1. YAZARLAR

  2. Fevzi Zülaloğlu

  3. Çocuklara Dini Eğitim Ne Zaman Başlatılmalıdır?

Çocuklara Dini Eğitim Ne Zaman Başlatılmalıdır?

Temmuz 2005A+A-

Terbiye bir şeyi yavaş yavaş, aşama aşama kemale erdirme sanatıdır. Eğitim hele de insan için söz konusu edildiğinde, son derece zordur. Motivasyon olmadan, ilgi uyandırmadan insanları bir yöne doğru çekmek mümkün değildir. Çünkü iradeli bir varlığa ne kadar doğru da olsa, istemediği bir şeyi yaptırmak son derece zordur: Ya bir ihtiyacına, yahut bir eğilimine, ilgisine hitap etmek gerekir. Bu nedenle insan eğitimi çok ince bir sanattır.

Bu ince sanatın tüm gerekli ögeleri en büyük terbiyeci insanoğlunun ilk mürebbisi, ilk öğretmeni olan Yüce Allah'ın hikmetli öğütlerinde mündemiçtir. En mükemmel sıfatlara haiz olan Yüce Allah'ın Rab sıfatı terbiye/eğitim manasında mastardır ve rubûbiyet/terbiye edicilik Kur'an'da en çok tekrar edilen güzel isimlerdendir.1 Eğitimle ilgili olan Rab, Yüce Allah'ın terbiyenin bütün araçlarına sahip mükemmel bir terbiyeci olduğunu ifade etmektedir.

1. Din Duygusunun Kökeni ve Yönü

Din duygusu A'raf Sûresi ayetlerinde de beyan edildiği gibi insanda doğuştan vardır. Doğuştan gelen duyguların tevhide yatkın olduğu gerçeğini dile getiren en vurgulu ayetlerden birisi de Rûm Sûresi'nde geçmektedir:

"Böylece sen batıl olan her şeyden uzaklaşarak, yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah'ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran; (ki,) Allah'ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin, bu sahih (bir) din(in gayesi)dir: Ama çoğu insanlar onu bilmezler." (Rûm, 30/30)

Şems Sûresi'nde beyan edildiği gibi, insan benliği iki zıt eğilimi bir arada tutmakta ve bir tarafın arındırılmasına ihtiyaç duymaktadır:

"İnsan benliğini düşün ve onun nasıl (yaratılış) amacına uygun olarak şekillendirildiğini; ve nasıl ahlâki zaaflarla (fucur) olduğu kadar, Allah'a karşı sorumluluk bilinci (takva) ile de donatıldığını! Her kim benliğini arındırırsa, kesinlikle mutluluğa erişecektir. Onu (karanlığa) gömen ise hüsrandadır." (Şems, 91/7-10)

Yukarıdaki ayette de beyan edildiği gibi din duygusuna doğuştan sahip olmak, dünya hayatında hidayet üzere kalabilmek için garantili bir teminat değildir. Çünkü insanoğlu fıtratında iki zıt eğilimi -takva ve fucur'u- birlikte taşımıştır. Benliğinde iyiye yönelim olduğu gibi, kötüye yönelim de vardır. Bu nedenle dînî eğitimin amacı, insan kişiliğindeki fucur'un kontrol altında tutulması, onunla nasıl baş edileceğine, nasıl baskı ve denetim altında tutulacağına ilişkin olarak yol göstermek olmalıdır.

Bu nedenle din duygusunun da eğitilmesi gerekir. Bu bağlamda fıtrî vahiy ile peygamberlere indirilen nebevî vahyin zikirlerini/hatırlatmalarını kardeşçe bir arada tutanlar kendileriyle ve Yaratıcı ile çelişmeden hayatlarını sürdürmüşlerdir. Aksi takdirde ise, şirk gibi hastalıklar, çelişkiler insanoğlunun yakasını hiç bırakmamış, manevi huzurdan nasipsiz olarak göçüp gitmişlerdir.

Fıtratta din duygusunun var oluşu bütün insanların hidayet üzere, hayır ve hasenatla hayatlarını geçirecekleri anlamına gelmez. Çünkü doğuştan çift kutuplu bir karaktere sahip olmaları, takva ile fucur arasında tercihte bulunmalarını zorunlu kılar. Bu sebeple din duygusunun da terbiye edilmesi zorunludur. İnsan ruhunun derinliklerinde yer alan, tüm hücrelere yayılmış olan bu çift kutupluluk iyiye yöneltmek maksadıyla sorumlu, ciddi bir eğitimi de gerekli kılmaktadır. Başı boş bırakılan, neyi nasıl öğreneceğine, neyin yanlış neyin doğru olduğuna ilişkin rehberlik edilmeyen bir insanın tam olarak hidayet üzere bir doğrultu tutturabilmesi mümkün değildir. Bu hususa bir hadiste şöyle değinilmektedir:

"Her çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hıristiyan ve Mecûsi yapar."2

Din duygusunun doğuştan her insanda var olması, Yaratıcı'nın sonsuz kudretini sezme noktasında çok önemli kazanımlar sağlar. Ancak sonradan kibir, bencillik, hevasına uluhiyet derecesinde bağlılık gibi nefsin fucur boyutunda var olan ârızî duygular eliyle ya da insanı yoldan çıkarıcı çevre faktörleri nedeniyle bu saf duygunun üzeri örtülebilir. Bu noktada küfr'ün örtmek anlamına gelen bir kök anlamının olduğu hatırlanmalıdır. İnsanın doğuştan taşıdığı olumlu değerlerin üzerinin örtülmesiyle yavaş yavaş küfrün karanlığı gönüllere çöreklenmeye başlar. Böyle bir felaketle karşılaşmamak için insan tabiatında bulunan olumlu değerlerin korunması, geliştirilmesi ve kemale erdirilmesi gerekir.

2. Cenin'e Dini Eğitim

Dîni eğitimin ne zaman başlatılması gerektiğine ilişkin çeşitli tartışmalara şahit oluruz. Bu tartışmalara üreteceğimiz cevaplar, hiç şüphesiz yol gösterici bir Rabbe iman eden müminler olarak O'nun vahyettiği hikmetlere göre olacaktır. İlahi hikmete göre insanın eğitimi varlık sahnesine attığı ilk adımla birlikte başlamıştır.

İnsanın, yaratıcısı ile ilk ilişkisi Elest Misakı diye ifade edebileceğimiz bir anlaşma ile gerçekleşmiştir. Elest Misakı aynı zamanda insanları yaratıp kenara çekilmeyen, başı boş bırakmayan, yarattıklarına merhametinin, adaletinin ve şefkatinin bir kanıtı olarak sürekli yol gösteren Rabbimizin hidayete elverişli kılan ilk söz vahyidir de. Bu anlaşmanın ne zaman, nerede yapıldığı ile ilgili rivayetlere ve bâtınî tefsirlerdeki spekülasyonlara girmek yerine ayetin bağlamına ve muhtevasına dikkatlice bakmak bir çok soruya mubîn cevaplar almamızı sağlayacaktır. Söz konusu ayetin meali şöyledir:

"Ve senin Rabbin, her ne zaman Âdemoğulları'nın sulblerinden onların soylarını çıkaracak olsa, onları kendileri hakkında tanıklık etmeye çağırır: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar, cevaben 'Elbette' derler. 'Buna tanıklık ederiz!' (Bunu böylece hatırlatıyoruz ki) Kıyamet Günü'nde, 'Doğrusu, bizim bundan haberimiz yoktu' demeyesiniz, yahut: 'Aslında, önce (biz değil) atalarımızdı Allah'tan başkasına ulûhiyet yakıştıranlar; biz sadece onların izinden yürüyen bir kuşağız; öyleyse, bâtılı ihdas edenlerin işlediklerinden dolayı bizi helak mi edeceksin?' demeyesiniz." (A'raf, 7/172-173)

A'raf Sûresi'nin bu iki ayetine dikkat edildiğinde görüleceği gibi Yüce Allah yarattığı tüm canlılar için yaptığı gibi fıtrî vahyin yol gösterici ışıklarıyla insanoğlunun önünü aydınlatmış, onu karanlıklara mahkum etmemiştir. Ve önemli bir husus da ilk vahyin, ilk muhatap oluşun bu ayetlere göre, daha tek hücre iken -anne karnında- başlatılmış olmasıdır. Babaların sulblerinden alınır alınmaz, ilahi vahye muhatap olan insanoğlunun Rabbiyle bu ilk tanışması onun tüm hücrelerine, tüm bedenine manevi kişiliğine yansımıştır.

Gözle görülemeyen, duyularla idrak edilemeyen Yüce Allah'ı, insan fıtratına yerleştirdiği sezgisel idrak imkanlarıyla ve onu besleyen ilahi vahyin yol göstericiliği ile ve akletme yetenekleriyle kavramak mümkün olabilmektedir. Bu nedenle yaratıcı bir gücü tümüyle inkara yeltenen insan grupları, insanlık tarihinde hep azınlık olmuş ve asıl sorun O'nu gereğince takdir edip-edememe noktasında ortaya çıkmıştır. Çünkü Yaratıcı'nın aşkın gücünü algılama, sezme yatkınlığı insanoğlunda doğuştan vardır.

Bütün ruhbilimcilerin ve eğitimcilerin, insan şahsiyetinin oluşum aşamalarıyla ilgilenen uzmanların üzerinde mutabık olduğu bir husus vardır: O da insan kişiliğinin oluşumunda üç ile altı yaş arası çok önemlidir. Biz bunu hakikatin elde var bir verisi olarak kabul ettikten sonra, Kur'an'ın rehberliğinde konuyu değerlendirdiğimizde bu gerçekliği eksik kabul etmek zorundayız. Çünkü Rabbimiz biz insanları tek hücre halindeyken muhatap alıp aşkın bir konuşma diliyle iletişim kurduğuna göre, birer emanet olarak bize verilen, ilahi bağış/Rabbani hediyeler olan çocuklarımızı, biz Müslümanlar vahyin rehberliğinde varlık sahnesine çıktığını anladığımız andan itibaren eğitmek zorundayız. Bebektir, çocuktur, bir şey anlamaz anlayışıyla rehavete kapılır, gaflete dalarsak çocuklarımızı şeytan ve askerleri eğitir, o zaman da -Allah muhafaza buyursun- fıtratına ve ailesine yabancılaşan bir nesille karşı karşıya kalırız. Bu nedenle din öğretimi için değil ama, din eğitimi için altı yaştan sonrası geçtir. Altı yaşına kadar din eğitimi Müslüman ailenin şefkatle yoğrulmuş yuvasında bitirilmelidir; ondan sonrası öğretimdir, öğretim ise önceki eğitimin oluşturduğu temeller üzerinde yükselecektir.

3. Çocuklara Dini Eğitim 

Ailenin yuvalandığı, büyüyüp kurumsallaştığı ev; özünde Rabbimizin yarattığı imkanlarla donatılmıştır. Harici şartlar ne olursa olsun Müslüman ailenin yuvası olan ev, ilkokuldur. Haddi zatında, toplumsal-siyasal koşulların zorluklarına karşı "evlerin karşılıklı mescitler edinilmesi", dış koşulların zorlu ortamında elde edilemeyen verimliliğin imanla yoğrulmuş yuvalarda bulunabilmesi, Yüce Allah'ın ihsan ettiği bir nimettir. Şartlar ister müminlerin lehine olsun, isterse aleyhine, her halükarda, kendi eğitimimizde ve salih nesillerin öncüleri olacak çocuklarımızın eğitiminde, evlerimizi karşılıklı mescitler edinerek tevhid ve adalet mücadelesinin sürekliliğine ve kesintisizliğine mütevazı katkılar sağlamak biz müminlerin kulluk borcudur.

Konuyla ilgili olarak Musa Peygamber kıssasının bir kısmını hatırlamakta fayda vardır. Firavun gibi dünyanın gelmiş geçmiş en kudretli hükümdarlardan birine karşı tevhid mücadelesi başlatan Musa Peygamber ve onun davasına inanmış az sayıdaki mümin, toplumsal-siyasal alanın tehlikeli ve kısıtlı ortamında elde edemedikleri imkanları, birer sığınak olan evlerinde bulmuşlardır. İmanlı-onurlu bir mümin olarak sosyal hayatta yer alma imkanları Firavun ve onun seçkin elitleri tarafından ellerinden alınmış o günkü müminler, Allah'a olan bağlılıkları-tevekkülleri, dua ve ibadetleriyle, evlerini tevhid dini İslam'ın öğretildiği yuvalara dönüştürme becerileriyle, kıyamete kadar gelecek müminlere -dolayısıyla bize de- örnek olarak Kur'an'da yer almışlardır:

"Firavun ve onun seçkinler çevresi kendilerine zulmeder korkusuyla (başkaları geri dururken) kavminden ancak birkaç kişi Musa'ya (onun peygamberliğine-doğru söylediğine) olan inançlarını izhar ettiler. Çünkü Firavun ülkede gerçekten de nüfuz ve iktidar sahibiydi, ve üstelik ölçüsüz acımasız biriydi. Musa: 'Eğer inanıyorsanız' dedi, 'eğer gerçekten O'na bağlanıp kendinizi O'na teslim etmişseniz, öyleyse artık güvenin O'na! Bunun üzerine onlar da şöyle dediler:

Biz Allah'a tevekkül etmiş/güvenimizi O'na bağlamışız! Ey Rabbimiz! Bizi zalim bir topluluğun elinde rezil-rüsvay etme; Hakkı inkar eden bu toplumun elinden lütfunla kurtar bizi!

Biz de Musa ve kardeşine: 'Şehirde halkınız için evlerinizi karşılıklı kıble/sığınak edinin!' diye vahyettik. Ve (iman edenlere şöyle deyin: ) Evlerinizi ibadet yerine dönüştürün ve namazda devamlı-kararlı olun! Ve (sen ey Musa!) İman edenleri (Allah'ın yardımıyla) müjdele!

Ve Musa şöyle dedi: Ey Rabbim! Gerçek şu ki, Sen Firavun ve onun seçkinler çevresine dünya hayatında görkem ve zenginlik verdin; öyle ki, bunun sonucu olarak onlar da, ey Rabbim, (başkalarını) Senin yolundan geri çeviriyorlar! Ey Rabbimiz! Öyleyse artık onların zenginliklerini silip yok et, (ve böylece) kalplerini sıkıştır; çünkü çetin azabı görmedikçe onlar inanmayacaklar!" (Yûnus, 10/83-88)

Sözün Özü

Değil mi ki Yüce Allah insanoğlunu daha tek hücre iken, anne rahmine daha yeni düştüğü anda muhatap almıştır? Öyleyse dînî eğitimin oradan başlatılması gerekir. Tek bir hücre ya da bir hücre topluluğu diye rahimdeki ceninin hafife alınması doğru değildir. Din eğitimi altı yaşına kadar bitirilmelidir. Din öğretimi ise ömür boyu sürecek, emanet olarak bize verilen canlarımızı sahibine teslim edinceye kadar devam edecektir.

 

Dipnotlar:

1- Allah kelimesi Kur'an'da 2799 defa zikredilmiştir. Rab kelimesi ise, Esmâü'l-Hüsnâ'dan en çok tekrar edilen kelimedir ve Kur'an'da 970 defa zikredilmiştir.

2- Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/233, 275, 393, 410; Buhari, Sahih, Cenaiz, 92; Ebu Davud, Sünen,17.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR