1. YAZARLAR

  2. Rıdvan Kaya

  3. Küresel Saldırganlığa Karşı Küresel İntifada

Küresel Saldırganlığa Karşı Küresel İntifada

Haziran 2003A+A-

Savaş karşıtlarının Cakarta'da düzenlediği uluslararası konferansta sunulan tebliğ

Bugün tüm yeryüzü halkları olarak amansız bir saldırganlıkla karşı karşıyayız. Emperyalist yayılmacılık ve sömürü düzeni önünde engel oluşturabilecek oluşumların, hareketlerin, kurumların işi giderek zorlaşıyor. Hiçbir kural ve hukuk tanımaksızın saldırganlığını tüm dünyaya yayan ABD, yeryüzünün bütününe bir zorbalığı egemen kılmak istiyor. Irak'a karşı yürütülen savaş, bu genel kampanyanın bir ayağı sadece. Emperyalizm Irak'a karşı hem savcı, hem hakim, hem de infaz görevlisi olarak hareket etti ve hiçbir haklı nedene dayanmaksızın ve gayrı meşru, haksız, ahlaksız bir savaşla bu ülkeyi teslim aldı. Aslında teslim alınan Irak olsa da, teslim alınmak istenen Irak'tan ibaret değildi. Tüm dünya halklarının vicdanı, iradesi ve emperyalist zulme karşı direniş ruhu ve bilinci idi teslim alınmak istenen!

Önce Afganistan ile başlayıp ardından Irak'la süren saldırganlığı, bazılarının adlandırdığı gibi yeni sömürgecilik şeklinde değil, yeniden sömürgecilik çağına geri dönüş olarak adlandırmak daha uygun olacaktır. Aynen önceki yüzyıllarda olduğu gibi sömürgeciler yine işgale gittikleri ülkelere ilişkin olarak kendilerine birtakım misyonlar atfetmekteler. Dün medeniyet götürmek için geldiklerini söyledikleri ülkeleri, bugün demokrasi getirmek adına yeniden işgal etmektedirler. Dün gerçek hedefleri olan sömürü ve bunun biricik yöntemi olan katliamı gizlemek için sarıldıkları yalanlara, bugün yeniden sarılmaktalar. Üstelik bugün, sahip oldukları propaganda araçlarının çokluğu nedeniyle daha yoğun ve sistematik yalan kampanyaları yürütebilmekteler.

Ne var ki, yalanlar ne kadar etkili de olsa, bir vakte kadar işlevsel de olsa, gerçeklerin sürgit gizlenebilmesi mümkün olmuyor. Nitekim Irak'a yönelik saldırının daha ilk hazırlık aşamasından itibaren tüm dünyada yükselen protestolar, emperyalist yalan mekanizmasının giderek etkisini yitirdiğinin bir göstergesi oldu. Dünya tarihinde bir ilk yaşandı ve daha başlamadan bir savaş dünyanın her bir yanında büyük kitlelerin protestolarına neden oldu. Doğudan batıya, kuzeyden güneye yeryüzü genelinde sokakları, meydanları dolduran yığınlar savaşa karşı anti emperyalist bir tavır sergilediler. Farklı inançlara, insani kaygılara ve siyasi eğilimlere sahip kitleler, haksızlık ve zulme karşı ortak bir hassasiyete sahip çıktılar. İşte bu olgu o kadar önemliydi ki, askeri açıdan savaşın sonucu ne olursa olsun, daha baştan ABD insanlık vicdanında ve bilincinde bu savaşı kaybetmişti. Günü belki zorbalık kazanmıştı, ama geleceği kuramayacağı da açığa çıkmıştı.

Adalet Buluşması

Savaş karşıtı tepkilerde İslami hareketlerin ya da İslami eğilimli kitlelerin pozisyonunun ne olduğuna baktığımızda, ABD'nin Irak'ı hedef alan saldırganlığı karşısında bu hareketlerin de tüm yeryüzü çapındaki protestolarla ortak bir dil ve kaygı geliştirdiğini gördük. Elbette her ideolojik ya da siyasi harekette olduğu gibi, İslami hareketlerin de birtakım farklı değerlendirmelerinin olduğu, ayırıcı birtakım yaklaşımlarının bulunduğu görülmekle birlikte, genel planda ayırıcı değil, ortak tavırlar, söylem ve sloganlar daha fazla öne çıktı. Savaşın haksızlığı, ABD'nin asıl hedefinin yayılmacılık ve sömürü olduğu, ABD ürünlerinin boykot edilmesi, Filistin sorununun adil bir çözüme kavuşturulması gerektiği vb. hususlarda tüm dünya çapında kendiliğinden ve çok hızlı bir biçimde ortak bir dil geliştirildiği görüldü.

Bu yönüyle İslami hareketlerle solun, küresellik karşıtları ve barış hareketlerinin ortak bir zeminde buluşmuş olmaları dikkat çekiciydi. Bu zemini en genelde "adalet" buluşması olarak adlandırmak mümkün. Doğaldı, ki, adalet, farklı perspektiflerden farklı tanımlanan bir kavram ama ortak paydasında insanın özüne dönük bir arayışı, yaratılıştan gelen saflığı, doğruluğu ve insani erdemi yansıtmakta. Ve Müslümanlar bilirler ki, Kur'ani bir kavram olarak "adalet" tüm bu insani değerlerin ortak paydasını oluşturmakta.

İslami hareketler ya da İslami eğilimli kitlelerin farklı dini inanç veya dünya görüşlerine sahip kitlelerle ortak söylem ve eylemler geliştirmeleri olgusu, ABD'nin Irak'a saldırısının dünya çapında yarattığı etkilerden biri olarak gündeme gelmiştir. Londra'dan Kahire'ye, Uzak Doğu'dan Amerika'ya kadar yeryüzünün pek çok bölgesinde değişik boyutlarda yaşanan bu gelişmeyi Türkiye örneğinde bizler de yaşadık. Siyasî-ideolojik kamplaşmanın çok sert bir geleneği bulunan ve farklı anlayışların ortak paydalar üretmesinin çok nadir olduğu Türkiye gibi bir ülkede sol-sosyalist, demokrat ve İslamcı kesimlerden kuruluş ve şahısların bir araya gelerek oluşturdukları savaş karşıtı koordinasyon, belki Londra'da ya da Cakarta'da olduğu gibi çok büyük kitleleri harekete geçiremedi ama statükoya karşı muhalif bir tavır sahibi farklı toplumsal renkleri bir araya getirerek güçlü bir ağırlık merkezi oluşturdu. Nitekim, elbette başka bir dizi faktörün de katkısıyla, bu koordinasyonun süreklilik içeren çaba ve eylemleri neticesinde Türkiye devletinin savaşta ABD lehine daha açık bir tavır alması ve ülkeye Amerikan kara birliklerinin konuşlandırılması eğilimi engellenebildi.

Emperyalizmin Küreselleşmesine Karşı Muhalefet de Küreselleşmen!

Dünya çapında sol-sosyalist, barışçı, küreselleşme karşıtı hareketlerle İslami hareketlerin ortak zeminler üretebilmeleri ya da bu zeminlerde buluşmaları, yakın zamana dek pek tahmin edilebilen bir şey değildi. Burada üzerinde durulması gereken husus, küreselleşme adına ortaya konulan eşitsiz, zalimane ve sömürücü düzenin giderek tüm dünya çapında bir muhalefete yol açtığıdır. Aynı şekilde despotizmin gücü ve kuşatıcılığı, karşı koyuş çabalarını da giderek zayıflıklarının farkına vardırmakta ve bunun sonucunda muhalif akım ve hareketlerin de dayanışma içine girmelerine yol açmaktadır. Yani bir anlamda sistemin ve egemen güçlerin küreselleşmesi, tek yönlü işleyen bir süreç olarak kalmayıp, bunun karşısında muhalefetin de küreselleşmesini getirmektedir.

Gerçekten de ortada kapsamlı bir baskı sistemi hazırlığı, otoriter bir tahammülsüzlük ve her türlü itiraz ve karşı çıkışı boğmaya çalışan hegemonik bir düzen çabası bulunmaktadır. Bunun pratik sonuçlarını Afganistan ve Irak'ta, kısmen Filistin'de ve ileriye dönük olarak muhtemelen Suriye, İran, Kuzey Kore, Küba ve hatta Zimbabve örneklerinde ortaya konulduğu gibi, rejim değişikliği dayatmalarında görebilmekteyiz. Bunun somut yansımalarını Bush'un "Ya bizimle olursunuz, ya da teröristlerle" dayatmasında; Savunma Bakanı Rumsfeld'in Irak'a karşı savaşı meşrulaştırmak için söylemiş olduğu ve bir hukuksuzluk abidesi sayılması gereken "Delil olmayışı, bir şey olmadığının delili değildir!" küstahlığında; Irak savaşı biter bitmez Suriye'nin, İran'ın, Kuzey Kore'nin, Lübnan'ın açık açık tehdit edilmesinde görebiliyoruz.

Aynı açıklıkla görülebilen bir gerçek de tüm bu tablo karşısında yerel, bölgesel güçlerin ya da belli İdeolojik çevrelerin tek başlarına etkili bir direnme imkanının bulunmadığıdır. Küresel boyutta seyreden bu vahşeti durdurmak, püskürtmek ancak geniş koalisyonlar, etkili kampanyalar, her kesimden İnsanları içine alacak büyüklükte bir karşı koyuşla mümkün olabilir. Bu da tüm dünya halklarının acil bir ihtiyacı ve sorumluluğu olarak küresel bir intifada'nın yükseltilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu amaç doğrultusunda farklı ideolojik, etnik, dini ve siyasi kökenli hareketlerin, kuruluşların ve şahısların her geçen gün daha da büyüyen emperyalist yayılmacılık tehdidine karşı, vakit kaybetmeksizin diyalog zeminlerini güçlendirmeleri gerekmektedir. Diyalog zemininin güçlenmesi dayanışma olgusunu ortaya çıkaracaktır. Daha yaşanabilir bir dünya, gücün ve zorbalığın değil adaletin hakim olduğu bir yeryüzü arzu edenler, hep birlikte küresel zulme ve barbarlığa karşı Küresel İntifada'ya omuz vermelidirler.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR