
Dijital çağda güven duymak mümkün mü?
Ersin Çelik, son dönemde yaşanan toplumsal sarsıntılar üzerinden güven duygusunun nasıl yanlış bir zeminde, ekran ve parasosyal ilişkiler üzerinden inşa edildiğini anlatıyor.
Yeni Şafak / Ersin Çelik
Kime güveneceğiz?
Bir takipçim, Instagram’dan mesaj atarak içini dökmüş. Samimi ve hayal kırıklarıyla dolu satırlar. Belli ki malum son olaylardan sonra üzülmüş, sarsılmış. Başkalarının özel hayatlarına atıf yaptığı için birebir aktarmayacağım ancak duyguları şu sitemli soruyla bitiyordu: “Şaştık kaldık, kime güveneceğiz?”
Nasıl yanıt vereceğimi bilemedim. Ne desem diye düşündüm bir süre.
Nihayetinde, “Tanış olduğunuz, görüştüğünüz insanlara güvenmelisiniz. Uzaktan tanıdığınız kişilere ise aranızdaki mesafe kadar yakınlık duymalısınız” diyebildim.
Soru ise kafama takıldı... Sahi, kime güveneceğiz?
“İçeriden” yani ekrandan, sosyal medyadan biri olarak gözlemlerim var elbette.
Bu, aslında çağın sorusu ve sorunu. Bu kadar yakıcı olmasının sebebi, yaşananların sadece bir “yanılma” veya “yanlış tanıma” olmaması. Asıl kırılma, güven duygusunun yanlış bir zeminde tesis edilmesi.
***
YILIN KELİMESİ, ÇAĞIN TEŞHİSİ
Daha çok yeni, bir kavram üretildi. İmdadımıza yetişebilir belki.
Sözlükte durduğu gibi durmayıp, çağın bir hastalığının teşhisini koyuyor.
Cambridge Sözlüğü, 2025 senesi için Yılın Kelimesi olarak “Parasosyal” kavramını seçti.
Telaffuzu biraz çaba istiyor fakat manası hayli ağır. Kavramdaki “Para” mani anlamında değil. Yunancadan İngilizceye geçmiş, “Benzeri ama tam olmayan” demek.
İlk bakışta akademik bir terim gibi dursa da gündelik hayatımızın orta yerindeki bir kırılmaya işaret ediyor. Parasosyal ilişki; insanların ünlülerle, fenomenlerle, ekran yüzleriyle hatta artık yapay zekâ botlarıyla tek taraflı, karşılıksız ama yoğun duygusal bağlar kurması anlamına geliyor.
Biraz daha açmam gerekirse, en kaba tabiriyle, “karşılıksız dijital aşk” ya da “tek taraflı dostluk” diyebiliriz. Sizin onu tanıdığınızı, sevdiğinizi, hatta ailenizden biri sandığınız, ama onun sizin varlığınızdan, isminizden, derdinizden haberdar bile olmadığı ilişki biçimi…
Böyle bir ilişkinin temelinde “emek” de yok, “karşılık” da. Durup dururken gelişmez elbette. O duygu “maruz kalmaktan” beslenir. Televizyon kanallarında sürekli izlemek, sürekli duymak, kayan ekranlarda sürekli görmek kişiyi “tanımanın” yerini alır. Bilmekle tanımak, izlemekle şahit olmak aynı şeyler olmasa da insan oturduğu yerden kendini böyle bir yönelimin içinde bulur.
Ekrandaki “o kişi” ise izleyicisini tanımaz, bilmez. Hatta merak etmez. Hayatlarına dair herhangi bir sorumluluk taşımaz. Gücünü izleyicisinden alır, egosunu tatmin eder lakin karşılık vermez.
Ama izleyicisi, takipçisi onu tanıyormuş gibi hisseder. Onun adına sevinir, onun adına üzülür, öyle ki onu eleştireni kendisine saldırılmış sayar. Çünkü aslında ortada bir insandan ziyade, zihinlerde inşa edilen bir karakter vardır.
***
“MIŞ” GİBİ YAPAN SAMİMİYET
Peki bu nasıl oldu? Tek taraflı ilişkiler yumağı nasıl örüldü?
Hatırlayalım, eskiden “hayran” olunurdu. Yeşilçam yıldızları ulaşılmazdı mesela. Adı üstünde yıldızdı. Uzaktan parlar, çok uzaklardan sevilirlerdi.
Şimdikiler öyle mi? Spikerler, sunucular, başroller, fenomenler, influencer’lar evin baş köşesinde, kahvaltı masamızda, cebimizdeler. Sabah uyanır uyanmaz “günaydın canlarım” diyorlar. Takipçiyle yiyor, izleyiciyle içiyor, “her an sizinleymiş gibi” yapıyorlar.
İşte Cambridge, Parasosyal kavramını seçerek bu tehlikeli yanılgıya dikkat çekiyor. Çünkü bu “mış” gibi yapan samimiyet, en savunmasız yerden, “güven” duygusundan yakaladı.
***
KUSURSUZLUK BEKLENTİSİ VE YIKIM
Konuyu Cambridge’den alıp Türkiye’nin şu günlerde içinden geçtiği sosyal travmaya getireceğim.
Memlekette bu kırılganlığın daha sert yaşanmasının bir başka nedeni de zaten var olan güven krizi olsa gerek. Kurumlara, yapılara, otoritelere duyulan güvenin zayıfladığı bir dönemdeyiz. Bu zayıflamayı da biraz sosyal medya besledi. Toplumlara rehberlik edecek, yol gösterecek; öğretmenin, âlimin, kanaat önderinin insanlar üzerindeki etkisi azalırken, ortaya çıkan boşluk hızla ekranlar tarafından dolduruldu. Görünür olan, konuşan, duygusunu paylaşan herkes bir referans noktasına dönüştü. “Bizden biri” hissi, mesafeleri ortadan kaldırdı. Mesafe kalkınca da duygular karıştı.
Mesele sadece yasa dışı bahis, kara para, uyuşturucu tüketimi veya diğer suçlar değil. Artçı mesele, milyonlarca insanın yaşadığı o büyük hayal kırıklığı.
Burada “sorun” tam olarak insanların kusurlu olması değil. İnsan zaten kusurludur. Büyüklerimizin dilinden düşmeyen “İnsan beşer, durmaz şaşar” sözü öylesine söylenmemiştir. Burada sorun, kusursuzluk beklentisinin ekranlar üzerinden oluşturulmasında. Bir hata ortaya çıktığında yaşanan öfke, çoğu zaman hatanın kendisinden değil, ona yüklenen anlamın yıkılmasından kaynaklanıyor. Tartıştığımız ve içinden çıkılmayan, “o böyle biri çıktı” değil, “ben ona böyle bir anlam yüklemiştim” kırgınlığı değil midir? Bu yüzden travma derin, bu yüzden hayal kırıklığı tüm topluma sirayet etmiş.
***
İNSANDAN UMUDU KESİP MAKİNEYE SIĞINMAK
Tam bu noktada Cambridge editörleri bir tehlikeye daha işaret ediyor: Yapay Zekâ.
İnsandan umudunu kesen, “İnsan insana bunu yapar mı?” diye kahrolanlar, şimdi de teselliyi yapay zekâ botlarında aramaya başladı.
Neden mi? Çünkü yapay zekâ yalan söylemiyor (şimdilik), sizi yargılamıyor, her dediğinizi onaylıyor ve sizi terk etmiyor. İnsan insandan kaçıyor, makineye sığınıyor. Yalnızlık, “teknolojik konfor” ambalajıyla pazarlanıyor ve alıcısını hızla buluyor.
Yargılamayan, terk etmeyen, hep anlayan sanal varlıklarla kurulan bağlar da Parasosyal ilişkinin yeni biçimi oysa. Bu durum, güven duygusunu daha da mekanikleştiriyor. Güven, artık insani bir tecrübe olmaktan çıkıp algoritmalar eliyle inşa ediliyor.
***
GÜVEN EKRANA SIĞMAZ
Peki o hâlde: Gerçekten kime güveneceğiz?
Cevabı aslında çok basit, sadece unuttuk.
Ekranın arkasındakine değil, omzuna başımızı yaslayabildiğimiz, dokunabildiğimiz, gözünün içine bakabildiğimiz, yüzünü gözünü 'filtresiz' görebildiğimiz, acısını ve sevincini hissedebildiğimiz insanlara güveneceğiz.
Uzaktan kurulan bağlar sadece hayranlık üretir. Yakından kurulanlar ise imtihandır. Hayatımıza hiç dokunmamış, bizimle aynı yükü taşımamış, aynı bedeli ödememiş insanlardan “sarsılmaz” bir rol modellik beklemek, daha büyük kırılmaların kapısını aralar.
Eğer gerçekten bir çıkış yolu arıyorsak, sanaldan “takip ettiklerimize” değil, kapı komşumuza, çocukluk arkadaşımıza, ailemize sarılacağız.
Efendimiz (s.a.v.) çağlar öncesinden “Mümin müminin aynasıdır” diyor. O halde, güvenmek için aynamıza bakmamız gerekiyor. Ekran maddenin muhtevası olarak bir “aynadır” fakat o bize bakmaz.
Meslek icabı ekranlarda olan biri olarak şunu samimiyetle ifade ederek bitireyim: Güven, kalp ile tasdik, göz ile teyit edilen çok güçlü bir hissiyattır. Bu duygu gerçek anlamda, hiçbir ekrana sığmaz.






HABERE YORUM KAT