1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. Tatvan Özgür-Der’de ‘’Hakkı ve sabrı yaygınlaştırmak’’ konferansı yapıldı
Tatvan Özgür-Der’de ‘’Hakkı ve sabrı yaygınlaştırmak’’ konferansı yapıldı

Tatvan Özgür-Der’de ‘’Hakkı ve sabrı yaygınlaştırmak’’ konferansı yapıldı

Tatvan Özgür Der şubesi ‘’Hakkı ve sabrı yaygınlaştırmak’’ konulu konferans düzenlendi.

07 Aralık 2025 Pazar 17:56A+A-

Tatvan Özgür-Der binasında yapılan konferansa Özgür-Der genel başkanı Rıdvan KAYA konuşmacı olarak katıldı. Konferans İbrahim AYKAN’ın okuduğu Kur’an-ı Kerim ve mealiyle başladı. Daha sonra Özgür-Der Tatvan şube başkanı Metin AVA’ın selamlama konuşması yaptı.

Rıdvan KAYA’nın konuşmasının metni:

Mülk 67/1-2 –“Tebârekellezî bi yedihil mulku ve huve alâ kulli şey’in kadîr. Ellezî halakal mevte vel hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ ve huvel azîzul gafûr.” (O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır)

Hangimizin daha güzel amellerde bulunacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratan Rabbimize hamd olsun. Rabbu’l-Âlemin bizi kendisine en güzel kulluk bilinciyle donatsın ve ayaklarımızı dini üzere sabit kılsın, imtihanımızı kolay eylesin! Yoğun bir hayat temposu, sürekli bir koşturmaca hali; bitmeyen talepler, özlemler ve bunlara bağlı olarak gelişen sıkıntılar, dertler… Bu tempo içinde hayatın asli manası, mahiyeti, hedefi hususuna dair sahih bakış açısını koruyana; imtihan gerçeğinin hakkını vererek, gereğini yaparak hayatını güzelleştirenlere ne mutlu!

Laik-seküler perspektif dünyevi başarı kavramını varoluşun temel hedefi gibi algılayıp adeta kutsamakta. (Okul, iş hayatı, sosyal çevre) Hayatı daha fazla şeye sahip olmak ve daha çok tüketmek olarak algılayan bir zihniyet!  Çünkü varlığınız sahip olduklarınıza bağlı. Çocuklarımızın okul başarısına verdiğimiz önemi kimliği için gösteriyor muyuz? Aynı şey ticaret için, siyaset için vs. geçerlidir. Önceliklerin yer değiştirmesi: İyi bir Müslüman, ahlaklı bir insan olmak yerine ne pahasına olursa olsun dünyevi hedeflere ulaşma kimliksizleşme, asli değerlerin geri itilmesi, yitirilmesi demektir.

Hayat İlkeleri Değil, İlkeler Hayatı Belirlemeli!

Gerekirse dünyevi manada kaybetmeyi göze almalı ama ahretimizden, kimliğimizden, ahlaki vasıflardan taviz vermemeliyiz. Namaz kılmayan, infak etmeyen, Allah için sevmeyi ve yine O’nun için buğzetmeyi bilmeyen biri ne yaparsa yapsın, hangi pozisyonda bulunursa bulunsun asla gıpta etmemizi gerektiren bir konumda değildir. Bizim için asla başarılı sıfatını hak etmemelidir. Elbette, dünyayı zemmetmiyoruz, bilakis imarıyla sorumluyuz ama asli hedefler yer değiştirmemeli.

İman imtihan hakikatini, dünyaya meyletmemeyi, hamd etmeyi ve sabretmeyi öğretir. İman zaafı ise ulvi olandan uzaklaşıp süfli olana yönelmeyi, böylece izzetin kaybolup zillete duçar olmayı getirir. Neden savrulur insan? Çünkü imtihan bilinci zaaflıdır. İnsan unutmaya meyyaldir, aceleci ve nankördür. Eğer Rabbi ile irtibatını zayıflatırsa rüzgârlara kapılmak zor olmaz. Savrulmaya yol açan faktörler mevcuttur.

Teslimiyet noktasındaki zayıflık ve inançla ilgili şüpheler insanı savrulmaya itebilir. Bu çok temel bir zaaf halidir. (Münafıklar örneği) İmtihanın ağırlığını kaldıramamak da ciddi savrulma nedenidir. Kişi münafık değil ama pazarlıklı bir imana sahiptir, zorluklara gelemez. Kolay olanı tercih herkesin harcıdır ama Ensar’ın Bedir’deki davranışındaki gibi zor olana da rıza göstermek herkesin harcı değildir. Teslimiyet, samimiyet, fedakârlık gerektirir. En büyük sapma-savrulma nedenlerinden biri şüphesiz dünyaya tamahtır. Dünya sevgisinin ahiret bilincini gölgede bırakması, örtmesi neticesinde istikametten uzaklaşma, sapma yaşanır. Kalıcı olanı değil de geçici olanı tercih şeklinde tezahür eder.

Bağlarımız Güçlü, Bağlılığımız Sıkı Olmalı!

Bu sapmalardan korunmak için Rabbimizle irtibatımız güçlü olmalıdır. Maide, 35: “Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakının ve sizi O'na yaklaştıracak vesile arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” Nedir vesile? Belirttiği üzere Allah yolunda cihaddır, namazdır, sabırdır. Yani topyekûn salih amellerdir. Aynı şekilde müminler toplumu ile irtibat da istikamet üzere bir hayat sürme hususunda belirleyicidir. Şirkortamda yalnız kalmak zordur. İmtihan yükünü taşırken güçlü dayanaklara ihtiyaç var. Hem zihnî manada hem yardımlaşma, dayanışma anlamında müminlerin desteği bizi saptırıcı rüzgârlar karşısında sağlam durmaya sevk eder.Fiziken/fiilen uzaklaşma bir müddet sonra müminler toplumunun temsil ettiği değerler, kimlik, hayat tarzından da uzaklaşmayı getirir. Bu sapma hali çift yönlü bir işleyiş arz eder. Ortam değişmesinin zayıf karakterlileri kimlik zaafına düşürmesi ya da kimlik zaafı yaşayanların ortamlarını bilinçli olarak değiştirmeye yönelmeleri. Tutarlı bir hat müminlerle sıcak, yakın ilişki içinde olmayı gerektirir. Fiziken buna imkân olmadığı hallerde dahi, kendini İslam ailesinin mütevazı-sorumlu bir parçası olarak algılamak kişiyi zinde tutar.

Zaaflara Mazeret Arama Hastalığı

Yaşadığımız süreçte değişik yönlerden yaralar alıyoruz. Sayısız nimete, lütfa rağmen basit nedenlerle, ya da mazeretlerle kafa karışıklığına sürüklenen, yalpalayanları görüp müteessir oluyoruz. Kendilerini asla hesaba çekmeyen ama kendilerinden başka herkesi, her şeyi sürekli yargılayan, mahkûm eden bir tutum içindeler. Asla hesap vermeye, nefislerini sorgulamaya yanaşmıyor ama her şeyi sorguluyorlar. Sadece İslami çaba ve çalışmaları eleştirmekle kalmıyor, sabiteleri dahi tartışmaya kalkışıyor; dinin esas ve usulünü yok sayarak adeta hevalarını ilah ediniyorlar. Nitekim İslami bir toplum ve devlet düzeni inşa etme çabasını gereksiz, hatta yanlış bulan, ‘siyasal İslamcılık’ diye aşağılamaya kalkan bir söylem mevcut. Ama bu söylemi benimseyenlerin çoğu modern devlet ve toplum yapısının bir parçası olmaktan mutlular. Açıkçası tâbi olma değil, adeta Allah’ın dinini kendi arzularına tâbi kılma çabası içindeler. Sorunları İslamcılıkla hesaplaşma falan değil, doğrudan Allah’ın dininden mutmain olamama!

Önceliklerin Yer Değiştirmesi Tehlikesi

Zorluklar karşısında daha direngen ama imkânlar/fırsatlar çoğaldığında dünya telaşıyla zaaf gösterenlerin hali ibretliktir. Teyakkuzda olmak durumundayız. Bu hal hevaya, hislere esarettir. Normalde beklenen nedir? Rabbu’l-Âlemin’in bahşettiği nimetlerin bizi daha fazla teslimiyete, itaate, ibadete yönlendireceği, daha fazla hayra sevk edeceği düşünülür değil mi? Ama öyle olmayabiliyor. Bahşedilen tüm bu nimetlerin şükründe bir boşluğa düşecek olursak zaman içinde o nimetlerin rabbini unutup nimetlere bağlanma, onları çoğaltma yarışına kapılma durumuyla baş başa kalabiliyoruz.

Uhud Gazasında yaşanan zaaf haline dair Rabbimizin şu uyarısının bu duruma işaret ettiğini düşünebiliriz: Andolsun, Allah size verdiği sözünde sadık kaldı; siz O'nun izniyle onları kırıp geçiriyordunuz. Öyle ki sevdiğiniz (zafer)i size gösterdikten sonra, siz yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz ve emir hakkında çekiştiniz. Sizden kiminiz dünyayı, kiminiz ahireti istiyordu. Sonra (Allah) denemek için sizi ondan çevirdi. Ama (yine de) sizi bağışladı. Allah müminlere karşı fazl (ve ihsan) sahibi olandır.” (Âl-i İmran, 152) Uhud’da Abdullah b. Cubeyr’in komutasındaki bazı Müslümanların zaafına işaret eden bu ayette çarpıcı olan şey şudur: Rabbimizin dünya nimetleri lütfetmesinden önceki halleri itibariyle sabır ve şükür hususunda zaaf göstermeyen, bilakis kararlılıkla hareket eden insanlar bilahare “sevdikleri, arzuladıkları kendilerine gösterildikten sonra” zayıflık göstermişlerdir.

Yani imtihan yokluk anında değil, varlık anında daha bir zorlaşmış, kritik bir hal almış; çözülme-kırılma düşman karşısında sebat etme aşamasında değil, dünya nimetlerine erişme aşamasında yaşanmıştır. Bu durum bize dünyevileşmenin çarklarına kapılmamak hususunda çok ama çok dikkatli olmamız gerektiğini hatırlatır.

Salih amellerimizi çoğaltmayı daha elverişli ortamlara ertelemek; hayırda yarışmak için elimizdeki imkânlardan daha fazlasına sahip olmayı beklemek kendimizi kandırmaktır. Biz içinde bulunduğumuz halden sorumluyuz. Geleceğin bize ne getireceğini bilemeyiz. Aynı şekilde imkânı olmadığı için mütevazı bir hayat süren insanların hali de bizi yanıltmamalıdır. Şüphesiz sadelik, tevazu herkes için her durumda teşvik ve takdir edilmesi gereken bir haslettir. Ama bunun yoklukta değil de varlıkta gösterilmesi daha elzem ve anlamlıdır.

İmkânlarımız daha az, ortam daha zor iken sahip olduğumuz kararlılık ve bağlılık imkânlarımızın çoğalması ve ortamın lehimize gelişmesiyle birlikte daha da artmak yerine azalmışsa kendimizi sorgulamalıyız. Kendimize soralım: Geçmişe nazaran çabamız, cehdimiz, heyecanımız arttı mı azaldı mı? Namazda, infakta, ilimde, birr ve takvada, dayanışmada ilerledik mi geriledik mi?

Hassaten genç kardeşlerimize hatırlatmak isterim: Şu anda sahip olduğunuz netlik, samimiyet, fedakârlık vb. vasıfları koruyup koruyamamak tamamen size kalmış bir şeydir. Ortamın ve ilişkilerimizin çeşitlenmesi, ihtiyaç ve taleplerimizin değişmesi, şartların zorlaşması ya da kolaylaşması mutlaka etki edecektir. Hassasiyetlerimizi her durumda sürdüreceğimizden emin olmamalı ve işlerin de hep böyle gideceği zannedilmemelidir. İş, evlilik, kariyer, artan sorumluluklar ve fırsatlar ile birlikte arayışlar, yönelimler, ilişki ve ortamlar da değişecek, dünyevi meşguliyetler artacaktır. O zaman asıl imtihan gerçekliği ile karşılaşacaksınız!

İşte o süreçte hayatta asıl olarak neyi hedeflediğimiz, kimin rızası için çaba sarf ettiğimiz tayin edici olacaktır. Rabbu’l-Âlemin’in rızası doğrultusunda bir hayat sürme cehdi ile konjonktürün izin verdiği kadar gayret etmek, ortamın, şartların, nefsimizin emrine girmek arasındaki fark o zaman ortaya çıkacaktır. Zorlukları abartan, sıkıntıları gözünde büyüten ve neticesinde olumsuzluklara teslim olanlardan değil, en zor ve sıkıntılı tablolar içinde dahi ibret almamızı, sevinmemizi gerektiren güzelliklerin mevcut olduğu gerçeğini idrak edenlerden olalım.

Ve her şartta, her ortamda Rabbimize hamd edelim, O’na yönelelim, dua edelim, O’nu zikredelim. Şifayı, desteği, nusreti yalnız O’ndan bekleyelim. Rabbimiz hamd etmeyi hayat tarzı eyleyenlerden kılsın!

Kabul edelim ki kimi zaman haddimizi aşıyoruz. Yaptıklarımızı çok görüyoruz, üzerimize düşeni bihakkın ifa ettiğimizi zannediyoruz, daha fazla bir şeyin yapılamayacağını düşünüyoruz. Yetinme duygusuna kapılmak nefsimizin bir tuzağıdır. Müslümana yakışmaz. Bizi Rabbimizin rızasına, cennetine yakınlaştırmaz. Diğer taraftan sürekli biçimde eksiklere odaklanmak, kendimizi ve yapıp ettiklerimizi hor ve hakir görmek de başka bir uca savrulmaktır. Bu tutum her şeyi değersizleştirir. Bizden bir şey olmaz, biz bir şey yapamayız türünden yaklaşımları çoğaltır.

Eksikleri görmek ve daha iyisine yönelmek ile her şeyi menfi görüp, yeis duygularını yaymak ayrı şeylerdir. Kendimizi eleştirelim, eksiklere odaklanalım ama Müminlere güvensizliği beslemeyelim. Bu hataya da çok düşüyoruz. Haklı bir nedenle kızıyoruz, hassasiyet eksikliği canımızı sıkıyor. Beklentilerimizin karşılık bulmaması yüzünden moralimiz bozuluyor ve genellemeci bir yaklaşımla tüm Müslümanları töhmet altında tutacak bir tavra yöneliyoruz. Bunu yaparken de dünden bugüne ortaya konan pek çok hayırlı çabayı, samimi niyeti görmezden gelip bir takım esneklikler, gevşeklikler üzerinden toptancı bir yaklaşımla silip atıyoruz. Ne var ki bu tutum bizi ilerletmiyor, daha hayırlı çabalara yöneltmiyor.

Oysa Müminler bu toplumun da, dünyanın da vicdanıdırlar. Tüm eksik, zayıf ve yetersizliklerimize rağmen Müminlerin hali kıyas kabul etmeyecek kadar iyidir, merhamet ve adalet vasfına yakındır.

Eleştirirken, uyarırken de dengeli davranmak, hem kendi motivasyonumuzu korumak, hem de kardeşlerimizi atalete değil, harekete sevk edecek tavırlar sergilemeliyiz. Eksikleri ancak tashih ve tamir cihetiyle gündemleştirmeli, kardeşlerimizi teşvik etmeliyiz.

Allah Teâlâ bizleri ifsad ve tuğyan rüzgârları karşısında bilincini, benliğini, kalbini koruyanlardan eylesin, ayaklarımızı sabit kılsın! 

Konferans Soruların cevaplanmasıyla sona erdi

tatvan-20251207-03.jpg

tatvan-20251207-01.jpg

tatvan-20251207-02.jpg

HABERE YORUM KAT

2 Yorum