1. YAZARLAR

  2. NURAY KAYACAN

  3. İslami Mücadelede Yöntem Sorunu
NURAY KAYACAN

NURAY KAYACAN

Yazarın Tüm Yazıları >

İslami Mücadelede Yöntem Sorunu

15 Mart 2009 Pazar 22:35A+A-

“Harekette birlik olmazsa birlik faydasızdır.” (M. İkbal)

Yine tartıştık, konuştuk… Sonuç? Döndük dolaştık aynı noktaya vardık. Bir deli kuyuya taş atmış kırk akıllı çıkaramamış durumuna geldi dayandı olay. (parçada geçen deli de ben oluyorum)

Oy vermekle ilgili yazıya tepki geleceğini biliyordum ama bu kadar aşırı olacağını düşünmemiştim, kabul ediyorum. Anlatmak istediğim konu üzerinde araç olarak kullandığım materyal olan konu sanki vermek istediğim mesaj olarak algılandı ne yazık ki. Tevhidi düşünce de olmamakla, müşriklik yapmakla suçlandım ve hatta Müslümanlığımı sorgulamam gerektiği vurgulandı. Katılıyorum; eğer ki bir haber portalını, hem de haksöz gibi bir grubu oy vermeye çağırmak pek de akıllıca ve de tevhidi durmuyor. Ben kafayı yemediysem eğer böyle bir gayem yoktu ve sitenin editörleri de bu şekilde algılasaydı eminim o yazıyı yayınlamazlardı. Gönderilen her yazıyı yayınlamak gibi bir tutum içersinde hiçbir zaman olmadılar.

Gelen yorumlar hatta diğer yazılar yine anlatmak istediğimi anlatamadığımı gösterdi. Bu konuda ki kabiliyetsizliğimin idrakiyle açıkça söylemek istiyorum ki, yazıda ki amaç: iktidar partisini övmek, oy vermeye teşvik, mevcut düzene entegre olunmuşluğun farkında olmaksızın içine girilen duygusal bir halet-i ruh-iyeyle partizanlık yapmak, bunu yaparken de platformun yeni demokratik(!) duruşunu suiistimal etmek değildir.

Davosla ilgili yazı ve akabinde Kılıçdaroğlu’na yöneltmiş olduğum eleştirilerin Akp sempatizanlığı olarak algılanması hasebiyle kaleme aldığım yazının ana fikri: ‘haydi oylar AKP’ye,’ ya da: ‘hurra sandık başına’ değil ‘hangimiz ne düşüncede olursa olsun tavrımız; birbirimizin görüşlerine sayılı olmak, güzel bir dille uyarmak olmalı’ idi ama olmadı.

Ayrıca sormak istiyorum; önümüzde ki seçimler laik jargonun, Kemalist düzenin devamının sorgulandığı bir referandum mu? Yok, ben belediye ve muhtarlık seçimleri sanıyordum da o yüzden soruyorum. Yani çöpümüzün toplanıp, ilçemizin ihtiyaçlarından sorumlu şahıslarla, ikametgâh alacağımız muhtarların seçimi. Yani tepkilere göre ben yanılıyor olmalıyım. Kemalist düzene itaat yemini edecek olmalıyız. Bunca oy kullanan Müslüman rant mı elde etti? Mihmandar arayışındalar bu açık. Açık olan bir nokta da gözden çıkardığımız bir topluluğu doğru yola iletemeyeceğimiz. Kendi içimizdekileri dahi Protestan radikaller olarak gördüğümüz sürece günbegün eriyeceğimiz aşikâr.

Müminler kâfirlere karşı şiddetli, birbirlerine karşı merhametlidirler.

Fakat ne acıdır ki biz birbirimize karşı hiddetli, kâfirlere karşı genel olarak şefkatli olmayı yeğliyoruz. Sanki bir kenarda bekliyor ve aramızdan biri her hangi (ne olursa) bir hata yapsa da üzerine çullansak tarzında bir duruşumuz var. Birbirimizin hatalarıyla kendilerimizinkilerin üstüne toprak örtüyoruz ve arkamıza bakmadan toprağa bulanmış ellerimizi çırparak uzaklaşıyoruz birbirimizden. Soyları tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan tekfircilerimizi bir kenara bırakırsak, bir kalemde birbirini silen, dışlama profesörlerimiz azımsanamayacak boyutlarda. Olaylara ne kadar şablonik yaklaşıldığını göstermek amacıyla anlatılan misal yine aynı şablonik tepkilere mazhar oldu çok yazık. Bahadır Kurbanoğlu ısrarla vurguladı ya; “inşallah hayırlı olmuştur bu tartışma,” diye; gerçektende fevkaladenin fevkinde faydaları dokundu cemaatimize. Birbirimize tahammülsüzlüğümüzün boyutları çıktı ortaya.

Haksözün derslerine ilk katıldığımda sekiz yaşındaydım ve imam-hatip de geçirdiğim yedi yıl boyunca bu grubun ferdi olmam yani radikal düşüncede olmam hasebiyle türlü tenkitlere maruz kaldım. Tarikatlısından, partizanından, ders ortasında öğretmenler tarafından hakarete uğradım. Şimdi ben; tavizci, pragmatist, konformist, uzlaşmacı oldum öyle mi?

“Her horoz kendi çöplüğünde öter!” gerekçeli kararıyla dershaneden yurttan atıldım. Peki, benim çöplüğüm neresi? Üniversitede yıllarında ocular, bucular sırf tevhidi düşüncede olduğum için her türlü hakarette bulundu; biz yaptık onlar bozdu. Biz eylemler düzenledik arkamızdan; “onlar İrancı gitmeyin sakın” diyerek kulis yaptılar. Milli görüşçüler tarafından gözlerimizin önünde tartaklandı arkadaşlarımız. Şimdi ben partici oldum öyle mi?

Binbaşı olan dedemiz sayesinde gayet laik olan aile fertlerimizin saldırılarıyla büyüdük, aile kurduğumuz insanların akrabaları tarafından aynı muameleyi gördük görmekteyiz. Yirmi yıldır haftanın birkaç gününü ayırdığımız ders gruplarında, Seyyid Kutup’u, Mevdudi’yi okuttuk, gerçek islamı hurafelerden ayıklamak için canımızı dişimize taktık, bu uğurda sapık olduk sapkın olduk. Şimdi tevhidi düşünceden kaydım ve hatta Müslüman bile değilim öylemi?

‘Back-round’uma dönüp bakıyorum ve özeti kovulmak. Hatta kendi ideolojimden bile kovuldum, vay be!

Kovulmayı, dışlanmayı kovmaya ve dışlamaya tercih ederim. Gururla söylüyorum ki ben hayatta kimseyi yaptığı hatalar için kovmadım, dışlamadım. İlkokul arkadaşınızla bile görüşebiliyor, hala tebliğ yapabiliyor muyuz? Yoksa huysuz yaşlılar gibi herkesi eleştiriyor, üretmekte sınıfta mı kalıyoruz. Allah’ın merhametine özensek birazda olmaz mı?

Cennet sadece bizim öyle mi? Başkası girmesin diye, sürekli eleği sallayıp düşünlere el mi sallamalı? Yalnız canınız sıkılmayacak mı? Bırakın sohbet edecek birileri daha olsun orada.

Yazımızı teşbih türünde bir hikâye ile noktalayalım. Asr-ı saadette bizim yaşadığımızı düşünelim; Erkam’ın evindeyiz, sayımız kırka ulaşmış. Artık dışarı çıkıp insanlığı tevhide davet zamanı… Ve ne büyük bir şeref ki; o sahabeler biziz. Ne olur sizce? Bence biz bir türlü kırk kişiye ulaşamayız. Birkaç konuda ayrılığa düşer,  aramızdan on kişi ayrılır ve yeni bir yapılanma kurar. Cemaatlerin, hiziplerin sayısı artar ama içimizden hakka çağıran bir grup bir şekilde oluşturulamaz. Çünkü biz ayrılığa düştüğümüz de hükmü Allah’a bırakmayız, birbirimizi yeriz. Sonuç olarak o evden dışarı asla çıkamayız. Diyelim ki çıktık;  maddi ve manevi işkencelere göğüs gerdik. Kimse küfrü söyletemedi dilimize, bizi açlıkla, acıyla da dize getiremediler. Peki sonrası…

Hicret vakti gelip çatınca, kaçımız kabul eder Necaşi’nin ülkesine hicreti? Orası batı, demokrasi var, seküler düzen, biz onlara sığınamayız diyerekten yine yerimiz de saymaz mıyız? Gidenler, geride kalanlar…  Yine ve daima dağılacağız. İlelebet mevcut hükümetler süper güçler bölecek, parçalayacak ve yönetecek. Ve biz küçük dünyamız da mahpus olmaya devam edeceğiz.

Sorun bizim tevhidi mücadele de sekülerleşme tehdidi ile tekfirci reddedici mandalite arasında bir yerler de sıkışıp kalmamız da bence.

BİRBİRİMİZDEN KOPMAYALIM Kİ GÜCÜMÜZ EKSİLMESİN

Selam ve dua ile…

YAZIYA YORUM KAT

30 Yorum