1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Şer Cephesinin İdlib’i Musullaştırma Planı
Şer Cephesinin İdlib’i Musullaştırma Planı

Şer Cephesinin İdlib’i Musullaştırma Planı

“Musul’daki yıkımın çok daha vahiminin yaşanması olasılığı gayet yüksek, zira göreceli olarak dar bir alanda kıstırılmış olan silahlı güçlerin tahliye edilebileceği bir başka bölge yok.”

09 Eylül 2018 Pazar 23:06A+A-

Yazısında şer cephesinin İdlib’i Musullaştırma planını değerlendiren Dr. İbrahim Vehbi Baysan, “Musul’daki yıkımın çok daha vahiminin yaşanması olasılığı gayet yüksek, zira göreceli olarak dar bir alanda kıstırılmış olan silahlı güçlerin tahliye edilebileceği bir başka bölge yok.” diyor.

İbn Haldun Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. İbrahim Vehbi Baysan’ın konuyla ilgili Star Açık Görüş’te yer verilen yazısı şöyle:

Musul’dan İdlib’e Yakın Coğrafyamızda Askeri Operasyonlar Tarihi

Yaşadığımız coğrafya İbn Haldun’un ifadesiyle ‘bizim kaderimiz’, ne yapsak değiştiremediğimiz talihimiz. O nedenle, bölgesel dinamiklerin tetiklemesi muhtemel krizlerin bilincinde olmalı, bu krizleri nasıl yöneteceğimiz, en az zararla içinden nasıl çıkacağımız konusunda hazırlıklı olmalıyız.

Haziran 2014’te, Irak’ın ikinci büyük şehri Musul birkaç gün içinde DEAŞ tarafından tamamıyla ele geçirildi. Bazı yorumcular haklı olarak bunu, şehrin çoğu nüfusunun Sünni, onları koruması gereken asker ve polisin çoğunun Şii mezhebinden olmasına bağladılar. Saldırganlar da Sünni olunca, kime karşı kim kimi koruyacaktı? Hatta bazıları bu durumu açıklarken Irak’ta İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra uygulanmaya başlanan ‘Irak’ı Şiileştirme’ politikalarının etkili olduğunun altını çizdi. Bu anlayışa göre, Sünni olmaları hasebiyle Irak’ın kadim aşiretlerinin Irak’ta artık yeri yoktu. Halbuki, Maşrıkul Arabi’den Magribul Arabiye kadar tüm Arap coğrafyasına yayılmış pek çok kabilenin kökeni Irak’taki aşiretlere dayanır.

Esasen Musul’un işgali modern tarihimizde, hatta insanlık tarihinde sıklıkla rastlanan bir olay değil. Dile kolay, bir ülkenin yüzbinlerin yaşadığı ikinci büyük şehri, silahlı bir grup tarafından, hem de fazla çaba harcanmadan işgal edildi. Elbette, tarih boyunca şehirler, ülkeler işgal edildi ama genellikle bu işgal ordular tarafından gerçekleştirildi; eli silahlı bir gurubun bu boyutta bir şehri işgal etmesi sık rastlanan bir vaka değil. İşgalden birkaç gün sonra bir cuma günü, Abu Bekir El-Bağdadi meşhur El-Nuri camiinde halifeliği ilan etti.

16 Ekim 2016’da, yani, işgalden neredeyse bir buçuk yıl sonra Irak ordusunda oluşturulan ve eğitilen 30 bin kişilik özel birimler koalisyon güçlerinin hava desteği ile Korgeneral Abdul Amir Raşid Yaralla komutasında Musul Operasyonu’nu başlattı. Operasyon baştan sona Birleşik Ortak Görev Gücü-Doğal Kararlılık Harekâtı (İngilizce: Combined Joint Task Force-Operation Inherent Resolve, kısaca CJTF-OIR) komutanı Korgeneral Stephen Townsend tarafından planlandı ve uygulamaya konuldu.

Sosyal doku bozuldu

Musul’da bir milyondan fazla sivilin arasına karışmış 6 bin kadar DEAŞ’lıyı temizleyip şehri kurtarmak o kadar da kolay bir iş değildi. Harekâtın başlangıcında Iraklı birlikler yol kenarına yerleştirilmiş patlayıcılar, çukur kazıp içine gizlenmiş keskin nişancılar, bombalı araç saldırıları, binaların içine gizlenmiş bubi tuzakları ve yakılan petrol kuyularından yayılan ağır duman ile karşılandılar. Ayrıca, özellikle Ninova kırsalından köylüler canlı kalkan olarak kullanılmak üzere zorla şehir merkezlerine getirilmişlerdi. Operasyonlar, sıcak çatışmalar aylar boyu devam etti ve 20 Temmuz 2017’de şehrin tamamen temizlenmiş olduğu Irak devlet başkanı tarafından resmen duyuruldu. Dokuz ay süren çatışmalar sonrasında Musul’un her yanı yaşanan vahşetin izleriyle dolu; şehir yerle bir olmuş, tam bir harabeye dönmüş, alt yapı tamamıyla tahrip edilmiş durumda. Yüzyıllar boyunca pek çok etnik ve mezhepsel farklılıkları içinde barındıran Musul’da sosyal doku geri dönülmesi zor bir şekilde bozuldu. Aradan geçen bunca zamana rağmen cesetler hala bulundukları yerden kaldırılmamış durumda ve salgın hastalık tehlikesi geçmiş değil. Bu süreçte hayatta kalmayı başarabilmiş olanlar operasyon sonrası yazın ortalama sıcaklığın gölgede 43 derece olduğu Musul’da yaşam mücadelesine devam etti. Aylar sonra ilk kez sokağa çıkabilen çocuklar, bu akıl almaz yıkıntılar arasında oyun oynamaya başladı.

Kaç DEAŞ’lı öldürüldü?

Musul’da tam olarak neler yaşandığını asla bilemeyeceğiz! Şehrin en eski, tarihi mahallelerinde 3 bin okul, dükkân, ev tamamen yıkılmış ve oturulamaz hale gelmiş. Norveç Mülteci Konseyi’ne göre temel alt yapıyı tamir için 1 milyar dolara yakın para gerekli. Bu süreçte okula gidemeyen binlerce çocuğun yaşadığı ve yaşayacağı kayıpların maddi manevi bir ölçüsü ve hesabı elbette yok. Musul Üniversitesi kapılarını açık tutsa da elektrik kesintilerinin de üzerine eklendiği kaynak sorunları devam ediyor. Mezun olacak öğrencilerin ise ekonomisi tamamıyla çökmüş bu şehirde nasıl bir gelecek inşa edebileceği belirsizliğini korumaya devam ediyor. Üniversitenin ana kütüphanesindeki 30 bin kitap DEAŞ tarafından yakılmış. Sağlık hizmetleri son derece yetersiz: Geçmişte on hastane olan şehirde şu an sadece bir hastane hizmet verebiliyor. Asayişte ciddi sorunlar yaşanıyor. Hala, aylar süren hava bombardımanları ve kara operasyonu nedeniyle oluşan sivil kayıplar konusunda açıklama yok. Canlı kalkanların kaçının hayatını kaybettiği, ne kadarının sağ kaldığı meçhul. Hala, DEAŞ’ın infaz ettiği siviller konusunda net bir bilgi yok. Arada sırada kimi tesadüfen bulunan toplu mezarlar olayın boyutları hakkında sadece fikir verebiliyor. Hala, kaç DEAŞ’lının öldürüldüğü konusunda bilgi yok; çocukları da dahil ailelerinin akıbeti konusunda spekülasyonlardan öteye geçilemiyor.

Hala, kaç DEAŞ’lının sağ teslim alındığı konusunda da veri yok. Bazı yargılamalar ve idamlar basına yansımış olsa da DEAŞ konusunda resmi açıklamalar fazla bilgi içermiyor.

Evet, Musul operasyonu ‘başarıyla’ tamamlandı. Şehir düşmandan temizlendi. Bunun ne pahasına gerçekleştiği, eğer şanslıysak, sular durulduktan sonra bir istatistik olarak karşımıza çıkacak.

Gelelim İdlib operasyonuna; kuşatılan İdlib vilayetinin nüfusu 2011 yılında 1,5 milyon kadardı. Şu an İdlib içindeki nüfusun ne kadar olduğu sadece tahminlere dayalı ve 2 milyona yakın olduğu öngörülüyor. Zira, iç savaşın başlangıcıyla birlikte geçen yıllar içinde oradan ne kadar nüfusun dışarı çıktığı tam olarak bilinmiyor. Ayrıca, Suriye’nin diğer bölgelerinden yerlerinden edilmişlerin (nazihin) guruplar halinde İdlib’e göç ettiğini gözlemledik ancak BM Mülteciler Yüksek Komiserliği dahi yaklaşık bir sayı veremiyor. Her hâlükârda, Musul’un neredeyse iki katına yakın bir nüfustan söz ediyoruz. En önemlisi, İdlib’de rejimin terörist olarak nitelendirdiği eli silahlı guruplar az çok belirli olsa da bu gurupların üyelerinin sayısı konusunda fikir birliği yok.

Operasyonun ilk işaretleri

Şu an rejim güçleri İdlib vilayetinin etrafını sarmış durumda. Geçtiğimiz haftalarda Reyhanlı-Cilvegözü sınır kapısının hemen karşısındaki Babul Hava koridorunu üç yıldır orayı elinde tutan Ahraruş Şam’dan alarak kuşatmayı arttırmış ve tahkimatı güçlendirmek için Jabal Türkmen (Dağı) ile Jabal Akrad yakınlarındaki TSK’nın kontrol noktasını baypas etmeye başlamıştı. Deniz, hava ve karadan yoğun hava bombardımanının ardından başlayacak olan İdlib kara harekâtı, muhtemelen, Halep üzerinden Jebel Sem’an ve Hama üzerinden Han Şeyhun gibi iki önemli noktadan başlayacak ve Himeymim askeri üssü lojistiği ile Jebel Akrad’dan açılacak üçüncü bir noktayla desteklenecek. Ruslar 4 Eylül günü sınırlı sayıda yaptıkları hedef teyit etme bombardımanı ile ilk işaretlerini vermiş oldu. Rejim geçmişte gayet başarılı bir taktikle, muhaliflerin yoğunluklu olduğu ülkenin güney-batısı ile Hums ve Hama gibi bölgelerde gerçekleştirdiği anlaşmalar neticesinde muhalifleri tahliye etmeyi başarmıştı. Muhaliflere bu anlaşma dâhilinde,1) silahlarını bırakıp evlerine dönmek isteyenlere ilişilmeyeceği sözü verilmiş, 2) silahlarıyla birlikte bulundukları bölgeden ayrılıp diğer muhalif guruplara aileleriyle birlikte katılmak isteyenlere ulaşım imkânı sağlanacağı bildirilmiş, 3) her ikisini de kabul etmeyenlerin kalıp savaşmaya devam edebilecekleri gibi üç seçenek sunulmuştu. Olasılıklar içinde en çok ikinci seçenek rağbet gördü ve eli silahlı guruplar, rejimin tedarik ettiği meşhur yeşil otobüslerle eş ve çocuklarını da yanlarına alarak diğer bölgelerdeki muhalif guruplara intikal etti. Böylece ülkenin güneyi ve orta bölgeleri sessiz sedasız ‘temizlendi’, ‘zararlı unsurlar’ tahliye edildi.

Avrupa onları istemiyor

İrili ufaklı Heyet Tahriruş Şam, Ceyşul İslam, Hurrasud Din, Ahraruş Şam, Feylakuş Şam, Nureddin Zengi Hareketi, Ulusal Cephe ve son oluşumlardan Özgür İdlib Ordusu gibi guruplar zaman içinde İdlib’de toplanmaya başlandı. Bu durum bir takım sorunlara da yol açtı, örneğin, Heyet Tahriruş Şam ile Ahraruş Şam arasında son günlerde yoğun çatışmalar yaşanıyordu. Gelen haberlere göre Ahraruş Şam’ın bölgeden tahliye edildiği ve onlardan boşalan İdlib’in Hama tarafı ve güney bölgelerinin kontrolü Heyet Tahriruş Şam’a geçti. Bu örgüt, sıcak çatışmalara hazırlıklı olabilmek için mensuplarını profesyonel askeri eğitime tabi tutuyor, hendekler kazıyor ve eğer doğruysa, sivil halkın oradan ayrılmasını engelliyor. Yani İdlib’in içi kaynayan bir kazan ve dışındaki kuşatma ve askeri hareketlilik hem karadan hem denizden artarak devam ediyor. Adı geçen diğer örgütler İdlib vilayetinin Cisruş Şugur, Sarakib, Maratul Numane ve Han Şeyhun gibi belli başlı merkezlerinde tahkimatlarını sürdürüyor.

Operasyon tarihi verilmezken, bunun 7 Eylül’ün hemen sonrasına denk geleceği söylentileri dolaşıyor. Kara harekâtıyla ilgili endişeler devam ederken yaşanacak insani kriz konusunda uluslararası kuruluşlardan uyarılar gelmeye devam ediyor. ABD Başkanı Trump dahi bu konuda endişelerini dile getiren bir mesaj attı. UNICEF, BM’nin Çocuklara Yardım Fonu askeri harekât başladığında bir milyon çocuğun hayatının riske atılacağı uyarısında bulunuyor. BM Suriye temsilcisi De Mistura, sivillerin bölgeden tahliye edilebilmesi için koridorların açılması gerektiğini, hatta görüşmelerde bulunmak üzere İdlib’e gidebileceğini söylüyor. Rejimin kimyasal silah kullanması olasılığına karşı önlem alınmaya çalışılıyor. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’a göre, rejimin kimyasal silah kullandığı suçlamasıyla operasyon esnasında ABD tarafından hedef alınması olasılığı yüksek. Rejim, Rusya ve İran askeri koalisyonuyla kuşatılan İdlib’de insanlığın gözü önünde ciddi bir dramının yaşanacağı operasyonun son hazırlıkları tamamlanmak üzere. Musul’daki yıkımın çok daha vahiminin yaşanması olasılığı gayet yüksek, zira göreceli olarak dar bir alanda kıstırılmış olan silahlı güçlerin tahliye edilebileceği bir başka bölge yok. Silahlarını bırakıp teslim olmaları halinde akıbetleri konusunda belli ki gerekli ve inandırıcı teminatlar geçen süre içinde verilememiş. Eli silahlı güçlerin, çıkışlarını tehdit yoluyla engellemeye çalıştığı sivilleri saldırı anında canlı kalkan olarak kullanacağı aşikâr.

Bir de işin yabancı cihatçı boyutu var ki sorunu daha da karmaşık hale getiriyor. Avrupa ülkelerinden gelen cihatçıları ülkeleri geri istemiyor ve durumlarının ne olacağı konusunda konsensüs oluşmuş değil. Rejimin ‘muhalifleri tahliye’ taktiğinin en büyük destekçisi Rusya’nın, kendi sınırlarından katılan cihatçıların İdlib’den canlı çıkmaması için elinden geleni yapacağı kuvvetle muhtemel. Çin basınında pek çok kez, oradan cihat için gelenleri yok etmek üzere özel eğitimli birliklerin Suriye’ye giriş yaptığı ve cihatçıların orada ‘etkisiz hale getirileceği’ yönünde haberler çıkmıştı.

Hülasa, İdlib vilayetinde sıkıştırılanların hiçbirinin mümkünse oradan canlı çıkmaması için uluslararası zımni bir anlaşma mevcut. Muhtemelen bu arzularını gerçekleştirmek için binlerce masum sivilin hayatını kaybetmesine göz yumulacak. Birleşmiş Milletler ve ona bağlı kurumların sesi o yüzden cılız çıkıyor.

Evet, İdlib operasyonu ‘başarıyla’ tamamlanacak. Şehir düşmandan temizlenecek. Bunun ne pahasına gerçekleşmiş olduğu, eğer şanslıysak sular durulduktan sonra bir istatistik olarak karşımıza çıkacak.

 

 

HABERE YORUM KAT

2 Yorum