1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Versay Antlaşması ırkçılık karşıtı ayaklanmalara nasıl zemin hazırladı?
Versay Antlaşması ırkçılık karşıtı ayaklanmalara nasıl zemin hazırladı?

Versay Antlaşması ırkçılık karşıtı ayaklanmalara nasıl zemin hazırladı?

​​​​​​​1919 Versay Barış Antlaşması’nın kusurları bugünkü ırkçılık karşıtı ayaklanmalara nasıl zemin hazırladı?

17 Ağustos 2020 Pazartesi 14:25A+A-

The Conversation / Elizabeth Thompson
Çeviri: Melike Belkıs Türkmen / Haks
öz Haber

Şu anda tüm dünyada protestoların hedefi olan ırkçılık, bir asır önce değişimleri eski haline getirmek isteyen liderlerin trajik seçimlerine dayandırılıyor.

Bugün neredeyse bütün tarihçiler, 1. Dünya Savaşı’nın sonunda kazanan İtilaf ya da İttifak güçlerinin - Fransa, İngiltere, Rusya, İtalya, Japonya ve ABD- emperyalist bir dünya düzenine dönme seçiminin tarihi bir hata olduğu konusunda hemfikir. Bu hata sadece Avrupa’da faşizme zemin hazırlamakla kalmadı aynı zamanda Asya ve Afrika’daki insanların haklarını ve insanlığını reddeden onlarca yıllık bir siyasi şiddeti ateşledi.

Kasım 1918’de 1. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle İspanyol Gribi bütün dünyaya yayılarak 50 milyondan fazla insan öldürdü. En savunmasız olanlar kalabalık kışlalarda yaşayan askerler ve onların bağışıklıkları açlıktan zayıf düşen evlerindeki aileleriydi.

Bugün olduğu gibi, ekonomik durgunluk ve işsizlik pandeminin etkisini arttırıyordu. Daha kötüsü, yenilmiş Alman, Avusturya-Macaristan, Rus ve Osmanlı halkı siyasi çöküşün ardından kaos yaşadı.

Bu çoklu krizlerin ortasında, Ocak 1919’da Paris Barış Konferansı başladı. Amerika başkanı Woodrow Wilson bu konferansın dünyayı “demokrasi için güvenli” bir hale getireceğinden emin olmak için Parise gitti.

Wilson, gizli anlaşmaların sona ermesi, sömürge imparatorluklarının kısıtlanması, tüm insanların kendi hükümetlerini seçme hakkına sahip olması ve uluslararası çatışmalara hakemlik etmesi için Milletler Cemiyeti kurulmasının dahil olduğu savaş amaçları bildirisi olan meşhur Wilson İlkeler’iyle barış ve adaletin sağlanacağı yeni bir dönem vaat etti.

2020’de olduğu gibi 1920’de de ırk, tarihi bir dönüm noktasının mihenk taşı oldu. İki tarihte de dünya liderleri bir seçimle karşı karşıya kaldı: krizi yaratan statükoyu onarmak ya da yeni bir dünya düzenine olan ihtiyacı kabul etmek.

İtilaf güçlerinin Avrupalı üyeleri -İngiltere, Fransa ve İtalya- Paris’te Wilson’un hukuk ve haklara dayalı yeni bir dünya düzeni kurma çağrısını görmezden geldi. Ocak 1920’de Versay Antlaşması’nın uygulanmasıyla, yenilgiye uğramış Alman ve Osmanlı imparatorluklarının bir zamanlar elinde tuttukları Afrika, Asya ve Orta Doğu’daki topraklar üzerinde sömürge egemenliklerini genişleterek dünya çapında ırka dayalı bir hiyerarşik düzeni yeniden kurmayı tercih ettiler.

Milletler Cemiyeti’nin kurulmasını içeren antlaşma, sadece Wilson’un ideallerine değil, aynı zamanda İtilaf Devletleri’nin beyaz olmayan müttefiklerine ve “tüm savaşları sona erdirme savaşında” savaşan sömürge askerlerine de ihanet etti. 1919-1920 barış anlaşmasının ırksal adaletsizliği, sadece sömürgeleştirilmiş Orta Doğu, Afrika ve Asya’da değil aynı zamanda ABD’de, onlarca yıllık siyasi şiddeti ateşledi.

file-20200727-23-11is6ba.jpg

Paris’e Yolculuk

Ocak 1919’da, tüm dünyadan aktivistler sağlıklarını tehlikeye atmak pahasına Paris’e gitti. Wilson İlkeleri’ni, 1. Dünya Savaşı’na ve 10 milyon asker ve 50 milyon sivilin ölümüne yol açan dünyanın bozulmuş emperyal rekabet sistemini onarmak için bir şans olarak görerek benimsediler.

Bu aktivistler arasında, ırkçı ve ayrımcı Jim Crow yasalarının güney eyaletlerinden kuzeye yayılmasına karşı savaşan NAACP lideri W.E.B. Du Bois de vardı. Bu sefer de, benzer bir yasal çifte standartın uluslararası hukuğa geçebilecek olmasının Afrika haklarına zarar verebileceğinden korkuyordu.

Du Bois Paris’teki Amerikan delegasyonuna katılmayı talep etti ancak Wilson yönetimi onu reddetti. Wilson, Du Bois’in ırksal eşitlik çağrısının Afrika’nın çoğunda sömürgeleri olan diğer konferans liderleriyle - İngiltere, Fransa ve İtalya’nın başbakanları - arasını bozabileceğinden endişe etti.

Hak İddiası

Du Bois yılmadan Afrikalılar’ın haklarını savunmak için Pan Afrika Kongresi’ni düzenledi. Diğerlerinin Paris’te yaptığı gibi ırksal eşitsizliğin eski emperyal dünya düzeninin temeli olduğunu anladı.

Du Bois ve onun Afrikalı müttefikleri gibi Araplar ve Mısırlılar da kendi egemenlik haklarını iddia ettiler. Ancak İtilaf devletlerinin Arap Müslümanlarını kendini yönetemeyen, insandan aşağı bir parça olarak gördüklerini fark ettiler.

Mekke Prensi Faysal, bağımsız bir devlet vaadiyle Osmanlılar’a karşı İngilizler’in yanında savaşa giren Arap ordusu nedeniyle konferansa katıldı. Ancak İngilizler sözlerini bozarak Faysal’ın Suriye Arap Krallığı’na bağımsızlık vermeyi reddettiler. Bunun yerine Arap topraklarını kendi aralarında bölmek için Fransız sömürgecilerine katıldılar.

Asyalılar da aşağı ırk olarak görülüyordu. Japonya İtilaf devletleri yanında savaşmış ve konferansta önemli bir rol kazanmıştı. Ancak Japon delegasyonu yeni Milletler Cemiyeti Sözleşmesi için bir ırk eşitliği maddesi önerdiğinde, konferansın beyaz liderleri bunu reddetti.

Kodlanmış Irksal Eşitsizlik

Milletler Cemiyeti Sözleşmesi, 1919’da Paris’te uluslararası hukukta ırk eşitsizliğini sistemleştiren aynı liderler tarafından planlandı. Madde 22, bir zamanlar Osmanlılar ve Almanlar tarafından yönetilen Arapların, Afrikalıların ve Pasifik Adalarının bağımsızlığını reddetti.

Ahlaki yüceltmenin küçümseyici dili, bu maddede bu insanları “modern dünyanın yorucu şartları altında kendi başına ayakta duramayan insanlar” olarak tanımlıyordu. Bu yüzden, “medeniyeti kutsal emaneti” olarak geçici Avrupa yönetimi altına alınacaklardı.

Başka bir deyişle, Milletler Cemiyeti medeniyetleşmemiş (beyaz olmayan) insanları siyasi olarak eğitmesi için manda denilen geçici kolonilere verecekti. Irksal eşitsizlik uluslararası hukuku yönetecek Milletler Cemiyeti’nde benimseniyordu.

Mandalar özgür iradeye saygı bahanesi olmaksızın silah zoruyla empoze edildi. Haziran 1920’de, Fransız ordusu Şam’ı işgal etti, Suriye Arap Krallığını yıktı ve Faysal’ı sürgüne gönderdi. Aynı şekilde İngilizler mandalarını elde etmek için Irak ve Filistin’de kendilerine karşı koyan kitlelerle mücadele etti. Bu arada, Güney Afrika güneybatı Afrika’ya acımasız bir ırkçı rejim uyguladı.

Sözde uygar ulusların yaptığı ırksal dışlama 20. yüzyılın geri kalanında sömürge karşıtı hareketlerin ortaya çıkmasına neden oldu.

Suriye Arap Krallığı Kongresi başkanı Şeyh Reşid Rıza, 1921’de Milletler Cemiyeti’ne mandaların şiddete yol açacağına dair bir çağırıda bulundu.

“İki sömürge devleti tarafından bir araç olarak kullanılması, Başkan Wilson’un bütün uygar milletleri kapsayan, bütün insanlığın iyiliği için kurulmasını önerdiği bu Cemiyet’in onuruna yakışmıyor. Bu devletler, bu Meclisi insanların kendilerine boyun eğdiğini garanti etmek için kullanıyor,” diye yazdı.

Rıza, Suriye, Filistin ve diğer Arap ülkelerinin hem Batı ham de Doğu’da savaş ateşini tutuşturacağına dair önceden uyarıda bulundu. Dahası Şeyh, Avrupa liberalizmine karşı çıktı ve 1928’de Mısır’da Müslüman Kardeşler’in kurulmasına ilham kaynağı oldu.

20. yüzyılın sonlarında, Arap Müslümanlar’a yönelik ırksal dışlama Afganistan, Irak ve Suriye’de İslamcı şiddet gruplarına ilham vererek ABD’yi buralarda sonsuz görünen bir çatışmaya itti.

file-20200727-27-1hwbmt8.jpg

Jim Crow Yasaları

ABD’de ırksal hiyerarşi şiddetle yeniden empoze edildi. Siyahi askerler, siyahlara karşı olan linç ve ayaklanmalarla mücadele etmek için Avrupa’dan döndü.

Amerikan ırksal düzeni ve yeni dünya düzeni arasındaki bağlantı, Başkan Wilson’un danışmanı Colonel Edward M. House tarafından açıkça ortaya kondu. Wilson’un ırksal eşitliğinin Güney ve Kaliforniya’daki oylara mal olacağını belirtti. Daha kötüsü, böyle bir madde Milletler Cemiyeti’ne ABD’de Jim Crow yasalarına karışma gücü verebilirdi.

Mart 1920’de, ABD Senatosu, Amerika’nın Milletler Cemiyeti’ne üyeliğini, uluslararası hukuk uygulamaları ve toplu güvenlik maddelerinin ABD egemenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle kesin olarak reddetti.

Çeşitli kaynakların, 100 yıl önceki kararların kendi egemenliklerini sürdürmenin adalet yoluyla barış aramaktan daha önemli olduğunu düşünen güçlü ülkelerden beyaz adamlar tarafından alındığını gösterdiği de göz önüne alındığında, ABD’deki mevcut krizin odak noktasının ırksal adaletsizlik olması tesadüf değil.

 

*Elizabeth Thompson profesör ve Amerikan Üniversitesi Uluslararası Hizmet Okulu’nda  Mohamed S. Farsi İslam Barışı çalışmaları başkanı.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum