1. YAZARLAR

  2. Olivier Roy

  3. Afganistan'ın Siyasi Geleceğinde Kabileciliğe Dönüş veya Lübnanlaşma İhtimali

Afganistan'ın Siyasi Geleceğinde Kabileciliğe Dönüş veya Lübnanlaşma İhtimali

Mart 1990A+A-

Mücahitlerin, Sovyet askerleriyle savaşa başlamalarından itibaren Afgan savaşı, işgalcilere ve kafirlere karşı başlatılmış kutsal bir savaş yani cihad olarak dikkate alınmıştır. Reagan yönetimi; Mücahitlerin Komünistlere ve Sovyetler Birliği'ne karşı mücadelelerini başlatacak herhangi bir Amerikan yardımı beklememesine rağmen, Afganistan'daki gelişmelere müdahale etmeyi içeren bir politika uygulayarak, savaşa doğu-batı boyutunu getirmiştir. Şu anda Sovyet askerleri geri çekilmiş durumda, içsel ve bölgesel faktörler yavaş yavaş doğu ve batı'nın ideolojik boyutlarına karşı üstün gelmeye başlıyor. Ancak Afganistan'da devam eden savaş, savaş öncesinin geleneksel kabilesel rekabetine kesin bir dönüş olduğu anlamına gelmemektedir, ideolojik boyut azalmış olmasına rağmen yok olmadı; Necibullah Kabil'de rejimin başında bulunduğu süre boyunca da devam edecek. Mücahitler hala İslami bir devlet idealini savunmakta ve eğitim, kadınların statüleri, dış politika gibi çok önemli konularda Kabil rejimine karşı çıkmaktadırlar. Savaş boyunca geleneksel toplum politikleşmiş, siyasetle içli dışlı olmuştur. Halen Afganistan'da, bir dereceye kadar geleneksel bölünmeleri ifade etse de siyasi partiler mevcut. Fakat savaş aynı zamanda laik ve kabileci yapıyı değiştiren yeni liderliği de ortaya çıkarmıştır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, savaş ile birlikte etnik kimlikler yeni bir şekil almıştır ve her ne olursa olsun gelecekteki Afganistan, geçmiştekinden daha farklı olacak.

Toplumdaki geleneksel bölünmeler ortadan kalkmamakla beraber, artık açıkça siyasi yapılar içinde ifade edilmektedir. Bölgesel, kabilesel ve etnik kimlikler, Mücahit grupları ve Kabil'deki Afganistan Demokratik Halk Partisi (Peoples Democratic Party of Afghanistan, PDPA)'nin de içinde bulunduğu siyasi partiler kadar hem Mücahit komutanları, hem de mülteciler arasında hala rol oynamaktadır.

Geleneksel Afgan Toplumunun Bölünmesi

Birçok Afganlı'nın ideolojik ve siyasi bağlılıkları yanında, halk kesiminde kimlikleriyle özdeşleşen köklerine olan sadakatlerinin devam etmesi kaçınılmaz bir gerçektir. En bağımlı siyaset adamı bile olsa, hiç bir liderin ait olduğu sosyal çevrenin çıkarlarını korumasından şüphe edilemez. Bu yatay ilişkiler devrimin ve savaşın en zor dönemi boyunca da işlerlikte kaldı.1 Bu geleneksel bölünme ayrıca, kendine özgü yürütmeyi üstlenen liderlik modelini gerektirmektedir. Geleneksel lider, gerçek bir siyasi parti yapısı pahasına da olsa, kişisel hami-tebaa (patron-ehent) ilişkisini kurabilen kişidir. Geleneksel lider bir derebeyi değildir; ancak etkisini, kendi grubunun çıkarlarını korumak ve geliştirmek için kullanır, dolayısıyla statüsünü zenginlik ve prestij açısından güçlendirir. Bu hanlar ve malikler, devlet ile bölgesel gruplar arasında, her ikisinden de bazı mali ve sembolik avantajlar elde ederek bir aracı gibi davranmaktadır. Görevleri barışı devam ettirmek ve gruplarını devletin çeşitli tecavüzlerine karşı korumaktır. Bu geleneksel bölgesel iktidar modelleri savaş boyunca her iki taraftan yana da oldular.2 Bütün bu uygulamalar Önceden kabilecilik veya bölünme açısından açıklanmaktaydı.3

Ancak bu bölünmenin savaş sonrası Afganistanı'nın siyasi manzarasında nasıl şekil alacağını ve nasıl etkili olacağını anlamamız için, bu bölünmeyi daha derinden analiz etmemiz gerekiyor. Afganistan'ın bölünmesinin anlaşılması için aslında üç farklı seviyede komünal kimliğe ayrılması gerekmektedir: Kavim (burada dayanışma grubu olarak ifade edilmiştir), kabile ve etnik grup. Kavim terimi Afganlılar için çok sarih bir anlam ifade etmemektedir. Kavim terimi, aileden kabileye kadar uzanan herhangi bir özdeş grubu gösterebildiği gibi, etnik grubu da ifade edebilmektedir. Ancak, Afganistan'daki kavim ilişkisini kabilecilik olarak değil, aksine grupların birleşirken dikkate aldıkları en küçük ortak payda olarak dikkate almalıyız. Ben bu terimi 'temel dayanışma grubu' kavramı olarak kullanacağım. Herkes ya da en azından taşradaki halk bir kavime bağlıdır, ancak, bu durum halkın bir kabileye bağlı olmasını gerektirmez. Kabileler sadece güneyde bulunmaktadır. Herkes etnik bir kimliğe sahiptir, ancak ne var ki, etniklik farklı gruplar için aynı anlamı ifade etmemektedir.

Kavim terimi toplumun dayanışma bağlarıyla bağlı bölümlerini tanımlamak için kullanılır. Bu terim aileden başlayıp kabile, mesleki grup ya da köye kadar uzanan çok geniş bir sosyal alanı ifade edebilmektedir. Kavim, akrabalık ve hami-tebaa ilişkileri üzerine kuruludur. Etnik veya kabilesel grup ortaya çıkmadan önce, üyelerim diğer kavimlerin tecavüzlerinden ve devletin baskısından koruyan bir dayanışma grubu oluşmaktadır. Ancak bu durum aynı zamanda yöresel üstünlüğü sağlamaya çalışan gruplar arasındaki içsel rekabetin de sahnesi olmaktadır.4 Bu etnik bağlılık ne olursa olsun kırsal kesimdeki karışıklıkların temel birimidir. Kavim ilişkileri oldukça gevşektir ve belirli bir alana bağlı değildir. Bir köyde ya da vadide birden çok kavim bulunabilir ve kavim ilişkileri kabilecilikte olduğu gibi güçlü ve sıkı bir sosyal yapıyı gerektirmemektedir.

Kabilecilik tezat olarak, genelde Güney ve Doğu Peştu gruplarına özgüdür. Burada kavim, ortak bir soy olduğu varsayılarak piramitsel bir yapı içinde şekillenmiştir. Örneğin rejime 1984 yılında katılan ünlü kabile lideri İsmet Müslim, ilk olarak ailesiyle anılmıştır. Popülaritesini tedrici bir şekilde artırarak sırasıyla önce aşiretine (Kakozay), ardından kabilesine (At-şekzay), daha sonra da kabilesel konfederasyona (Durrani) sahip çıkmıştır. Sonuç olarak da bir etnik gruba ait olmuştur (Peştun). Her aşamada grup dışındakilere karşı oluşan dayanışma çok büyük anlam ifade etmekle birlikte, simetrik gruplarla süregelen rekabetin bölgesel siyasette en önemli rolü oynadığı gözden kaçmaması gereken bir gerçektir. Genellikle her geniş ailede veya aşirette, geçici bile olsa hukuki durumu tamamiyle zenginliğe ya da soy ve güce bakmayan ancak aktif himaye sayesinde devamlı olarak artarak ve meşrulaşarak itaat edilen liderler bulunmaktadır. Ancak kabilesel aşamada etnik aşamayı saymazsak (Beluci kabileleri hariç) hiç bir kabilede kalıcı liderlik yoktur. Şu anda büyük aileler kendilerine meydan okuyan askeri Mücahit komutanları ve mollalarla hiç bir zaman erişemedikleri kabilesel liderliği elde etmek için sürekli rekabet ediyorlar.

Kabilecilik; kabilesel İdeoloji, gelenekler ve ortak hukuku da kapsamaktadır. Bütün bu öğeler, Peştular'ın 'Peştunvali' adını verdikleri şeref, konuk severlik, öç, kısas gibi değerler toplamı, kurumsal bir çatı [Jirga; meclis veya kabiledeki önemli kararları oy birliğiyle han ve malikin ya da yaşlıların rehberliği altında alabilecek, kabilenin önemli kişilerinin toplanmasıyla oluşan komite] ve kıyas, evlilik, toprak mülkiyeti ve miras konularında şeriattan önemli farklılıklar taşıyan ortak hukuk inşa ederek ortak bir yapı meydana getirmiştir. Bu kabilesel sistem Güney ve Batı Afganistan'da yaygın durumdadır, ancak şehirde ve kabilesel organizasyon ve geleneklere daha az önem verip sadece kavim ve etnik ilişkilerini sürdürme taraftan olan Peştular arasında yavaş yavaş yok olmaktadır.

Taciklar, Hazaralar (Merkezi Afganistan'daki Şiiler) ve Özbekler Peştu alanları dışında kalan bölgede sadece Nuristaniler ve Beluciler arasında ve bir dereceye kadar da Farsça konuşan Sünni Aymak grupları arasında bulunabilen bu kabilevi kurumlarını ve geleneklerini artık korumamaktadırlar,

Etnikliği tartışırken, alışılmış etnik haritaları ve isimleri kullanma konusunda çok dikkatli olmak gerekmekte. Aslında etnik paydaya verilen anlam gruptan gruba farklılık göstermektedir. Tacikler, Peştular, Hazaralar, Aymaklar, Özbekler, Beluciler, Taymaniler, Paşalar ve Nuristaniler gibi gruplar simetrik varlıklar ortaya koymamaktadır. Bir Peştu sadece Peştu dilini konuşan birisi değil, aynı zamanda kabilesel kimliğe sahip kimsedir. Tacikler, Sünni olup Farsça konuşanlardan daha sınırlı bir anlam ifade eder. Çünkü Farsça konuşanların çoğu kendisini Tacik olarak görmemektedir. Hazaralık etnik anlamdan daha çok Şii olarak dini bir anlam taşır. Savaştan önce politik terimlerle tasarlanabil en etnik gruplan homojen ve simetrik varlıklar olarak tanımlamak oldukça zordur.

Savaşın Etkileri

Savaş kayda değer sosyal değişikliklere yol açtı. Ezici bir üstünlükle kırsal olan Afganistan toplumu, taşradan kente doğru olan içsel göç sonucu (özellikle, Kabil ve Mezar-ı Şerif) şehir toplumu olmaya başladı. Afgan mültecilerinin pek çoğu yalnızca şehirlerde (Pakistan'da Peşaver ve Kuetta, İran'da Meşhed ve Tahran) yaşamıyor. Fakat mülteci kamplarındaki hayat, kırsal koşullardan çok şehirsel koşullara göre şekillenmiştir. Afganistan II. Dünya Savaşı'ndan beri dünyanın gördüğü en büyük toplu göçü yaşadı. Devrim ve savaş sosyal yapıda dramatik etkiler meydana getirdi. Yeni bir eğitilmiş orta sınıf Afganistan Demokratik Halk Partisi (PDPA) yönetimi altında, Kabil'deki geleneksel elitlerin yerini aldı. Bunun yanında, bu yeni orta sınıf Mücahit liderleri ve mülteci kamplarında da eski geleneksel elitlerin yerini alıyor.

Savaş yeni bir liderliği meydana çıkardı. Önemli kabile liderleri genelde ülkeyi terketti veya nadiren de olsa merkezi devlet ile mahalli güçler arasındaki geleneksel ilişki üzerinde şekillen aktif bir kabile politikası uygulayan rejime katıldı. Mücahitlerin yeni liderleri ya genç, orta sınıf, eğitim görmüş İslamcılar (İslami militanlar) ya da genellikle genç, geleneksel ulemadan oluşmuş durumda.5

Genç İslamcı aydınlar; onların, etkili ailelerin çocukları olmasını gerektiren geleneksel kurallara göre kesin bir meşruluğa sahip değiller. Bu aydınlar bir yandan siyasi partilere bağlanmak, şeriatın uygulanması ve askeri etkinliğin sağlanması gibi yeni politik modeller uygulayarak, diğer bir yandan da güç kazanma aracı olan silah dağıtımı gibi bazı geleneksel iktidar modellerini düzenleyerek, diğer liderlerle daha iyi ilişkiler kurarak ve onların takipçileri ile hami tebaa ilişkisinin kurulmasını sağlayarak geleneksel toplumda kendilerine bir köken sağlamak zorunda kaldılar. Kabile bağlan güçlü olmayan Farsça konuşanlar arasındaki liderlik, ister Sünni ister Şii olsun daha çok genç aydınlar ve ulemadan oluşmaktadır. Güney'deki kabileci Peştular arasında genç aydınların ortaya çıkması oldukça güç olmaktadır. Buralarda yeni liderlik, hem şeriatı, hem de Sufi Nakşibendi ağını kullanarak kabilesel bölünmelerin önünü alabilecek ulema ve mollalar tarafından oluşturuluyor. Kabilesel kimliklerin her zamanki gibi yaygın olmasına rağmen, kabileci bölgelerde ulemanın ortaya çıkışı ve güçlenişi kabilesel yapıda belirgin değişikliklere yol açtı. Mollalar genellikle jirga gibi kabilesel kurumların dışında tutulmuştu. Bugün mollalar buralarda görev alıyor ve geleneksel jirgayı saf dışı edip yerine şura düzenini yerleştirmeye çalışıyorlar. Bu jirga ve şura kelimeleri arasındaki değişiklik sadece semantik (manaya ait) değil. Mollalar Peştunvali'ye karşıt olarak şeriatın kabul edilmesini teşvik ediyorlar. Mollalar ya fundamentalist partilere (Hizb-i İslami ve Cemiyet) ya da ılımlı fakat ulemaya dayanan Hareket-i Inqılab-ı İslami'ye bağlanıyorlar.

Bu değişiklikler tamamen olmasa da tabii ki geleneksel iktidar modellerini de değiştirdi. Mücahitler şu ana dek hiç bir siyasi yapıyı mevcut geleneksel yapının üzerine yerleştirmeye muktedir olamadı. Sadece Gulbeddin Hikmetyar'ın Hizb-i İslami Partisi bir şeyler yapmaya çalıştı, ancak 27 eyaletin hiç birinden tam destek bulamadı. Bununla birlikte yapılanlar temelde yöresel etnik azınlık gruplarına özgü sınırlı bir çaba olarak kaldı. Afganistan'daki geleneksel toplum tahrip edilmeden siyasi partilere doğru yol alındı, Mücahit liderlerinin pek çoğu ya geleneksel iktidar araçlarım kullandı ve böylece yeni Zumlar ve malikler oldu ya da geleneksel topluma daha çağdaş siyasi yapılan adapte etmeye çalıştı, ideolojik hedefler ile geleneksel toplum arasında uzlaşma olması kesin bir kural. Sık sık söylenenin aksine siyasi partiye bağlanmanın kesin nedeni silahlara sahip olmak değildir. Eğer bu sav doğru olsa idi, siyasi birleşmeler savaş boyunca silah akışının olduğu yöne doğru devamlı değişirdi. Sonuç olarak da, en iyi silahlanmış parti üstünlüğü kazanabilirdi. Fakat görüyoruz ki, sonuç bu değildir. Dört mücahit komutanından üçü Önceki siyasi partisine olan bağlılığını devam ettirmiştir. Ağır teçhizatlı, aşın fundamentalist gruplar Hikmetyar ve Sayyaf gibi liderlerinin arkasında nüfuzlarına göre etkin bir çıkış ve başarı sağlayamamıştır.

Afganistan'ın politikleşme metodunda belirginsizlik ve zıtlıklar apaçık ortadadır. Bu durum geleneksel bölünmeye yeni bir bakış getirmekte, ayrıca yeni politik referansların (topluma çok yabancı gelen spesifik ideolojiler) ve yapıların geleneksel bölünmeye karışmasına neden olmaktadır. Komutanlar önceki merkezi devletin imtiyazlarını kullanarak Peşaver'deki bürokrasiden ayrı olarak bölgesel yönetim kurmuş durumdalar. Finans, sağlık, kültür vb. işlerle uğraşan, vergi toplayan ve kendi hukuki gücünü oluşturabilecek komiteler buralarda çalışıyor. Ne var ki, bu yeni devlet yapısı bir başa sahip değil, Mücahitler yönetimi ve bürokrasiyi getirdiler fakat devleti unuttular.

Diğer taraftan Mücahitlerin genelde küçük bir kısmının önceki ayanlar gibi davrandığı, geleneksel kavim ayırımını artırmak ve ifade etmek için siyasi parçalanmayı kullandıktan nadir de olsa rastlanan bir durum. Bu kişiler eski kurallarla yeni bir politik oyun oynamaya niyetliler. Parti, millet genelinde genel ideolojik proje oluşturmaktan ziyade, bölgesel statüleri artırmak için kullanılan merkezi devleti andırıyor. Bundan dolayı Afganistan'daki geleneksel iktidar statüsü, hem siyasi birleşmeyi hem de parçalanmayı teşvik etmektedir. Yöresel seçkinlerin ve komutanların emire (hem siyasi, hem de askeri lider) bağlılığı eğer lider karizmatik ve/veya dini role sahipse ya da politikleşme seviyesi çok ciddi tutulursa ancak mümkün olmaktadır.

Afganistan'daki çağdaş politik parti yapılarının kökü Kuzey Batı'daki gibi geleneksel bölünmeyle karşılaşmayabileceği gibi, tam aksine Merkez Kuzey'deki gibi kavim seviyesinde politik temelde, etnik temelde, kabilesel temelde bölünmeyi gerektirebilir. Bir kaç düzine kadar akraba ve yöre sakini tarafından takip edilen çok önemli olmayan bir seçkin, yörede söz sahibi partiye rakip olan, kendisine yeni hukuk üzerinde güç getirecek, onun bağımsız hükmeden olarak hareket etmesini sağlayabilecek, silah ve paraya sahip alternatif bir partiye girerek aniden çok önemli birisi olabilmektedir. Bu yöresel seçkinler savaştan önce siyasi olarak ortaya çıkmıyordu, şimdi silah edinme imkanları oldu ve siyasi ilişkiler konusunda, kendilerince, yeni savlar ürettiler. Bu durum, geleneksel bölünmeye kendi kendilerine siyasi alternatif olma iddiaları, hakim partilerin ve liderlerin işini daha da güçleştirdi. Bu gibi sıradan seçkinlerin temel bölgelerinin olması gerekmiyor. (Bundan dolayı onlar ne derebeyi, ne de çete reisidirler.) Ancak onların bağımsız bir ağ olarak basit varlıkları bile muhtemel devlet yapısının işlemesine engel olmaya yeterli.

Değişen Etnik Denge

Savaş yeni bir etnik denge çıkardı ortaya. 1747 ve 1978 yılları arasında Peştu Durrani Kabile Konfederasyonu geleneksel olarak merkezi gücü elinde tutuyordu. Baskın kalk hizbi sebebiyle Komünist Parti'nin büyük bir kısmının Gilzaylar'dan ve Doğu'daki Peştular'dan oluşmuş olması büyük bir tezat yaratmaktaydı. Bundan dolayı, Nisan 1978'deki Komünist Darbesi ilk olarak Gilzaylar'ın, Durraniler'den aldıkları öç şeklinde yorumlanmıştı. Ancak yedi Peşaver liderinin çoğunluğu ya Gilzay (Hikmetyar, Sayyaf ve Nabi) ya da Doğulu Peştu (Halis). Diğer üç liderin ikisinin (Geylani ve Müceddidi) Gilzaylar ile aile bağı var, sadece Rabbani Peştu değil. Mücahitlerin geçici hükümetinde safkan Durrani bulunmuyor. Hem Kabil rejimi hem de Peşaver ittifakı temelde Gilzay. Bundan dolayı Kabil için yapılan savaş, kabilesel ya da etnik zıtlıklardan değil, ideolojik boyutun hala devam etmesinden kaynaklanıyor.

Ancak şu anda Afganistan'da etnik dengede önemli değişiklikler oluyor. Mülteciler arasında en yüksek orana Peştular sahip. Son 100 yıl boyunca Kuzey Afganistan'a yerleşen Peştular'm önemli bir miktarı Güney Afganistan ya da Pakistan'a döndüler. Peştu kabilelerini içeren geniş çaplı göç artık hemen hemen yok oldu. Bu nedenle Peştular'ın geleneksel üstünlüğü azaldı, ancak Kabil ve Peşaver'deki elitlerin yapısında mevcut ağırlıklı Peştu özelliğinden anlaşılabileceği gibi, Afganistan'ın düzeninde Peştular'ın savlarının azalması diye bir şeyin söz konusu olması mümkün değil. Bununla birlikte bir tarafta Durraniler, bir tarafta da Gilzaylar ve Batı'daki Peştular arasındaki anlaşmazlık, acilen bütün Peştular'ın teşkil ettiği bir parti kurmayı ya da koalisyona gitmeyi pek mümkün kılmıyor.

Ancak savaş diğer etnik gruplara da kendi savlarını güçlendirme konusunda önemli etkiler yarattı. Rejim Peştu olmayan gruplara siyasi bir ifade vermek için melliat [millet anlamına gelen Rusça kelime] kavramını kullanarak propaganda yapıyor. Bu politika yeniden toplanmakta olan topluluklar arasında başarıya ulaşmadı, çünkü bu kişiler rejimi hala temelde Peştu olarak algılıyorlar. Ancak yine de üstün etnik gruplar arasında yeniden etnik bilincin oluşmasında cesaret verici olduğu gözden kaçırılmaması gereken bir gerçek. Farsça konuşan Sünniler, hem Sovyet hem de Batili etnologların kendilerine atfettiği 'Tacik' ismini önceleri kullanmadılar, bugün görüyoruz ki onlar da kendilerini etnik grup olarak ifade etme temayülündeler, artık büyük çoğunluğu, Peştu olmayan bir lider tarafından yönetilen Cemiyet saflarında yer alıyor. Bu parti ayrıca, etnologlar tarafından ayrı etnik gruplar olarak sıralanmış, aslında siyasi ilişkilerde diğer Parsça konuşan Sünnilerden pek farklı şekilde davranmayan Güney ve Batı'daki Peştular, Aymaklar, Taymaniler ve Timoriler'in de desteğini kazanmış durumda. Ancak bu grupların Tacikler gibi görünmeye eğilimleri olduğu gerçeği gözden kaçmamalıdır. Peştu olmayan grupların, savaştan önce silah sahibi olmak ve kullanmak gibi gelenekleri yoktu, savaş onlara bu fırsatı verdi. Mesut gibi komutanlar bugün Tacikler için birer kahraman durumundalar. Artık askeri üstünlük Peştular'ın bir imtiyazı olamayacak.

Savaştan önce diğer gruplar tarafından baskı altında tutulan Hazara Şiileri ve Özbekler şu anda bölgesel güç dengesinde önemli mevziler kazandılar.

Savaş, Merkezi Afganistan'da yaşayan, daha önceden hor görülmüş Hazara Şiileri'nin etnikliklerini yeniden savunmaları için ilham kaynağı oldu. Hazara Şiileri, Humeyni taraftarı grupların oluşturduğu bir koalisyonla devrilmeden önce, 1973 yılında, bütün Hazaracat'ı kontrol eden geleneksel seyyidler başkanlığında 'Birleşik İslami Devrim Konseyi' (şurayı ittifak)ın kurmuşlardı. Şu anda Hazaracat temeli İran'a dayanan 8 partinin koalisyonu tarafından kontrol ediliyor. İran İslam Devrimi ile Şia partikularizmi (belirli bir fikre tamamen bağlanma durumu) ifadesini daha da belirginleştirdi. İran, Afganistan'daki Şii azınlığı, Lübnan'da olduğu gibi, siyasi ve diplomatik etkisini sağlamada bir araç olarak kullanıyor. Şubat 1989'da Pakistan'ın İslamabad şehrinde geçici Mücahit hükümeti kurmak için toplanan şura, Şiiler'in koltukların %20'si talebini reddetti. Bu durum halk oranlarındaki anlaşmazlığı göstermekten ziyade, Peştular arasında gittikçe kuvvetlenen anti-Şia temayülünü ve Peşaver temel ittifakında büyüyen Vahhabi etkisini açığa çıkarmaktadır.

Sünni Özbekler diğer etnik gruplara göre Sovyet propagandasına daha hassas tavır koyuyor ve Sovyet sınırındaki Sovyet Özbekistan Cumhuriyeti'yle doğrudan hat kuruyorlar. Bu hat belki onların da etnik bir partikularizm oluşturmalarını sağlayacak. Sovyetler Birliği Özbekleri büyük ihtimalle Kuzey Afganistan'daki etkisini sürdürebilmek için kullanacaktır.

Türkmenler'in 1920'lerde Ruslar'dan kaçmaları nedeniyle olsa gerek, Rus sınırına daha yakın olmalarına rağmen çok katı anti-Sovyet olmaları çok ilginç. Beluciler, Nuristaniler ve Paşalar gibi diğer etnik grupların ise savaş boyunca belirli bir etnik bilince erişemedikleri görülüyor.

Tabii ki etnik harita siyasi haritaya aktarıldığında bazı değişmez koşullar göze çarpıyor.6 Her ne kadar Afganistan'daki etnik ilişkiler geleceğindeki en önemli rolü oynasa da, Peşaver partilerinin siyasi parçalarından biri olarak ifade edilmeyecek. Çünkü siyaset alanında "bir tek etnik çıkışa sahip" parti bulunmamaktadır. Hem Hikmetyar'ın, hem de Halis'in Peştu olmalarına rağmen, Farsça konuşan askeri komutanlarının bulunduğu; temelde Farsça konuşan Cemiyet'in de Kabil, Logar ve Kandahar'da önemli Peştu komutanlara sahip olduğu görülmektedir. Bütün partiler Kandahar'da temsil edilmekte; ulemaya dayanmasından dolayı Hareket-i lnqılab, bütün Afgan etnik grupları arasında ayna düzeyde yaygınlık kazanmaktadır. Siyasi partilerin içinde bulundukları bu genel içiçelik, grupların yerel alt kabilecilik ve alt-etnik bölünmeyi ifade edebileceği gerçeğine eklendiğinde, Afganistan'ın siyasi manzarası oldukça karmaşık bir hal almaktadır.

Afganistan'ın Siyasi Geleceği

Afgan politikası yukarıda zikrettiğimiz faktörlerin karışıklığı yüzünden içinden çıkılması zor bir hale gelmiştir: Üç komşu Ülke (Pakistan, İran ve Sovyetler Birliği)nin hem ideolojik, hem de etnik ilişkilerinin etkisiyle karmaşık bir hal alan kavim, kabile ve etnik ilişkiler.

Bölgesel seviyede anahtar rol kavim ilişkilerinde gizlidir. Sovyet askerleri geri çekildikten sonra, Mücahitlerin eyalet seviyesinde yeni siyasi yapı oluşturduğu yerler hariç Kabil rejim garnizonları eski kurallarla oyunu tekrar sahneye koydular. Mücahitlerin yeni yapıları üç farklı alanda bulunmaktadır. Mesut yönetiminde, kuzey doğuda 'şurayı nazar [denetleyici kurul] olarak isimlendirilen siyasi bir yönetim kurulmuş durumda. Mesut ayrıca Afgan direnişinin tek profesyonel ordusunu da kurmuştur. Batıda ise İsmail Han hemen hemen 4 eyaleti kapsayan bir yönetim kurdu. Bununla beraber her ikisi de hala rakip partilere katılarak bölgesel bağımsızlığını kazanmayı amaçlayan belirli mahalli ayrılıkçı gruplarla karşılaşıyor. Güneyde Kandahar ve Uruzgan eyaletlerinde geleneksel kabile demokrasisi ulema liderliğiyle birleştirilerek geçici şuralar işbaşına geçiriliyor. Kunar eyaletinde (şu anda savaş alanından uzakta) Pakistan'daki Vahhabiler'in destek verdiği medreselerde yetişen mollalar, Başgal ve Peç vadilerinde oldukça yoğun Vahhabi etkisi altında iki yöresel İslami 'Cumhuriyet' kurdular. Bu yeni yapıların kurulduğu alanlarda bile, yöresel komutanlar kavim bölünmesiyle durmadan uğraşmak zorunda kalıyorlar.

Diğer yandan, 1989 Baharı'ndaki Celalabad Savaşı'nda görüldüğü gibi kavim, kabile ve etnik gruplar arasındaki çekişme; Mücahitlerin Sovyetler'in geri çekilmelerinden yararlanmalarına engel oldu. Böyle bir durum muhtemelen gelecekte taşrada merkezi bir devletin kökleşmesine imkan vermeyecek. 1890'da Emir Abdurrahman önderliğinde başlayan yavaş gelişme ile devletin taşra üzerindeki kontrolü kuvvetlendirilmişti. Bu kontrol yalnızca, güçlü devlet ordusunun süreç içinde yavaş yavaş gelişmesi sayesinde mümkün olabilmişti- Gelecek on yılda yeniden böyle bir merkezi ordunun kurulması beklenmemekte.

Bunların ötesinde, iktidar oyununun geleneksel kuralları, Mücahitlerin siyasi partileri de içeren her alandaki hareketlerine sinmiş bulunuyor. Aslında Emir, şura gibi İslam'a verilen sadece sembolik referanslarla, Peşaver liderleri geleneksel iktidar oyununu aşağı yukarı oynamaktalar. Hami-tebaa ilişkisine göre hükmediyor, hısım-akraba kayırıp, kişisel ilişkilere göre atama yapıyorlar. Dolayısıyla ABD ve Suudi Arabistan destekli Peşaver bürokrasisi makul bir alternatif ortaya koyamamaktadır. Çünkü bürokrasisi hariç gerçek devlet yapısıyla arasında hiç bir ortak yan bulunmuyor.

Eğer kavim bölünmesi bölgesel seviyede ya da politik partilerde yaygınsa, ulusal seviyede bölünmenin temel sebebi etnik ayrılıklardır. Aslında savaş boyunca meydana gelen oluşum sonucunda şu anda kendilerini etnik olarak ifade edebilen dört grup 'Merkezi İktidar'da pay sahibi olabilmek için mücadele etmektedir: Tacikler (Farsça konuşan Sünniler), Şiiler (temelde Hazara etnik grubu), Durrani Peştu Konfederasyonu ve Gilzay ve Doğu Peştu kabileleri. Savaş boyunca oluşuma ayak uyduramayıp, kendilerini si­yasi olarak ifade edemeyen gruplar, bu etnik gruplarla ittifak kurmak zorunda kalacak.

Gilzay ve Doğu Peştulanhem Afganistan Demokratik Halk Partisi'nde hem de Peşaver temel ittifakında üstün durumdalar. Bu gruplar en büyük silah payını aldılar. Durraniler, monarşist kabile liderleri ve daha fundamentalist savaşçı mollalar arasında ikiye bölündü. Ancak güçlü yatay ilişkilerini hala devam ettiriyorlar: Doğu Peştuları'na benzemeyen bu gruplar içinde kabilecilik bölmekten ziyade birleştiriyor. Pir Seyyid Geylani genel olarak sözcülüklerini yapmaktadır ve sadık bir monarşisttir. Tacikler, Mesud ve İsmail (her şeye rağmen Peştu kökenlidir) gibi çok ünlü askeri liderlere sahip olmalarına rağmen Peşaver temel ittifakında genellikle çok az siyasî güce sahipler. Tacikler, bütün partilerde kendilerinden bir kaç kişi olmasına rağmen çoğunlukla, Burhaneddin Rabbani'nin liderliğini yaptığı Cemiyet'e katılıyorlar. Şiiler ise sekiz partinin kurduğu İran temelli ittifaka katılmış durumdalar.

Görevi Afgan Mücahitleri ile ilgilenmek olan Pakistan İstihbarat Teşkilatı'nın başkanı General Hamid Gül'ün 1989 Mayısı'nda görevden alınmasına kadar Pakistan, Kabil'de kendi taraftarı bir hükümet kurabilmek için Gilzay ve Doğu Peştunları'ndan yana olarak sınırında, kabilesel etkinlik oluşturma stratejisi güdüyordu. Tabii ki bu hükümet fundamentalist Gilzaylar'ın merkezi etrafında kurulacaktı. Pakistan'ın himayesi altında Şubat 1989'da Islamabad'da toplanan Mücahitlerin şurasında görülen şey, Gilzay ve Doğulu Peştunlar'ın hegemonyasının artmış olmasıydı. Şii delegasyonu reddedilmişti. Muhtemelen en büyük ve kesinlikle en etkin Mücahit partisi olan Cemiyet'in başındaki Rabbaniye sembolik olarak Kalkınma Bakanlığı verilmişti. Kilit noktalan ifade eden Başbakanlık, Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlıkları Gilzaylar tarafından sahiplenilmişti. Mart 1989'da Celalabad'da geçici hükümet kurmak için bu bölgesel başkente karşı alınan saldın karan, Gilzaylar'a ve Doğulu Peştular'a itibar kazandırmıştı. Fakat Durrani bölgesindeki Kandahar, askeri açıdan, saldırmak için daha mantıklı bir seçimdi. Bu Gilzay taraftan politika diğer bütün grupların muhalefet oluşturması sonucunu doğurdu. Peki bu gerçekler ışığında mümkün alternatifler neler olabilir? Hangisi iktidar olursa olsun gelecekte Afganistan'daki siyasi koşullar bu dört grup arasındaki ilişkilere bağlı olacak: Durraniler, Gilzaylar, Tacikler ve Şiiler.

Eğer beklenilmeyen şekilde Peşaver temel ittifakı bütünlüğünü sürdürürse Şiiler, Tacikler ve Durraniler ittifak tarafından kurulan her hükümete karşı soğukluk taşıyacaklar. Eğer bu üç grup kendi aralarında bir anlaşmaya varabilseydi, Kabil rejimini alt edebilir, yerine gerçek çoğulcu-etnik hükümeti kurabilirlerdi. Ancak Doğulu Peştular ve Gilzaylar tarafından baskın hale getirilen kabilesel kemer, belki de çok uzun yıllar önüne geçilmez bir şekilde devam edecek. Eski kral Zahir Şah böyle bir durumda koalisyon için rol alabilir.

Eğer Durraniler ve Gilzaylar yeniden bir araya gelirlerse, Peştular'ın baskın olduğu bir Peştu rejimini yeniden birleştirmeye çalışacaklar. Bu sefer de Tacikler ve Şiiler merkezi iktidarın dışında kalmaya razı olmayacaklar ve muhtemelen Kuzey ve Güney bölgeleri arasında sivil bir savaş çıkacak. Tahran, Kuzey sınırındaki Farisiler'e destek verirken, Sovyetler de Özbekler ile doğrudan ilgilenerek etkili olabilir.

Eğer grupların hiç birisi birbiriyle birleşmeyi başaramazsa, en yakın sonuç 'Lübnanlaşma' olacak. Her etnik grup Lübnan'da olduğu gibi kendisine dış destek bulmaya çalışacak. En büyük tehlikelerden birisi de Peştular arasında giderek büyüyen anti-Şia temayülü. Peştular kendileri gibi Sünni olan Tacikler'e bazı ödünler verebilirler, ancak Hazaralar'ın kendilerine ait yeni bir kimlik koymalarına hiç de hoş yaklaşmıyorlar. Aynı şekilde Hazaralar da -önceden olduğu gibi- tekrar hor görülmeyi, aşağılanmayı asla kabul etmezler, çünkü artık ellerinde silahlan ve arkalarında İran desteği var.

Kabil rejimi bütün bu çarpışmalardan, kendi varlığını sürdürmek için yararlanabilir mi? Ya da en azından iktidarın büyük payını alabileceği bir koalisyon hükümeti kurabilir mi? Bu amacı gerçekleştirmek için rejim çift-hat politikası takip etmeyi deniyor, ilk olarak savaşın ideolojik boyutunu bertaraf etmek, ardından da cihad ruhunun yavaş yavaş yok olmasıyla ortaya çıkan etnik rekabetle oynamak, rejimin politikasının iki hattını oluşturuyor. 1986 Aralığı'nda 'Milli Uzlaşma' politikası başlatıldığında daha geleneksel iktidar koşullarına dönmek, devrimci düşünceden yavaş yavaş vazgeçme karan alınıyordu. Resmi 'Afganistan Cumhuriyeti' isminden 'demokratik' kelimesi çıkarılmıştı. Böylece partinin hiç bir zaman komünist olmadığı iddia ediliyordu. İslam devletin resmi dini olarak kabul ediliyordu. Ayrıca kabilecilik meşru siyasi model olmuştu. Bu politika geniş halk kitlelerinin rejime katılmasını sağlamak için onları kandırmada yeterince etkili olabilir mi? Necibullah devletin başında bulunduğu sürece, komünizm ile olan ideolojik bağlantıları yok olmayacak gibi görünüyor. Ancak her an için Necibullah bertaraf edilebilir.

Rejim, Mücahitlerin cephesini dış öğelerle yıkmak için çok çaba sarfetti. Sovyet askerlerinin geri çekilmesiyle birlikte rejim garnizonlarının çoğunun başkenti korumak için buraya çekilmesi, taşrada Mücahitlerin geçici hükümetlerinin dolduramadığı siyasi bir boşluk yarattı. Rejim üyeleri kendi içlerinde kabilesel ve etnik rekabete daldıkları bir zamanda, Mücahitler arasında eski yöresel kan davaları ortaya çıktı.

Hem kendine aşırı güvenen Mücahitlerin hem de Pakistan askeriyesinin yapmış olduğu hatalar, Kabil rejimine umulmadık şekilde soluklanacak alan kazandırdı. Şiiler 1989 Şubatı'nda Peşaver temel ittifakı tarafından dışlanmıştı. Bundan dolayı Tahran ve Moskova arasında oluşan soğukluk, İmam Humeyni, Sovyet dışişleri bakanı Şevardnadze'yi kabul edince yerini ılımlı bir ortama bıraktı. En güçlü Mücahit komutanları Celalabad'a saldırı planının dışında bırakılmışlardı. Eğer Necibullah iktidarı bırakırsa, Gilzay olmayan etnik grupların ve Mücahit komutanlarının dargınlıkları, Afganistan'da yeni bir siyasi şekillenmeye yol açabilir.

Bu durum apaçık ortaya koyuyor ki, 1989 Şubatı'nda kurulan geçici Mücahit hükümeti pek de makul bir siyasî alternatif değil. Kuşatılmış Afganistan Demokratik Halk Partisi rejimi -en azından bugünkü şekliyle- tamamen askeri bir saldırıya maruz kalmadığı halde er geç devrilecek. Afganistan'ın geleceği güçlü Mücahit komutanlarının ellerinde. Celalabad saldırısındaki başarısızlık, komutanların askeri durumlarını düzelttikleri gerçeğini gizleyemez. Şöyle ki: Sovyet birliklerinin çekilmesiyle ve yüzlerce hükümet birliğinin terketmesiyle sahipsiz kalan karakolları ve arazileri Mücahitlerin, topraklarını genişletmek ve iletişimlerini iyileştirmek için kullandıkları mutlak bir gerçektir. Ancak bu makalenin yazıldığı tarihte (Haziran 1989) Mücahit komutanları henüz hiç bir siyasi adım atmamışlardır. Muhtemel siyasi kararlan hakkında bazı önemli sorular sormak gerekiyor. Acaba Peşaver ittifakı ile olan siyasi ilişkilerini sürdürecekler mi? Eski geleneksel etnik ilişkilere geri mi dönecekler ve bundan dolayı Afganistan'ı etnik bir sivil savaş tehlikesiyle karşı karşıya mı bırakacaklar? Mücahit komutanlarının Afganistan'da gevşek, etnik-çoğulcu merkezi hükümet kurmak için -bazı yeniden yapılanmalar pahasına bile olsa- yeni bir siyasi yapı kurmaya çalışması daha muhtemel görünmektedir. Yine de komşu ülkelerin bir 'Afgan' uzlaşmasını kabul edecekleri kesin değil: Acaba Afganistan'ı 'Lübnanlaşırken' görmeyi tercih mi ederler? Yakın zaman için verilebilecek sarih bir cevap yok. Afgan çatışmasında belli olan tek şey bütün bu sorular ve bu soruların ilerleyen aylar içinde giderek artacağı.

Çev.: Haluk Ersoy

 

Dipnotlar:

1- Hafızullah Amin 1978 Ağustosu'ndan 1979 Aralığı'na kadar PDPA rejiminin en güçlü adamıydı. Acımasız bir diktatör olarak biliniyordu. Buna rağmen, kendisiyle aynı kabileye (Gilzay Harruti) mensup bulunan, Peşaver ittifakının gelecekteki liderlerinden Rasul Abdurrab Sayyaf'ın Kabil'de tutuklandığı zaman hayatını bağışlamıştı.

2- PDPA'nın Önceki genel sekreteri Babrak Karmal'ın 21 Aralık 19S5'te resmi günlük gazete Haqiqat-i Inqılab-i Savr'da yayınlanan konuşmasına göre, parti; hizipçilik, kabilecilik, rüşvet ve bölgeselcilik ile hükmünü sürdürebiliyor. Sovyet Rusya'nın bu hizipçiliği ideolojik zıtlıklar yerine kabilecilikten kaynaklanan bir sorun olarak algılaması epey zaman aldı.

3- Kendilerini devlet ile özdeşleştiren tek kabile liderleri 18. yüzyılda Afgan devletini kuran Peştu Durrani kabile aristokrasisidir. 1978'deki darbe ile bütün güçlerini kaybettiler. Birçok Durrani kabile lideri sürgünde yaşıyor. Durrani kabileleri içinde rejime karşı savaşan ve diğer grupların liderliğinden pek farklı olmayan, yeni mahalli bir liderlik doğmuştur.

4- Kavim kavramının geniş kapsamı için bkz.: P. Centlivrea, Un Bazar d'Asie Centrale, Reichort: Wiesbaden, ss. 158-159, W. Azoy, Buzkaski, Game and Poıver İn Afghanistan, Philadelpia, Pennsylvania: Univcrsity of Pennsylvania Press, 1982, ss. 31-32. Olivier Roy, islam and Resistance in Afganistan, [Türkçe çevirisi için bkz.: 'Afganistan'da Direniş ve İslam', Yöneliş Yayınları, İstanbul-1990], Cambridge: Cambridge University Press, 1986, I. Bölüm.

5- Yeni Mücahit liderliğinin geniş analizi için Olivier Roy'un 'İslam and Resistance in Afghanistan adlı kitabının 4. ve 10. bölümlerine bakabilirsiniz.

6- Olivier Roy, A. g. e., 7. Bölüm. Peştu fundamentalist grupları Durrani kabilelerinden iyi bir destek göremiyor. Doğu Peştuları arasında ise etkililer. Özellikle Hizb-i İslami Halis'in Zadran ve Hugyani kabileleri arasında Hikmetyar'ın ise Şinvariler arasında etkinliği var. Hizb-i Îslami Hikmetyar, sosyal düzen olarak kabileciliğin kaybolduğu Kuzey Doğu Gilzay kökeninden olup, Peştu dilini konuşanların çoğunluğunu kazanmış bulunuyor (Bağlan, Tahhar, Kunduz). Burada kabileler hala kabilelerinin adını taşıyorlar ancak jirga gibi kabilesel kurumlar terkedilmiş durumda. Cemiyet Farca konuşanlar arasında en önemli yere sahip. Burada iki önemli faktör var: Sosyolojik (kabilesel veya kabilesel olmayan) ve etnik (Peştu ya da Peştu olmayan). Geylani ve Müceddidi Güney'deki Peştu kabileleri arasında daha güçlü.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR