
Filistin bayrağı Londra'da dalgalanırken Arap ufukları bomboş
İronik bir şekilde, sömürge tarihi olan Londra ve Filistin Nekbe'sinin mimarı İngiltere, artık bazı Arap başkentlerinden daha açık bir şekilde dayanışma gösteriyor.
Adnan Hmidan’ın Middle East Monitor’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Londra sokaklarında dalgalanan Filistin bayrağı, artık sadece ifade özgürlüğünün sağladığı ara sıra yapılan (sporadik) bir jest değil. Gerçeği görmekte ısrar eden ve onu gizlemeye yönelik her türlü girişime direnen küresel vicdanın canlı bir ifadesi haline geldi. Öte yandan, Arap halklarının kalplerine ve tarihine en yakın olan bu bayrak, birçok Arap başkentinde yok ya da aktif olarak bastırılıyor. Bu zıtlık sembolik bir ayrıntı değildir; bölgemizdeki derin değişimleri ve Batı kamuoyunun cesur tavrının karşısında resmi Arap pozisyonunun zayıflamasını yansıtan çarpıcı bir aynadır.
“İngiltere sadece İngilizler içindir” şeklindeki tanıdık nakaratlara rağmen, Filistin bayrağı, özellikle haftada bir düzenlenen dayanışma yürüyüşleri sırasında, Birleşik Krallık genelinde düzenlenen kamu gösterilerinde hâkim olmaya devam ediyor. Bu bir çelişki değildir. Bu, insanlığın sınırlardan daha geniş olduğu ve sıradan insanların vicdanının duvarların veya pasaportların arkasına kilitlenemeyeceği basit gerçeğinin canlı bir kanıtıdır. Parlamento Meydanı'nda duran veya yağmur altında Hyde Park'ta Filistin bayrağıyla yürüyen İngiliz protestocular şöhret veya siyasi bağlılık peşinde değildir; bunu yapıyorlar çünkü canlı yayınlanan bir soykırıma tanık oldular ve bu gibi anlarda sessiz kalmanın ahlaki bir bozulma olduğunu biliyorlar.
İngiliz şehirlerini kasıp kavuran dayanışma yürüyüşleri sırasında Filistin bayrağı o kadar belirgin bir şekilde dalgalanıyor ki, sanki sokaklar Filistin'in adını haykırıyor gibi hissediliyor. Bu çok doğal, çünkü Filistin halkıyla dayanışma gününü kutlarken, bu dayanışmayı simgeleyen bayrağı görmezden gelmek ne mantıklı ne de ahlaki olarak kabul edilebilir. Buradaki insanlar, bu gün taşınan bayrağın siyasi bir sembolden daha fazlası olduğunu anlıyorlar; bu bayrak ahlaki bir duruş, zalim ile ezilen, fail ile kurban arasındaki çizginin net olduğunu belirten bir beyan.
Çarpıcı bir ironi ve belki de meselenin özü, bu sahnenin Britanya'nın ulusal kimliğini veya kurumlarına olan saygısını azaltmamasıdır. Oysa Britanya, Filistin'e karşı işlenen en ağır tarihi suçtan sorumlu ülkedir: verme hakkı olmayan bir şeyi vermiştir. Aksine, bu tür anlar Britanya'yı vicdanın nefes alabildiği, insanlığın sınırların ve sloganların ötesine geçebildiği bir yer olarak gösterir. Değerlerine güvenen bir devlet, soykırıma uğrayan bir halkın bayrağından korkmaz; bu bayrağın dalgalanmasına izin vermenin ahlaki olgunluğun ve geniş bir sivil alanın kanıtı olduğunu kabul eder. Aslında, Arap dünyasının bugün ihtiyacı olan da budur: Filistin bayrağını görünce titremeyecek kadar kendine güvenen uluslar ve bunu istikrarlarına veya güvenliklerine bir tehdit olarak görmeyen rejimler.
Ancak acı verici soru hala cevaplanmamış durumda: Filistin bayrağı Londra'da güvenle dalgalanırken, neden birçok Arap başkentinde onu dalgalandırmaktan korkuluyor? Cevap sadece siyasi veya güvenlikle ilgili değil; derin bir etik mesele. Arap kamuoyu, uluslararası baskılar, normalleşme hesapları ve Filistin ile dayanışmayı şeytanlaştıran veya onu boş bir retoriğe indirgeyen iç anlatılar nedeniyle endişe verici bir resmi geri çekilme yaşadı. Sonuç olarak, Arap birliğini temsil etmesi amaçlanan bir bayrak, bazı yerlerde şüpheli bir eylem haline gelirken, Batı'da ise izin gerektirmeyen, inkâr edilemez bir insani davayı temsil ettiği için özgürce dalgalanmaktadır.
Bazı Arap başkentlerinin, Güney Afrika'dan Şili'ye, Avrupa ve Amerika'daki kampüslere kadar mücadelelerde gururla dalgalanan bir bayrağı barındıramayacak kadar dar alanlar haline gelmesi üzücü. Öte yandan Londra, Madrid ve Roma, yüz binlerce insan Filistin'in yalnız olmadığını ilan etmek için sokaklara dökülürken, bu bayrağı tereddüt etmeden barındırabiliyor.
Batı, tüm çelişkileri ve siyasi çıkarlarına rağmen, küresel vicdanın güçlendiği bir alan haline gelmiştir. Ancak Arap dünyasında toplumlar, baskı, güven kaybı ve düşmanı ortak, kurbanı ise yük haline getirerek “bilinci normalleştirme” girişimlerinden dolayı yorgun düşmüştür. Yine de Arap halkının duyguları hala canlıdır; insanlar hala hissediyor, tepki gösteriyor, yas tutuyor ve direniyor, ancak birçok ülkede bunu gerçek duygularını yansıtmayan sınırlar içinde yapıyorlar.
İronik bir şekilde, sömürge tarihi olan Londra ve Filistin Nekbe'sinin mimarı İngiltere, artık bazı Arap başkentlerinden daha açık bir şekilde dayanışma gösteriyor. Bunun nedeni, İngilizlerin bizden “daha Arap” olmaları değil, kamusal alanlarının daha açık olması, siyasi ikiyüzlülüklerinin daha az küstah olması ve sıradan vatandaşlarının hala yüksek sesle “hayır” diyebilmeleridir.
Londra'da Filistin bayrağının varlığı, bu davanın hala canlı olduğunu, anlatının hala güncel olduğunu ve küresel vicdanın hala doğruyu yanlıştan ayırt edebildiğini hatırlatıyor. Buna karşılık, bazı Arap başkentlerinde bayrağın yokluğu, sorunun cehalet değil korku olduğunu acı bir şekilde hatırlatıyor — bayrağın dalgalanmasının halkın onur, özgürlük ve adalet taleplerini yeniden alevlendireceği korkusu.
Bu nedenle, yağmur, soğuk ve kimlikle ilgili dar görüşlü tartışmalara rağmen, Filistin bayrağı Londra'da dalgalandı, çünkü bu bayrak gerçeğin en doğru ifadesidir ve gerçek dayanışma sınırlardan daha güçlü, sloganlardan daha derin ve dar ulusal tanımlardan daha geniştir. Her şeyden önce, bu bayrak bize Filistin'in bayrağını dalgalandırması yasaklanmış toplumlara değil, özgür insanlara ihtiyacı olduğunu hatırlatır.
Ve şu soru hala geçerliliğini koruyor:
Dünyanın bizim söylememiz gerekenleri söylemesini beklemeye devam edecek miyiz?
Yoksa Arap uyanışı geri dönecek ve Filistin bayrağının ruhunun doğduğu başkentlerde ilk olarak dalgalanmasına izin verecek mi?











HABERE YORUM KAT