1. YAZARLAR

  2. Arif Çifci

  3. Tasavvuf Kitaplarındaki Uydurma Hadisler -2

Tasavvuf Kitaplarındaki Uydurma Hadisler -2

Temmuz 2005A+A-

Bir önceki bölümde tasavvufun inanç esaslarının ve pratiğinin dayandığı hadislerin zayıf veya uydurma olduğunu ifade etmiştik. Bu hususu tasavvuf öğretilerinin temel esası olan birtakım kavramları ele alarak inceleyebiliriz. Tasavvuf bazen İslami kavramları içlerini boşaltarak, hatta onları aslından saptırarak kullanırken, bazen de yeni kavramlarla kendisini ifade etmeye çalışmıştır.

Tevhid, yaratılış, Allah, peygamberlik, nübüvvet, veli, evliya, zikir, zahir, batın, zühd, rabıta, keramet gibi kavramları İslami literatürden ve Kur'an bütünlüğünden kopararak, üstelik bu konularda kendi dünya görüşüne dayanak yapmak için hadis bile uydurmaktan çekinmeyerek ümmeti bambaşka bir din anlayışına götürmüştür. Dış görünüşü İslam boyası ile boyanmış gibi görünse bile içeriği İslam öncesi dinlerden ve fethedilen yerlerin kültürlerinden etkilenerek oluşan bir eklektik yapıyla karşı karşıya olduğumuzu gözden kaçırmamak gerekir.

Tevhid ve Allah Tasavvuru

Tevhid konusunda tasavvufçular pek çok hadis uydurmuşlardır. Bunlardan birkaç örnek verebiliriz:

1. "Benim Allah ile beraber olduğum öyle bir vakit vardır ki benimle birlikte o vakitte bana, ne Hakk'a yakın bir melek, ne de gönderilmiş bir peygamber yaklaşabilir."

Bu sözün meşhur tasavvuf kitaplarında geçmesine rağmen (Kuşeyri'nin Risale'sinde, İbn Arabi'nin Fususü'l-Hikem'inde, İmam-ı Rabbani'nin Mektubat'ında ve Hucviri'nin kitaplarında) hadis kitaplarında bu söze rastlanmadığı belirtilmiştir.1

Tevhid konusunda uydurma olan bazı rivayetleri herhangi bir yorum yapmadan şöyle sıralayabiliriz:

2. Rasulullah şöyle buyurdu: "Rabbim bana bu gece en güzel şekilde geldi."

3. Ebu Hureyre'den Rasulullah şöyle buyurdu: "Allah kıyamet gününde: 'Ey Ademoğlu! Ben hasta oldum da sen beni niçin ziyaret etmedin' diyecek. Ademoğlu: 'Ya Rabbi sen alemlerin Rabbisin, ben seni nasıl ziyaret edebilirim?' diyecek. Allah Teala 'Falan kulumun hasta olduğunu bildiğin halde niçin onu ziyaret etmedin? Eğer onu ziyaret etseydin, beni onun yanında bulacaktın.'"

Bu rivayetin İncil'de de bir benzeri vardır.2

4. Ebu Hureyre'den Rasulullah şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki en alttaki dünyaya, iple bir adam sarkıtmış olsanız, mutlaka Allah'ın üzerine düşer."

5. Ebu Hureyre'den Rasulullah'ın buyurduğuna göre, Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Her kim benim veli kullarımdan birisine düşmanlık ederse, ben ona harp açarım. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana devamlı nafile ibadetleri ile yaklaşır. Bunun sonucunda ben de onu severim. Bir kere onu sevdim mi, ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Eğer benden bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa muhakkak onu himaye ederim."

Yukarıdaki sözler Buhari, İbn Mace ve Ahmed b. Hanbel'de geçmesine rağmen hadis tenkitçileri tarafından kabul görmemiş ve ihtiyatla yaklaşılmıştır.

Bu sözler şöyle değerlendirilmiştir: "İslam itikadına göre peygamberler dışında hiç kimse masum değildir. Peygamberlerden bile zelle denilen hatalar sadır olmuştur. Hatta peygamberlerin tebliğ dışında bulundukları hallerdeki masumiyeti tartışılmıştır. Hal böyle olunca veliler için masumluk yolunu açmak onlara hakkı olmadıkları mertebeyi vermek demektir ki bu da İslam inancına terstir. Ayrıca böyle bir anlayış insanları olmadıkları mertebe dışında görmek gibi itikadi açıdan büyük hatalara düşmesine sebebiyet vermektedir."3

6. Ebu Hureyre'den, Rasulullah (s) şöyle buyurdu: "Allah, Adem'i kendi suretinde yarattı."

Bu hadisi Buhari, Müslim ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmesine rağmen kelamcılar teşbih ifade ettiği için tenkit ederken aynı ifadelerin Tevrat'ta "Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı."4 şeklinde geçmesi enteresandır. Hadiste İsrailiyat etkisi görülmektedir.

"Hadis olarak aslı olmadığını belirlediğimiz sözler, bazı sufilerin, yine birçok meslektaşları tarafından bile tenkitlerine neden olan yanlış bir tevhid telakkisine kapılmalarında etkili olmuştur. Bu noktada sufiler arasında bir anlayış birliğinden söz etmek çok zordur. İlk dönemlerin sufileri tevhidi 'Her türlü kötü sıfatlardan temizlenme ve güzel sıfatlarla muttasıf olma' şeklinde bir ahlak ve ruh eğitimi aracı görürlerken; sonraki dönemlerde yaşayan bazı sufiler, onu, kulun Allah'la bütünleşmesi olarak algıladıkları için kulluk ve sorumluluk bilincinin de sona ereceği bir çeşit 'Kendinden geçme hali' olarak kabul ettiklerini görüyoruz."5

Tasavvufa Göre Yaratılış Felsefesi

Tasavvufçular dünyanın yaratılışını ilahi aşk kavramıyla açıklamışlardır. Bu meyanda ileri sürdükleri görüşlere hadisten dayanak arayarak ispatlamaya çalışmışlardır.

Örnek: "Gizli bir hazine idim, bilinmemi istedim; bilinmem için mahlukatı yarattım. Kendimi onlara tanıttım, onlar da beni tanıdılar."

Bu sözlerin hiçbir hadis kitabında olmadığı tespit edilmiştir. Bu sefer de bu anlayışın kutsi hadis formunda savunulmaya geçildiği görülmüştür. Bunu zaman zaman kendileri de ifade etmekten çekinmemişlerdir. İbn Arabi bu sözler hakkında: "Nakil yönünden sahih değilse de, keşfen sahihtir." şeklinde hadis usulcülerinin reddettikleri bir usulle delillendirmeye çalışmıştır.

Dünyanın yaratılışı Allah'ın mutlak kudretiyle olmuştur. Bunun sebebini izah etmek, kesin nasların dışında bir yorum yapmak gaybe taş atmaktır. Maalesef bir uydurma söz tarih boyunca doğru kabul edilerek İslami edebiyat altında şair ve yazarlara ilham kaynağı olmuştur.

Yanlışlar İslami edebiyat ve sanat alanında kalmamış süreç içerisinde insanların akideleri de bu yanlış sözler üzerine bina edilmiştir. Mevlitlerde, mesnevilerde ve günümüzde İslami endişe taşıdığını bildiğimiz gazete köşelerinde hâlâ devam etmektedir. İşte bunun en son örneği: "Akit gazetesinde şair arkadaşımız Müştehir Karakaya ile bir söyleşi yayınlandı. Müştehir arkadaşımız 'Kainat bir aşkın tezahürüdür.' diyordu. Bunu da uydurmalığı sıhhatinden daha meşhur bir hadis iddiasına dayandırıyordu: Levlâke hadisi olarak da bilinen 'Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım' rivayeti.

Yanımızda/yakınımızda bulunan bir genç şair arkadaşımızın bile, bu ifadelerin uydurma olduğunu bugünden sonraya hiç işitmemiş gibi, poetikasını oluşturmada delil olarak kullanılmasını nasıl açıklayacağız? Çünkü kimsenin başka bir kaynağı yok. İnsanlar sanatı, şiiri konuşurken birinci elden kaynağa bakma ihtiyacı duymuyorlar her nedense."6

Bu düşüncelere katılmamak mümkün değildir. "İlk yaratılan nedir?" konusu da tasavvufçular arasında tartışılmış ve bununla ilgili birkaç söz uydurulmuştur. Örneğin: "Allah'ın ilk yarattığı akıldır." veya "Allah'ın ilk yarattığı, nurumdur." şeklinde birbiriyle çelişen hadisler uydurulduğunu görmekteyiz. Bu tartışmalar felsefi tasavvufun zihin jimnastiği yaptığı dönemlerin ürünüdür. Aynı görüşler daha sonraki dönemlerde de hiç tartışılmadan kabul görmüştür. Bu sözler neo-Platonizm ve Gnostisizm öğretilerinin tasavvufu etkilemesi sonucu hadis haline gelmişlerdir. Dünyanın yaratılması konusunda neo-Platonizm, tecelli düşüncesini kısaca "Alemin, Allah'tan sudur ettiğini, O'nun bir parçası olduğu" fikrini öne sürer. Bu nazariyeye göre bütün varlıklar Allah'ın bir parçasıdır. O'nun tecellisidir. Bu anlamda uydurulmuş bir hadis: İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre Cebrail (a) Peygamberimize şöyle dedi: "Allah arşı yarattı, onun 400 direği vardır. Bir direkle diğeri arası 400 senelik yoldur. Yedi kat gök, kürsinin yanında çöle atılmış bir halka gibidir. Kürsi de arşın yanında böyledir." Hadis denilen bu sözler hiçbir hadis mecmuasında yer almamaktadır.

Kainatın yaratılışı konusunda ileri sürülen hadislerin ravi zincirinde genellikle Ka'bu'l-Ahbar adının geçmesi dikkat çekicidir. Çünkü hadisçilere göre Ka'b, İslam kültürüne İsrailiyat etkisini getiren kişidir. Ka'b'ın sözlerinin Tevrat kaynaklı olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Hz. Ömer bu kişinin hadis söylemesini yasaklayarak sürgün tehdidinde bulunmuştur. Ayrıca Buhari ve Müslim bu şahıstan hiçbir rivayette bulunmayarak şüphelerini ortaya koymuştur.7

İlk yaratılanla ilgili olarak da bir fikir birliği yoktur. Bunlar: kalem, akıl, nur-ı Muhammedi, Levh-i Mahfuz, arş, su olarak ileri sürülmüştür. Bu konular Gazali, İbn Arabi, İsmail Hakkı Bursevi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Aziz Mahmud Hüdayi gibi kişilerin kitaplarında maalesef uydurma hadislere dayandırılarak ispatlanmaya çalışılmıştır. Daha sonrakiler bu uydurma haberlere dayanarak hiçbir eleştiri yapmadan bunları doğru kabul ederek içtihat oluşturmuşlardır. Olaya Kur'an ve sahih hadisler çerçevesinde bakıldığında yapılan izahların İslam akidesine ters düştüğü görülecektir. Artık bu kitapların dikkatli bir şekilde incelenerek okunması sağlanmalıdır.

Dipnotlar:

1- Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2001, s. 80.

2- Matta, XXV, 34-46.

3- Ahmed Yıldırım, a.g.e., s. 85-86.

4- Tevrat, Tekvin, 1, 27.

5- Muhittin Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, Tasavvuf Kaynaklarındaki Tartışmalı Rivayetler, Yediveren, Konya 1999, s. 264.

6- Metin Önal Mengüşoğlu, "Sanatın Müslüman Zihinlerdeki Titrek Konumu", İktibas dergisi, Sayı: 317, Mayıs 2005, s. 48.

7- Veli Atmaca, Hadiste İsrailiyata Bakış: Ka'bu'l-Ahbar, HÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Urfa 1977, s. 177.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR