1. YAZARLAR

  2. Ahmet Kerim Artuk

  3. Hamd Garında İnecek Var

Hamd Garında İnecek Var

Mayıs 2022A+A-

Tarih 9 Kasım 2021. Mehmet Emin abi, Çağrı ve Onur’la birlikte bir yandan ertesi güne hazırlık için yazıcıdan afiş bastırıyor, diğer yandan Özgür-Der gençliğinin geçmişteki kamplarından hatıraları kurcalıyoruz. Baktığımız fotoğraflardaki samimiyet ve neşe pandeminin etkisiyle uzak kaldığımız kardeşlerimize hasretimizi harlıyor. Bu kardeşlerimizin büyük bir kısmıyla henüz tanışmıyor olsak da hepsini tanıyıp sevmeye hazırız. Zaten Diyarbakır’daki ağabeylerimizin ısrarlı davetlerinden de haberdarız. Korona mahpusundan da görece kurtulduğumuza göre baskı işi biter bitmez yeni bir kampın vizesi için derneğe geliyoruz. Biz arkadaşlarla afişleme işini planlarken Emin abi de üniversiteli buluşmasını konuşmak üzere abilerin yanına uğruyor. Yağmurlu bu İstanbul akşamı, “Yalnızca Rabbimize ibadet eder taptıklarınıza tapmayız.” yazan afişimize ve bu inançtaki gençlerin bir araya geleceği buluşmanın hayaline aynı anda ev sahipliği yapıyor.

Zaman içinde hayalimiz gerçeğin kisvesine bürünmeye başlıyor. Ne zamandır beklenen buluşma için ön hazırlıklar tamamlanıyor ve üç gün boyunca kalbimizin otağını kuracağımız Diyarbakır’daki programın adı konuluyor: “Üniversiteliler Buluşuyor 10

Haydi Düşelim Yollara Yürüyelim Ufuklara

Gidiş tarihi yaklaştıkça heyecanımızın dozu yükseliyor. Muhtelif şehirlerden kafileler oluşuyor. Diyarbakır’a geleceklerin isimlerini öğrenince çalışan genç abilerimizden de hatırı sayılır bir katılım olacağını fark ediyorum. Önceki buluşmaların üniversitelileri şimdi tecrübelerini paylaşmak, evvelki kamplarda şahit oldukları güzellikleri yeniden yaşamak için bize eşlik edecek. Kuşaklar arasındaki bu irtibat ve süreklilik coşkun bir ırmağın ferahlığını hissettiriyor bize, beraber yol alıyoruz döküleceğimiz denize.

Ben Sivas’tan yolcuyum, 12 kişilik ekibimizle Kurtalan ekspresinin tren seferindeyiz. Böylesi kamplar yoldayken başlar. Ezgiler, oyunlar, hatıralar, kahkahalar… Uzun yıllar Sivas’ta birlikte sayısız güzel iş yaptığımız; yaşımızla beraber davamızı, inancımızı, ümidimizi de büyüttüğümüz abilerimiz ve kardeşlerimizle yıllar sürecek yeni dostluklar edinmek için seferdeyiz. Odalı vagonda olmanın avantajıyla saatlerce süren koyu muhabbetimize diğer ekiplerden gelen görüntüler, selamlarda katılıyor. En kalabalık kafileyi taşıyan İstanbul otobüsünün kötü hava şartlarından etkilenmemesi için dua ediyoruz.

Sabah Hazar gölünün kıyısına uyanıyoruz. Trenle birlikte biz de tefekkürün ve tabiatın içinde kıvrılıyoruz. Rabbimizin ayetlerine şahitlik ederek geçiyor yolculuğumuz.

Derken bir kötü haber! Hava muhalefeti nedeniyle Kenan Alpay, Mustafa Yılmaz ve Mehmet Ali Aslan’ın Diyarbakır’a gelemeyeceğini öğreniyoruz. Üzülüyoruz. Grup Yürüyüş konseri de haliyle iptal. Neyse moral bozmak yok, telefona davranıp Yollara albümünün ilk parçasını açıyorum ve mırıldanıyorum Mehmet Ali abiyle birlikte: Haydi düşelim yollara seninle biz / Yürüyelim ufuklara seninle biz / Kavuşalım sevdalara seninle biz / Yalnızca O’nun adıyla.

Secdeyi Uzun Tutmak

11 Mart saat 11 itibarı ile Diyarbakır’dayız. Suat abiler bizi karşılıyor, daha ilk karşılamada muhatap olduğumuz ilgi ve alaka üç gün boyunca sürecek. Tanıştıktan sonra Diyarbakır Özgür-Der’e doğru hareket ediyoruz. Çok merak ettiğimiz derneğe varınca ilk işimiz külliyeyi gezmek oluyor.

Her metrekaresinde fedakâr müminlerin emeği olan binanın anlatıldığından da güzel olduğunu fark ediyoruz. Kur'an kursu, spor salonu, sınıf, kütüphane, mescit, yemekhane... İnsanın dışarı çıkmadan burada her ihtiyacını görmesi mümkün. Nitekim bizler de kampın büyük bir bölümünü dernek binasında geçireceğiz.

Aynı trenle geldiğimiz Malatya ekibiyle birlikte yemek yedikten sonra cuma vaktini beklemek için mescide geçiyoruz. Mescit diyoruz ama burası bir cami kadar var. Mescit, secde edilen yer demek. Secde ise âlemlerin rabbine, kulluk edilecek yegâne ilaha yönelmek ve yaklaşmak anlamına geliyor.  Bu mekânda kamp boyunca secdemizin namazla sınırlı kalmaması için çabalayacağız. Çünkü mescitte yatıp kalkacak, mescitte programlarımızı gerçekleştirecek, yemek yiyip sohbet edecek, tanışıp kaynaşacağız. Tüm bunları ihlas, samimiyet ve şükürle yapıp Allah rızasını gözetirsek Rabbimiz bize üç günlük bir secde nasip etmiş olacak, böyle inanıyoruz.

Cuma vakti. Nureddin hocadan sabır üzerine akleden kalplere hitap eden etkili bir hutbe dinliyoruz: “Sabır, zulüm ve tuğyanla mücadele iradesi ve direnme ameliyesidir. Sabır, direniştir.” Bu direnişi inşallah birlikte gerçekleştireceğimiz arkadaşlarımız namazdan sonra gelmeye devam ediyor.

Gelin Tanış Olalım

Akşam tanışma halkası kuruluyor. Yüzü aşkın insanın ismi, okulu, memleketi ilk seferde ezberlenemez elbet. Ama sesi ve yüzü bile bir insanla münasebet başlatmaya yeter. İsimler sonra tekrar tekrar yılmadan sorulup illaki öğrenilecektir. Birbirimizi tanıyıp tanışmamız için kavimler halinde yaratılmışız, Rabbimiz öyle buyuruyor. Bizler de 30’u aşkın şehirden katılan gençler olarak yaratılış amacımıza riayet ederek başlıyoruz programa. Yunus’tan mülhem şu dizeler ilişiyor aklıma: Gelin tanış olalım/ Hak sözü güçlü kılalım…

Ardından açılış programı… Ev sahibi abilerimizin açılış konuşmalarından sonra kardeşlerimiz kendi imkânlarıyla birbirinden güzel ezgiler seslendiriyor. Teknik imkansızlıklara ve konser planındaki aksaklıklara rağmen inisiyatif alan arkadaşlarımızın sesleri ve sahneleri çok hoşumuza gidiyor. Bizler de yerimizde durmayıp onlara katılıyoruz. 11. yılına giren Suriye devrimini “Yallah irhal ya Beşşar” diye haykırarak selamlıyoruz. Gelecek kardan aydınlık sabahları yumruklarımızı hep yükseğe kaldırarak bekliyoruz. Zalimler kovulana dek kavgamızı sürdürmek, iman ve cihadı hayat tarzımız yapmak üzere sözleşiyoruz. Ezgiler, hepimizi aynı histe birleştirmeye ve ortak bir motivasyonda eşitlemeye yetiyor. Tekbir nidaları mescidin açık penceresinden çıkıp Diyarbakır sokaklarını dolaşıyor, hızla çarpan kalplerimizde yankılanıyor.

Kampta gece uzayıp giden sohbetler, bol kahkahalı oyunlarla sona eriyor. Yüzleri yorgunluk ve tebessümle kaplı onlarca genç külliyede sırt sırta derin bir uykuya geçiyor.

Ertesi sabah Diyarbakır’dan görevli arkadaşlar yüzden fazla insanı tek tek namaza kaldırıyor. Yemekten ulaşıma, salon hazırlıklarından gezi ve diğer etkinliklere kadar her işi organize eden, katılımcıların rahatını ve kampın düzenini sağlayan Diyarbakırlı ağabeylerimiz / kardeşlerimiz özveri ve fedakârlıklarıyla kampın kahramanları. İsim isim saysak yeridir ama unuttuğumuz olur diye korkuyorum, isimleri Allah’a malum. Rabbimiz hepsinden razı olsun.

Diyarbakır’da Bir Cevelan

Cumartesi sabahı programın yoğunluğu kendini belli etmeye başlıyor. Kamp programında üç forum ve iki panel var. Forumlar ortak gündemlerimizi birlikte konuşup istişare edebileceğimiz bir zemin temin etmesi açısından önemli. Panellerde ise irtibatlı hususları büyüklerimizden dinleyip soru sorma imkânı buluyoruz.

İlk forumumuz: Üniversiteler ve Tebliğ-Davet Sorumluluğumuz. Konuşmacılar İslam tarihinden tebliğ ve davet örneklerine, Müslüman gençler olarak üniversitelerdeki sorumluluklarımıza, yapabileceğimiz çalışmalara, diğer İslami gruplarla kurulabilecek ilişkilere dair önemli paylaşımlarda bulunuyorlar. Seküler bilgi ve hayat tarzının kalesi mesabesindeki üniversitelerde Müslümanlar olarak kendi oksijenimizi üretmemizin lüzumunu hatırlatıyorlar. Ardından katılımcılar söz alıp kendi çalışmalarına değiniyor, davet çalışmalarının usul ve esasına dair fikirlerini aktarıyor.

Forum sonrası Diyarbakır gezimiz başlıyor. Diyarbakır’ı tanımaya meşhur ciğeri ile başlıyoruz. Sonrasında şehrin tarihine ve kültürüne karışıyoruz. Sur olaylarının yaşandığı bölgede yaşanan acıları ve mağduriyetleri dinliyoruz. PKK’nin ateşe vererek tahrip ettiği 500 yıllık Kurşunlu Camii, Anadolu’nun en eski camilerinden Diyarbakır Ulu Camii, çok sayıda sahabenin mezarının bulunduğu Hz. Süleyman Camii… Modernizmin kıyımından önce Müslümanların ikamet ettiği her şehirde sosyal ve mimari açıdan caminin merkezde olduğu bir hayat vardı, belki de o sebeple her gezide gidilen şehrin tarihî camileri görülür, şehirlerin İslami kimliğini camileri kabzetmiştir zira. Diyarbakır’da yüzyıllardır namaz kılınan yerleri imanımıza şahit kılmak, nesillere sâri İslam cemaatinin safına dâhil olmak büyük bir bahtiyarlık.

İslam’ın ilk dönemlerinde buraya gelen yüzlerce sahabeden anlaşılacağı üzere Anadolu’ya İslam Malazgirt’ten çok daha önce ulaşmış. Ama bin yıllık tarih ve yerli düşünce söylemleri Türkiye coğrafyasında İslam’ı Türklerin varlığıyla başlatma eğiliminde. İslami bir tonu olsa bile ‘biz’in içeriği dinî değil kavmî bir aidiyete dayanıyor bu yaklaşımda. Bunu yarınki yerlilik-millilik sunumum için not alıyorum.

Sadece camileri değil surları, hanları, çarşıları, müze ve kültür evlerini de geziyoruz. Beraber gezdiğimiz arkadaşlarımızı daha yakından tanıma, kaynaşma imkânı elde ediyoruz. Akşama doğru tatlı bir yorgunlukla külliyeye dönüyoruz.

Örgütlendirilmiş Hayatların Figüranı Olmayacağız!

Yemeğin ardından panelimiz var: Kaybedilen Hassasiyetler ve Müslüman Şahsiyet. Hasip Yokuş ve Murat Koç’un konuşmaları hem sorunlarımızın tespitini hem de çözüm önerilerini içermesi bakımından çok faydalı. Hasip abi sorunlarımızın dinde değil insanların fiillerinde olduğunu hatırlatıyor. Müslümanlar olarak örgütlü ifsada karşı donanımlı olmamızın lüzumuna, dinimizi öğrenip hayata tatbik etmenin yollarına değiniyor. Bu noktada cemaat olma, bireyselleşmeye karşı güzide bir imkân ve sorumluluk olarak karşımıza çıkıyor.

Murat abi ise Allah’ın kitabının ve mesajının değil bizim pratiğimizin kaybolduğunu söylüyor. İslam davasının yerine başka şeyler koyanların ‘İslami mücadele bitti!’ söylemini eleştirirken şöyle diyor: “Mücadelenin bittiğini düşünen kişi kendi hikâyesini noktalayıp başkasının hikâyesinde figüran olmuştur.” Hayırda yarışmak, salih kimseler olmaya çabalamak, bunları yaparken Kur’an’a ve Sünnet’e dayanıp müminlerle beraber olmak her iki konuşmanın da ortak vurgusu.

Ertesi günün ilk forumunda “Düşünsel ve Amelî Yozlaşma” üzerine konuşuyoruz. Postmodernizm, bireyselleşme, milliyetçilik, mülteciler, yerli-milli söylem, yeni Atatürkçülük gibi çok sayıda mevzuyu birlikte müzakere ediyoruz. Teori ve pratiğin birbirinden beslenen simbiyotik bir ilişkisi var, bizleri İslami kimlikten uzaklaştıran sapmalarda da düşünce ve amelin birbirini tetiklediğini gözlemliyoruz. Bu açıdan yozlaşmanın her iki boyutunun da gündem edilmesini kıymetli buluyoruz.

Ardından bilgi yarışması… Eğlenceli ve öğretici sorularla vaktimizi bereketlendirmeye, samimiyetimizi pekiştirmeye devam ediyoruz.

Bugün kampın son günü, haliyle en yoğun programa sahip. Günün ikinci forumunda “Sosyal Medya ve Dijital Dünya” meselesini konuşuyoruz. İçeriğin hepimizi yakından ilgilendirmesinden olsa gerek en hararetli ve katılımlı forumumuz bu oluyor. Beraber mücadele vereceğimiz kardeşlerimizle aktüel mevzuları nezaketle tartışmak, fikir ve bakış açılarımızı istişare etmek ve bu yolla bir dinamizm elde etmek hamd vesilesi.

Akşam güneşle beraber kampın sonuna gelmiş olmanın hüznü de çöküyor üzerimize. Son panelde güncel konular ve sorunları konuşacağız. Metin abi sorunlarımızın künhünde yatan akıl ve ilim meselesine değiniyor. Kur’an ve Sünnet, enfüsteki ve afaktaki ayetleri birlikte değerlendirme anlamındaki akletme, güncel sorunların çözümünde bizi sonuca götürecek yegâne yoldur.

Musa abi ise yaşadığımız hayatın teorize edilip örgütlendirilmiş bir işleyişe sahip olduğundan bahsediyor. Modernizmin yönlendiriciliğindeki bu hayata alternatif sunması gereken Müslümanların insan türü içerisinde en dinamik, en şuurlu kimseler olması gerekirken bugün yeterince akletmeyen, pasif bir tipolojiye sahip olduklarını söylüyor. Rabbimizin bizden ne istediğini kitabına ve Resulullah’ın sünnetine bakarak öğrenip bunu hayatlaştırmamız gerektiğini vurguluyor.

3 Gece ve 3 Hece

Kampta son gece. En derin sohbetlerin, en keyifli oyunların vakti. Uyumak istemiyoruz. Derneğin her bölümünde ayrı halkalar oluşmuş, külliye sanki bir muhabbet zincirine vurulmuş.

Ertesi gün sabah namazından sonra vedalar başlıyor. Dikkatimi çeken, ayrıldığımız her arkadaşla yeniden görüşeceğimize dair bir his var içimde. Gelecek kamplar için şimdiden sözleşenler, birbirini şehirlerine davet edenler, WhatsApp grubu oluşturanlar… Herkesi memnun ve mutmain görüyorum. İsmen bildiklerimizi kalben, bilmediklerimizi yakinen tanımamıza vesile oldu buluşmamız. Gönlümüzün haritasını genişletti. ‘İnsan’ kelimesinin nisyana da ünsiyete de karşılık gelebileceğini söyler dilciler. Bizi nisyandan uzaklaştıracak ünsiyetler kurmamıza vesile oldu kampımız. 3 gecede 3 hecenin kıymeti pekişti iyice: kardeşlik.

Herkesle hemen ayrılmıyoruz tabiî. Dönüşte, beş farklı şehre dağılacak arkadaşlarla aynı trendeyiz. Kamp arkadaşlığına yol arkadaşlığını da ekliyoruz. Hava ile birlikte muhabbet de koyulaşıyor. Trenimiz, ömrümüzün bu güzel hatırasının altını çizen bir kalem gibi Fırat’ın üzerinde süzülüyor. Hamd garında inecek var!

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR