1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Pirinç – bir silah mıdır?
Pirinç – bir silah mıdır?

Pirinç – bir silah mıdır?

Altı kardeşin gönüllü olarak bir hayır kurumunda çalışma isteği bir trajediyle sonuçlandı.

23 Mayıs 2025 Cuma 00:05A+A-

Muhammed Abumhadi’nin We Are Not Numbers’da yayınlanan yazısını Barış HoyrazHaksöz Haber için tercüme etti.


İbrahim Zeki Ebu Mhadi - benim tek amcam - hayatının ilk dönemlerini kardeşsiz yaşadı. Tek istediği bir yoldaş olarak bir erkek kardeşti, ama o hayatını erkek kardeşsiz yaşadı. Daha sonra evlendiğinde, sanki Allah onun sessiz dualarındaki acıyı duydu çünkü Allah ona adını taşıyacak altı oğul verdi: Muhammed, Ahmed, Mahmud, Zeki, Mustafa ve Abdullah. Onlar evinin üzerine inşa edildiği altı sütun gibiydi.

Onlar babaları için oğuldan daha fazlasıydı; kardeşleri ve en iyi arkadaşlarıydılar; her şeyleri demekti. Muhammed ve Mustafa mühendis, Ahmet doktor, Mahmud ve Zeki muhasebeci, en küçükleri Abdullah ise okuyordu. Hepsi de babalarını gururlandırıyordu.

Onları sık sık ziyaret eder ve günlerce onlarda kalırdım. Aynı ağacın dalları gibi büyümüştük ve aynı tabaktan yemek yer, aynı odada uyurduk. Mustafa'ya en yakın olan bendim, çünkü aynı yıl doğmuştuk ve kalpleri aynı anda atan kardeşler gibi yan yana büyümüştük.

Beni özlediğini ve görmek istediğini söylemek için sık sık arardı. Benimle uzun saatler geçirmek için Deyr El-Belah'tan Cibaliye'ye (bir buçuk saat uzaklıkta) kadar gelir, hikâyelerini ve sırlarını paylaşırdı ve ben de hiç sıkılmadan onu dinlerdim. Sonra birlikte yürüyüşe çıkar ve neşe dolu bir günün ardından gece yarısı eve dönerdik.

Bir gün evde olduğumu, sıkıldığımı ve moralimin bozuk olduğunu hatırlıyorum. Mustafa benim iyi olup olmadığımı öğrenmek için aradı ve ona nasıl hissettiğimi anlattım. Cevabı şu oldu: “Lanet olsun bu mesafeye! Hazırlan, sana doğru geliyorum.” Gerçekten de aramasıyla gelişi arasında neredeyse hiç zaman geçmedi; çok çabuk geldi. Evlerimiz arasındaki uzun mesafe ne olursa olsun beni hiç yalnız bırakmadı. O, insanların ‘ruh eşi’ dediği şeyin gerçek bir örneğiydi.

pirncs2.jpg

Yazar, Muhammed (solda) ve Mustafa (sağda)

Sonra soykırım savaşı başladı, bizi parçalayan savaş. Gazze'yi kuzeyden güneye ikiye böldü ve artık birbirimizi göremez olduk. Yine de telefonla sürekli iletişim halindeydik, yıkım boyunca irtibat halinde olmaya çalışıyorduk.

Bir buçuk yıl böyle geçti, ta ki 13 Nisan 2025 Pazar sabahı saat 8'e kadar. O gün Muhammed, Ahmet, Mahmud, Zeki ve Mustafa, yerinden edilmiş ailelere pirinç pilavı dağıtan bir hayır kurumunda gönüllü olarak çalışmak üzere yola çıkmaya karar verdiler. Arabaya bindiklerinde en küçük kardeşleri Abdullah da onlara katılmak ve yemek dağıtımına yardım etmek istediğini söyledi.

Sanki kaderlerinin son bölümünü birlikte yazmış gibiydiler. İnsani yardım görevlerini yerine getirmek üzere yola çıktıklarında, işgal güçleri arabalarını bombaladı. Ordu kendilerinin hedef alındığını iddia etti. Ne zamandan beri pirinç pilavı silaha dönüşmüştü?

O anda anneleri, kucağında Mahmud'un çocuğuyla, oğullarının başına gelenlerden habersiz, huzur içinde oturuyordu. Komşuları kapılarının önünde toplanmıştı, yüzleri solgun, dudakları titriyordu. Gözleri her şeyi anlatıyordu ama dilleri kederin ağırlığıyla bağlıydı.

Amcaları Riyad telefon edene kadar sessizlik hüküm sürdü. Sesi titriyordu, “Bir şey duydun mu?” Amcam habersiz, sesinde endişeyle cevap verdi, “Hayır... neden?”

Sonra gerçek şimşek gibi keskin bir şekilde ortaya çıktı. Amcamın karısı hiçbir dilin çıkaramayacağı bir ses çıkardı. Amcam sessizce durdu, tek kelime etmedi. Garip bir sessizlik çöktü üzerine; gerçek mi yoksa bir kâbus mu olduğunu anlayamadı. Tek söyleyebildiği şuydu: “La havle ve la kuvvete illa billah - Allah'tan başka ne bir güç ne de bir kuvvet vardır.” Bu hiçbir insan kalbinin kaldıramayacağı bir haberdi. Trajedi o kadar büyüktü ki kısa bir süre sonra Riyad felç geçirdi ve o da öldü.

O sırada biz de henüz haberi duymamıştık. Kahvaltı yapıyorduk ki peş peşe telefonlar geldi: “Deyr El-Belah'ta bir şey mi oldu?” Endişelenmeye başladık. Bir şeyler oluyordu ve ne olduğunu bilmiyorduk. Yemek yemeyi bıraktık. Deyr El-Belah'ta yaşayan kardeşim Fadi'yi aradım ve ona bir şey olup olmadığını sordum. Bana şöyle dedi:

“Canım, amcanın oğulları... hepsi şehit oldu.”

Bunu hayal bile edemezdim. “Emin misin?” diye sordum. “Evet, hepsi” , “Allah rahmet eylesin" dedi.

Annem duyduğunda, çığlığı duvarları ateşin kâğıdı delip geçmesi gibi yırttı. Ağlamasını durduramadı. Kardeşinin oğulları, hepsi gitmişti. Kahvaltımızı bitirmemiştik. Her şeyi bıraktık ve siyah kıyafetler giydik. Kuzey ve güney Gazze arasında geçiş yapmak son derece tehlikeliydi ama umurumuzda değildi. En güzel anlarımızı paylaştığımız insanlar gitmişti.

Deyr El-Belah'a vardığımda garip bir şey hissettim. Beni beklemelerine ve karşılamalarına alışkındım ama bugün bunu kim yapardı? Eve vardığımda kapı açıktı. İçeride büyükannemden başka kimseyi bulamadım. Alnından öptüm ve ona amcamı sordum. Bana dedi ki, "Altı oğlunu defnetmeye gitti, daha dün yanında olan oğullarını. Şu anda cenazelerinin başında dua ediyordur." Sonra gözyaşlarına boğuldu.

Uzun ve zorlu yolculuk nedeniyle onlara veda edemediğim, hatta dua bile edemediğim için derin bir acı hissettim. O anda tüm anılar gözümün önüne geldi: birlikte sabahladığımız geceler, kahkahalar ve Mustafa...

Hepsi bir füze ile göz açıp kapayıncaya kadar yok oldu. Pirinç pilavıyla direnen! amcamın oğulları artık şehitti.

pirncs3.jpg

Şehitler için cenaze namazı kılınırken

 

*Muhammed Abumhadi, Filistinli bir yazar, çevirmen ve El Aksa Üniversitesi'nden İngilizce dili ve öğretim yöntemleri alanında lisans derecesine sahip bir İngilizce öğretmenidir. Aynı zamanda Edward Said Ulusal Müzik Konservatuarı'nda gitar öğreten yetenekli bir müzisyen ve yetenekli bir grafik tasarımcısıdır. Muhammed; yazılarını, müziğini ve sanatını duygu ve düşüncelerini paylaşmak ve Gazze'deki hayatın gerçeklerine ışık tutmak için bir ifade biçimi olarak kullanıyor.

HABERE YORUM KAT