1. YAZARLAR

  2. Zehra Ç. Türkmen

  3. 85 Çocukla Devlet Hatırası...

Zehra Ç. Türkmen

Yazarın Tüm Yazıları >

85 Çocukla Devlet Hatırası...

Haziran 2003A+A-

Tarih 1 Mayıs 2003. Saat 03:15. Ve Türkiye tarihinde devletin sicil defterine kara notlar düşecek yeni, yepyeni bir olaya daha tanıklık oluyoruz. Kartona benzer, dayanıksız binaların enkazı allından çıkan körpecik bedenleri görünce sadece takdiri ilahi deyip geçemeyeceğimizi, böyle bir yıkımı körü körüne kabullenmemizin anlamsız olduğunu farkediyor ve insan hayatının, özellikle çocuklarımızın yaşantısının ne denli hafife alındığını bir kez daha müşahade ediyoruz.

Adı ne olursa olsun, ister deprem, ister savaş, islerse başka bir şey. Görünen o ki Türkiye Cumhuriyeti bu umursamaz haliyle UNlCEF'in hazırladığı "2003 Dünya Çocuklarının Durumu Raporuna" göre; dünya çapında çocuk ölümlerinde üst sıralarda yer almak gibi bir başarının övüncünü(!) taşımaktan pek de müşteki değil.

Madalyonun iki yüzüne de baktığımızda yüreklerimiz ürperiyor. İşte Bingöl; bilanço içler acısı. Çeltiksuyu Yatılı İlköğretim Bölge Okulunda (YİBO) bir öğretmen, 85 çocuk cesedi, yüzlerce de yaralı.

Bu acılı tablo bir devlet hatırası...

Her bir karesi, her bir satırı hüzün dolu, kahır dolu. İnsan olanın yüreği ürpermeli değil mi? Ama ne gezer!..

Çimentosu az, demiri çalınmış binaların enkazının altından uzanan, okuyup "büyük adam" olacak çocuk görüntüleri. Ortalığı kaplayan defterler, kağıtlar...

Şimdi Okul Müdürü ölülere çarpı, hayatta kalanlara artı ve yaralılara eksi işaretini koyarak yapıyor yoklamasını...

Artık Bingöl de yaşayan çoğu çocuk, okula gitmek istemiyor. 30 saat sonra enkaz altından çıkan Enes, şoka girip ölen arkadaşını hiç unutamıyor. Dehşet dolu dakikaları şu kelimelere sığdırmaya çalışıyor:

"Koğuşta yatıyordum, ranza gidip geldi. Şimşek çaktı, yağmur yağacak zannettim, Fakat bir anda büyük bir gürültü koptu. Her yer karardı. Aradan ne kadar geçtiğini bilmiyorum, bizi kurtarmaya köylüler; daha sonra ise kurtarma ekipleri geldi. Bize "Orada kimse var mı?" Diye sordular. ''Kaç kişisiniz?" dediler. "O zaman dört kişiydik. Bir arkadaşımız daha sonra şoka girerek ÖLDÜ".

Sahi, "Orda kimse var mı" sorusu niye daha önce sorulmaz?! Devlet niye enkaz olmadan, çocuklar ölmeden sormaz halimizi, sormaz durumumuzu. Ne zaman umursayacak, ne zaman önemseyecek bizi. Oysa enkaz altındaki 85 çocuğun bu gecikmiş soruya cevapları sessiz bir çığlık oldu... Sessiz ve çaresiz...

Cihat'ın babası Ahmet Avcı, oğlunun ve arkadaşının tek hayallerinin doktor olmak olduğunu söylüyor enkaz yığınlarının altından çıkarılan oğlunun ter-ü taze cesedine sarılırken. Babalar, analar çocuklarının cansız bedenlerini kucaklarken, aslında biliyorlardı ki bu bir devlet hatırasıdır.

Enkaz altında kalıp hayatlarını yitiren Gözele Köyü'nden 12 öğrenci şimdi de köy mezarlığında tıpkı okullarındaki gibi, aynı sırayı paylaşırcasına yan yanaydılar.

Anaların feryatları göğü parçalıyordu. Sadece okumaları, okuyup iyi meslek sahibi olmaları için yuvalarından koparıp gözyaşları içinde okula gönderdikleri evlatlarının küçücük bedenlerinin, ihmal sonucu sağlıksız bir şekilde inşa edilen yapının kurbanı olmalarını kabullenememişlerdi.

Ve anneler yeni bir doğum sancısı çekercesine tırnaklarıyla toprağı kazıyarak alın terlerini boşalttıkları yerin altından yitik evlatlarından bir hatıra arıyorlardı.

Anneler gününde(!), yığınlar altında oğlu Geylani'den bir hatıra arayan Över Hanım'ın tek isteği oğlunun enkaz altında kalan ve kendisine yazdığı şiirlerin yer aldığı defterini bulmaktı.

Bürokrat eşleri ise, üzerlerine giyindikleri resmi kıyafetleri ile çadır kentte anneler gününü kutlayıp, onların acılarını dindirmeye, çalışmakta!! "Devlet büyüklerinin" 'Annelerin gözyaşlarını durdurmak bizim en büyük görevimizdir' sözleri bunca ihmalin, bunca acının ardından acaba ne kadar anlam ifade ediyordu,

Peki yaşanılan bütün bu acıların, kayıpların ve yıkımların suçlusu ya da suçluları kimlerdi. Suç projede, imalatta, mütahitlerde, imar izni verenlerdeydi. Yani suç devletteydi.

Suç henüz küçük yaştaki çocukları ailelerinden, baba ocağından, ana kucağından kopartıp yatılı bir eğitim sisteminin içerisine sürüklemiş olanlardaydı. Henüz ağızları süt kokan bu çocukları sekiz yıllık eğitim adı altında aile ortamından uzaklaştıran, onları evlerine, ailelerine yabancılaştıran devletin kabahat­ler zincirine bir yenisi daha eklenmiş oluyordu.

Çocuklara okul dönüşü koşar adımlarla evlerine dönecekleri, ailelerinden yalıtılmayacakları bir şekilde köylerine yakın bir muhitte küçük bir okul dahi inşa edemeyecek kadar aciz ve ilkel bir devlette yaşıyoruz.

Bir tarafla laik eğitim adı altında okul önlerinde bekletilen İHL'li küçük kız çocukları 21. Yüzyılın icraatlarıyla adeta diri diri toprağa gömülmek istenirken diğer tarafta 8 yıllık eğitim adı altında körpecik bedenler ailelerinden kopartılıp enkaz altına gömülmekte.

Ve bunca felaketin hepsi çocuklarımız için daha iyi bir eğitim ve daha iyi bir gelecek temin etmek adı altında yapılmaya çalışılsa da en son Bingöl'de tanık olduğumuz ve yüreklerimizi yakan anaların feryatları gerçeklerin hiçte böyle olmadığını bizlere olanca gücüyle haykırıyordu.

Evet birileri bu çocukların, öteki çocukların, yani çocuklarımızın hesabını vermeli.

Size sesleniyoruz hey!..

Orda kimse var mı?..

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR