Nehir Aydın Gökduman

Yazarın Tüm Yazıları >

Gülümse

Temmuz 2005A+A-

Ağaçsız bir ormanda yürüyor gibiydik, Ey Nebi!

Gök çok ıslaktı... ve üzerimize ağıyordu yıldızlar...

Annem, koltukların kırlentlerini pat pat düzeltti. Mavi boncuklu kırlentleri koltuğun kenarına, yeşil sırmalıları ortasına dizdi. İri begonya saksısını pencerenin sağ tarafına, fiskos masasını tekli koltukların arasına çekti. Sırasıyla salondaki eşyaları tek tek elden geçirdi. Göz hapsindeydim... Bir işin ucundan tutayım dedim, tutmamla bırakmam bir oldu. Kapı zili... Annemde acemi bir telaş... Ay efendim siz miydiniz? Üç tombul teyze... Tanımam bilmem... Annemin günü mü, haftası mı demeye kalmadan her şey kabak gibi gün yüzüne çıktı. Kadınlar salona geçerken göz ucuyla süzdüler... Hanım kızımız bu mu? Hımm...

Annem öfkeli bakışlarımdan kurtulmak için sırtını bana dönüp misafirlerin karşısına oturdu. Karşılıklı hal hatır sorma uzadıkça, her iyiyimin ardından bir hastalık çıktı. Romatizma ağrıları, şeker, tansiyon bilumum ne hastalık varsa döküldü ortaya. Oracıkta kapının önünde acuze gibi beklemişim. Annemle göz göze gelmek için fırsat kolladım besbelli. Göz göze gelmemiz kaş göz işareti şeklinde oldu. İnşallah kahve bitmiştir diye söylenerek mutfağa yollandım. Biter mi hiç? Dün sırf kahve almak için Engin'i markete yolladığını nasıl da unuttum. Kardeşim merdivenleri söylenerek inerken bana imalı imalı bakmıştı ya... Herkes anlar ben anlamam. Bir de kendimi zeki sanırım.

Kahvelik ağzına kadar kahve doluydu. Yüz dünürcü ağırlar bu. Fincanları gürültüyle dolaptan indirdim. Tabakların üzerine oturturken çın çın çınladı ortalık. Annemin kesik kesik öksürüğü duyuldu içeriden. Duymazdan geldim. Şu canım fincanların kazara düşürmüşüm gibi yaşatsam üçünü beşini. Cesaret edemedim. Köpürte köpürte yaptım kahveyi. Fazla mı kaynatmışım, fincanlara boşaltırken köpük möpük kalmadı.

Elimde tepsi salona girdiğimde tepeden tırnağa süzüldüm yine. Fincanlara uzanırken iltifat ettiler. Aman da ne köpüklü kahve yaparmışım. Anasının kızı. Eli maharetli, okumuş etmiş, dini bütün... Bundan iyisi can sağlığı. (Gerçi biraz suratsız ama olsun, görücüye çıkmış kız haleti ruhuyesi.)

Kahveleri tuttuktan sonra annem, otur birkaç dakika dercesine baktı. Ben bu filmi daha önce izlediydim. Kısa metrajlı, kah trajedi kah komedi. İzle izle bitmemesi tek değişmeyeni... Rol almayı oldum olası sevemedim. O sırada açık salon penceresinden deli bir rüzgar esti. Tülü uçurdu misafirlerin başına doladı. Annem afaki bir heyecanla yerinden fırlayıp misafirleri tülün gazabından kurtardı. Yerimde kıkırdadım. Kes şunu der gibi baktı annem. Koltuğun ortasında oturan tombul teyze, pencereyi kapat Mahbube Hanımcığım, hanım kızımız pek narin rüzgar almasın, dedi. Sesi ne hoş, ne merhametli. Bize o kadarcık rüzgar bir şey yapmaz teyzeciğim, biz ne fırtınalar atlattık, yine de dimdik ayaktayız diyesim geldi. Annemin makas gibi birbirine geçmiş kaşlarını görünce vazgeçtim.

Mavi boncuklu kırlentlere yaslanmış tombul teyze, kahvesinden höpürtülü bir yudum aldı, tıpkı annemmiş gibi bakışları üzerimde dolaştı. Vakti gelince kuşu yuvadan uçurmak lazım Mahbube Hanımcığım, dedi. Sebebi ziyaretimiz… Sonrası o hikaye... Çocuk mühendislik okumuş. Sağında oturan komşusunun ablasının oğluymuş. Kadın yeğeninden söz açılınca yerinde diklendi… Başörtüsünün düğümünü gevşetti. Omuzlarını bir sağa bir sola silkeledi. Meseleyi vuzuha kavuşturmak lazım... Vallahi yeğenim olduğu için methetmiyorum... Ardından biri bıraktı, diğeri aldı lafı. Üçünün sustuğu anlarda da annem yetişti… Yarım kulak dinledim. Sabırla ellerindeki fincanların boşalmasını bekledim.

Evet dersek, önce ikimizi tanıştıracaklar... Gençlerin de fikrini almak lazım! Babalar gerektiğinde devreye girer tabii canım. Çocuk en yakın zamanda teyzesinin evine gelecek. Oh ne âlâ! Düşünüp taşınmışlar. Bizim aklımız tatile çıktı ya. Anneme ne demeli. Tabii Fitnat Hanımcığım, elbette Müberra Hanımcığım, neden olmasın Gülizar'cığım. Yüzümden düşen bin parça, fincanları toplayıp kös kös mutfağa yollandım. Onlar içeride epeyi bir kaynattılar. Giderken mutfak kapısından başlarını uzatıp gülümsediler. Duruşumdan, susuşumdan huylanıp bir daha uğramazlar sandım. Yanılmışım. Fitnat Hanım, akşam da sabah da yokladı. Damat adayının meziyetlerini saya saya tüketemedi. Zerre kadar merak ettiysem ne olayım!

Sonrası annemle mücadele... Gitmem efendim. Benim kimseyle görüşesim de yok evlenesim de. Kendimle sorunlarımı halledemedim henüz. Hem bakalım o benim penceremden bakıyor mu hayata! Ya ayrı ufukların insanlarıysak, ya aynı yağmurda ıslanmamışsak... Her şeyden önemlisi o şemsiyesiz dışarı çıkmayanlardansa... Harcadığımız zamana yazık olmaz mı? Olmaz olmaz, dedi annem. Ben anladım onun ıslandığı yağmur da seninkinden... Nerede bir fakir fukara görse eli cebindedir dedi ya teyzesi... Sonra kurda kuşa bile merhamet eden türden. Bu devirde kısmetin böylesi... Gülümsemesinden cesaret aldım. Ismarlama işler bana göre değil diyecek oldum. Sen misin yekinen... Belindeki mutfak önlüğüyle fırtına gibi esti evin içinde. Kitaplığımdaki kitapların üçünü beşini yere savurdu. Odama anlamlı tınılar yayan teybimi hırsla kapattı. İçindeki kaseti çıkarıp fırlattı. Ve raftaki birkaç ezgi cd'sini daha... Sonra dingin nehirler gibi durularak kanepenin üzerine yığıldı. Sana kalırsa evlenmeye niyetlendiğinde kamburu çıkmış tonton bir nine olacaksın, diye sızlandı. O zaman da köprü karşı yakada kalacak. Kırk yılın başı bir büyük sözü dinlesene evladım...

Bu kaçıncı kırk yılın başı!

Çaresiz, ayaklarım geri geri tepse de üç gün sonra görüşme evindeydim. Teyzesi beni sıcak bir tebessümle karşıladı. Yeğeni benden evvel gelmiş, salonda çayını yudumluyordu. Biz içeri girince kibarca ayağa kalktı. Teyzesi elinde unuttuğu toz bezini sallayarak yeğenine yaptığı kaş göz işaretinin ardından bizi yalnız bıraktı. Adı Erkan'mış, soyadını o hengamede anlamadım. Hoş anlasam da gerek yok. Çünkü ne ilk bakışta ne de sonrasında elektrik aldım. (Bu laf da ne kadar moda oldu. Babaannem rahmetli bile alentrik almadığın biriyle evlenme kızım, diye tembih ettiydi.) Muhabbet de sarmadı. Hatırı sayılır bir şirkette bölüm şefiymiş... Makineleri avucunun içi gibi biliyor. Aynı zamanda insan kaynakları müdürü. İşe alınacak, işten çıkarılacak adam ondan soruluyor. Bir bakıma şirketin ortaklarından sayılır. Gönülsüzce dinledim. Öylece sustum, suskunluğumun ilgisizliğime delil olacağını zannettim.

Duvardaki guguklu saate, odanın ortasındaki maun sehpanın üzerindeki kırmızı güllere takıldım. Teyzesi dalından yeni koparılmış bu çiçekleri aramızda filizlenmesini umduğu sevgiye ilham olsun diye koymuş olmalıydı vazoya... Güllerin üçü henüz tomurcuk, diğerleri açmış. Kokuları katre katre etrafa dağılmıştı. Hep gülleri izlesem. O peş peşe sorup soruşturdu, okulumu, mezunluğumu, ayını yılını, neden boşta kaldığımı... İyiye güzele yordum. Akıllı uslu cevaplayayım dedim. Meğer iş başvurusunda bulundum da mülakat mı yapıyorsunuz demeliymişim. Diplomam niçin işe yaramıyormuş? Paşa gönlüm öyle istiyor, yoksa memlekette iş veren verene, çağıran çağırana efendim.

Bir de agresifsin der, annem. Güya bizim mahalledenmiş. Bana kalırsa bize mars kadar uzak... Gittikçe mahalleye yabancılaşan yabancılaştıkça hayırsızlaşan bir komşudan farksızdı edası duruşu. Sonrası sağdan soldan birkaç klişe örnek... Şirketteki yardımcısı da başörtülü. Kız, lise mezunu olmasına rağmen koca şirketi omuzluyor. Başörtüsünü bayraklaştırmadığı için de göze batmıyor. Zamana ve zemine göre giyinmesini biliyor, akıllı. Sonra akşama kadar ellerini paramparça eden tinerle makineleri parlatan işçi, işçimen kızlar... Allı morlu tülbentleriyle harıl harıl çalışıyorlar. Terleri tülbentlerine damladıkça örtüleri daha bir kutsallaşıyor. Siz ve sizin gibiler ise... Yutkundu, fikirlerinde tereddüdü var da sustu zannettim. Meğer ağzı kurumuş. Bir yudum suyun ardından devam etti... Kenarda köşede kalmamızı isteyenlerin oyunlarına geliyorsunuz.

Bir an koptum. Çaldığım nice kapının ardında; başörtümü küçültüp, (ya da çıkarıp) yüzümü renklendirmediğim için iş veremeyeceklerini açıkça dillendiren patronlar gibiydi sözleri, bakışları. O kapılardan kırılgan dönüşlerle vardığım evimdeydim. Patronlara yeterince diklenmediğim için kendime kızdığım, öfkemi duvarlara vurduğum akşamlardan birinde. Annemin acımsı bakışlarından kurtulmak için odama kapanmıştım. Fakülteyi bitirdiğimde babamın çerçeveletip odamın duvarına astığı yaldızlı diplomama bakıp duruyordum bön bön. Ağaçsız bir ormanda öylesine yürümüş ve başına güneş geçmiş yolcular kadar hissiz ve ilgisizdim her şeye... Kaskatı yüreğim ve kupkuru gözlerimle tortop olup yumruklaşan parmaklarımı izliyordum. Görse annem bir türlü hanım hanımcık olmayı başaramadığımdan yakınırdı.

Az sonra teyzesi çay tepsisiyle kapıda göründü. Çay may içesim yok tabii. O hırsla apar topar kalkabilirdim. Teyzesi çayın yanına kalp şeklinde kurabiyeler hazırlamıştı. Minik, bir lokmada tükenecek cinsten. Üstlerinde benek benek kuş üzümleri, ceviz kırıntıları... Başka zaman olsa leblebi niyetine tüketebilirdim. Elimi sürmedim. Gül kokusuna bulanan vanilya buğusunu içime çektim. İçimi çektim... Onun iştahı arazi. Kurabiyeleri ikişer üçer lüpletti. Madem öyle... Yine eve gidince bana kendimi yiyip tüketmek düşmesin şuna bir güzellik yapayım dedim... İşte o arada söyledim ne söyledimse. İlkeli olmanın faziletlerini tek tek, olmayanların başına gelecekleri ise üçer beşer sıraladım maddeler halinde. Okumuş biliyormuş hepsini. Öyleyse yaşayın dedim, bilginiz teoride kalmasın. Kitabın yaprakları arasında, paslanıp kararmasın, küflenip sararmasın... Sonra şirketleri için dekor görevi görecek bayan elemanları gazete ilanıyla bulmalarını tavsiye ettim. Daha neler mi söyledim? İçimde yılların biriktirdikleriyle, ticari bir anlaşmaya imza atar gibi yapılan evliliklerden tuttum; çıkar karmaşasında ilkelerini rafa kaldıran ciğeri beş para etmez kuruluşlardan çıktım. Kendine eş mi yoksa seküler bir çeşni mi aradığını sormayı da unutmadım...

Neler de bilirmişim!?

Bakakaldı. Teyzesinin öve öve bitiremediği okumuş hanım kız profiline uymuyordum ya nasıl söylesin. Sustu. Kara birer lekeye dönüşen bakışları kolundaki saate mıhlandı. ptallar gibi başımı öne eğmedim. Kapıyı çekip çıktım.

 Yol boyunca annem geldi gözümün önüne. Kulaklarımda vurgun yemiş gibi bir uğultu. Eve gidecek mecalim yok. Sağımdan solumdan akan insan selinin arasında umarsızca dolaştım. Şaşalı vitrin önlerinde oyalandım. Durdum izledim. Görmeden baktım cafcaflı elbiselere, bluzlara. Ben de bugün cansız bir mankenim. Sanki tıpkı onlar gibi asırlardır kıpırdamadan nefes almadan durmuşum. Ya da sahipsiz, evini barkını yitirmiş bir berduşum. Yüreğimde ve tabanlarımda inceden bir sızı. Caddenin kenarına kurulmuş tezgahların birinden bir başörtü satın aldım, sahil yoluna saptım. İçimdeki dev boşlukla devleşmenin tarifini arıyordum. Aç bî aç, banklardan birine oturdum. Manzaraya içercesine diktim gözlerimi. Deniz asude bir gelin, martılar çığlık çığlığa teyakkuzda... Gözlerimi kapatıp Yeni Camii'nin güvercinleriyle buluştum. Etrafımda pırr pırr kanat sesleri... Avuç avuç yem serptim, aç bir güvercin kalmamacasına yemledim hepsini. Avuçlarıma alıp okşadım. Kulaklarına özgürlük türküsünü fısıldadım. Bu ne yeğnilik; birden bir kuş oluvermem mi? Ver elini Galata Kulesi. Hazerfen gibi kanat açıp aşağılara süzüldüm. Haliç'e daldım çıktım. Sonra yunus oldum derinlere vardım. Korkmadım, köşe başlarını tutan köpekbalıklarından. Bizatihi sordum: Pardon! Buradan en yakın okyanusa nasıl açılırım! Küçük deniz beni tutuyor da...

Evimizin sokağına geldiğimde hiçbir şey olmamış gibi sükunetteydi ruhum. Sadece aynı filmi izlemekten biraz gözlerim yorgundu. Kapıyı anahtarımla açıp, sessizce odama süzüldüm. Annem ıslak ellerini üzerindeki mutfak önlüğüne kurulayarak, yanıma geldi. Yüzünde umutla umutsuzluğun gölgeleri. Gülümseyerek gözlerine baktım. Hemen anladı. Deli kız, zaten hayırlı bir haberle dönsen şaşardım, dedi. Bağırıp çağırmadı, korktuğum başıma gelmedi. Babam akşam haberlerini izliyordu. Televizyonun sesini kısıp, yine mi uygun bir iş bulamamış hanım diyerek yerinden doğruldu. Bulamamış bey, dedi annem. Bu gidişle de bulabileceğe hiiiç benzemiyor...

 Desene aldığım kahve yine boşa gitti abla, dedi Engin... Vallahi ister saklayın, ister bitirin... Bir dahaki sefere almaya ben gitmeyeceğim. Kim giderse gitsin...

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR