'ni açıkladı. Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleeza Rice, Bush'un yönetim biçiminin, aşağıladığı uluslararası toplumun çıkarlarına göre değil, kendi ulusal çıkarlarına göre şekilleneceğini belirtirken, Bush'un şahinler kadrosu, gelişmiş ülkelerle bir koalisyon inşa etmenin anlamsızlığı üzerinde duruyor, hatta NATO'yu bile kullanma zahmetine girmeden, Amerika'yı ve dostlarını (!) muhtemel saldırılardan ve terörist ittifaklardan korumak için tek başlarına muhtemel düşmanlara karşı saldırıda bulunabileceklerini belirtiyorlardı. Bush'un 1 Temmuz 2002 tarihinde bu minvaldeki açıklamalarını Financial Times "Önceden Savunma Doktrini" olarak tanımladı. Önceden Savunma Doktrini, ABD'nin Ulusal Güvenlik Stratejisi'nin en belirgin unsuru oldu.6 Önceden Savunma Doktrini, ABD saldırganlığının ve hukuk tanımazlığının açıkça ilanıydı.

ABD'nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, küresel rakip tanımamayı ve Yeni Dünya Düzeni'nde tek belirleyici olmayı amaçlamaktadır. Zira ABD'li ulus-ötesi şirketler, yani ABD, ekonomik rekabette Japonya, Çin, Avrupa Birliği karşısında göreceli zayıflama trendine girildiğini görmekte; ayrıca dolar karşısında Avrupa Euro'sunun güç kazanacağından korkmaktadır. ABD, Bush yönetimi ile birlikte, rakipleri karşısında zayıflamakta olan ekonomik ağırlığını, karizmasını, egemenlik imajını yeniden yükseltebilmek için küresel kapitalizme jandarmalık görevi yaptığı askeri gücünü, diğer kapitalist ülkelerin aleyhine yenilemekte ve bindirilmiş yeni misyonlarla aktif olarak yeniden devreye sokmaktadır. ABD'nin dünya ölçeğinde tek başına hareket etmesi, küresel kapitalizmin diğer güçleri açısından da, tüm sistem karşıtı muhalif hareketler için de dünya siyasi sisteminin temel sorununu oluşturmaktadır.

Ancak, Önceden Savunma Doktrini çerçevesinde uluslararası bir müdahale amacıyla tek başına davranmak için kamuoyunun ancak %17 oranında desteğini alabilen Savunma Bakanı Rumsfeld liderliğindeki Cumhuriyetçi şahinlere karşı, uluslararası bir koalisyon inşa edilmesini savunup %65 kamuoyu desteği alabilen ve başını Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın çektiği Cumhuriyetçi kanat7, ABD'nin Irak'ı işgalinde yeterince etkili olamadı. ABD Kongresi'nde aşırı Hıristiyan oyların desteğini alabilen Siyonist lobinin yönetim üzerindeki zorlayıcı etkisi de8 düşünülünce, ABD'nin İmparatorluk politikasının dünya insanlığı için ne denli tehlikeler içerdiği daha iyi görülür.

b. İkinci olarak da İntifada küreselleştirilebilir mi sorusunu cevaplamadan önce, intifada kavramının yerel bir mücadelenin ve sadece ideolojik veya dini bir gurubun inhisarında olmadığını hatırlatmamız gerekmektedir.

Küresel kapitalist sistem karşısında alternatif arayışlara yönelen farklı gurup ve ekollerin Dünya Sosyal Formu dairesinde kimlik ve doktrinel yaklaşım farklılıklarına rağmen ortak düşmana karşı ortak paydalar etrafında tartışmayı ve açık bir zeminde buluşmayı becerebilmelerinden çok önce; Sanayi Devrimi'nden bu yana aydınlanma, marksizim, çok kültürlülük gibi modernizmin sistem içi ama muhalif Batılı referanslarına dayanan sosyal unsurlarla, Batılı sisteme kökten karşı olan İslami muhalefetin, ortak düşmana karşı Filistin mücadelesi ekseninde, İntifada birlikteliğini oluşturmaları kullanılabilir, geliştirilebilir, sürdürülebilir kalıcı bir ittifak örnekliğini oluşturmaktadır. Filistin mücadelesinde Müslüman guruplar mücadelenin eksenini İslami referanslara dayandırırken, solcu unsurlar sosyalist bir toplum özlemini dillendirebilmekte, Hıristiyan unsurlar ibadi özgürlüğü hedeflemekte, bazı guruplar ise kimliklerini ulus ve toprak bağı ile sınırlı görebilmektedirler. Ancak ortak düşmana karşı uzun soluklu bir mücadeleyi gerektiren İntifada, bileşenlerinin ortak düşmana karşı paylaştıkları mücadele saflarının sıcaklığı yanında, farklı kimliklerinden kaynaklanan ideolojik farklılıklarını dillendirebilecekleri tartışma zeminlerinde erdemli bir diyaloga da imkan sağlamaktadır.

Ayrıca Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra 1989'daki Tiananmen Meydanı olayları, Los Angeles'da Mayıs 1992 ayaklanması, 1994'te Chiapas isyanı, Aralık 1995'te Fransa'yı ve 1996'da Güney Kore'yi felce uğratan grev dalgaları tüm özgünlüklerine rağmen küresel olarak yayılma ve destek halkalarınca sahiplenme imkanına ulaşamamışlardır. Ama Filistin İntifadası "İmparatorluk" kitabının yazarlarının iddia ettiklerinin aksine9 tüm İslam dünyasında yankı bulmuş ve tüm İslami hareketler siyasi analiz ve eylemliliklerinde İntifada ile ilgili artan bir şekilde paylaşım ve dayanışma çabası içinde olmuşlardır. Ayrıca Ortadoğu'daki tüm işbirlikçi rejimler İntifada'nın gücünü ve yönettikleri Müslüman halklarda oluşan etkisini, yakinen hissetmişler ve bu nedenle de görünüşte de olsa Filistin meselesine bigane kalamamışlardır. İmparatorluk kitabının yazarları, Seattle'den önce küresel karşıtı hareketlere devamlılık ve enerji sağlayan bir mücadele çizgisi bulamamalarına rağmen, İntifada 1987'den itibaren bilkuvve tesir gücünü ve genelleşme potansiyelini içinde taşımakta ve üretmektedir. İntifadanın çekim gücü, evleri başlarına yıkılan Filistinli kardeşlerimizin acısına sahip çıkmak için Siyonistlerin buldozerlerine göğsünü siper ederek kahramanca ölen Amerikalı Rachel Corrie'yi Filistin Mücadelesinin bileşenlerinden biri konumuna yükseltmişti. Corrie'nin İntifada özelinde sergilediği erdemlilik, kararlılık ve kendini feda edişi, küresel direnişin örneklik zeminine de dikkatleri yöneltiyordu. Doğa, insan ve toplum fıtratına en uygun olanın aranıp tartışılacağı, en münasip ideolojik diyalog imkanının da bu tür zeminlerde anlam kazanacağını söyleyebiliriz.

Muhalif Güç Blokları ve İlişki Sorunu

Küreselleşmenin sahip olduğu teknolojik, iletişimsel ve parasal güce rağmen ABD ve G-7 ülkeleri için her şey çok da iyi gitmiyor. Ulus-ötesi şirketlerin kâr oranları düşüyor, pazarın büyümesi son sınırlara dayandığı için üretim fazlasının yığılması küresel kapitalizmin nefes borularını daraltıyor. Böyle olunca da kapitalist sermaye değersizleşiyor ve güç odakları arasında çekişmeler şiddetleniyor. ABD askeri gücünü kullanarak politikalarını tüm dünyaya dayatsa da, iç dengelerindeki yıpranma her geçen gün derinleşiyor. AB ve Euro gittikçe güç kazanıyor. ABD için kendi İmparatorluğunu devam ettirmenin maliyeti her geçen gün artıyor ve gelecekte İmparatorluğun varlığını koruma telaşının kabusa dönüşebileceği tartışılıyor. ABD'nin göz boyayıcı güç imajı yanında ne denli kırılgan bir yapıya sahip olduğu da önemli bir tartışma başlığını oluşturuyor.

İran İslam Devrimi'nden sonra Lübnan İslami direnişi ve Filistin İntifadası, İslam dünyasındaki muhalefet hareketlerini besleyen pratikle ilgili en önemli moral kaynaklarını ifade ediyordu.

Seattle'de Kasım 1999'da yedi yüz örgütün, işçilerin, çevrecilerin, öğrencilerin, dini gurupların oluşturduğu kırk bin kişinin yer aldığı ve DTÖ'nün toplantısını birden bire duraksatan kitlesel protestolar10 da Berlin Duvarı'nın çöküşünden beri ilk kez sistem karşıtı diğer muhalif bloğun hareketlenmesini kıvılcımlandırdı. Ve anti-emperyalist tavır, Irak'la ilgili savaş karşıtı gösterilerle tesir alanını en yüksek safhaya ulaştırdı. Savaş ve ABD karşıtı hareketler iki muhalif bloğun tepkilerini aynı istikamete yöneltti. Bu durum sistem karşıtı söylemlerin genişlemesine ve ideolojik tutarlılıklarına önemli öğrenme ve diyalog zeminleri, imkanları sundu.

İngiltere ve Türkiye dışında emperyalist savaş ve ABD karşıtı kitlesel gösterilerde Kuzey'deki sistem karşıtlarıyla Güney'in içinde bulunan İslam coğrafyasındaki İslami muhalefetin tanımlanmış, tartışılmış ve planlanmış bir buluşması olmadı. İngiltere ve Türkiye örnekliğinde ise İslami kesim ile diğer muhalif kesimin ve özellikle sol kesimin buluşması yeteri kadar sorunları aşabilecek bir tanımlamaya ve katılıma ulaşamadı. Oysa Irak'la ilgili savaş karşıtı gösterilerde, Dünya Sosyal Formu ile irtibatlı milyonlarca muhalifin protestosu kadar; Dünya Sosyal Formu ile irtibatlı olmayan ve ümmet dayanışmasına duyulan özlemin enerjisiyle milyonlarca Müslüman da, İslam coğrafyasında savaş ve küresel sistem karşıtı gösteriler düzenlediler. Şüphesiz bu iki muhalif bloğun güç ve eylem birliği yapması dünya egemenlerini oldukça rahatsız etmiştir. Bu açıdan şu soruların düşünülmesi gerekir:

Dünya Sosyal Formu'nun ve İslami cemaatlerin küresel sistem ve ABD yayılmacılığına karşı farklı öncülüklerle oluşturmuş oldukları kitlesel eylem dalgalarının, ortak hedefe yönelerek aynı ritmi tutturmalarının gerekli olmadığını söylemek mümkün müdür?

Dünya egemenliğini ve sömürüsünü alabildiğince acımasız yöntemlerle devam ettireceğini açıkça ilan eden, bölge bölge de vahşi uygulamalar sergileyen ve iletişim teknolojisinden tüketim kalıplarına kadar yerküredeki tüm halklara kendi yaşam tarzını dayatan ABD İmparatorluğu'na karşı, nizami bir savaşı kazanma kapasitesi ve donanımına sahip olmayan sistem karşıtı tüm güçler; İmparatorluğa mukavemet edebilecek yeterli, açık ve kitlesel kökler oluşturabilmiş sağlam bir örgütlenmeyi ve yaşam alternatifini örneklendirmeden, ABD'nin tanımladığı ve sonuçları tartışmalı asimetrik savaş yöntemlerinin vur kaç taktikleriyle mi cevap vereceklerdir; ya da kendi ulusal taşralarında inisiyatif oluşturarak mı alternatif oluşturabileceklerdir; veyahut ilkeleri belirlenmiş ortak söylem, tavır ve dayanışmanın üretilmesi yerine kendi kimliklerini birbirlerine dayatma mücadelesi içinde mi karşıt bir güce ulaşmayı düşünmektedirler?

İmparatorluğun karşı karşıya kalacağı krizlere rağmen, telkin ettiği yaşam tarzı güçlüdür ve askeri gücü büyük ve devasa bir savaş makinesi olmaya devam etmektedir. Düşmanın ezici gücü ve acil kuşatması karşısında sistem karşıtı güçlerin marjinalize edilmeden güçlü bir ittifakın imkanlarını araştırmaları hayati önemi haizdir.

Sistem karşıtı iki muhalefet bloğunun arasında yeteri kadar bir diyalog olmadığı gibi, sahici bir tanışıklık da söz konusu değildir. Ayrıca her muhalefet bloğunun içinde metodik ve doktrinel farklar olmakla beraber, bloklar arasında da ontolojik ve epistemolojik temelde köklü farklılıklar bulunmaktadır. Ancak iki tarafta da ortak düşmana karşı duyulan tepki ve altenatif çözüm arayışları, diyalog dilinin yetersizliği nedeniyle paylaşılamamakta ve tartışılamamaktadır. Bu kopukluk, ortak düşmana karşı ortak politikalar belirlemenin zeminini muhkemleştirememektedir.

İki muhalif blok arasında küresel ölçekte yaşanan söz konusu kopukluk, Filistin mücadelesinde yer alan ve benzer farklılıkları taşıyan guruplar arasında İntifada örnekliği sayesinde oldukça aşılmış bulunmaktadır. Bu boyutuyla da farklı kimlikler ve farklı bloklaşmalar içindeki muhalif unsurları ortak düşmana karşı bir araya getiren İntifada pratiği, küreselleşme karşıtı muhalif unsurların ve blokların nasıl güç birliği yapacaklarıyla ilgili yöntemsel bir örneklik oluşturmaktadır. "Yaşasın Küresel İntifada" sloganı ile yaşatılmak istenen de bu bölgesel direniş ve dayanışma örnekliğinin güçlendirilmesi ve genelleştirilebilmesidir.

Her muhalif çevre, akım veya örgütün tabii ki kendi özellik ve özgünlüğü; özgünlüğünü oluşturan çevresel, yerel veya ideolojik farklılıkları olacaktır. Doğa, insan ve toplum yapısına en uygun ve adil çözüm arayışı, tabii ki tartışmayı da gerekli kılmaktadır. Ancak yapılması gereken, muhalif unsurlar arasındaki bu farklı özellik ve zorunluluklara imkan tanımakla beraber, kolektif ilgilerin kolektif direnişi nasıl daha güçlü kılabileceğinin tartışılması ve çözümlenmesidir. Emperyal işgal güçlerinin yağmacılığına karşı duramayan hiçbir özgünlüğün ve alternatif örnekliğin yaşam şansı olamayacağı bilincine ulaşılmış bir olgunlukla bu konulara yaklaşılması elzemdir.

Küresel Direnişte Gelecek Tasavvuru

Dünya ve Avrupa Sosyal Formları, küresel kapitalizme itirazı olan değişik sosyal bileşenlerden meydana geldi. Esnek ilişki biçimleri içinde kendiliğinden görüntüsü verilen ve failleri bir nevi kolektif iradenin içinde saklı kalmak isteyen organizasyonların öncülüğünde etkinlikler gösterildi. Ama, sanki tarihin diyalektik ilerleyişini gösteren kendiliğindenci bir görüntünün umudu üretilmek isteniyordu. "Başka bir dünya mümkün" denilirken; acaba İmparatorluk yapısı, Seattle'den sonra palazlanan sistem karşıtı itirazlarla yıpranacağı ve yeni bir tarihsel yapıya evrileceği gibi bilim-kurgu kehanetlere mi imada bulunuluyordu?11

Sanayi Devriminin kültürel ve sosyal yapılanma sürecinde şekil bulmuş olan muhalif hareketlerin, tarihi genellikle "ilerlemeci" şablonlarla irdelediğini biliyoruz. Müslümanların tarih felsefeleri ise büyük oranda döngüselliğe dayanır ve toplumsal yasaların (sünnetullah) tabiatını tayin, üretilmiş değil verili/vahyi kurallara/nasslara dayanır. Ama her iki yaklaşım açısından da bugünkü toplumsal ve küresel sosyal ve siyasi yapıyı olumlamak mümkün olmadığına göre, geleceğin tasarımına daha nesnel şartlar ışığında yaklaşmak kaçınılmazdır. Nesnel yaklaşım özeleştiri gerekliliğini de zorunlu kılmaktadır.

Wallerstein, öncelikle muhalif hareketlerin 19. ve 20. yüzyılın ulus devlet yapıları içinde öncelikle güç kazanıp, sonra da dünyayı dönüştürmeye kalkışan iki-adımlı stratejik pragmatizmin, 21. yüzyılda hiçbir nesnel olumluk taşıyamayacağını gösterirken, tüm sistemin bir geçiş dönemi yaşadığını belirtiyor. Temel sorunun da bu geçiş sürecinin umduğumuz sonucuna göre bugün için ve orta vadeli gelecek için nasıl hazırlanabileceğimize ve bu amaçla uygun, sürdürülebilir ve açık bir tartışmayı nasıl yürüteceğimize dikkatleri yöneltiyor.12

Toffler, bundan 23 yıl öncesinden Sanayi Toplumu'nu teknolojik devrimle aşan yeni Endüstriyel toplumun egemenlerine karşı gösterilecek tepkinin sistemi dönüştürerek yenilemek isteyenlerce de, sistem karşıtlarınca da yeni bir alternatif arayışın içine girileceğini bildiriyordu.13 Bu ön, görüye bugün ulaşmış bulunuyoruz. Ancak küresel karşıtlarını İmparatorluk içinde tarihi yeniden biçimlendirecek potansiyel güç olarak gören14 anlayış, sadece muhalefet potansiyelinin Sanayi Devrimi'nin kültürel ve sosyal yapılanma sürecinde vucüd bulmuş olan bloğunu öncelemektedir. Bu tarihi materyalist şemaların zorlanmasını hatırlatmaktadır ki, bu zorlamayı Karl Mark'ın İngiliz emperyalizmini Hindistan'a uygarlık taşıyıp tarihsel bir sıçrama yaptıracağı varsayımındaki Batı merkezli bakış açısında düğümlenen yanılgısından da anımsıyoruz.

Tabii ki Kapitalist ülkeler içinde yükselişe geçen sistem karşıtı hareketlerin ne olduklarını ve gelecek tasarımlarını ideolojik olarak yeterince ortaya dökememeleriyle beraber, "Başka bir dünya mümkün" derken hayatı ve geleceği daha insani, daha adil, daha katılımcı ve özgürlükçü yeni bir anlam arayışı içinde tanımlamaya çalıştıklarını biliyoruz. Ulusalcılığa ve 19. yüzyıl şablonlarına veya nostaljik örgüt ve taktiksel tecrübelere hapsolan ortadoks yaklaşımların ise gittikçe inisiyatif yitirdikleri ve sistem karşıtı hareketler içinde çözüm üretici ve örneklik oluşturucu ciddi bir ağırlıklarının olmadığı bilinmektedir.

İslam coğrafyasından beslenen diğer muhalif bloğun ise kendi süreçlerini, yapılarını ve geleceklerini İmparatorluk değerlerine tamamen muhalefet ederek ve kendi kaynaklarından beslenerek yeniden ihya ve ıslah etmeye/anlamlandırmaya çalıştıklarını biliyoruz. Bugün kendi çıkarlarını gözeterek daha çok Güney-Kuzey diyalogunu gündeme getiren Avrupa Birliği'ni, sistemin geleceğine dönük bu tür planlamalara iten15 ne kendi adalet perspektifi ne de toplumsal yapıyı sistem içinde dönüştürmek isteyenlerin aksiyonlarıdır. AB'yi geleceğe dönük bu ön görü ve ön planlamaya iten, Batı'da da İslam coğrafyasında da milyonluk katılımlar sağlayarak gittikçe kitleleşen sistem karşıtı hareketlerdir.

Dünya sistemi için de, muhalif hareketler için de, çok kısa sürmeyecek bir geçiş dönemi gündemdedir. Muhalif hareketler, tüm ideolojik ve doktrinel farklılıklarına rağmen, hem İmparatorluğun ekonomik, kültürel ve askeri yayılması karşısında sürdürülebilir bir mücadele ve dayanışmanın şartlarını; hem de daha adil, daha katılımcı ve daha özgürlükçü bir geleceği ve gelecek tasavvurlarını tartışabilmenin sürdürülebilir imkanlarını üretmek zorundadırlar. Bu ihtiyaca tekabuliyeti söz konusu olan İntifada örneğinden kalkarak solcu-sosyalist, işçi, çevreci, küreselleşme karşı hareketlerle İslami hareketlerin buluşma noktalarını ve tartışma zeminlerini belirlemek mümkündür.

Küresel İntifada'nın Ortak İlkeleri Ne Olmalıdır?

İki muhalif kesimin, öncelikle birbirlerine duydukları veya duymaları gereken ilginin ana başlıklarını şöyle özetleyebiliriz:

1) Ortak düşman tanımı ve ortak düşmanla mücadele konusunda paralelleşme.

2) Küresel kapitalizmin ekonomik, kültürel ve askeri kuşatmasını aşma azmi.

3) Kitleleri bilinçlendirmeye dönük, bedbinliği aşan, açık ve dinamik mücadele çabası.

4) Küresel dayanışmayı güçlendirecek ilişkilerin önemsenmesi.

5) Karşı duruşun küreselleştirilmesi arzusu.

6) Egemen sisteme karşı alternatif bir gelecek tasavvuruna yönelim. Vd.

Ortadoğu'nun, önümüzdeki dönemlerde ABD emperyalizminin stratejik hedefleri arasında en fazla ekonomik, siyasi ve askeri baskı uygulanacağı bölge olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Ortadoğu hem iyi bir pazar, hem kullanılabilir dünya enerji kaynaklarının %60'dan fazlasını barındıran bir zenginlik alanıdır. Dünyada, emperyalist politikalara karşı halk muhalefetinin derinleştiği en önemli bölge de Ortadoğu'dur. İkinci Filistin İntifadası'nın yıldönümünde Siyonizme ve emperyalizme karşı protesto gösterilerine hazırlanan sistem karşıtı hareketlerin dayanışmaya gireceği en önemli kitlesel dinamik, bugünkü Irak muhalefetinin ana gövdesini de oluşturan Müslüman halklar olacaktır. İran Devrimi'nden Filistin İntifadası içindeki İslami örgütlerin öncü rolüne ve kitlesel taban oluşturabilmiş en önemli İslami hareketlere ve Müslüman halklarının yaşam tarzlarına ve sorunlarına kadar Ortadoğu'nun en önemli ve yok edilemez gerçeği İslam'dır. O halde ABD'nin İsrail'le birlikte en öncelikli stratejik yayılma, sömürü ve işgal alanı olarak gördüğü Ortadoğu politikalarına karşı çıkacak olan/olması gereken savaş ve emperyalizm karşıtı hareketlerin, İslami hareketlerle ve İslami direniş söylemleriyle, tanımak düzeyinde de olsa ilgi ve diyalogu kaçınılmaz olacaktır.

Filistin intifadası içinde birçok sol, marksist ve Hıristiyan hareket, bu tanıma zorunluluğunu tanışıklığa ve dayanışmaya yükselterek, sürdürülüp geliştirilebilir bir diyalogun da öncülüğünü oluşturmuşlardır. Tabii ki bu diyalogun ikinci tarafı olan Müslümanlardan da benzer bir talep ve kabul söz konusu olabilmiştir.

Sınırların aşıldığı, iletişimin gün farklarını aştığı, bilgi dağılımının küreselleştiği bir süreçte, sistem karşıtı iki ana muhalefet bloğunun birbirlerine duydukları veya duymaları gereken ilginin, hedef ve tutum benzerliklerinin sonucunda oluşturmaları mümkün olan diyalogun ve dayanışmanın ortak paydalarının ne olması tartışması ise artık kaçınılmazdır. Bu diyalogun örnek birimini genelleştirerek ve ortak paydalarını tartışmaya açık bir şekilde daha da belirginleştirerek, Küresel İntifada'nın olması gereken ortak ilkelerini şu şekilde tasarımlayabiliriz:

1) Karşılıklı güven duygusunu sağlamak:

Hareketler ve oluşumlar egemen sistemin kendi kimlikleri hakkında bildiklerini, birbirlerinden gizlemeyen ve kimliksel tanım ve farklılıklarını medeni bir şekilde ifade edebilen, birbirlerine güven veren bir tutum ve tavır içinde olabilmelidirler. Muhalif unsurlar, birbirleri hakkındaki ön yargılarını, diyalog kurup test etmeden değerlendirmelerinde dayanak yapmamalıdırlar. Muhalif unsurlar, birbirlerine, ideolojik kimlikleriyle ilgili değerlendirmelerinde hem ön yargılarından hem karşıt güçlerin manipülasyonundan kaçınan bir nesnellikle yaklaşmalıdırlar.

2) Şiddeti idolleştirmemek:

Emperyalist kuşatma karşısında "barış" ve adalet isteyen bütün hareketler, kaypak "terör" tanımını çağrıştıran ve marjinalleştirici bir eylem türü olan "şiddet"i değil; diyalogu, düşünce ve tebliğ/telkin özgürlüğünün imkanlarını zorlamalı ve kullanmalıdırlar. Şiddet, savaş şartları ve meşru müdafa dışında, stratejik veya ajitatif bir açılım olarak kullanılmamalıdır. Dünya Sosyal Formu'nun ilkeleştirdiği "şiddet içermeyen toplumsal direniş" söylemi, ABD'nin gerilim üreterek, rakiplerini ve muhalefeti güçlü olduğu üstün teknoloji ile donatılmış uzay, hava ve kara sahasında savaş ortamına çekme stratejisine karşı16, yakın ve orta vadede kullanılabilecek en önemli çözümlerden birisidir.

3) Halka karşı açıklık:

Hareketler ve oluşumlar kitlesel mücadele süreçleri içinde kimliklerini ve ideolojik aidiyetlerini gizlemeksizin halka ve kamuoyuna açılabilmeliler, kimlik bazında hiçbir aldatıyı taktiksel bir beceri olarak görmemelidirler.

4) Emperyalist saldırılara karşı direnişleri desteklemek:

Bu konuda Filistin'den Irak'a, İran'dan Kuzey Kore'ye kadar ayrımcılığı aşan bir tutarlılık içinde olunmalıdır.

5) Egemen tüketim kültürüne boykot:

Küresel kapitalizmin ve ABD İmparatorluğu'nun ürettiği imaj medeniyetine ve yaşam tarzına tavır alınmadan, alternatif yaşam ve tüketim tarzları biçimlendirilmeden hiçbir direnişin, hatta savaşın kazanılmış kabul edilemeyeceği bilinmelidir.

6) Verimli diyalog imkanları oluşturmak:

Sistem karşıtı hareketlerin unsurları arasında gerek ideolojik gerek siyasi ve stratejik konuların konuşulabildiği, rekabetten uzak, anlamaya dönük diyalog ortamları ve süreçleri oluşturulmalıdır. Örgütsel veya cemaatsel yapılar içinde ya da ittifak süreçleri içinde tartışılamayan temel bakış açılarının ve gündem tutan konuların, basın-yayın alanından internet sahasına kadar yayılan ve tesir uyandıran denetimsiz tartışmalarla gündemi kendiliğinden ve yaygın olarak belirleyeceği ve belirlemekte olduğu görülmelidir.

7) Dayanışmayı artıracak ortak politikalar hedeflenmek:

Boykot, özgürlükler, hukuki haklar, insan ve eğitim hakları, gibi konularda ortaklaşılabilen çözüm ve eylem planları üretilebilmelidir. Vd.

***

Latin Amerika devrimci hareketlerinin aşina olduğu "Bir Vietnam yetmez, aynı anda bir çok Vietnam" söylemine yeterli yankının verilememesinden bu yana, devrimci sol hareketler gittikçe kendi adacıklarına çekilirken, ABD emperyalizmi kıtalararası yaygınlığını pekiştirdi ve 21. yüzyılın başında fiili güç gösterileriyle İmparatorluğu'nu ilan etti. Tabi ki her imparatorluğun ve her toplumun bir eceli vardır. Ancak nesnel olaylar nesnel koşullarda gelişir. 21. yüzyılın başında dünya İmparatorluğu'na karşı bir direniş ve silkiniş potansiyeli yakalayabilen sistem karşıtı iki muhalif bloğun, sloganlardan öte nesnel koşulları gözeten bir geleceği ve direniş hattını kurmalarının en önemli fırsatlarından biri, bölgesel planda örneklik oluşturan İntifada modelini olgunlaştırıp evrensel çapta geliştirmeleri olacaktır. "Bir Vietnam yetmez..." söyleminin sonucundan, en fazla "Küresel İntifada" söylemine ihtiyacı olan iki muhalif blok dersler çıkartmalıdır.

Dipnotlar:

1) Philip S. Golub, "Amerikan İmparatorluğu Gücünü Nereden Alıyor", Çev: G. B. Çoşkun, www.aciksite.com ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'in, Ford döneminde (1973-1977) Nükleer Silahsızlanma SLAT II anlaşmasını engellemesiyle ilgili basına oldukça malumat ulaştırılmıştı.

2) 2002 Porto Alegre, Dünya Sosyal Formu sonuç bildirisinin 5. maddesi Filistin Mücadelesine ayrılırken; Avrupa Sosyal Formu'nun son Berlin toplantısında ve Asya Pasifik Sosyal Formu'nun 22 Mayıs 2003 Cakarta toplantısında en önemli gündem maddelerinden birisi 2. İntifada'nın yıldönümünde neler yapılabileceği idi.

3) 8 Aralık 1987'de İslami Cihad'ın daha aktif rol almasıyla bir halk hareketi olarak başlayan İntifada'nın liderliği kısa sürede FKÖ ağırlıklı "İntifada Birleşik Liderliği" adlı ortak bir organizasyona bağlanmıştı. Ancak guruplar intifadayı kendi ideolojik yaklaşımları doğrultusunda serbestçe yorumlayabiliyorlardı. (Elie Rekhes, "Gazze Şeridi'ndeki İslami Cihad Hareketine İran Etkisi" Çev: Y. İnce, T. Temiz, Dünya ve İslam Dergisi, Sayı: 16 Güz 1993); İntifada birlikteliği daha sonra Yaser Arafat çizgisini dışarıda bırakarak ve HAMAS'ın da katılımı ile on farklı ideolojik kimliğe sahip İslamcı, Solcu, Hıristiyan ve 'Milli' muhalif örgüt ve kuruluş tarafından ortak bir cepheye dönüştürüldü.(Ebu Musa ile Röportajdan, Haksöz Dergisi, Sayı:34, Ocak 1994.)

4) Ahmet Varol'un "Aksa İntifadası Kronolojisi"nin ön yazısından, Kudüs Dergisi, Sayı:1, Bahar 2003.

5) Samir Amin, "Yirminci Yılın Politik Ekonomisi", 21. Yüzyılla Gelenler (Edisyon), Ütopya Yay., Ankara – 2002.

6) Alex Callinicos, "Amerikan İmparatorluğu'nun Büyük Stratejisi", www.sendika.org.
7) Alex Callinicos, a.g.m.

8) Kuroş Ahmedi, "Efsaneden Gerçeğe Amerika'daki Yahudi Gücü", Çev: A. Dursunoğlu, Kudüs Dergisi, Sayı:1, Bahar 2003.

9) M. Hardt-A.Negri, İmparatorluk, s.78, Ayrıntı Yay. İstanbıl – 2001.

10) P.M.Sweezey-H.Magdof, "Yeni Bir Enternasyonalizme Doğru", 21. Yüzyılla Gelenler (Edisyon), Ütopya Yay., Ankara – 2002.

11) Tuncay Kayacı, "İmparatorluk Manifestosu: Postmodern Bir Kolaj", Teoride Doğrultu Dergisi, Aralık – 1992. (Kayacı, bu makalesinde, M. Hardt ve A.Negri'nin, toplumsal dönüşümün kendiliğindenci ve sistem içi dönüşüm izahlarına eleştiriler getiriyor)

12) Immanuel Wallerstein, "Sistem Karşıtı Hareketin Geleceği", www.sendika.org.

13) Alvin Toffler, Üçüncü Dalga, Altın Yay, 1984 – İstanbul.

14) M. Hardt-A.Negri, a.g.e., s.72

15) Immanuel Wallerstein, "Batı Dünyası Hala Var mı?", www.sendika.org.

16) (İmzasız),"11 Eylül ve 'Büyük Satranç' Oyunu", Düşünce ve Davranışta Yol, Aralık-2001.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR