1. YAZARLAR

  2. NURAY KAYACAN

  3. En Korkunç Acılar Sessiz Acılardır
NURAY KAYACAN

NURAY KAYACAN

Yazarın Tüm Yazıları >

En Korkunç Acılar Sessiz Acılardır

05 Kasım 2011 Cumartesi 15:47A+A-

Ey Dünya! Ey! Sen benimle dalga mı geçersin?  Fanusun tepesine kadar iğrençliğe bulanmışsın, ne hakla ve ne hadle kahrıma gülersin? Hey! Sana söylüyorum, yuvarlak köşelerinde fütursuzca tekmelediğin canım acıyor artık, bırak. Beni benimle yalnız ve kendi halime bırak.

Her yazın güzü neden hep acı! Güz neden her zaman ve daima acı! Soğuyan havaya buhranları katık etmezsek ürpertmez mi teni?  Sıkıldım bu kısırdöngüden yok mu bunun bir hal yahut bir çaresi? İnsanlığın kötülüklerinden sıkıldın ve şöyle bir silkelendin öyle mi? Deprem oldu. Üzüldün ağladın uzak diyarlarda sel oldu, derin bir of çektin kasırga koptu, bir iç geçirdin hortum… Gerisini saymayayım utandın, ama sen de bir dur. Tepki verme artık, sen de bir dur. Bırak biz kendi halimize kendimize kıyalım. Komşumuzun canına sen zahmet etme kendimiz kıyalım. Biz yeterince kötüyüz anla ve ceza verme. Akıllanmayacağız anla, eza etme. Biz ezamıza meftun biçare esfele safiliynleriz. Eşrefi mahlûkat olmak gaye. Ama ne çare; biz sefilliği şerefe tercih ederiz.

9.7 Şiddetinde Depresyondayım Doktor!

Burası benim ülkem, dilekçemde belirteyim. Çatışmaydı, depremdi derken Richter ölçeğine göre ağır çapta bir depresyona yelken açtık. Bir yere gitmek bir şeyler yemek istedi kendi kendine tedaviye meyyal bünyeler. Ama hayır yanıtını aldı. Çıkmak istemedi, karbonhidrat tedavilerini bu kez reddetti. Sararan yapraklarla savruldu canlar. Kopup yittiği çınarına koşmak istedi ama savruldu. Rüzgâr eşliğinde çiğneneceği asfaltın bir köşesine savruldu. Keşke tekrar bahar olsa, salınsam ağacımın incecik dalında. Ama geçti. Kopan hiçbir yaprak, yiten hiçbir can geri gelmezdi.

Tedaviye cevap verdim ve çıktım. Buhranlarımı yanıma alıp sürekli yamacından dolanıp onu yok saydığım bir mekâna vardım. Önünden geçen araçların o yokmuş gibi davranmasına inat nasıl da yeşil yeşil baktı gözlerime. Onda kendimi gördüm ve içeri daldım. Askerler “durun bayan” dedi. Hah dedim şimdi yandım. Başımdaki örtüye rağmen, rağmenlere ram olup neden her yere dalardım? “Yasak mı?” dedim. “Hayır” dedi, “Bilet alın.” Önyargıma bir fırça atıp, bir liralık bileti alıp uygun adım marşa bastım.

Ne Güzelsin Dünya, Bana Çirkinliğimi Hatırlatırcasına…

Dünya sana sesleniyorum. Ne güzel şeysin. Maslak Kasrı burası. Kasr-u Hümayun. Sen ne güzel şeysin. Her gün yeni bir güzellik göstersen de hala şaşırıyorum ya sana, hayret! O çiçekler, o ağaçlar, o gökyüzü ve sen. Ne fena şeysin. İsteyince oluyor demek. Bakmasını bilene karabulutlar ardından vuran güneş hüzmeleri gibi, sonu gelmeyen uzun tümceler gibi soluksuz bırakan güzellikler bahşedersin. İsteyince oluyormuş demek. Sen var ya sen, insanı delirtircesine pervasız, aşifte, soluk kesen güzelliklerinle manyak bir şeysin.

“Köşkü Gezmek İster Misiniz?”

Kim bu adam şimdi, tam da kendi kendimle sohbet halindeyken… Kapısı kilitli köşkü gezdirmekle görevli adama cevap verdim:

“Elbette!” Padişahlara ev sahipliği yapan mekânı görmeyeceksem neden geldim?

“Büyükdere Caddesi üzerinde, İstinye ve Tarabya kavşakları arasında yer alan yapı; II. Mahmut zamanında inşa edilmiş, Abdülaziz döneminde eklemeleriyle birlikte bitirilmiştir. II. Abdülhamit bu köşkü dinlenme ve av köşkü olarak kullanmış, V. Murat’ın tahttan indirildiğini ve Osmanlı’nın yeni hükümdarı olduğunu bu köşkte öğrenmiştir.” 

Tur rehberliğine soyundu amcam, anlatıyor.

“Maslak Kasrı; Kasr-ı Hümayun, Mabeyn-i Hümayun, Paşalar Dairesi, Çadır Köşkü ve limonluktan oluşur. Diğer Osmanlı yapılarına nazaran daha sade bir görünümde olan köşkün değişik yerlerinde Abdülhamit’in tuğraları yer alır. İşte geldik. Bir saniye anahtarımla kapısını açayım.”

İlk defa böyle bir şey görüyorum. Kapısı ziyaretçi gelince açılan bir müze. Kendimi emlakçıyla dolaşan kiralık daire arayışında biri gibi hissediyorum.

Yok amcamın bana aldırdığı falan yok, anlatmaya devam ediyor.

“Kasr-ı Hümayun: Bu kasırda Sultan Abdülhamit’in çalışma ve yatak odaları bulunmakta. İki katlı olan yapı, çatı ve bodrum katlarına da sahiptir. Girişinin iki yanında sütunlar ve bu sütunlar üzerinde bir balkon bulunur. Tüm odaların tavanları ve salonun duvarları renkli kalem işi resimlerle süslenmiştir.”

İhtişama Gel Ağabeycim, Ama Bir O Kadar Da Sade

 Sahi neden çok az insan var ziyaret eden. Geneli de bohem tipler. Kalburüstü insanlar, o da ne demekse! Canım anlayın işte, hani şu elinde haritayla gelen, müzeye gelmeden önce üzerine okumalar yapan tipler, tarih tutkunları, entelektüeller…

Burası gerçekten atıl bir güzellik. Marangozluk sanatının üstadı Abdülhamit bu köşkteki birçok mobilyayı kendisi yapmış. Çift taraflı döner merdivenlerden üst kata çıkıyoruz. Bu merdivenlerin oymalarını kendi elleriyle ve çivi kullanmadan yapmış. Allah’ım bazı insanlara ne kadar sabır bahşediyorsun. Bu merdivenleri tırmanırken bir padişahın elleriyle yaptığı pervazlara dokunmak çok tuhaf hisler uyandırıyor. Üst kattaki yatak odası orijinal, bu yapıya ait... Diğer odalardaki oturma grupları ve diğer envanterlerin birçoğu diğer saray ve köşklerden toplama. Çalışma masasına özellikle dikkat edin, el işçiliğine. O da Abdülhamit’in eseri. Depresyonum, bak bunları düşünürken aklımdan çıkıverdin farkında mısın? Al sana bir de gülücük fırlattım, sinir olduğunla kalasın.

 Yine Gelin, Hep Gelin…

Görevini tamamlamanın yüzüne yaydığı tebessüm soslu haklı gururu ile. “Ziyaret günleri, Pazartesi ve Perşembe dışında haftanın her günü 09:30 ve 17: 00 saatleri arasında, yine bekleriz.” diyor amcam.

Yine geliriz elbet. Evde dört duvar arası depresyon çekilmiyor. Açık havada etrafa dağıttığım soru ve ünlem işaretleri beni rahatlatıyor. Kapalı mekânlarda dertlenmek sigara içmek kadar tehlikeli… Yasaklanmalı! Hüzün, melankoli ve stres etrafa bol dumanlı sinir izmaritleri saçıyor. Yasaklanmalı!

Hele şükür! Kafam bir dünya değil artık yalan dünya, rahatladım. Hele şükür! Sana duyduğum hıncı kendi çapımda erittim. Dünya bana iyi davranmadın. Yine mi sitayiş, evet! Zoruna gittiyse birazcık merhamet et! Bak yine söylüyorum ben insanım. Senin kahrına yok gerek, ben yeterince gaddarım. Yapabileceklerim beni bile korkuturken bir de sen dert katma, tek ayaküstü beklettiğin kara tahta önünde duyumsadığım tebeşir kokusu kadar gerçek sana olan isyanım. Dilekçemi bir dağın yamacına bıraktım, beni benimle bırakmanı saygılarım arz etmekten sen değil, ben de usandım.

***

İKİNCİ BÖLÜM

SENİ UNUTTUĞUMU SANMA HEP AKLIMDASIN

Ezandan Usandım Dünya, Sefanı Bahşet Biraz

Maslak’tan Sarıyer’e inen Hacıosman yolunun başlarında yer alan Maslak Kasrı İstanbul’un bilinmeyen güzelliklerinden biri. Önünden geçen binlerce araç onu fark etmeden, askeri arazinin bir parçası olarak görür çoğu zaman.

“ Burası Mabeyn-i Hümayun:  Küçük, tek katlı ve kâgir olan yapı; Sultan’ın özel dairesidir. Buradan ulaşılan limonluksa; çok değerli bitkiler, kamelyalar, fern ağaçları, muzlar ve ortasında havuz bulunan güzel bir cam seradır.”

Gerçekten de çok güzel. Ne kadar çok bitki var ve yıllanmışlıklarını kanıtlarcasına heybetli, yorgun lakin yine de canlılar. Dünya bak sanki seni tarif ettim. Uğraşma benle deme sana inat ben hep seninleyim. O ayaklarıma dolanan şey de ne! Kedi mi! Sevimlilik abidesi sevgi dilenmekte, ben buhrandayım. Pist, kış kış... Kedi anlar mı? Usul usul başını sürtmekte ayaklarıma, farkı var mı zavallılıkta benden anlamlandıramadım.

Sevilmek Ne Güzel! Hoşa Gider, Bazen de Boşa!
   

“Çadır Köşk: Sekizgen bir plana sahip, iki katlı, çatısındaki geniş saçaklar, etrafını dolanan balkonu ve ahşap işçiliğiyle göz alıcı bir mekân. Paşalar Dairesi: Tek katlı ve kâgir olarak inşa edilmiş ve içinde bir hamamı da barındıran şirin bir yapı.”

Yorulmadın da amcam, ben bu kediden nasıl kurtulurum derdindeyim, sen hala tarih dersi vermektesin. Gerçi beni izlemesi hoşuma gidiyor kedinin. Sevilmek ne güzeldir, bir hayvanın bile alakası ne de mutlu eder insanı. Bak şimdi süte ekmek doğrayasım geldi. Gel pisi, pisi.

 “Sultan II. Mahmud Döneminde 1808-1839 yılları arasında sultanlara ait bir av ve dinlenme yeri olarak kullanıldığı bilinen Maslak Kasrı Sultan II. Abdülhamid’e, şehzadelik yıllarında tahsis edilmiş, bu sultanın Osmanlı tahtına çağrılmasına tanık olmuş ve bu yönüyle Osmanlı dönemi tarihi açısından da ayrı bir önem kazanmakta. Boğazın Karadeniz’e açıldığı eşsiz bir manzarayı görme imkânı sunan Maslak Kasırları, Osmanlı mimarlığının izlerini taşımaktadır.”

Dünya su damlası gibi mavi ve yuvarlaktı. Bize Yaradan’ın elinde bir lütuf olarak sunuldu.

Patika yolu müteakip bir koru turu yapmak istiyorum ama nafile. Ormanlık arazide yürümek yasaklanmış ama nafile. Gideceğim ve yürüyeceğim. İlerden bana sinsi bakışlarını fırlatan kurt köpeği öyle söylemiyor. Belli ki, kırmızı çizgilerini aşanları dişlemek üzere eğitim almış. Korkmuyorum ama gitmiyorum. Bir köpek bile zararsız olduğunuzu bildiğinde ısırmaz, köpek kadar olabilsek keşke. Ama gitmiyorum. Kırmızı başlıklı kızın izlediği patika tadında beni masal âlemine sürükleyecek gökdelenlerle çevrili arazide sihirli bir dünya gibi ışıldayan bu yolda önüme konan bariyalle tadım kaçtı gitmeyeceğim. Ne kadar yasakçı bir toplumuz. Tersten okuyalım, özgürlükleri ne kadar da kötü kullanan bir toplumuz.

Uyarı Levhamı Size Arz Ederim!

Engellenme engelliyim yaşam koşullarımı düzeltin lütfen. Bana uygun yollar istiyorum üzerinde girilemez tabelaları olmayan. Otobüslerde kullanacağım anlayış kartları istiyorum. Her hareketimi hata gören uyarma müptedisi insanlara kınama cezası verin lütfen. Plakama engelli ibaresi ekleyin. Plakamı görüp her yeşil ışık yandığında, önümdeki araçla takip mesafen açılır gibi olduğunda gereksiz yere kornaya basmasın şöför amcalar ve teyzeler. Engellenme engelliyim mazur görün. Giremezsin, park edemezsin, oturamazsın, okuyamazsın, konuşamazsın, burada yemek yiyemezsin, yesen de gıdanı dışarıdan temin edemezsin tabelalarından nefret ederim. Bir gün elime bir tabela alıp gezersem lütfen deli demeyin. Sinirli bir adamın üzerindeki çarpı işareti azıcık anlayış mealindedir, yine sinirlenmeyin.

Şimdi yasakçılara mı, özgürlüğü kendi hazzı uğruna tepe tepe üstünde paralayanlara mı kızmalı. Kimseye! İyisi mi insan tek ve sadece kendine kızmalı. Böylece daha yaşanılası bir toplum olabiliriz belki, kim bilebilir! Kendi dünyamı güzelleştirirsem bana kim zarar verebilir?

İn-Cin Turizm Gururla Sunar

Padişahların çimdiği hamam mum ışıklarıyla bezemeyi, mumun tütsüsü ve her dalgasıyla hamamın kubbesinde beliren ışık oyunları insanı bilmediği bir boyuta taşıyor. Çadır köşkü kafeterya şeklinde hizmete sunulmuş. Çok nezih bir mekân... Ağaçların altına öyle hoş serpiştirilmiş ki masalar, insan hangisine tüneyeceğine bir türlü karar veremiyor.

Mini göletin çevresinde yürümek, buradaki ördekleri izlemek ruha şifa saçıyor. Köşklerin içerisi de restoran haline getirilmiş lakin in-cin bardakları devirmekten çekinmeyerek top oynamakta. Hani aşçı, garson yahut herhangi bir çalışan? Armut diyorum bakın ortaya çıkın. Ya da vazgeçtim çıkmayın, siz de Kasr-ı Hümayun’a gitmeyiverin.

Terk edilmişliğinin güzelliği, zerafeti ve asilliği öyle çok yakışıyor ki, kalabalığınız, gürültünüz, çer çöpünüzle saklı cenneti aleni cehenneme çevirmeyin. Hayalet köşk öylece kalsın. Abdülhamit’in ağaç oymaları yalnızlığıyla yaşlansın. O kapılar hep kilitli, o mekânlar çalışansız ve insansız yosunlaşsın. Ben gideyim arada, otoparka iki, girişte bir lira vereyim. Üç liralık huzuru kana kana içeyim. Tüm depresif cerahatlerimi yapayalnız gezmenin rahatlığıyla bir kenara akıtıvereyim. Siz gelmeyin. Dört duvar arası sinir harbinizle hayatınızı telef etmeye devam edin.

Hamiş: Seni unuttuğumu sanma dünya, hep aklımdasın.

HABER 7

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum