1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Ramazan'ın "kadri'ni" bilmek
Ramazan'ın "kadri'ni" bilmek

Ramazan'ın "kadri'ni" bilmek

Selma Karışman, Ramazan ayına veda ederken onun değerinin farkında olmanın ne demek olduğunu irdeliyor.

16 Nisan 2023 Pazar 16:00A+A-

Dr. Selma Karışman / Açık Görüş

Ramazan ve Kadri'ni bilmek

Mahyalara "elveda" sözcüğünün kurulduğu şu günlerde, Rahmet ve Mağfiret ayı şerefli Ramazan'ı bir kez daha idrak etmiş olmanın huzuru ile firak vaktinin hüznünü bir arada yaşıyoruz. Ramazan söz konusu olduğunda huzur, kavramın ifade ettiği yalın sükûnet halinden çok fazlasını taşıyor: Beden ve ruh sağlığının teyidi, sorgulama, öz eleştiri, oto kontrol, gerilim, düşünmek, dinginlik, itminan, itidal gibi eylem ve durumların kişisel planda devreye girmesi söz konusu... Bunların sonuçlarıyla şahsiyetin yenilenmesi, hayat ve insan ile ilişkilerin tazelenmesi, yeni tefekkür ufuklarına açılış ve bütün bunlardan ruha kalan dirilik, emniyet, ülfet, muhabbet, neşve, nedamet, güven, sabır, kanaat, diğerkâmlık söz konusu... Oruç, insanın -bedenselden önce- ruhî bir varlık olduğunu kanıtlarcasına, bedenin perhizinden, öncelikle ruhun istifadesini ve başka ruhlarla ünsiyetini sağlıyor.

Aslında oruç bizi tutuyor

Yani biz oruçta kendimizi tuttuğumuzu zannederken, aslında oruç bizi kendi arzuladığı, kendisiyle matlup olunan maverada tutuyor: Hıyanet ettiğimiz bütün emanetlerin, dengesini bozduğumuz kâinatın, kirlettiğimiz dünyanın, zulmettiğimiz nefsin; mahmuzladığımız hazların, ezdiğimiz ötekinin, yarıştırdığımız hırsın, öfkenin, kinin, tezkiye edilmemiş fiillerin ve maddenin ağırlığı altında kalmamamız için tutuyor bizi oruç.

Bu defa da; düşmeyelim diye yolun, yolluğun, yolculuğun tuzaklarına sımsıkı tuttu bizi yeniden, şefkatle tutup fıtratımızın ellerinden dosdoğru yürüttü felaha. "Kötülüğü emreden nefsin" elinden kurtarıp, "takvanın ilhamı"na yöneltti bizi. "Tarağın dişleri gibi eşit olma" tecrübesiyle buluşturdu, ölüm eşitlemeden önce hayatta eşitlenmeyi öğretti birbirimizle, yeniden "biz" demeyi öğretti egoist benliklerimize. Bir kez daha nehyettik sevginin, birliğin, eşitliğin önündeki münkerleri. Bedenlerimiz aç iken, kanaatin, sabrın, infakın, var iken vazgeçebilmenin doyumsuz lezzetini yudumladı iradelerimiz. İsraf, ihtiras ve ihtikârın farkına vardı gemsiz arzularımız. Oruç; fecri, şafağı, sabahı ve akşamı ile zamanı, "bir hesap üzere salınan" güneşi ve ayı, rüzgârı, yağmuru, suyu ile tabiatı ve onlardaki ilahi işaretleri dikte ettirdi bize, nefs ile ruhun zevklerinin telifini talim ettirdi. Din ile dindarlıklar arasına giren mesafeye ve engellere çekti dikkatlerimizi. "Ahsen-i takvim"den "esfel-i safilin"e çeken taraflarımızla savaşmayı öğretti, bir kez daha iletti "sıratı müstakim"in dosdoğru istikametine...

Yaşanan zamanın Sultanı, kendisinde yaşayanları, ayırt etmeksizin mutlak zamana kattı. Dünyalılaşmanın manevi hafıza üzerindeki engellerini kaldırarak, ruhları Elest Meclisi'nin safları arasına koyuverdi yeniden. Bozulan ahitler, verilen sözler tazelendi, neden ve nasıl buraya "düştüğümüz" ve aslî vatanımız bir kez daha hatırlandı. Yeniden "evet" dendi varoluş/oluş meclisindeki soruya: Hayatıma kurallar koymana, beni, benliğimi, irademi eğitmene, hayat ve hakikati senin adınla okumaya, kalemin ve kelamın sorumluluğuna bir kez daha ezelî evet! Hayatıma başka norm, ölçü ve kayıtlar koymaya kalkan bütün cazibe, otorite merkezleri ve direktiflerine ebediyen hayır!

Ramazanın dönüştürücü ikliminde

Akleden kalpler üzerindeki kilitler bir bir çözüldü, orucun bütünleştiriciliğiyle; karşısındakine, onun kalbine ve orada hissedilenlere, düşünülenlere değer verilmesi, idrakin ötekinin haline açılması, kalbin onunkinin yerine konulmasıydı zuhur eden çünkü. Ramazanın dönüştürücü ikliminde billurlaşan kalplerin sahipleri bu tutumlarıyla, "kendine yapılmasını istemediğini başkasına da yapma!" kadim öğretisinin bir adım ötesine geçtiler; "kendine nasıl davranılmasını istiyorsan başkasına da öyle davran!". Nihai adımda ise asırlarca tecrübe edilmiş bir sufi düsturu uzanıyordu önlerinde: Eğer her şey, O'nun eseriyse, O istediği için varsa, O'nun nefhasından üflenmişse, kim "öteki" olabilir ki? Tevhidin birliğinde, vahdetin bütünleştirici ikliminde öteki var mıdır? Potansiyel olarak O'nun kulu olma imkânını taşıyorsa kim tahfifi, dışlanmayı, ötekileştirilmeyi hak edebilir açıkça zulmedenden başka?

Bu manevi temrinin, hayatın siyasi ve sosyal alanındaki izdüşümü ise demokrasi ve onun içe sindirilmesidir tam tamına. Elini tutamasa, sırtını dayayamasa, omuz veremese de, insanın en azından diğerinin ayağına basmadan yaşamayı öğrenmesidir. Hayatın her alanında olduğu gibi seçim zamanında da, seçimle gelenin liyakatine olduğu kadar onu seçen ele, toplumun hangi kesiminden olursa olsun, bir "çoban"ınki de olsa eşit saygı duyması, güvenmesi ya da en azından tahammül etmesidir. Nefret, öfke ve ötekileştirmenin mahmuzunda tetiklenen ön yargıların güneşe dayanamayan buzullar gibi çözülmesi, yerini yeniden toplumun kadim çözüm üretme kabiliyetine ve bir arada yaşama kültürüne bırakmasıdır. Bu toprakların köklü maneviyatına, insanının imanına, kutsalına hiç olmazsa "bilgi objesi" olma değerini vererek, inanca ve inançlı yaşamaya ket vurmaksızın, dinin ahlakî açıdan yapıcı rolü yanında sosyolojik imkânını da göz ardı etmeksizin, Batı patentli "İslamofobi"nin tuzağına düşmeden yaşamaktır.

Vakit Türkiye için iftar vaktidir

Evet oruçlarla birlikte bir kez daha sonuna dek açıldı idrakler varoluşun, oluşun hayatın anlamına. Şâri'nin muradı; benlikler, nefisler, şahsiyetler üzerinde bir kez daha sınandı: Gerçek şükür, şükre vesile olan nimetin paylaşımı, gerçek zikir O'nun emirlerini hayata geçirmek, hayatı O'nun adına, O'nun adıyla kurmak olduğu gibi, ihsan ve kâmil ahlâk aslında imanın; muvahhid, muhsin ve muhlis; müminin ta kendisi idi. Başa gelen derin ruhî sarsıntı ve devam eden artçıları ile bütün bir ülkenin acıya gark olmuş, ızdıraptan şeffaflaşmış gönüllerinin belki de Sultan'ın cömert bağrında onun ihsan ve ikramları ile teselli bulması idi...

Orucun mucizevî iklimi, hayallerin mahfazasını da, idrakler gibi sonuna kadar açarak oruçluyu içine girmeye ısrarla davet etti: Vakit davete icabet vaktidir, bin aydan bereketli kadir vaktidir; akleden kalpler, ortak hafızayı ve birlikte yaşama bilincini kodlayacak tarihî birikimin sonsuzluğa açılan irfan kapılarından içeri girmelidir. "Kâlû belâ"da hep birlikte "evet" dediklerini hatırlayan ruhlar için bu giriş ne kadar da güzeldir. Vakit artık; onda, on bir ayın sultanında bütün bir hayatı ve gayesini prova edenlerin taltif, oruçla incelen ruhların terfî ve tezyin vaktidir. Vakit, Türkiye için iftar vaktidir...

Ve hayatın mutlak mânâda nasıl aydınlanacağını kısa bir Sûre'nin ışığında yeniden ebediyete dek sağma vakti. Elbette bilemezdik; Vahyî bilgilendirme olmaksızın, bilmenin mümkün olamayacağı her şey gibi, Kadir Gecesi'nin mahiyetini de Vahyin sahibi bildirmeden bilemezdik biz. Hayatı dokurken, varlığa dokunurken hâsıl olan bütün soru(n)lar gibi bunu da, O cevapladı da bildik. "Bu gecenin mahiyetini, değerini sana bildiren nedir?" sorusunun, Gece'de vuku bulanı bilmekten kinaye, ardındaki zımnî soruların ise bütün zaman ve mekânlara ait ezelî ve ebedî bir öğreti olduğunu yoksa nereden bilecektik: Kur'an nedir, sana; hayatla, tabiatla, mahlûkatla, insanla arana, hayatının bütün alanlarına ne getirmiştir, neyi tasdik, takdir ve taltif etmiş, neden nehyetmiştir, hangi evrensel ölçüyü tayin etmiştir Zaman ve Mekân üzerine, hangi bozulmaz nizamı giydirmiştir kozmosa, hangi kaosu, etnik, iktisadi, manevi zulmü gidermek üzere gelmiştir kâinat ve topluma? Sen, Kur'an'ı, nüzul esbabını, kalbine ve ahlâkına nüzûl ettiği Peygamber'i bilir misin? O'na "eddebenî Rabbî" (beni Rabbim terbiye etti) dedirten tevhit, ahlâk ve adalet sistemini tanır mısın? Bu sistemin, "idrakini aşan olguların varlığına" da inanmayı şart koştuğuna inanır mısın?

Bütün bunları tasdik ettiğinde insan artık şuna da güvenebilir ki böyle bir iman ve idrakle beslenen Zaman, Kitap'la kurulan her an, inanan için ömründen de değerlidir. Adı Kadir olan gecenin değeri de, onda Hz. Peygamber'e ve nezdinde bütün insanlığa indirilenden gelmektedir; inzal olunanın izzetidir o vakti mübarek kılan. "Bin aydan üstün hayır", o gecede başlayan fakat onda bitmeyen; tesir, teklif ve talepleri bütün zamanları, insanı ve hayatının her alanını kuşatan Vahyin muhit, dahi mutlak kudretidir. Bu kudret, bireysel tezkiyenin dahi, toplumun bağrında gerçekleştirilmesini şart koşar: İnsan; ana-baba, aile, eş, evlat, komşu, arkadaş, tabiat ilişkisi; iş aş, maişet telaşı; tefekkür, sanat, ticaret, siyaset icrası sırasında arınmaktan sınanacaktır!

İşte, melekelerini melekleştirmek isteyen insanoğluna model olarak "ne ile emr olundularsa onu aynen yapan" Melaike, içlerinde Vahyin aydınlığı olduğu halde, "Rablerinin izniyle kâinat ve hayatla ilgili her işle alâkalı olarak akın akın nüzûl ederler". Rablerini tasdik edip istikamet bulanlara ve onların müstakim anlarına nüfuz ederler. Kendisini merkeze alan her hayat için Vahiy artık mutlak aydınlık ve felah vaat etmektedir. Her karanlık, zulmet, kapalılık; Nur'un, Necm'in, Tarık'ın, Furkan'ın ışığında Hakk'ın aydınlığına kavuşacaktır. Bu aydınlığın mefhum-u muhalifi; inananlar Vahyi yeniden şiar edinmeden, şuur ve şehirlerinin merkezine koymadan, dünyanın Fecrine selamet doğmayacağı, Selam'ın temel parametreleri olan barış, adalet, güven ve sükûnetin insanlığın sabahlarında ağarmayacağıdır.

O halde Ramazan'ın fiilî rahmetinden, mahzun ama umutlu bir Bayram'ın muhabbetine açılan Selam Kapısı'nda, vicdanımızın ellerini sonuna dek açarak toplumsal ve evrensel selamet için niyaz etmenin tam zamanıdır.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum