1. YAZARLAR

  2. Fevzi Zülaloğlu

  3. Tekasür Kavramı Çerçevesinde Çoğunlukta Olmanın Değeri

Tekasür Kavramı Çerçevesinde Çoğunlukta Olmanın Değeri

Ekim 1997A+A-

Dinleri, ideolojileri, dünya görüşlerini diğerlerinden ayıran temel bazı özellikleridir. Doğu dinlerinin bir çoğu ruhçu karakterleri ile, Batı felsefelerinin bir çoğu da maddeci özellikleri ile sivrilmişlerdir.

Materyalizm hayatı dünya ile kayıtlamak yönüyle öne çıkmış. Tasavvuf felsefesi ise dünyaya hiç bir değer vermemek, beşeri ihtiyaçlardan sıyrılmayı erdem saymak yönüyle meşhur olmuştur.

Hayata, insana ve olaylara itikadi çözümler getiren Kur'an'ı bize bahşeden Rabbimiz, İslam'ı "Allah'tan başka hiçbir güç ve değer tanımama" üzerine bina etmiştir. La İlahe İllallah sloganı ile tarihe damgasını vuran ve yeryüzünü ifsad projesi üretenlerin korkulu rüyası olan İslam dini, faziletli, erdemli, şerefli insan olmanın değer ölçülerini de aynı düstur çerçevesinde belirtmiştir.

Tevhid akidesini şuurlu olarak kabul eden tercih sahibi, kişilikli insan kendi elleri ile kazanmadığı şeylerden dolayı övünmez. Kendi elimizde olmayan ırk özelliklerimiz, ana dilimiz, rengimiz bir övünç meselesi değildir. Üstün ve erdemli insan Allah'tan başkasının boyunduruğu altına girmemekle, takva esasına göre yaşamakla Allah'a ve insanlara karşı müstağnilik yapmaktan, zulüm yapmaktan kaçınmakla olur.

İslam itikadı, cahiliyye dinlerinden farklı olarak değer ölçüsünü ilkeye göre belirler ve bağlılarına da hayatı düzenlerken adaletin ikamesi için gerekli ilkeleri esas almalarını emreder. Bir karşılaştırma yapacak olursak, cahiliyye'ye mensup olanlar mal ve evlatlar sahibi olmakla, çoğunlukta olmakla, güç sahibi olmakla övünürlerken Allah'ın dinine mensup olanlar için bunlar övünç meselesi değildir. Biz müslümanlar için felaha ulaştıran, selamete götüren hayat tarzımızı, davranış kalıplarımızı belirleyen ilkelerimiz ve bu ilkelere bağlılığımızdır.

Bu çalışmamızda Tekasür kavramı bağlamında çoğunluktan olmanın erdem olup olmadığını irdelemeye çalışacağız.

A- Tekasür'ün Sözlük ve Terim Anlamı

Tekasür K-S-R kök harflerinden türeyen bir terimdir, KE-SE-RA çok oldu demektir. Tekasür ise çoklukla övünmektir. Geniş anlamıyla, çoğunluğa, birikime, maddi servet ve konfora sahip olmakla övünmek demektir.

TEKASÜR; cahiliyye insanının bir davranış kalıbıdır. Bu insan tipi dünyada çakılıp kalacağını, burada ebedileşeceğini vehmeden ölümden sonra dirilişi yok sayan varını yoğunu geçici olana harcayan, yatırımını bitimsiz nimetlere sahip Ahiret Hayatına yapmayan bir karaktere sahiptir.

Allah'ı yaşamın belirleyici gücü olarak görmeyip kendisini ilahlaştıran, dünyevi değerlere tapanlar, şeytanın ebedileşme vaadine bakarak çoğaltma hırsı ile çırpınıp durur, istediklerine güvenerek çılgınca hevesler peşinde koşarlar. Bu durumu Hümeze süresi şöyle anlatmaktadır.

"Vah haline iftira atanın ve ayıp kusur arayanın ki, serveti biriktirir ve onu bir kalkan sayar. Zanneder ki Serveti onu sonsuza dek yaşatacak! Hayır tersine çökerten bir azaba terk edilecektir o." (104/Hümeze, 1-4)

İnsanlardan cehenneme kendi yakacaklarını hazırlayanlar hayatlarını, ölçüsüzce, haram helal sınırlarını gözetmeksizin tüketirler. Bunun sonucunda elde ettikleri maddi birikimle, teknoloji ile güçlü ve yıkılmaz bir otorite kurduklarını zannederek taşkınlık yapmaya, yeryüzündeki ekini, nesli, ilahi dengeleri bozmaya başlarlar. Bu duruma örnek olarak Rabbimiz, tuğyan istiğna ve ifsad edeni vermekte bu tür insanları kınayıp ebedi bir azap vaad etmektedir. Firavun, Karun, Haman, Samiri ve müşrik toplumların önderleri bu tür insanlara örnektir. (Bkz. Hud, 11/69-83; Taha, 20/85; Enbiya, 21/77; Nemi. 27/32,55. vd.)

Tekasür ile zulm, dengeleri bozmak ve ahde vefasızlık arasında yakın bir ilgi vardır. Aşırı bir tutku ile mal, evlat, güç ve servet biriktirmek insanları manevi/ilahi değerlerin sınırlarının dışına çıkarır. Sonuçta böyle yapan bireylerin eylemleri bütün bir toplumu yavaş yavaş çürümeye, felakete götürerek dünyayı yaşanmaz hale getirdiği gibi ebedi hayattan da iflas edenler olma neticesi ile karşı karşıya bırakır.

Rabbimiz Allah'ı değil şeytanı, ahireti değil dünyanın geçici menfaatlerini tercih eden yeryüzünün küçük ilahçıklarının bu olumsuz tutumuna dikkat çekmek için Tekasür süresini indirmiştir.

"Tekasür sizi oyaladı. Mezarlarınıza girinceye dek. Ama zamanı geldiğinde anlayacaksınız ve bir kez daha zamanı geldiğinde anlayacaksınız. Hayır onu tartışılmaz bir kesinlikle anlasaydınız, yakıcı ateşini mutlaka görürdünüz sonunda onu keskin bir gözle mutlaka göreceksiniz; ve o gün hayatın nimetlerine karşı yaptıklarınız için mutlaka sorguya çekileceksiniz." (Tekasür 10/1-8).

B- Rızık Konusunda Orta Yol

Çalışmamızın giriş kısmında ifade etmeye çalıştığımız itidal, orta yol üzerine kurulmuş bir itikad ve hayat anlayışı ile kazanılır. Bu çerçevede Tekasür örneğinde olduğu gibi, mal, evlat, güç ve servet biriktirmenin kendisi kötü değildir. Ancak bunu sınırsız bir ihtiras ve ölçüsüz bir sevgi ile yapmak şirktir. Allah'a istiflenenleri ortak yapmaktır. Allah Teâlâ'nın insanları farklı rızık sahibi olarak yaratmasının hikmeti imtihandır. Yoksa ekonomik farklılıklar tekelleşmeye yol açsın insanların bir kısım sınıfı zengin, bir kısmı sürekli yoksul olsun istenmemiştir. Orta yolu, itidali bize öğreten Rabbimiz aşağıdaki ayetlerde bunun yolunu ve hikmetini şöyle izah ediyor;

"Bilmezler mi? Allah dilediğine bol rızık verir, dilediğine az. Doğrusu, bunda insanlar için dersler vardır." (Zümer, 39/52.)

"Rabbinin rahmetini yoksa onlar mı bölüştürüyorlar? Bu dünyada geçim araçlarını onlar arasında bölüştüren ve onların bazısını başkalarına yardım etmeleri için diğerlerinin üstüne çıkaran biziz. Rabbinin bu rahmeti, onların yığabilecekleri bütün (dünyevi servetler) den daha hayırlıdır. Eğer (sınırsız zenginliğin önlerine serilmesiyle) bütün insanlar tek bir (şeytani) toplum haline gelmeyecek olsaydı Rahman'ı inkar edenlerin evlerini gümüşten çatılar ve tırmanacakları (gümüşten) merdivenler ile donatırdık." (Zuhruf, 43/ 32-33.) Ayrıca bkz. (Zuhruf, 43/34-35).

Hayatımızın her alanına ilişkin ölçüler veren Rabbimiz güç, servet ve zenginliğin sadece bir kesim insanlar arasında dolaşan devlet olmasını yasaklamış, tekelci sermaye ve tekelci zihniyetleri kınamıştır:

"...ki o, içinizden zengin olanlar arasında dolaşan (bir servet) haline gelmesin...." (Haşr, 59/7).

"Rızık konusunda, kiminize kiminizden fazla veren Allah'tır: Hal böyleyken kendisine fazla verilmiş olanlar rızıklarını aralarında bir bakımdan eşitlik olsun diye, sağ ellerinin egemenliği altındaki kimselerle paylaşmakta neden isteksiz davranıyorlar? Peki Allah'ın nimetini inkara mı kalkışıyorlar?" (Nuh,16/71) Ayrıca bkz. (Mearic, 70/18).

C- Marjinal Olmak Suç Değildir

Bir toplumu veya insanlık aleminin tümünü dikkate aldığımızda dünyevi servetlerden, güçlerden yoksun bulunmak şerefsizlik değildir. Şerefli, faziletli, erdemli ve Hakktan yana olmak, Hakkı adaleti ayakta tutmakla olur.

Yanlış bir düşüncenin ve amelin çok yaygın olması ona haklılık kazandırmaz. Hak, rölatif, çok çeşitli değil, tektir: İlahi vahiyle bildirilenler. O halde asıl erdem, belki tüm insanların günah bataklığında olduğu bir toplumda kendisini ve etkileyebildiği çevresini kurtarabilmektir. Kur'an'da bu konuda en etkileyici örnek Hz. Lut'un ailesi ile ilgilidir.

"Ve zaman içinde orada bulunan müminleri çıkardık: Çünkü bir tek hane (Hz. Lut'un hanesi) dışında orada bize teslim olan hiç kimse görmedik." (Zariyat, 51/35-36.) Ayrıca bkz. (Hud, 11/77; Hicr, 15/61; Zariyat, 51/31-37).

D- Övünülmesi Gereken Dünyevi Güç Üstünlüğü Değil Erdemli İnsanların Takva Üstünlüğüdür

Kafirler, müşrikler vb. olumsuz ihvan grupları güç ve servetleriyle övünmüşlerdir. Oysa birçok ayeti kerimede Rabbimiz bu durumu kınamıştır:

"Onlar, hiç yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce yaşamış olan (Hakikat inkarcılarının)ların sonlarının ne olduğunu görmediler mi? Onlar ki, daha kudretliydiler. Yeryüzünde daha derin izler bırakmışlardı. Ve dünyaya daha iyi iman etmişlerdi. Onlara Peygamberleri hakikatin bütün kanıtları ile gelmişlerdi. Ama Allah (onları helak etmekle) onlara haksızlık yapmış değildi. Fakat onlar kendilerine haksızlık yapmışlardır. (Rum, 30/9).

I. ve II. dünya savaşlarının kahramanı çağdaş medeniyet de Tekasür ile övünmekte, kendisini modernizmin putu olan teknoloji ile savunarak gelmiş geçmiş en büyük, en güçlü medeniyet olarak lanse etmektedir. Batı medeniyetinin insanlığa getirdiği yıkıma işaret etmede en tutarlı olan insanları da mürteci olmakla, çağdaş yaşamı anlamamakla, çağdaş olmamakla suçlamaktadır. Oysa 20. yüzyıla damgasını vuran Batı medeniyetinin en ileri olma sevdası bir hurafeden ibarettir. (Bkz. Fatır, 35/44; Mümin, 40/82; Zuhruf,43/8).

En ileri, en güçlü, en çağdaş, en çok mala sahip, en çok teknolojik üstünlüğü elinde bulundurmak gibi özellikler Hz. Süleyman gibi Tevnip'e ve adalete hizmet etmedikten sonra bir erdem değil, hüsrandır. Çünkü ahireti hedeflemeyen insani yatırımlar, şu üç-günlük dünyanın kısa vadeli imkanlarıyla sınırlı kalacak, ancak ebedi yaşamda iflas edenler/hüsranda olanlar arasında bulunacaklardır.

Maalesef geçici olana tutunmak, sabretmemek, dünyayı (Acileyi) istemek insanların çoğunun hayat tarzıdır.

"(Çoğunuz) bu geçici hayati (ACİLE'yi) seviyorsunuz. Ama öteki dünyaya hiç düşünmüyorsunuz." (Kıyame, 75/20-21.) Ayrıca bkz. İsra, 17/18; Taha, 20/131; İnsan, 76/27; Naziât, 79/38; A'la, 87/16-17).

E- İnsanların Çoğu Yoldan Çıkmıştır

İstişareyi, şurayı emreden Allah Teâlâ, çoğunluğun her zaman esas alınması gerektiğine dair bir şey indirmemiştir. Şura, Hakka boyun eğen, Allah'ı bütün güçlerden üstün tutanların oluşturduğu çoğunluktur. Yoksa sıradan insanlar ilahi hakikati kabul etmeyenler sorunları değerlendirme yeterliliğini sahip olmayanlar, müminleri temsil eden Şura'da yer alamazlar. Rasulullah İslami mücadeleyi yürütürken zaman zaman Şura'nın çoğunluğunun görüşüne uymuştur. Uhud Savaşı öncesi kendisi Medine'de kalmak isterken, çoğunluk şehir dışına çıkmak istemiş ve peygamberimiz onların görüşüne tabi olmuştur. Fakat bu her zaman böyle olmaz. Söz konusu olan ilahi vahiyde temeli olan bir ilke ise o zaman çoğunluk, azınlık önemli değildir. Önemli olan dinin ilkesi, akidesi, itikadi, hukuku, muamelatıdır. Ümmetin maslahatı İle ilgili bazı durumlarda da karar verecek olan şûra değil, belirlenmiş yetkililerdir.

Kur'an-ı Kerim'de birçok ayeti kerime ile yaratıcımız, insanların çoğunun ilkesel bir sapma içerisinde olduğunu, çoğunluğun esas alınmaması gerektiğini, çoğunluktan olanın bir övünç vesilesi olamayacağını vurgulamıştır. Önemli olan hidayet üzere olmak, Hakk yolda bulunmak, imanın gereğini yerine getirmek, malla canla Allah yolunda cihad ederek ilahi rızayı kazanıp cennete girmektir.

Özetlemek gerekirse çoğulculuğu, çoklukla övünmeyi, güç ve serveti bir fazilet olarak dayatan insan gruplarından bahseden ayetleri şöyle sıralayabiliriz:

1- İnsanların çoğu doğru yoldan sapmıştır. (Saffat, 37/7).

2- İnsanların çoğu gerçeğin farkında değildir/ bilemez. (Zümer, 39/29; Casiye, 45/26).

3- İnsanların çoğu ilahi mesajdan yüz çevirir. (Fussilet, 41/4).

4- İnsanların çoğu gönderilen elçileri yalanlar. (Zariyat, 5152).

5- İnsanların çoğu fasıktır/ günaha batmıştır/ günah içinde yüzer. (Hadid, 57/26-27).

6- İnsanların çoğu Ahireti inkar ederler. (Rum, 30/8).

7- İnsanların çoğu haindir. (Maide, 5/13).

8- İnsanların çoğu koyun sürüsü gibi hatta daha da aşağılıktır. (Furkan, 25/44-45).

9- İnsanların çoğu Allah'ın kendisine lütfettiği değerleri bencilce kullanma özelliğine sahiptir. (Zümer, 39/49-56).

10- İnsanlar cahil, aceleci, cahilce ileri geri konuşan, anlayıp araştırmadan yalanlayan duygusuzca hareket eden, gözükene düşünmeden dalan nankör, yalancı, gerçeği kabul etmek için inatla direnen, gururlu, kaba, çabucak karamsarlığa düşen bir yapıdadır.

(Bakınız. Bakara, 2/171, 206; Al-i İmran, 3/16; İbrahim, 14/37; İsra, 17/36; Kehf, 18/54; Neml, 27/84; Ahzab, 33/72; Sebe, 34/17; Zümer, 39/3; Fussilet, 41/49; Hucurat, 49/6; Kalem, 68/13; Müddessir, 74/16-45... vd.)

Tabii ki bunlar insanların olumsuz özellikleridir. Olumlu özellikleri de vardır. Ancak araştırmamızla doğrudan ilgili olmadığı için onları burada zikretmiyoruz. Sonuç olarak böyle olumsuz özelliklere sahip bir varlığın çoğunluğun bir konuda hemfikir olması, o görüşün doğru olduğu anlamına gelmez.

Sonuç

Çoğunlukla, birikmiş yığınlarca malla, altın, güç ve servetle övünüp bunları haklılığına gerekçe olarak göstermek Allah katında bir şey ifade etmez.

Kurtulacak olanlar, fıtratında Allah'ın istidad olarak yerleştirdiği hidayete tabi olabilme, takva, hilm vb. güzel özellikleri kullanan insanlardır. (Bakınız. Rum, 30/30; Şems, 91/8; Leyl, 92/5-10).

"Zalimler, tekasür, istiğna, tuğyan gibi Allah'a isyan anlamına gelebilecek, yeryüzündeki ilahi dengeleri bozup altüst edebilecek, ruhi kirliliğe, manevi dejenerasyona yol açan hastalıkları süsleyip püsleyip çağdaşlık (Modernizm) adı altında yaygınlaştırmaya çalışmaktadırlar. Çoğu zaman demokrasi, teknoloji vb. isimlerle pazarlanmak istenen bu süslü, ama elbise giymiş kütükten ibaret şirk pazarının mallarını almada istekli olmak, ateşin azabına götüren felaketin başlangıcı olabilir"

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR