
Suriye’de devrim sona erdi mi?
Yıkılan rejimin destekçilerinin, devrimin anlamını tam olarak kavramadan ve özeleştiri yapmadan ya da kurbanlardan samimi bir özür dilemeden devrim saflarına katılmalarına izin vermemek konusunda dikkatli olunmalıdır.
Ömer El-Sheikh’in Middle East Monitor’de yayınlanan makalesini Barış Hoyraz, Haksöz-Haber için tercüme etti.
Suriye'deki siyasi gerçekliği anlamak için, tek bir liderin zalim yönetiminin kurulduğu tarihsel köklerine geri dönmeliyiz. Baas Partisi 1963 yılında kontrolü ele geçirmeden önce ülke, siyasi diyalog ve toplumsal çeşitliliğin ifade edilmesi için alan sağlayan çoğulcu bir parlamenter sistemde kendini gösteren umut verici bir demokratik deneyime tanık oldu. Buna eşlik eden çalkantılara rağmen, otorite meşru rekabete ve halkın iradesine dayanmaya devam etti. Ancak 1940'ların sonlarında başlayan bir dizi askeri darbe, otoriteyi siyasi ve askeri elitler arasında bir çatışma alanına dönüştürerek totaliter rejimlerin ortaya çıkmasına kapı araladı. Bu yol giderek demokrasinin zayıflamasına ve tiranlığın güçlenmesine yol açmış, ta ki ülke Esed ailesinin hanedan yönetimine ulaşana kadar. 8 Aralık 2024'te ülke genelinde özgürlük ve değişim seslerinin yükseldiği bir ortamda rejimin yıkılmasıyla son bulmuştur.
Baas Partisi'nin iktidara gelmesiyle birlikte Suriye, milliyetçi ve sosyalist sloganların partinin mutlak hâkimiyetinin örtüsü haline gelmesiyle yönetimde radikal bir değişime tanık oldu. Güç “yüksek liderliğin” elinde toplanırken, Halk Meclisi'nin başını çektiği demokratik kurumların rolü azaldı ve merkezi kararlara tabi sembolik bir cepheye dönüştü. Bu yaklaşım, 1970 yılında dönemin Savunma Bakanı Hafız Esed'in iktidarı ele geçirmesiyle zirveye ulaştı. Esed, iktidarın kişiselleştirilmesine dayanan bir askeri güvenlik sistemi ve Baas Partisi'nin devlete ve orduya sızmasına dayanan geniş bir istihbarat teşkilatı ağı kurdu.
Rejim, korku yaymak, topluma boyun eğdirmek ve her türlü siyasi veya entelektüel muhalefetle mücadele etmek için keyfi tutuklamalar ve şiddetli baskılar uyguladı.
Suriye'deki siyasi dönüşümler korkuyu halkın kolektif bilincinde temel bir unsur haline getirmiş ve iktidar halka hizmet etmekten çıkıp gündelik hayatın her ayrıntısı üzerinde bir baskı ve gözetim aracına dönüşmüştür. Bu gerçeklik, bireyleri baskı ile olumsuz bir şekilde bir arada yaşamaya itmiş, bu da vatandaşlık, bireysel ve toplumsal sorumluluk duygularını zayıflatmıştır. Belki de toplumsal düzeyde, baskıcı politikalar insanlar arasındaki bölünmeleri derinleştirmiş ve karşılıklı şüpheleri yerleştirmiş, böylece muhbir ve casusluk korkusu günlük ilişkilere hâkim olmuştur. Güvenlik devletinde muhbirlerin yaygınlaşması ve böylece bireylerin siyasi ve sosyal izolasyonunun artması göz önüne alındığında, gücün merkezileşmesinin yerel toplulukları nasıl zayıflattığını ve geleneksel yapıları nasıl parçaladığını hissetmek de mümkündür. Korku, Suriyelilerin siyasi kimliğinin bir parçası haline gelmiş ve değişim fikrini ya da devlete yönelik siyasi eleştiriyi neredeyse imkânsız hale getirmiştir. Bu baskıcı miras, bugün iktidar kavramının yeniden formüle edilmesinin önünde büyük bir engel teşkil ediyor ve görünen o ki iktidar ile korku arasındaki patolojik ilişkiyi kırmadan geçmişin üstesinden gelemeyiz.
Suriye'nin yeniden inşası, rejimin kontrolünden tamamen kurtulana kadar, rejimin düştüğü bölgelerdeki Suriye toplumunu gözlemleyerek vardığımız sonuca göre, altyapıyı yeniden inşa etmenin ötesine geçmektedir. Yeniden inşa öncelikle diyalog, toplantılar ve gerçek toplumsal iletişim yoluyla yıkımı gerektirir ki bu adımlar iktidar kavramını baskı mirasından kurtararak şeffaflık ve hesap verebilirliğe dayalı bir toplumsal sözleşme olarak yeniden formüle etsin. Bunu başarmanın, kolektif bilinci korkudan kurtarmaktan ve otoritenin ülkenin özgünlüğünü anlayan adil ve çeşitli bir toplum inşa etmek için bir ortaklık kurabileceğine dair güveni yeniden tesis etmekten geçtiğine inanıyorum. 2011'de devrimin patlak vermesinden bu yana, risklere rağmen Suriyelilerin haysiyet ve özgürlük anlayışında tarihi bir değişim yaşandı. Ancak devrimin kendisi de iç zorluklarla karşı karşıya kaldı ve tiranlık hastalığı kendi çevrelerindeki bazı kişilere yayıldı; bu da askeri çatışma ve siyasi söylemin sürekli gözden geçirilmesini gerektirdi.
Devrim günleri boyunca Suriyeliler, Esed rejimi, hizip çatışmaları ve sosyal zorluklarla karşı karşıya kaldılar. Dağılma ve yıkıma rağmen, ister birleşik bir devrimci güç için uluslararası destek, ister özgürlük ve kurtuluşa ulaşmaya kararlı bir halk iradesi yoluyla olsun, rejimin yıkılmasına yönelik umut devam etti. Bölgede, Suriye devletini uyuşturucu ve aşırıcılık cenneti haline getiren, komşu ve diğer ülkeleri mülteci akınına uğratan bir çeteyle yüzleşmeye yönelik genel ruh halinden beslenen uygun bir fırsat ortaya çıktı. Esed ailesinin elli yıllık zulmünün ardından Suriye'deki iktidarının düşmesiyle birlikte ülke, geleceğini ve itibarını yeni temeller üzerinde yeniden inşa etmek için tarihi bir fırsatla karşı karşıya kalmıştır. Bu dönüşüm, Suriye'yi çeşitlilik açısından zengin bir ülkeden, baskıcı askeri yönetim altında kapalı bir devlete dönüştüren, dünyaya sefalet ve tehlikeler ihraç eden ve halkının hayatını kontrol ederek onları yoksulluk sınırının altına iten baskı mirasının üstesinden gelinmesini gerektirecektir.
Bugün Suriye, intikam ve kincilik zihniyetinin ötesine geçen yeni bir bilinç ve davranış oluşturma konusunda büyük bir zorlukla karşı karşıyadır.
Geçiş dönemi adaleti, intikam almadan hesap verebilirliği sağlamanın ve geçmişin yaralarını toplumun birliğini koruyacak ve özgürlük, çoğulculuk ve hukukun üstünlüğü değerlerini muhafaza edecek şekilde iyileştirmenin adil bir yolu olduğu için bu dönüşümün özünü oluşturmaktadır. İntikamı reddetmek zayıflık değil, aksine güveni yeniden inşa etmenin ve nefret yerine umudu destekleyen bir ortam yaratmanın ön koşuludur. Özgür bir Suriye, tüm halkını kucaklayan bir vatan olmalıdır; acının mirasının değişim için bir güce dönüştürüldüğü ve tüm Suriyelilerin büyümesi için uzlaşma ve ulusal mutabakat tohumlarının atıldığı bir vatan. Bu aynı zamanda, oluşturulmasına yardımcı oldukları felaketlerin sorumluluğunu üstlenmeden bağlılıklarını değiştirenlerle yüzleşmeyi de gerektirir. Hepimiz ortak aklı dar ideolojilerden kurtarmak ve çeşitliliği tehdit değil değerli bir kaynak, diğerlerini de düşman değil ortak olarak gören alternatif bir bilinç inşa etmek için çalışmalıyız.
Gerçeklik, sürdürülebilir barışın temelini nefretin değil adaletin oluşturması için herkesin haklarını garanti altına alan yeni bir toplumsal sözleşme tesis eden cesur bir diyaloğu gerektirmektedir. Onlarca yıllık zulmün ardından Suriyelilerin iktidarı bir baskı aracı olarak değil, vatandaşa hizmet olarak yeniden tanımlamaları ve hak ve görevlere sahip vatandaşlar olarak rollerini yeniden tesis etmeleri gerekmektedir. Rejimin yıkılmasıyla ortaya çıkan siyasi ve sosyal boşluk bilinçli bir şekilde tedavi edilmezse, diğer ülkelerin deneyimlerinin de gösterdiği gibi kaosa ve yıkıcı çatışmalara yol açabilir. Bu, bağlılıkların parçalanmasını önlemenin ve Suriye devletinin ihtiyaç duyduğu istikrarı sağlamanın yolu olabilecek ilgili demokratik kurumların inşa edilmesi ihtiyacına doğrudan bir göndermedir.
Kapsamlı bir siyasi farkındalığın yokluğunda, bireyin egemen otoriteye tabi olmak yerine devletin inşasında temel bir ortak olarak konumunu geri kazandıran gerçek vatandaşlık kültürünü nasıl yeniden geliştirebiliriz? Sokak ve elitler arasında etkili iletişim köprüleri kurmak amacıyla siyasi, kültürel ve sivil aktörler arasında katılımcı çabaları artıran stratejiler düşünebiliriz. Bunun için kültürel oluşumların, yeni partilerin, sivil toplum örgütlerinin ve medyanın işbirliği yapması ve toplumun Suriye halkının isteklerini ifade eden bir anayasanın hazırlanmasına etkin bir şekilde katılması gerekmektedir.
Ayrıca, Suriye çoğulculuğunun temsilini sağlamak için barışçıl rekabet desteklenmelidir.
Mevcut durum, istikrarı sağlamak için askeri ve güvenlik çabalarının birleştirilmesini ve tüm tarafların iradesini ifade eden tarafsız ve adil adalet ilkelerinin tesis edilmesini gerektirmektedir. Mevcut zorluklara rağmen çabalar reforma odaklanmalı ve geçmişin hatalarına düşmekten kaçınılmalıdır; özellikle de rejimin çöküşü felaketin ve işlenen ihlallerin boyutunu ve Esed'in destekçilerinin bakanlık, hizmet ya da diğer hayati devlet kurumlarına ne kadar müdahil olduğunu açıkça ortaya koyduğundan beri. Bu durumun ele alınması ve aralarında eli kana bulaşmış olanların etkisiz hale getirilmesi için zamana ihtiyaç vardır.
En büyük uyarı, yıkılan rejimin destekçilerinin, devrimin anlamını tam olarak kavramadan ve özeleştiri yapmadan ya da kurbanlardan samimi bir özür dilemeden devrim saflarına katılmalarına izin vermemek konusunda dikkatli olmaktır. Devrim, otorite sembollerini değiştirmenin ya da yeni bir lideri yüceltmenin bir aracı değil, otoriteyi halkın hizmetine sunmayı amaçlayan radikal bir değişim projesidir, tersi değil. Rejimleri devirmek tek başına yeterli değildir çünkü gerçek bir devrim, bireyin yapısındaki krizin derinliğini ifade eden ve adalete dayalı bir toplumun inşasını engelleyen haydutluk gibi çarpık davranışlarla yüzleşmeyi gerektirir. Bu farkındalık olmadığı takdirde devrim bir kısır döngü içerisinde sıkışıp kalmaya devam edecektir. Esed rejiminin düşmesi, devlet kurumlarındaki destekçilerinin devleti yıkan aynı zihniyetle düşünmeye ve çalışmaya devam etmesi halinde sorunun sona erdiği anlamına gelmez, zira devrim yarım kalacaktır.
HABERE YORUM KAT