1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. Tatvan’da “Kürt sorununu yeniden düşünmek” semineri yapıldı
Tatvan’da “Kürt sorununu yeniden düşünmek” semineri yapıldı

Tatvan’da “Kürt sorununu yeniden düşünmek” semineri yapıldı

Tatvan Özgür-Der tarafından ‘’Kürt sorununu yeniden düşünmek ‘’semineri yapıldı. Tatvan Özgür-Der konferans salonunda yapılan seminere Diyarbakır Özgür-Der’den M. Hasip YOKUŞ konuşmacı olarak katıldı.

16 Kasım 2025 Pazar 13:08A+A-

Seminer Enes ECE’nin okuduğu Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı.

M. Hasip YOKUŞ konuşmasında şunları söyledi:

 Kürt sorunu, her dönemin siyasal bağlamına göre farklı anlamlar kazanmış; bu durum, sorunun tanımlanmasından çözüm arayışlarına kadar geniş bir yelpazede ciddi bir değişkenlik ortaya çıkarmıştır. Ayrıca Kürtlerin dört ayrı ülkede —Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de— yaşıyor olmaları, meselenin mahiyetini daha da karmaşık hale getirmektedir. Zira her bir ülkenin kendine özgü siyasi yapısı, toplumsal dinamikleri ve tarihsel tecrübeleri, Kürtlerin yaşadığı sorunların niteliğini farklılaştırmakta; bu da çözüm adına ortak bir reçete sunmayı güçleştirmektedir.

Farklı siyasal ve sosyal gerçekliklere yönelik farklı –kimi zaman palyatif- çözümler sunmak veya her ideolojik kesimin kendi dünya görüşü çerçevesinde bir reçete sunması bir noktaya kadar doğal ve normal karşılanabilir. Ancak bölgede yaşanan hızlı değişim ve gelişmelerin yanı sıra, Kürtlerin yaşadığı bu coğrafyada her değişikliğin diğer parçaları da etkileyen bir mahiyet arz etmesi, bu değişken zemin üzerinde kalıcı çözümler üretmeyi giderek zorlaştırmaktadır.

Bütün bu tablo, Kürt meselesinin yalnızca etnik bir sorun değil, aynı zamanda sosyal, siyasal ve tarihsel tıkanıklığın da bir yansıması olduğunu gösteriyor.

Biz işte bu sorunu kendi İslami kardeşlik anlayışımız, ortak değerlerimiz, ümmet tasavvurumuz ve tarihsel hafızamız açısından ele alacağız. Zira bu aynı zamanda bizim elimizdeki en değerli ve stratejik imkânımızdır.

 Kürt Sorunu Nedir?: Tarihsel ve Bölgesel Boyut

Genel anlamda Kürt sorunu, Osmanlı imparatorluğunun dağılmasıyla birlikte, Kürtlerin üzerinde yaşadığı toprakların dört yeni devlet -Türkiye, İran, Irak ve Suriye- arasında bölüşülmesinden kaynaklanan bir sorundur.

Türkiye özelinde ise Kürt sorunu, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren benimsenen ulus-devlet projesinin homojen bir milli kimlik inşası hedefiyle yürütülen baskı, inkâr ve asimilasyon politikalarından beslenmiştir. Dolayısıyla mesele, yalnızca etnik ya da güvenlik temelli bir sorun değil; derin tarihsel, kültürel ve toplumsal dinamikleri olan çok katmanlı bir yapı arz etmektedir.

Sadece bir güvenlik sorunu veya silahlı çatışma başlığıyla sınırlanamayacak kadar derinlikli olan bu sorun; değerler, kimlik, kültür, siyaset ve insan hakları eksenlerinde şekillenmektedir. Türkiye'de yaşayan Kürt halkının talepleri, uzun yıllar boyunca inkâr, asimilasyon ve baskı politikaları ile karşılık bulmuş; bu durum zamanla siyasal gerilimleri artırmış ve çatışmalı süreçlere zemin hazırlamıştır.

Cumhuriyetin kurucu kadroları, ‘ümmetten bir ulus yaratma’ sloganıyla özetlenen bir ideolojik dönüşüme giriştiler. Bu formül, hem dinî hem de kültürel bakımdan çok katmanlı bir toplumu tek bir kimlik kalıbına sıkıştırmayı hedefliyordu. İdeolojik temelde ve kurgusal bir tahayyülün sonucu olarak hedeflenen bu yurttaş kimliği, sorunun mihenk noktasıdır.

Bu dönemde “Türk ulusalcılığı”, Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde ümmetin dağılmasına karşı bir tür modern kurtuluş reçetesi olarak sunuldu. Osmanlı’nın çok kimlikli yapısı tasfiye edilirken, Türklük üst kimliği altında homojen bir ulus inşa edilmek istendi. Devletin ideolojik baskı aygıtları da seferber edilerek, etnik, mezhebi ve dini farklılıklar, anayasal yurttaşlık lehine asimile edilmek istendi. Kürtlerin yaşadığı ve nihayetinde isyan ettiği bu kimlik baskısı, işte bu toplumsal mühendisliğin doğal sonucudur.

Cumhuriyet’in erken dönemlerinde bu politikalara karşı verilen tüm tepkiler ve direnişler, devletin resmî söyleminde geri kalmışlıkla, eşkıyalıkla ve otoriteye başkaldırıyla ilişkilendirilmiş; böylece mesele, meşru devlete yönelmiş bir güvenlik ve asayiş sorunu olarak tanımlanmıştır. Sorunun bu çerçevede kavramsallaştırılması ise, uzun yıllar boyunca militarist yöntemlerle “çözüm” arayışını meşrulaştıran bir zemin oluşturmuştur.

Hâlihazırda ise sorun, daha çok “demokratikleşme”, “kültürel haklar” ve “kimlik talebi” çerçevesinde tanımlanmaktadır. Bu yeni tanımlama biçimi, hem devlet açısından hem de Kürt ulusalcılığı cephesinde, şiddetin bir araç olarak kullanılmasına duyulan gerekçeyi ve ihtiyacı büyük ölçüde ortadan kaldırmış görünmektedir.

Dikkatle bakıldığında, Kürt meselesi, farklı tarihsel ve siyasal konjonktürlerde biçim ve içerik değiştirerek sürekli yeniden üretilen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa asıl güncellenmesi gereken, bu sorunun kendisi ya da onu tanımlama biçimimiz değil; meseleyi anlamlandırma tarzımız, yani bu soruna zemin oluşturan düşünsel paradigmanın kendisidir.

Kürt milliyetçiliği meselesini ele alırken, bunun aslında “Türklerin Türkleştirilmesi” sürecinin bir türevi olduğunu unutmamak gerekir. Türkiye de Kürt sorununun ortaya çıkışı, doğrudan doğruya Türk uluslaşma ve sekülerleşme süreciyle iç içe geçmiş bir tarihsel gelişmedir.

Zira Cumhuriyet döneminde inşa edilen Türk ulus kimliği, yalnızca Kürtleri değil; dindar Türkleri, Arapları, Çerkesleri ve ümmetin diğer bileşenlerini de seküler bir yurttaş kimliği altında homojenleştirmeyi hedefleyen kapsamlı bir toplumsal mühendislik projesi olarak kurgulanmıştır. İslilipli Atıf Hoca, Şeyh Said ve Seyid Rıza…

Mardin, Diyarbakır, İstanbul, Bağdat, Şam gibi tarihi şehirleri dolaştığımızda ayakta dimdik duran ibadethaneleri, ticarethaneleri, evleri barkları bu toplulukların yüzyıllarca sulh ve esenlik içerisinde bir arada yaşamalarına dair güçlü izler görüyoruz. Bunların tamamı bu tektipleştirmeden az veya çok nasiplerini aldılar.

Bu tektipleştirmenin izini sürdüğümüzde; Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan merkezileşme çabası, İttihat Terakki uygulamaları ve artık Cumhuriyetle birlikte Türk ulusalcılığı temelinde farklı bir boyuta ulaştığı görülür. Tüm bu gelişmelere dikkatle bakıldığında Kürt İsyanlarının da bu gelişmelere paralel bir seyir izlediği görülür. Süleymaniye bölgesindeki Baban isyanından Şeyh Said isyanına varıncaya değin etnik kimlikli bir mücadeleden ziyade, Kürt mirlikleri ve beyliklerinin kendi bölgesel statükolarını bu merkezileşmeye karşı koruma isteğiyle ilgili olduğu görülür.

Ortak Değer Yoksunluğu

Ulus-devlet yapısı içinde yalnızca temel hakların inkâr edilmesi değil, aynı zamanda toplumu bir arada tutan en güçlü ortak payda olan İslam’ın siyasal ve toplumsal hayattan dışlanması da ayrışmayı derinleştiren temel bir unsura dönüşmüştür. “Bin yıllık kardeşlik” söylemi sıklıkla dile getirilse de, bizi gerçekten kardeş kılan ortak inanç, değer ve aidiyetlerin dışlanması, bu kardeşliği mümkün kılan zemini fiilen ortadan kaldırmıştır.

Hâlihazırda geldiğimiz nokta itibariyle, Türkiye’de Anayasa değişikliği tartışmaları yalnızca toplumsal taleplerden kaynaklanan bir ihtiyacın sonucu olarak değil; aynı zamanda bölgesel gelişmelerin dayattığı stratejik bir zorunluluk olarak da karşımıza çıkıyor. Bölgemizdeki gelişmeler ve özellikle Suriye Devrimi’nin ortaya çıkardığı yeni koşullar, Türkiye’nin mevcut devlet paradigmasını yeniden yapılandırmasını zorunlu kılıyor.

Türkiye’nin bu saatten sonra bu yeni gelişmeler karşısında Kemalizmi veya Türkçülüğü pazarlayarak bölgesel bir aktör olma imkanı yoktur. İster ümmet tasavvuru, ister Osmanlı özlemi veya neo-Osmanlıcılık, ister devlet aklı açısından olsun Türkiye’nin bölgedeki tarihsel sorumluluklarını ve rollerini yeniden üstlenmesini dayatmaktadır.

Bizler İslami kesim olarak devletin bu doğrultudaki değişim çabalarına teşvik edici, destekleyici ve yol gösterici bir şekilde yaklaşmalıyız.

Evet, ortaya çıkan bu jeopolitik tablonun İslami muhayyilemiz açısından büyük bir ufuk açtığını düşünüyor ve bu minvaldeki değişim ve dönüşüm ihtiyacına elimizden gelen her türlü olumlu katkıyı sunma bilinciyle hareket ediyoruz. Dolayısıyla, bu yönde ortaya konulan değişim çabasını ve konjonktürün önümüze getirdiği bu tarihsel imkânı, kalıcı bir barış ve kardeşlik zemininin inşası için önemli bir tarihsel fırsat olarak görüyoruz. Aynı şekilde diğer tüm toplumsal kesimlerin de bu sürece olumlu anlamda destek ve katkı sunması gerektiğine inanıyoruz.

Bugün gelinen noktada, ne Türk ne de Kürt ulusalcılığı, toplumu bir arada sulh ve esenlik içerisinde bir arada tutacak ahlaki ve ontolojik zemini güçlü bir anlayış sunabilmektedir. Çünkü her ikisi de Batı’nın seküler aklından beslenmiş, ümmetin tarihsel müktesebatından kopmuştur. Bu kopuşun sonucu olarak, halklar arasında güven, merhamet ve dayanışma yerine, karşılıklı kuşku ve çatışma yer etmiştir.

Müslümanlar olarak bizim açımızdan ise, yüzyılı aşkın süredir tektipleştirme politikalarının, Türkçü dayatmaların, Kemalizmin, baskının, inkarın, asimilasyonun gelip dayandığı çıkmaz sokağı sebep ve sonuçlarıyla birlikte ve somut gerçeklikler üzerinden anlatma, bu uygulamaların niçin terk edilmesi gerektiğini bu hakikatler eşliğinde çok daha gür bir sesle haykırma imkanı doğdu.

Kendi İslami bakışımızı ve ümmet tasavvurumuzu her ifade ettiğimizde ulusalcı çevreler sanki hakikati olmayan muhayyel bir şeyden söz ediyormuşuz gibi hep dudak büktüler. Evet, bugün ortada iftihar edeceğimiz bir ümmet tablosunun olmadığının elbette farkındayız ama bizim tasavvurumuzda ümmet denilen şey, sınırları belirlenmiş salt muhkem bir siyasal birliktelikten çok daha öte bir şeydir. Bizim açımızdan Ümmet tasavvuru, vahyin rehberliği doğrultusunda inşa edilmiş bir dini, ahlaki, kültürel ve toplumsal düzen idealidir. Tarih boyunca farklı baskı, işgal ve iç bölünmelere maruz kalmış olsa da, İslam’ın kardeşlik ruhunu ve dayanışmasını tesis eden bu idealden vazgeçmemiz mümkün değildir.

Bu yüzden mücadelemiz, salt bir siyasi mücadele değil; fıtrî hakların, adaletin ve kardeşliğin yeniden ihyası mücadelesidir

Seminer soru cevap faslından sonra sona erdi.

be6764cd-d56e-4edc-b95f-69d2e6527cb2.jpg

4ef3dbda-b432-4af0-bb0f-b8e42e79e0b7.jpg

e82c5a0f-db95-44d6-8f31-c2b44c2858dd.jpg

b8525b8b-044c-44cb-8c8f-1856c33d395e.jpg

ecfb29ae-d0fd-4ce4-8f1b-9e348d0ef265.jpg

HABERE YORUM KAT

2 Yorum