1. YAZARLAR

  2. ŞUAYB MEKEÇ

  3. Ramazan’da ibadetler ve hayırlı çabalarla arınmanın muhasebesi
ŞUAYB MEKEÇ

ŞUAYB MEKEÇ

Yazarın Tüm Yazıları >

Ramazan’da ibadetler ve hayırlı çabalarla arınmanın muhasebesi

29 Mart 2023 Çarşamba 13:06A+A-

‘’Yoksa Mûsâ'nın ve Allah'ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim'in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi? Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. İnsan için ancak çalıştığı vardır. Çabasının karşılığı ileride mutlaka görülecektir. Sonra kendisine karşılığı tastamam verilecektir. Sonunda yalnız rabbine varılacaktır. Güldüren de O’dur, ağlatan da. Öldüren de O’dur, yaşatan da’’ (Necm 36-44)

Bu ayetler dizininde rabbimiz, İbrahim (as) ve Mûsâ (as)’ın uzun mücadele örnekliğini anlatarak sorumluluklara işaret ediyor. Her birey kendi yaptığından sorumlu olacaktır ve dünya hayatında yapılıp edilenlerin ahirette mutlaka bir karşılığı olacaktır. Çünkü asıl hayat ahirettir, dünya ise geçicidir ve imtihan yeridir. Müfessirler teşbihen (benzerlik kurarak) bu ayetlerin hükmünün sadece ahireti ilgilendirmediğini, dünya hayatını da kapsadığını; yapılıp edilenlerin kişileri ilzam edecek boyutlarının bulunduğunu ve temin edilecek kazancın ancak kişinin kendi çabalarıyla elde edileceğinin kastedildiğini belirtmişlerdir. İnsan hayat ve ölüm sınırları içinde bir ömür yaşamaktadır. Ömür nihayette Allah Teâlâ’nın iradesine ve kudretine bağlı olarak yaşanmaktadır.

Deprem imtihanı ve mübarek Ramazan günleri. Coğrafyamızda yaşanan ciddi bir deprem imtihanının ardından mübarek Ramazan ayına girdik. Rabbimize, bizleri bu günlere kavuşturduğu için hamdolsun. Yüce rabbimiz bu mübarek günleri; yaraların sarılmasına, kardeşliğin pekişmesine ve İslam coğrafyasına hayırlar ve bereket getirmesine vesile kılsın inşallah.

Ramazan Müslümanlarda kardeşlik ve ümmet bilincini güçlendirmek için önemli bir fırsattır. Bu ayda infak ve tüm ibadetlerin kabul kapıları açılıyor. Bu günlerin coşkusuyla Müslümanların kalpleri infak ve kardeşlik bilinciyle mesrur oluyor, eller daha çok hayırlara, yardımlaşmaya uzanıyor.

Oruç ve infak, ümmet ve kardeşlik ruhunu dirilten ve kalbin takvasını artıran ibadetlerdir. Oruç ve infak ibadetleri zihnin duçar olduğu cahili kirlerden arınmasına da iklim hazırlıyorlar.  Her türlü dünyevi ihtiraslardan, insanlar arasında ayrımcılık yapmaktan ve çağın toplumları yıkan parçalayan fitnesi olan ırkçılıktan bir müminin arınması ancak ibadetlerinde gösterdiği süreklilikle mümkün oluyor. İşte mübarek Ramazan günleri bize böyle bir imkânı sağlıyor, şükürler olsun.

Dünyada Müslümanlar, mübarek Ramazan ayını çeşitli sıkıntı ve acılar içinde ifa ediyorlar. Birçok İslam beldesinde, herhangi bir geliri olmayan Müslüman aileler, yardımseverlerin kendilerine ulaştıracağı kumanyalar ile Ramazanı geçirmeyi umuyor. Ramazan günleri; İslam bilincine sahip fedakâr kardeşlerimizin deprem bölgelerinde seferber olmalarıyla çadırlarda, konteynerlerde bir nebze sevince yol açtı. İdlib bölgesinde yaşayan kardeşlerimizi de unutmamalıyız. Onlar da biz kardeşlerinin katkılarıyla mesrur olmalılar. Dualar ve hamdü senalar göğe yükselmelidir. Tüm bu çabalar elbette bir gün dünyada İslam’ın yeryüzünü aydınlattığı rahmet yağmurlarına ve ahirette yüz aydınlığına dönecektir inşaallah.

Müslüman yaşadıklarından dersler çıkarmalıdır! Müslüman tedbir sahibidir, akleder hikmetli düşünmeye çalışır; doğruyla yanlışı ayıran furkan ehlidir.  Deprem sonunda gördük ki şehircilik anlayışı, bina yapımı konularında bazı tedbirlerin alınmaması sonucunda yıkımlar büyük bir afete dönüştü. Bu yaşananları unutmamalı, dersler çıkartmalıyız. Hırs ve tamah abidesi yüksek binalarda oturmanın hiçbir güvencesi yokmuş. İmar aflarını fırsat bilmek ölüme meydan okumakmış. Hepimizin dünya hırsından bir türlü göremediği tedbirsizliklerin bedeli ne kadar ağır oldu!

Deprem gibi ağır bir imtihan karşısında çaresizliğimizi ve acziyetimizi bir kez daha kavradık. Depremle birlikte, hayat ve ölüm arasında Rabbimizin biz kullarından istediği İslam ölçüleriyle kurulu bir irtibatın süreklilik arz etmesi gerektiğini idrak ettik. Dünyadaki yaşamı, her ayrıntısı düşünülmüş bir şekilde garanti kapsamında yaşamanın asla mümkün olamayacağını gördük. Bu teknolojik çağda; kullanılan akıllı aletlerin, yazılım harikası robotların, yapay zekanın meşgul ettiği modern insanın pek aklına getirmediği âlemlerin rabbi Allah Teâlâ’nın kadiri mutlak gücüne şahidlik ettik. Hayatta her şeyin en mükemmeline sahip olmak gibi bir duyguya kapılarak hayatlarını tüketenlerin ömürleri ne kadar da boş ve anlamsızmış meğer!

Her şeyde Rabbimizin iradesi ve rızası tecelli etmektedir! Zorluk, güçlük ve musibet olarak gördüğümüz şeylere karşı sabretmeli ve şükürden taviz vermemeliyiz. Ardından hayrın gelmesi umudumuzdur. Umut Allah’ın rahmetini, affını ve yeryüzünü İslam’la lütuflandırmasını istemektir.  Rabbimiz şöyle buyuruyor; ‘’Olur ki siz hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz’’(Bakara 216)

Zorluklar insanın imtihanıdır. Allah yolunda yaşanan zorluklar müminlerin imtihanı olmakla birlikte bu kaçmaları gereken veya dert yanmaları gereken bir durum olamaz. Müminlerin bu yaşananlar azimlerini artırır, tecrübelerini ve çıkarılacak dersleri olgunlaştırır. Vahiy bütünlüğü incelendiğinde bu aşamaların müminleri nasıl olgunlaştırdığına değinilir. Rabbimizin müminleri öven ve onları desteklediğine dair vaatleri anlatılır ve zorlukların nasıl bir kolaylığa dönüşeceğine dair müjdeler verilir: ‘’Nice Nebilerle birlikte birçok Allah erleri savaşa (zorluklara) girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever’’ (Ali İmran 146). Allahu Teâla muttaki kullarını gaybi yardımlarla destekler: “Tasalanma! Allah bizimle beraberdir” diyordu. Derken Allah ona kendi katından bir güven duygusu indirdi, sizin göremediğiniz askerlerle onu destekledi ve inkârcıların sözünü değersiz hale getirdi. Allah’ın sözü ise en yücedir. Çünkü Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. Kolay da olsa zor da olsa sefere çıkın ve mallarınızla canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Bilirseniz, bu sizin kendi iyiliğinizedir.(Tevbe 39-41)

Vahyin ilk inzal olduğu Mekke şehri Müslümanlar için yaşanılmaz hale gelince Medine şehri Allah’ın rahmet müjdesi bir beldeye dönüşüverdi. Medine’ye hicret; ilahi yardım gereği en uygun bir zamanda gerçekleşti. Bu şehir, bereketli ve kadim bir İslam uygarlığının mekânı oldu: ‘Buâs, Allah’ın Rasulü için hazırladığı bir gündü’: Buâs Savaşları Medine’de Evs ve Hazreç arasında 120 yıldır sürmekteydi, büyük acılara ve kayıplara yol açmaktaydı. Bu karışıklık ortamı şehirde yönetim boşluğu oluşturmaktaydı. Bu boşluk Yahudilerin işine gelmekteydi. Rasulullah’ın (sav) Medine’deki bu düzensizliği Medineli ilk Müslümanları dinlediğinde tespit etmiş, bunun İslam’la hayra dönüşeceğini onlara söylemiş ve bir yönüyle de Medine’nin İslam’ın yeni yurdu olması için niyazda bulunmuştu. Medineli ilk Müslümanların yumuşak ve güven veren tavırları o dönem Mekke’de ciddi sıkıntı yaşayan Müslümanlar için umuda dönüşüvermişti. ‘’İslâmiyet’in Medine’de yayılmasında ve Rasulullah (sav) ile Müslümanların oraya hicret etmesinde Buâs Savaşı’nın müspet tesirleri olmuştur. Savaşı kaybeden Hazreçlilerden altı kişi daha sonra Mekkelilerle anlaşma yapmak istemişler, Ebû Cehil’ in buna engel olması üzerine bisetin on birinci yılına (620) rastlayan hac mevsiminde Rasulullah (sav) ile Akabe’de görüşerek İslâmiyet’i kabul etmişlerdir. Rasulullah (sav) onlardan kendisini Yesrib’e götürüp himaye etmelerini ve İslâmiyet’in orada yayılmasına yardımcı olmalarını istedi. Onlar da Evs kabilesiyle aralarında yıllardır süren savaşların sebep olduğu düşmanlığın bu yeni din sayesinde ortadan kalkacağını umduklarını söylediler ve Yesrib’e dönünce İslâmiyet’in yayılmasına çalıştılar. Bisetin on ikinci yılında (621) onu Hazrecli, ikisi Evs’li on iki kişilik bir Müslüman grup Mekke’ye giderek Akabe’de Rasulullah (sav) ile görüştü ve ona biat etti. Hz. Âişe’nin, “Buâs Allah’ın Rasulullah (sav) için hazırlamış olduğu bir gündü...” (Buhârî, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 1, 27) sözü bu tarihî gerçeği ifade etmektedir. Böylece birbirine düşman olan Evs ve Hazreç kabileleri İslâm kardeşliğinde birleşmişler ve Medine’de İslâm’ın gelişip yayılmasına uygun bir zemin hazırlamışlardır’’(Buaz Savaşları, DİA)

Yaşanan zorlukların hangi güzelliklere ve rahmete dönüşeceğini sadece Allah bilir! Rasulullah (sav) sahabesine sıklıkla sabretmesini, hamdü senayı terk etmemelerini yaşanalar karşısında görevlerini yerine getirmelerini ama olumsuzlukları da yeryüzü imtihanının gereği olarak anlamalarıyla ilgili nasihatte bulunurdu. ‘’Allah kimin için hayır dilerse, o musibetler karşısında sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin’’ (Buhari)

Nankörlük, isyan etmek ve her defasında Allah’tan iyi şeyler beklemek müminin davranışı olamaz. Başa gelen şeylerin kimi zaman ecrimizi artıran musibetler olduğunu idrak etmeliyiz: ‘’Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar’’ (Şura 30). Ayette yüce Allah’ın bunların birçoğunu affettiği, başka bazı âyetlerde de nihaî hüküm ve cezanın ahirete ertelendiği ifade edilmiştir. Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Birinizin başına bir musibet veya acı bir şey geldiği zaman, 'Biz Allah'a aidiz ve biz O'na döneceğiz. Allah'ım! Başıma gelen musibetin veya acının mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir, desin." (Ebu Davud; Müslim)

Allah Rasulü (sav) müminin halini şöyle tanımlamıştır: ‘’Müminin hayranlık verici bir hali vardır ki, onun her işi hayırdır. Bu hal, müminden başka hiç kimsede bulunmaz. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur’’ (Müslim). ‘’Bu hadisin ravisi Suheyb-i Rûmî’dir. O çocuk yaşta esir düşmüştü. Mekke’de Ammar İbni Yâsir (ra)’dan  İslamiyet’i öğrenip Müslüman olmuştu. İnancı uğruna işkenceye uğrayan ilk Müslümanlardandı. Nesi var nesi yoksa hepsini müşriklere vererek Medine’ye hicret etmeyi başarmıştı. Rasulullah (sav) Medine’ye teşrif edince Suheyb ona kendi durumunu arz etti. Rasulullah (sav), “İnsanlar arasında öyleleri var ki, Allah rızası uğrunda kendilerini satarlar” (Bakara 207) âyetini okuduktan sonra “Ebû Yahya! Sen bu alışverişte zarar etmiş değilsin!” buyurarak ona dünya güzelliğinin geçici olduğunu ama gerçek ödülün ahiret kurtuluşu olduğunu müjdelemiştir’’ (Hâkim, el-Müstedrek, III, 398).

Bir taraftan yüklendiğimiz sorumlulukları yerine getirirken; yaşananlardan dersler çıkarmalı, acılara sabretmeli ve rabbimizin hakkımızda hayırlı olanı nasib etmesi için duada bulunmalıyız. Rasullerin (as) sürdürdükleri tevhid mücadelesinde yaşadıkları zorluklar karşısında gösterdikleri kararlılık ve örnek duruşları modelimiz olmalıdır; “Rasullerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret” (Ahkāf 35). “Ey Rabbimiz! Bize bolca sabır ver ve bizim Müslüman olarak canımızı al.” (A’râf 126) “Bir de sabırla, namazla yardım isteyin. Şüphesiz bu, müttaki olmayanlara ağır gelir.” (Bakara 45). “Olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.” (Nisa 19)

Kardeşliğin sadece uzak coğrafyalardaki mazlumlara yönelik değil, yakınımızda oldukları halde bizden farklı anlayışlara, ilişkilere, geleneklere sahip Müslümanlara karşı da bize birtakım sorumluluklar yüklediğini unutmayalım!

Kendilerini şahsen tanımasak da aramızdaki yakınlık referansımız Müslüman kardeşlik değerleri olsun, bu yüzden sahipsiz konumdaki Müslüman kardeşimize sahip çıkalım; eğer elimizle, dilimizle yardımcı olabilme imkânımız varsa bunu esirgemeyelim.  Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir Müslümanın şerefi ile oynandığı, onun aleyhinde konuşulduğu yerlerde, kim ona yardım ederse, Allahu Teâlâ da ona o yardıma muhtaç olduğu günde yardım eder. Bir kimse din kardeşini insanlar içinde aleyhinde konuşarak onu küçük düşürür; rezil edip kusurlarını teşhir etmeye kalkarsa, yardım edilmeye muhtaç olduğu o günde Allah Teâlâ da onu rezil eder.”(Müsned, İbn Hanbel)

İşte hayat akıp gidiyor. Bir anda deprem oluyor; yakınlarımızı, kardeşlerimizi kaybediyoruz. Onların ardından sarsılıyor, hüzünleniyoruz. İşte bu hal bize mülteciye sahip çıkmayı öğretmeli, benzer durumu o kardeşimizin yıllardır yaşadığını düşündürtmelidir. Onu hor görmemeliyiz. Deprem yaraları bir şekilde sarılıyor. Depremden yara alan mülteciye de sahip çıkmak şiarımız olmalıdır. Kişinin mümin kardeşini hayırla anması, onlar için hüsnü şehadette bulunması, dua etmesi güzel bir haslettir, kardeşlik hukukunun da gereğidir; “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu küçümsemez. İşte takva buradadır (diyerek göğsünü işaret etti). Kişiye kötülük olarak kardeşini hor görmesi yeter. Her Müslümanın kanı, malı ve namusu haramdır.” (Buhari)

Rabbimiz tuttuğumuz oruçları kabul buyursun. Zihnimizi, kalbimizi her türlü cahili kirlerden arındırsın. Bu günler ibadetin, haşyetin, huzurun, davetin, takvanın arttığı günlerimiz olsun inşaallah…

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum