1. YAZARLAR

  2. İsmail Aksu

  3. İslami Çalışmalar ve Batı

İslami Çalışmalar ve Batı

Mart 1990A+A-

Günümüz Batısı'nda İslam'a duyulan alaka geniş çevrelere yayılmış bulunmaktadır. Akademik kurum ve kuruluşların yapmakta olduğu çalışmalardan, basın yayın araçlarında yer alan konulara, çizgi romandan özel istihbarat kuruluşlarınca yayınlanan raporlara, emekli diplomat/bürokrat hatıralarından Birleşmiş Milletler'in kültürel komisyonlarınca çalışmalara varıncaya kadar değişik kesim ve çevrelerde bu alakanın yansımaları görülmektedir. İslamiyet'i, İslam ülkelerini ve bu ülkelerde ortaya çıkan siyasi/sosyal hadiseleri konu alan çok çeşitli çalışmalar yapılmakta, sempozyumlar/seminerler düzenlenmekte, kitaplar neşredilmektedir.

İslam dininin ve bu dinin bağlıları olan Müslümanların Batı'da bir alaka konu olması yeni bir hadise değildir. İslam dünyasının Batı dünyası ile karşılaşması ile birlikte ortaya çıkmıştır. İslam dünyasının Batı ile karşılaşmasının uzun bir tarihi vardır ve bu uzun tarihin yaşanmaya başlamasıyla birlikte de İslam, Batı'da alaka konusu olmuştur. Karşılaşma ortamında, ticaretten savaşa, savaştan kültürel alışverişe kadar uzanan değişik münasebet şekilleri içinde taraflar birbirini tanımışlar ve değerlendirmişlerdir. Birbirleri hakkında kanaat ve imaj sahibi olmuşlardır.* İslam fetihleriyle birlikte İslamiyetle, Müslüman topluluklarla yüz yüze gelen Batı aleminin Müslümanlarla İslamiyet hakkında oluşturduğu kanaat ve değerlendirmelerle bunlara bağlı olarak takındığı siyasi tutum ve yaklaşımlar, iki alem arasındaki münasebetler ve çatışmaların gösterdiği seyre bağlı bir gelişme içinde olmuştur. Batı'da İslamiyet'e ait bilgilerin, çalışmaların, kanaat ve değerlendirmelerin tarihi geçmişin verilmesi bu yazının hedefleri arasında değildir. Esas olarak İslam çalışmalarının, İslam'a Müslüman ülkelere ve bu ülkelerde ortaya çıkan politik gelişmelere karşı Batı'da ortaya çıkan alaka ve yaklaşımların kazandığı boyutlarla emperyalist Batı siyasetinin ilişkisinin kurulması gayesi takip edilmiştir. Bu çerçevede olmak üzere günümüzde İslam çalışmalarının kazandığı muhteva, İslam çalışmaları çerçevesinde ileri sürülen görüşlerin özellikleri ve bunların emperyalist Batı siyasetindeki yerlerinin işlevinin ne olduğuna cevap aranılmıştır. Bu cevap arayışına bağlı olarak günümüz İslam çalışmalarının sahip olduğu hususiyetlerin daha açık bir şekilde kavranmasının temin maksadıyla bir nebze Batı'da meselenin ortaya çıkışı ve gösterdiği gelişim üzerinde durulmuştur.

İslam dünyası ile Batı alemi arasındaki ilişkilerin başlangıcında ve uzun döneminde belirleyici ve hakim olan taraf İslam dünyası olmuştur. Bu uzun dönem içinde Batı aleminde İslamiyet'e ve Müslümanlara ait imaj ve bilgiler eksik, yanlış, sınırlı ve çarpık özellikler taşımaktaydı. Ve Müslümanlar kesinlikle uzak durulması gereken 'düşman' şeklinde değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeye uygun olarak Müslümanlara ait imaj ve bilgiler belirli bir çarpıtma ile Batılı insana aktarılmıştır. Eksik, yanlış ve sınırlı bilgiler az tanımanın, nüfuz edememenin doğurduğu sonuçlarken Müslümanların düşman olarak tekin olmayan topluluklar olarak değerlendirilmesi ve çarpık bir şekilde tanımlanması, kitlelere sunulması öncelikle İslam dünyasının Batı alemi üzerinde yapacağı mümkün bütün etkileri karşılamaya ve tesirsiz kılmaya matuftu. Arada daha doğrudan ilişkilerin kurulmaya başlamasıyla birlikte Müslümanlarla, İslam dünyasıyla alakalı daha sıhhatli malumata rastlanılmakla beraber, Batı aleminin İslam dünyasına ait kanaat ve değerlendirmeleri geleneksel çizgisini muhafaza etmekte ve Müslümanlar düşmanlar şeklinde değerlendirilmekteydi. İslam alemiyle olan münasebet ve çatışmalarda ibrenin giderek Batı alemi lehine dönmeye başlamasıyla beraber, Batı'da İslamiyet'e, İslam devletlerine ve topluluklarına ait olan her türlü malumat ve bunları konu alan eserler, çalışmalar büyük bir artış ve ehemmiyet kazanmaya başlamıştır.  Bahis konusu olan malumat ve bunları konu edinen çalışmalar başlangıçta İslam alemine sızma, nüfuz etme ve iki dünya arasındaki münasebetlerde mevcut İslam hakimiyetinin aşılması noktasında ehemmiyet kazanmıştır. Giderek mevcut ilişkilerde Batı aleminin tayin edici taraf konumuna gelmesi ve inisiyatifi elinde tutan taraf olmaya başlamasıyla birlikte İslam'a duyulan alaka artmış bu alaka çerçevesinde yapılan çalışmalar daha bir ehemmiyet ve hız kazanmış, giderek de iyice politik mahiyet kazanmıştır. Başlangıçta Batı'nın İslam alemine nüfuz etmesine yol göstericilik ve aracılık etme misyonunu üstlenen İslam devlet ve topluluklarını tanıma ve değerlendirme çalışmaları, giderek elde edilmiş hakimiyetin muhafaza edilme noktasında vazife üstlenmiştir. Bu meyanda Batı aleminde ortaya çıkan Müslümanlara ait her türlü malumat ve bunların değerlendirilmesi çalışmaları İslam dünyası ile Batı arasındaki münasebetlerin kazandığı seyir, hakimiyet ilişkilerinin gösterdiği gelişme içinde muhteva ve hususiyetlerini kazanmıştır.

İslam alemi Osmanlı/İslam hakimiyetinin dünya üzerindeki hakim konumunu kaybetmesine muvazi olarak Batı emperyalizminin fiili saldırır ve işgallerine maruz kaldı. Bu fiili işgal ve saldırılar İslam aleminde İslami karakter taşıyan ve geniş kitleleri etrafında taşıyan anti-emperyalist hareketlerin doğmasına sebebiyet verdi. Müslüman halkların 19. yüzyıldan başlayarak Batı emperyalizmine karşı mücadeleleri Atlas Okyanusu kıyısından Endonezya'ya kadar bütün bir İslam coğrafyasını sardı. Bütün bu coğrafya üzerinde ortaya çıkan anti-emperyalist İslami mücadeleler, sömürgecilere karşı yürütülen savaşlar, II. Dünya Harbi sonrasına kadar uzanan dönem içinde hakim siyasi hadiseler olarak tarihteki yerlerini almışlardır. II. Dünya Harbi sonrası dönemde de sözünü ettiğimiz mücadeleler ve hareketler değişik düzlemlerde varlıklarını muhafaza etmişler ve günümüz İslami hareketlerinin bağlı bulunduğu siyasi/fikri mücadele geleneğinin teşekkül etmesine zemin sağlamışlardır.

İslam aleminin Batı sömürgecilerine karşı gösterdiği direnme ve mücadeleler, Batı hakimiyetinin ve sömürgecililiğinin sürdürülmesi ihtiyacı İslam çalışmalarını hızlandırmıştır. İslam çalışmalarının gösterdiği özellikleri ele almadan önce İslam dünyası üzerindeki Batı hakimiyetinin geçirdiği evreleri ve bu çerçevede Batı'da İslam aleminin konu alan çalışmaların gelişmesini ana hatlarıyla tarihi seyri içinde kısaca bir göz atmak gerekir.

İslam çalışmalarının Batı'da gelişimi Batı emperyalizminin İslam coğrafyası üzerinde tesis etmiş olduğu hakimiyet ve sömürgeci ilişkiler ile hakimiyet münasebetlerinin gösterdiği özellikler bağlamında üç devir halinde ele alınabilir:

Birinci devir: Batı emperyalizminin fiili saldırı ve işgallerinin başlaması ve bunun arkasından gelen sömürgecilik dönemi. Bu devir 18. yüzyıl sonlarından başlayıp II. Dünya Harbi sonrasına kadar uzanır. Söz konusu devir içinde pek az ülke Batı emperyalizminin sömürgeleştirilmesinden uzak kalmıştır. Sömürge konumuna düşmeyen bu ülkelerde de Batı taraftarı ve Batı'ya sadık iradeler hakim olmuştur.  

İkinci devir: II. Dünya Harbi sonrası dönemde sömürge konumunda olan İslam ülkelerine siyasi bağımsızlığın verilmesi ve iktisadi ve siyasi olarak Batı'ya bağımlı milli devletlerin ortaya çıktığı dönem.

Üçüncü devir: Batı'ya bağımlı milli devletlerde İslami mücadele ve hareketlerin 1970'lerden başlayarak ivme ve yoğunluk kazandığı dönem.

Birinci dönemde Batı hakimiyetine karşı Müslüman halkların mücadelesinin giderek geniş boyutlar kazanması Batı'da ciddi kaygılara sebebiyet vermiştir. II. Dünya Harbi sonrasında İslam dünyasında tarihi olarak mevcut olmayan ulusal topluluklar temelinde yeni ülkeler yaratılmış ve bu ülkelere siyasi bağımsızlık verilmiştir. Bu yol ile bir taraftan Müslümanların Batı emperyalizmine karşı mücadeleleri yumuşatılır ve izole edilmesi hedeflenirken diğer taraftan İslam alemini sürekli olarak birbirleriyle mücadele içine sokacak çelişki ve çatışmaların kaynağı da sömürgeci bir miras olarak bırakılmıştır.

Milli devletler döneminde İslam coğrafyasında iktidar hemen hemen bütünüyle Batı taraftarı, ilerici, modernist, laik, sosyalist, ulusçu ve çağdaşlaşmacı kadrolara bırakılmıştır. Sömürgeciliğin/Batı hakimiyetinin girdiği bu seyir içinde İslam ülkelerinin Batı'ya ekonomik bağımlılığı ve entegrasyonu çağdaşlaşmacı önderler ve kadrolar eliyle de Batı yanlısı siyasetlerin İslam coğrafyasına hakim kılınması hedeflenmiştir.

Birinci dönemde emperyalizme, sömürgeciliğe karşı aktif mücadeleyi sürdürmüş olan İslami güç ve kadrolar, ikinci dönemde ulusçu/laik/sosyalist/çağdaşlaşmacı Batı taraftarı kadrolar eliyle tasfiye edilmelerine rağmen varlıklarını sürdürme başarısını göstermişlerdir. Büyük baskı ve zulümler karşısında bir geri çekilme süreci içine girmiş olmakla birlikte gayri İslami rejimlere, sömürgeciliğin kazandığı yeni şekillere eleştirilerini yöneltmekten geri durmamışlardır. İkinci dönemde iktidar mevkiini işgal eden yerli işbirlikçilerin geniş yığınların meselelerine, gerçek ihtiyaçlarına cevap getirmekten uzak kalmaları ve İslam ülkelerinde problemlerin esas sebebini ve kaynağını teşkil eden Batı hakimiyetine karşı doğru bir siyaset geliştirilmemiş olması İslami hareket mensuplarının gayri İslami rejimlere eleştiriler yöneltmeleri; geniş halk yığınlarını yeniden İslami ilkeler etrafında düşünmeye ve İslami hareketler etrafında toplanmaya götürmüştür.

Üçüncü dönemde İslami mücadele ve hareketlerin ivme kazanması ve büyük bir yoğunluk taşıyarak İslam coğrafyasının bütününe yayıldığı müşahede edilmiştir. Bu dönemde İslam ülkelerinde görülen İslami hareketlerin canlılığının nedeni; -en temelde- İslamiyet'in gösterdiği hayatiyet ve dinamizm ile birlikte Müslüman halkların kendilerine yönelik bütün yok etme ve yıldırma çabalarına rağmen dinlerine bağlılıkları ve çözümün İslami bir siyaset takip etmekte olduğuna olan inançlarıdır. Bu çerçevede 1970'lerden itibaren İslami mücadeleler bütün İslam coğrafyasında yaygınlık kazanmıştır. 70'lerin emperyalizm karşıtı İslami/inkılabi kalkışları 1979 İran İslam İnkılabı ile zirvesine ulaşmıştır. İslam dünyasının ve Batı hakimiyetinin gösterdiği bu tarihi gelişme özellikler çerçevesinde İslam çalışmaları da yeni boyutlar kazanmıştır. İzlediğimiz gelişme içinde, Batı'da İslam çalışmaları Batı emperyalizminin İslam alemine yönelik siyasi hedef ve kaygıları etrafında ortaya çıkmıştır. İslam çalışmaları; İslam alemine yönelik politikaların oluşturulmasında, belli bilgilerin devşirilmesinden bu bilgilerin analiz edilmesi ve değerlendirilmesine kadar uzanan siyaset-bilim-siyaset zincirinde öneminden kuşku duyulmayacak bir halkayı oluşturmaktadır. Batı emperyalizminin İslam alemine ilk sızma ve nüfuz etmesi sırasında klasik oryantalizm başrolü oynamış, yol göstericilik etmiştir. Kelimenin tam anlamıyla " sömürgeciliğin keşif kolu" görevini üstlenmiştir.

Oryantalizm, İslam alemi üzerinde Batı hakimiyetinin ve sömürgeciliğinin tesis edilmesinden sonra da sömürgeciliğin haklı çıkarılması ve sürdürülmesinde görev üstlenmiştir. İslam alemi üzerindeki Batı hakimiyetinin ikinci döneminde oryantalizm sahasında İslam çalışmaları ağırlık kazanmış ve giderek oryantalizm İslamiyat olarak adlandırılmaya başlanırken, oryantalizm sahasında diğer kol ve disiplinlerin etkisinin ve rolünün azaldığı müşahede edilmiştir. Sosyal bilimleri, başta sosyolojiyi ve antropolojiyi de yanına alan İslam çalışmaları hem Batı hakimiyetini meşrulaştırmış, hem de bağımsızlık verilmiş İslam ülkelerinin önüne Batı emperyalist siyasetine uygun hedefler konulması işine koyulmuştur. Bilhassa 60'larda doruğuna ulaşan kalkınma/büyüme edebiyatları, her yerde nükseden gelişme hastalığı, Batı hakimiyetine uygun siyasetlerin İslam ülkelerine önerilmesinden başka bir şey değildir. İslam çalışmalarının ikinci dönemde ele aldığı konular arasında İslam aleminde ulusçuluk, laikliğin gelişimi, ulusçu hareketler, sosyalizm, İslam sosyalizmi, iktidar değişmeleri ilerici aydınların siyasetteki rolleri, ordunun siyasetteki rolü, çağdaşlaşma, kalkınma, büyüme konularıdır.

Yukarıda kısaca değindiğimiz gibi 1970'lerden itibaren İslam dünyasında İslami hareketlerin belirli bir canlanma, öne çıkma sürecine girdiği müşahede edilmiştir. Bunda en başta İslam'ın özünde var olan dinamizm kadar İslamcı güçlerin bütün tasfiye, baskı ve yıldırma çabalarına karşı varlıklarını muhafaza etme başarısını göstermeleri de rol oynamıştır. Bunun yanı sıra İslamcı güçlerin gerek Batı emperyalizmine ve Batı taraftarı siyasetlere yönelttikleri eleştiriler, gerekse Batıcı kadroların bağımsız siyaset geliştirememeleri ve Batı'ya bağımlı kuklalar konumunda kalmaları; .çözümsüz geniş yığınların giderek artan bir oranda İslami önderlikler etrafında toplanmasına sebebiyet vermiştir. Bütün bunlarla birlikte İslami hareket 1970'lerde bütün İslam dünyasını sarmıştır ve söz konusu gelişmeler -değindiğimiz gibi- 1979 İran İslam İnkılabı ile zirvesine ulaşmıştır.

İslam dünyasında yaşanan bu gelişmeler İslam çalışmalarının gündeminin ve muhtevasının yeniden belirlenmesine yol açmıştır. İslam çalışmaları ikinci dönemde laiklik, ulusçuluk, sosyalizm, iktidar değişmeleri, çağdaşlaşmak, ilerici aydınların ve ordunun siyasi hayattaki rolü üzerinde yoğunlaşırken 70'lerden itibaren İslam dünyasında görülen gelişmeler muvazi olarak gündemde artık İslami önderlikler, İslami kesimlerin siyasi hayattaki rolü, güçleri, katılımları, gelecekteki evrilmelerinin ne yönde olacağı, din/siyaset/laiklik münasebetleri ve bunların siyasi hayata yansımalarına ilişkin çalışmalar vardır. 1979 İran İslam İnkılabı Batı'da İslam çalışmalarının kazandığı seyir içinde gerçek bir milattan sonra, milattan önce özelliği kazanmış, İnkılap'tan sonra Batı'da İslam çalışmaları sahasında gerçek bir patlama yaşanmıştır. Artık herkes İslam uzmanı olmuş ve İslam ülkelerindeki gelişmeler üzerinde çalışmaktadır. Araştırma kurumlarından Üniversite mensuplarına, gazetecilerden devrim kaçkınlarına, üçüncü dünyacı Marksist aydınlardan azınlık Levanten aydınlarına kadar herkes İslam çalışmaktadır.

İslam çalışmalarının tarihi seyri içinde, hangi siyasi ve sosyal Saikler temelinde ortaya çıktığına kısaca değindikten sonra İslam çalışmalarına hakim bakış açısının özelliklerinin neler olduğuna bakalım: Yazının bütününden anlaşılacağı üzere; İslam çalışmaları kavramı ile burada daha çok İslam ülkelerindeki siyasi ve sosyal gelişmeleri konu alan çalışmalar kastedilmektedir. Nitelik, hedef ve kaygı itibariyle bu çalışmalardan farklı olmamakla birlikte İslam, İslam tarihi, İslam ilahiyatı çalışmaları bu yazının kapsamı dışında tutulmuştur. Bu konu ayrı bir başlık altında, İslam-Batı siyaseti-oryantalim ilişkisi içinde ele alınmalıdır.

İslam çalışmalarında İslam alemine ilişkin konu ve problemler, tarihi-toplumsal gelişmelerin dışında, Batı ile olan ilişki ve çatışmalardan uzak, sömürgeciliğin bu coğrafyadaki tesir ve sonuçlarından bağımsız bir düzlemde doğrudan doğruya İslam dünyasına has problemler şeklinde, içsel düzlemde ele alınmaktadır. Meselenin içsel düzlemde ele alınması, en başta, Batı'nın sömürgeciliğini gizleme amacına yöneliktir. Böyle bir amaç, İslam çalışmalarının en temel gayelerinden biri olduğu kadar, aynı zamanda varlık sebebidir de.

Yine İslam dünyasında karşımıza çıkan hadiseler, İslami hareketler ele alınırken sık sık kavramsallaştırma ve örneklendirmelerde Batı kavramlarıyla Batı tarihinde gerçekleşmiş olaylarla paralellik kurulmaktadır. Bu manada paralellik kurmalara Cezayir devrimi ile İngiliz püriten devrimi arasında kurulan paralellikten1 milener hareketler2 benzetmelerine kadar çok çeşitli örnekler vermek mümkün. Bu şekilde ilişki kurmalar ve yakıştırmalar, Batı'da son derece yaygındır. Bu tarz yaklaşımları, Batı gelişmesinin cihanşümul kılınması çabasının yanı sıra Batı'nın kendini merkez görmesi ve dışındaki gelişmeleri kabullenmemesinin ürünleri olarak değerlendirmek gerekir.

İslam çalışmalarında konunun ele alış biçimine hakim olan kaygı siyasi ve ideolojiktir. Batı kaygı ve çıkarları, Batı hakimiyet ilişkilerinin sürdürülmesi gayesine yöneliktir. Mesele bu açıdan Batı için önemlidir. İslam çalışmaların objesi de yine bu nedenle son derece önemlidir. Bu sebeple de; İslam ülkeleri, İslami hareketler izlenmeli, tanınmalı, değerlendirilmeli sonuçta da analiz edilmelidir. Bu siyasi tavrın iki yanı vardır: İlki, İslam dünyasındaki gelişmeleri izlemeye yönelik bilgi toplanmasıdır. Bu bilgiler bölgeye yönelik Batı siyasetinin ihtiyaç duyduğu politikaların üretilmesinde vazgeçilmezdir. Bu yönüyle İslam çalışmaları enformetik/bilgilendirici, bilgi toplayıcı özellik göstermektedir. İkinci özelliği ise, yol gösterici ve toplumsal değişmelere yön verici bir mahiyet taşımasıdır. İslam çalışmalar, Batı siyasetinde bu yönde bir yöne sahip olduğu gibi İslam dünyasına yönelik olarak da kendisini bu role yerleştirmiş; kendisine böyle bir konum biçmiştir. Özellikle bu noktada; Batı yanlısı gayri İslami rejimlere İslami gelişmeler karşısında ne yapılabileceği, ne yapmak gerektiği, İslami hareketlerin nasıl engellenebileceği gibi konularda yol göstericilik yapmaktadır. Mesela; Cezayir ya da Tunus da bir İslami gelişme mi var, İslam uzmanları makaleleri ile, dergileri ile, kitapları ile neler yapılacağı konusunda bu ülkelerdeki Batı yanlısı rejimlere akıl hocalığı yapılmaktadır. Söz konusu rejimlere; eğer muhalefetin, kendisini ifade etmesine izin verirseniz demokratikleşme süreci içinde tehditleri azaltabilirsiniz türünden yapılan tavsiyeler3 bu çerçevede değerlendirilmelidir.

İslam çalışmaları İslam ülkelerinde ortaya çıkan pek çok konu problem ve hareketleri bütün cepheleriyle ele alıp izah çabası içinde olmamışlardır. Bunun temel sebebi yapılan çalışmaların Batı kaygı ve çıkarlarıyla sınırlı olmasıdır/olunmasıdır. Gelişmeleri açıklamaktan ziyade Batı siyasi hakimiyetine yönelen tehditlerin kontrol altına alınması, bertaraf edilmesi kaygısı ağır basmaktadır. Bu sebeple hiçbir şekilde İslam çalışmaları çerçevesinde ele alınan konular bütün cephe ve boyutları içinde ele alınmayacak kadar önemli olmasının yanı sıra siyasidir de. Ve bu nedenle İslam çalışmaları sınırlı özellikler gösterecektir. Dolayısıyla da, Batı'da yapılmış İslam çalışmalarından sorunların doğru ve gerçek ifadesini beklemek safdillik olur.

İslam çalışmalarının bir başka hususiyeti de bütün gayret ve çabalara rağmen İslam'ın iç dinamiğine, O'nun hayatiyetine nüfuz edilememesidir. Getirdikleri açıklama ve görüşlerle belirli bir düzeyde iş göreceklerdir ama nüfuz etme, anlama pek gerçekleşmeyecektir. Bunun en belirgin örneği yine İran İslam İnkılabı'dır: İslam İnkılabı öncesinde gelişmelerin bu noktaya geleceği tahmin edilmezken, İnkılap sonrasında ortaya çıkan bir sürü görüş ve kurumlarında meseleyi izah etmekten yoksun kalmaktadırlar.

İslam çalışmalarının yol gösterici özelliğine değindik. Bu yol göstericilik; sadece Batı siyasetiyle ya da Batı yanlısı rejimlerdeki idari kadroyu dolduran aydınlarla/siyaset adamlarıyla sınırlı kalmamakta zaman zaman İslamcı güçleri de kapsamına alma özelliği taşımaktadır. İslami hareketin gelişmesinin önünde şu şu engeller vardır deyip, İslami hareketlerin gerçek rayından ve gelişmesinden saptırılması misyonunu üstleneceklerdir. Söz gelimi İslam çalışmaları uzmanlarına göre İslamcıların önündeki engellerin başında geleneksel İslami anlayışa sahip geniş kitleler bulunmaktadır. Bilinmelidir ki; İslami hareketin önünde, İslam toplumlarının sahih bir İslam anlayışı çerçevesinde dönüştürme çabasının önündeki ilk ve esaslı engel, yeryüzündeki Batı hakimiyeti ve bu hakimiyetin çizdiği çerçeveler içinde hareket eden gayri İslami idarelerdir. İslam çalışmaları çerçevesinde böyle bir yaklaşımın serdedilmesiyle, İslamcı güçler ile onların dayandıkları toplumsal temeller arasına ayrılık ve nifak sokmak, hedef saptırmak amaç ve gayreti güdülmektedir.

Bir başka konuda, İslam çalışmaları içinde İslam'ın sosyolojik bir düzlemde ele alınıp, tarihi-toplumsal şartların bir ürünü olarak değerlendirilmesidir. İslam bu çerçevede ele alındığında, bağımlı değişken konumuna oturtulmaktadır. Oysaki İslam'ı tarih sahnesinden silmek, tarihten, pratikten uzak kılmak için bunca teşebbüse rağmen İslam varlığını, dinamizmini sürdürmektedir. Bilimin, sosyal güçlerin gelişmesiyle birlikte İslam da tarih sayfaları arasında yerini almış olacağı varsayılmıştı. Fakat bu yöndeki bütün çabalara rağmen, İslam varlığını sürdürmektedir ve sürdürecektir de. İslam'ın bu yönü, yani her türlü aleyhteki tarih ve toplum şartlarına rağmen varlığını sürdürmesi önce vahy temeline dayanması, bir başka değişle tarihsel şartların ürünü olmaması dolayısıyladır. Aşılamamasının, nüfuz edilememesinin arkasında da bu özelliği bulunmaktadır.

Netice olarak İslam çalışmaları yukarıda ifade ettiğimiz tarihi süreç içinde ve belli siyasi ihtiyaçlara cevap olarak Batı'da doğdu ve hüviyet kazandı. Batı hakimiyetinin siyasi ihtiyaçlarına göre yaygınlık ve gelişme gösterdi. En temelde siyasi gelişmelerin ürünüdür. Gösterdiği bütün bu özellikler itibariyle İslam çalışmaları Batı hakimiyetinin emrindedir. İslam ülkelerine yönelik her gün yeni birisi gerçekleştirilen komploların düzenlenmesi için, bu toplumların Batı hakimiyet düzeni içinde bağımlı konumlarını sürdürmelerini temin maksadından öte hiçbir vazife ve gayesi bulunmamaktadır.

İslam çalışmaları, Batı siyasetinin gösterdiği gelişmelere bağlı olarak çeşitli boyutlar kazanmıştır, kazanmaya da devam etmektedir. Burada önemli olan Müslümanların bu çalışmalar karşısında tavrının ne olacağıdır. Müslümanların Batı bakışı içinde gerçekleştirilmiş çalışmalar karşısındaki tavırları genel olarak iki uç yaklaşım etrafında toplanabilir. Bunlardan ilki; Batı'da yapılmış çalışmalara karşı onaylayıcı bir tavır takınan, bunları ilmi olarak değerlendiren, "bizi bizden daha iyi biliyorlar", "adamlarda sistemli bir düşünce var", "bilimsel kafa var" diyen, hatta giderek söz konusu eserleri "ilmilik" sıfatıyla "fetva makamına" kadar yükselten, Batı bakış açısını ve bu bakış içinde verilmiş eserleri tasdik edici tavır. Bu tavır kendi içinde seçmecilikten Batı bakış açısını bütünüyle onaylamaya kadar bir yelpaze çizmektedir. İkinci tavır; kısaca Batı bakışı içinde verilmiş eserleri "Batı menşeilidir" karşı koyuşuyla bütünüyle reddetme tavrı olarak ifade edilebilir. Bu tavırda kendi içinde çeşitliliğe sahip olmakla birlikte ilk tavra nazaran daha homojen özellik gösterir.  İlk zikrettiğimiz tavır, Batı'da yapılmış çalışmaları doğru değerlendirmekten uzak bulunmaktadır. Meselenin siyasi mahiyetini ve ehemmiyetini kavrayamamıştır. Bu sebeple de Batı menşeili çalışmaların yaratacağı tesire açık bulunmaktadır. Bu yönüyle önemli bir zaaf taşımaktadır. Batı'da, bu zaaftan istifade ederek İslam alemindeki gelişmelere istikamet vermek istemektedir.

İkinci tavır çözüm getirmekten uzak bulunmaktadır. Batı karşısındaki güçlü olmadığı noktada kapanmayı tercih ederek, Batı'nın mümkün bütün tesirlerini kırmayı, bu yolla ona karşı korunmayı hedeflemektedir. Batı'da yapılmış çalışmaları "Batı menşeilidir" diyerek bütünüyle reddetmenin kaynağında olan da budur. Ve bu yönüyle olumlu bir tarafı da bulunmaktadır. Ancak bu noktada, Müslümanlara düşen Batı bakışı içinde yazılmış eser ve makaleleri, "bunlar Batı menşeilidir" diye bütün bütüne ret değildir. Kolaycı olduğu kadar çözüm olmaktan da uzak olduğu için böyle bir tavır sıhhatli değildir. Söz konusu çalışmaların doğru değerlendirilmesi hangi ilişkiler ve ihtiyaçlar içinde ortaya çıktığını, ne tür bir misyona sahip olduğunun tespiti ve yapılmış çalışmaların sıhhatli bir kritikten geçirilmesi gereklidir. Ret değil, Batı bakış açısının aşılması önemlidir. Olayları kavrayan, kuşatan, meseleleri gerçek ve geniş boyutları içinde ele alan çalışmalarla İslami bir perspektifin geliştirilmesidir. İslami bakış açısının mahiyet itibariyle yükseltilmesidir.

 

Dipnotlar:

*- Müslümanların Batı alemini ya da daha geniş bir ifadeyle kendi dışında kalan toplulukları değerlendirmesi ve bunlarla ilişkisi bu yazının konusu dışındadır.

1- Hugh Roberts, "Radikal İslamcılık ve Cezayir", Dünya ve İslam, Kış 1990, sayı 1, s. 86

2- Binnaz Toprak, "İki Müslüman Aydın: Ali Bulaç ve İsmet Özel", Toplum ve Bilim, sayı: 29/30, s. 150-151

3- Bu konuda daha geniş bilgi için, Hugh Roberts'in yukarıda adı geçen makalesine, bunun eleştirisi için de Kuzey Afrika'daki İslami hareketlere ilişkin bölümün sunuş yazısına bakınız. Dünya ve İslam, Sayı: 1, s. 45-46

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR