1. YAZARLAR

  2. Hamza Türkmen

  3. Çağdaş İhtiyaçlar ya da Hadsizlik

Çağdaş İhtiyaçlar ya da Hadsizlik

Mayıs 2022A+A-

Son dönem İslami uyanış sürecinin öncülerinden ve rasihundan olarak değerlendirebileceğimiz rahmetli Takiyyüddîn Nebhani (ö. 1977) “Tefkir” adlı eserinde “zaruret-i hamse” bağlamında Kur’an’da işaret edilen insanın ihtiyaçlarını ya da psikolojik güdülerini iki başlık altında tasniflemiştir:

1) Yeme, içme, uyuma gibi “zorunlu ihtiyaçlar”.

2) Varlığını koruma, kendi cinsine ilgi ve kutsama/büyükseme içgüdüleri ya da “temel eğilimler”.

İnsan ilkin bu zorunlu ihtiyaçlarını ve temel eğilimlerini karşılamak için davranışlarda bulunur. İnsan zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamazsa hayatının devamını gerçekleştiremez. Ayrıca temel eğilimlerine makul bir karşılık bulamazsa derin bunalımlar içine girer. Ancak insanın zorunlu ve temel ihtiyaçlarını hangi ölçülerle sağlayacağı, kendisine sunulan nimetlere şükredip şükretmeyeceği konuları ise kendisine doğuştan verilen düşünme ve hayatı anlamlandırma yetilerine bağlıdır. Kişi fıtraten kendisine verilen ve iradesiyle alakalı yetileri doğru kullanıp kullanmadığına göre Rabbimiz katından imtihan edileceği vahiyle bildirilmiştir.

Özellikle zorunlu ve temel ihtiyaçlarımızın önemine Kureyş suresinde işarette bulunulmuştur: “Bu evin Rabbine kulluk etsinler. Ki O, açlıktan doyuran ve korkudan güvenliğe kavuşturandır.1

Surenin girişindeki “îlaf” kelimesiyle Kureyş aşiretinin çevre aşiretlerle sağladığı saldırmazlık anlaşması bir imkân olarak ifade edilmektedir. Bu anlaşma ile yaz ve kış yolculuğunda güvene kavuşturulan Kureyşliler kendilerine rızık yollarını açan ve onları korkudan selamete çıkaran “bu ev”in Rabbine kulluk etmeye davet edilmektedirler. “Bu ev”den kasıt hem Maide suresinde açıklanan “Kıyame evi”nin2 işaret edilmesiyle ve hem Resulullah’ın (s) uygulamalı mütevatir sünnetinden öğrendiğimize göre Kâbe’dir.

Ama şirk cahiliyesi ile sapkınlık içinde bulunan Kureyş’in, temel gerçekleri örtüp veya unutup imkânlar ve nimetler bahşeden Allah’a karşı suç işlemesi gibi; günümüzde de sınırsıza yakın özgürlükler, refah ve imkânlar ile şımaran ve müstağnileşen insanlar farklı azgınlıklar içinde kulluk görevlerini ya sınırlandırmakta yahut unutmakta ya da reddetmektedirler.

Müslimler Allah’a kulluk görevlerini kutsal ilan edilen günlere ya da daraltılmış bir şekilde cuma ibadetine veya fahşadan uzaklaştırmayan namaz vakitlerine indirgediklerinde, dini ya da Kur’an-ı Mübin’i parçalara ayırarak sınırlamakta veya vecibeler bütününü unutmaktadırlar ya da bilmemektedirler.

Gayrimüslimler arasında da ölümden sonra dirilmeyi yani “haşr günü”nü inkâr edenler kulluk görevlerini reddederek profan yani vahiy dışı veya vahyi kale almayan bir hayat tasavvurunu ve tarzını seçmektedirler.

Ama küresel kapitalist değerlerin hayatımızı kuşattığı dönemlerde Müslim olsun gayrimüslim olsun günümüz insanlarının çoğunluğu kendilerine sağlanan özgürlük alanlarında ve ulaştıkları refah imkânlarıyla farklılaşıyorlar ve genellikle de baştan çıkıyorlar. Bu bozulma fakirlik ile refah sağlayan imkânlar arasında belirginleşip ortaya çıkıyor.

Musannif muhaddislerden Beyhakî ve Taberânî’nin naklettikleri “Fakirlik neredeyse küfür olacaktı.” hadisi, Bakara suresinde zikredilen korku ve açlıkla imtihan olduğumuz3 vakıasıyla ilgili sabredemeyenlerin durumunu anlatırken veya En’am suresindeki “Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.4 ayetini açıklarken; Sebe suresinde de ilahi buyrukları reddedenlerin “nimetlerle şımarıp dünyevi zevkler peşinde koşmada ileri gelenler5 yani “mutref” takımı olduğu belirtilir. Son zamanlarda “tecemmül”, yani dünyevi zevkler ve lüks yaşantı yaygınlaşıp refah eğilimi arttıkça da nimetlerle şımaran ileri gelenlerin hali kitleleşmektedir.

Oysa müminler için fakirlik halinde de zenginlik halinde de zorluklar ve ifsadi eğilimler karşısında irade sahibi olmak önemlidir. Bu noktada sabır, mutedillik, tevazu, sadelik ve takva ahlakı gibi hasletlerimiz salih amellerimizin yol göstericisi olmalıdır.

Bizi ekonomik, idari ve kültürel alanlarda kuşatan küresel kapitalist hayat tarzı içinde Müslim olsun gayrimüslim olsun ekonomik refaha ve o refahı devam ettirecek olan güvenliğe artan ölçülerde değer verildiğini görüyoruz.

Kapitalist iktisat teorisinde sürekli “ihtiyaçların sınırlı olmadığı” telakkisi işlenir. Tabiî ki Rabbimize şükretmek ve insanların haklarını gözetmek kaydıyla helal rızıklar ve imkânlardan yararlanmak meşrudur. Ne saçıp savuran bir hal6 ne de kıstıkça kısan7 veya hayatın nimetlerini terk eden bir inziva hali içinde olunmalıdır. Emek ve alın teri (sa’y) hayatı helal ve haram sınırları arasında anlamlandıran en önemli insani değerdir.8 Ama “dünya hayatının aldatıcı bir geçimlikten ibaret9 olduğu gerçeğinin de bilincine sahip olunmalıdır.

Kapitalist piyasanın “ihtiyaçların sınırlı olmadığı” telakkisine göre yaşayanlar için düzenleyici bir iktidara dayanmak güvenlik açısından kaçınılmazdır. Teknolojinin de hızı sürekli değişimi getirmektedir; bu hız insanların ihtiyaç algısını, önceliklerini ve istikrarı bozmaktadır. Sınırsız özgürlük, refah ve fahşa peşinde koşanlar elde ettikleri lüksü ve lüks imkânları yitirmemek adına kendilerini gözeten iktidar gücüne, devlete veya holdinglerin ölçülerine rıza göstermek eğilimindedirler.

Sınırsız özgürlük peşinde olan ve çağımızda hâkim paradigma haline gelen liberal felsefe, müteşebbisler için dünya pazarını sınırsızlaştırırken, insanı gittikçe sadece birey olan müşteriye yani tüketiciye dönüştürmekte; seküler teknoloji de bireyi, gaybi boyutunu yok sayarak sadece istatistiğe, rakama indirgemektedir. Onlar için gerçeklik, Müminun suresinde ifade edilen dünkü dehrîlerin sınırlı ufuklarıyla söyledikleri kadardır: “Hayat, ancak dünya hayatıdır. Ölürüz ve yaşarız. Ama tekrar diriltilecek değiliz.10

Günümüzde de fiziki veya pozitif alanda teknolojik ve bilimsel ölçülerle insan ötesi arayış çabaları akademik havzalarda eğitim alan gençleri etkileyebiliyor. Bu arayışın hedefi insanın duygularını, aklını ve fiziksel kapasitesini ölümsüzlük hedefiyle süper bir insana dönüştürmek istikametindedir. Bu bilişsel etkinin altında kalanlar arasında insan fıtratıyla ilgili Rabbimizin belirttiği evrensel ilahi ölçüleri gittikçe ihmal eden, hatta tahfif edenler daha çok hadsizleşmektedirler.

Transhümanizm denilen bu akım insanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerini artırarak bir nevi onun müstağnileşerek ilahlaşmasını istemektedir.

Ayrıca vahyî ölçüler kavranmadıkça yaratılış ve gayb ile ilgili Rabbimizin bildirdiği sınırlar, sezgi-keşf gibi gaybi veya metafizik alanla ilgili “reyb, şek ve şüphe, zan” ifade eden yaklaşımlarla aşındırılmaya devam etmektedir.

Çağdaş Müstağnilik ve Kibir Sapması

Çağdaş müstağnilik ve kibir sapması Firavun’un gaybı mutlak olarak bilen ve her şeyin maliki ve yöneticisi olan Rabbu’l-Âlemin’e itaat etmek yerine, Naziyat suresinde belirtildiği gibi Musa’ya (a) karşı topladığı adamlarına: “Ben sizin yüce rabbinizim!11 demesi gibi bir hadsizliği ifade ediyor. Dün ilahlık taslayan Hallac-ı Mansur tarzında ulûhiyet ve hulûl iddia eden “enel hakçı” ruhbanlar ve aklı mutlaklaştıran din felsefecileriyle muhatap olduk. Bugün de bilimi mutlaklaştırarak ilahlık yolunda yürüyen, teknolojik imkânları ve bilimi kutsallaştıran ilim adamları ve tâbileri karşımıza çıkıyor.

Deist veya ateist yaklaşımlardan şikâyet edenler veya bu eğilimlerin nedenlerini arayanlar öncelikle gayba taş atmak konusunda ruhçu ve maddeci bu iki farklı inhirafın; yani irfan veya hikmet demagojileriyle tasavvuf felsefesini oluşturan bu metafizik eklektik anlayışların; ayrıca Allah’ı(cc) yaratıcı olarak kabul eden ama hayatın dışına iten veya yok sayan bu bilimci-materyalist hadsizliğin ölçüsüzlüğünü, kibrini ve tuğyanını ele almalı ve onlarla ‘fedayan-ı kıtal’dan önce akidevi bir mücadele içine girmelidirler. Çünkü Kur’an bütünlüğünden kavrayabileceğimiz veya Resulullah’ın (s) uygulamalarından çıkartabileceğimiz gibi insanları ve muhataplarımızı uyarmadan, -kendini müdafaa etmek dışında- hakkı gereğince tebliğ etmeden “kıtal”ı öncelemek doğru olmaz. Vahyî ölçüleri ve İslam’ın sabitelerini doğru biçimde kavrayan müminler bu iki ifsadî eğilimle, bu şirkî veya dehrî eğilimlerle, özellikle çağımıza hâkim hale gelen bilimci azgınlığın felsefesiyle mücadele edecek fikrî donanıma sahip olma yollarını oluşturmalıdırlar.

Müslümanların “kelam ilmi” de geçmiş dönemlerde kalmış konuları karıştırıp gündemleştirmek için değil, gayba taş atan ve müstağniliği örgütleyen bu tür çağdaş konuları cevaplamak için yapılan çalışmaların zemini olmalıdır. Dün dehrîlik veya gayb biliciliği iddiaları karşısında kelam ve akaid âlimlerimiz açıklamalarını, ilgili tartışmalar üzerine inzal olan Kur’an vahyi ve Resulullah’ın (s) açıklayıcı tefsiriyle yapıyorlardı. Bugünün yenilenen ve farklılaşan insanın ve evrenin varlığı ile ilgili ve bilgi kaynağı konusundaki hadsizlikleri de Kur’an’dan ve Resulullah’ın sünnetindeki uygulamalarından ilhamla “rasihun” ve “ulu’l el-bab”dan oluşan şûrâ heyetlerimiz veya ehil kelam âlimlerimiz cevaplandırmak veya cevaplandırma yollarını göstermek için çalışmalıdır.

Ateizmi ve deizmi kırbaçlayan inkârcı veya şirk telakkileri içinde yüzen profan ya da aklı kutsayan yaklaşımlar karşısında cevap oluşturmak konusundaki yetersizliğin tabiî ki öncelikli sorumluluğu, bu konuda akıllarını istişari planda ortak çalışmalara katamayan veya şura çabalarını örgütleyemeyen “rasihun”umuza ve “ulu’l el-bab”ımıza aittir. İlahiyat veya İslami ilimler fakülteleri öğretim görevlileri büyük ölçüde modern özgürlükler, refah ve imkânlar ile şımarma ve müstağnileşme sonucu ortaya çıkan akidevi hadsizlikleri cevaplayacak şekilde öğrencilerini yetiştiremedikleri veya bu konularda kolektif çalışmalar ortaya koyamadıkları sürece, birikimlerinin kendi konforları veya enaniyetleri ile sınırlı kaldığını bilmelidirler. Ve özellikle de vahyin gaybla ve yaratılışla ilgili beliğ ve anlaşılır ayetleri dururken bu konularda aklın mutlaklaştırılmasıyla yeni postulatlar oluşturmanın önünü açan ve nasıl vasıflandırılırsa vasıflandırılsın -dehrî, ruhçu, bilinemezci inanç ve telakkilerin cevaplandırılmak üzere öğrenilmesi dışında- felsefe tahsilinin helal olana götürücü bir yol olmadığı üzerinde durulmalıdır.

Kureyş suresinde açıklandığı gibi insanı açlıktan doyuracak nimetler ve korkudan uzak kılacak güven ortamı fıtri ihtiyaçlardandır. Ayrıca bu imkânlar imtihan olmak için yaratılan insanın davranışlarının sınanacağı en önemli ve öncelikli unsurlardandır.

Bugün olduğu gibi insanlık tarihi boyunca zorunlu ihtiyaçlarımızı giderecek nimetleri tüketme ölçüsünün ve insan cinsiyle olan zorunlu ilişkilerimizin sınırının ne olduğu ile ilgili cevaplar hayat yolumuzu aydınlatmaktadır. Aydınlığın kaynağı önemlidir. Ayrıca gaybla ve Yaratıcımızla ilişkilerimizin nasıl olması gerektiği, varlığımızı devam ettireceğimiz imkânların nerede cimrilik nerede israf olduğunun tayini gibi doğrudan insan hayatıyla irtibatlı temel mevzular imtihan konularımızdır. Hayatın ölçü ve sınırlarıyla ilgili kıstasların kimin tarafından belirleneceği hususu da en temel düğümdür.

Hayatın temel düğümünün çözülmesinde önemli gayret, insan fıtratına nakşedilen “Ben sizin yüce rabbinizim.”12 ilahi hitabına uyulup Rabbimizin terbiyesi ve ölçülerine tâbi olunmasıyla hayat yolunun aydınlığına yönelmektir. Naziyat suresinde zikredildiği üzere Firavun gibi “Ben sizin yüce rabbinizim!” diyen bireysel veya kurumsal hadsizliğin şemsiyesine sığınan güvenlik anlayışından ve imkânların sağladığı refaha tutunmanın aldatıcılığından uzaklaşılmalıdır.

Rabbimiz buyuruyor: “De ki: Rabbim dilediğine rızkı bol verir, dilediğine az verir. Fakat insanların çoğu idrak etmezler.13

Ve idrak âlemimize giren veya girebilecek olan herşeyi yaratan Rabbimiz sormaktadır: “O bitkileri bitiren siz misiniz yoksa biz mi bitiriyoruz?14 Bu bağlamda Rabbimizin farklı soruları da vardır. Onlardan bir örnek daha: “De ki: Eğer suyunuz yerin dibine çekilse söyleyin bakalım, size akar bir su kim getirebilir?15

Bu durumda kulların üzerine düşen görev, bu nimetlerin değerini çok iyi bilmektir. Bundan dolayı sürekli olarak Allah’a şükretmelidirler; şükretmemeleri durumunda, nimeti kaybedeceklerinden korkmalıdırlar.

Hakk’ın yarattığı imkânları keşfederken hem ekini ve nesli tahrif etmeye16 yönelen hem kendi sınırlı aklını mutlaklık mertebesine koyan müfsitlerden ve şeytanlaşma eğiliminden Rabbimiz bizleri, ailemizi ve inananları muhafaza eylesin; şükrümüzü artırsın.

Müminler için fakirlik halinde de zenginlik halinde de zorluklar ve ifsadi eğilimler karşısında irade sahibi olmak önemlidir. Bu noktada sabır, mutedillik, tevazu, sadelik ve takva ahlakı gibi hasletlerimiz salih amellerimizin yol göstericisi olmalıdır.

Sınırsız özgürlük peşinde olan ve çağımızda hâkim paradigma haline gelen liberal felsefe, müteşebbisler için dünya pazarını sınırsızlaştırırken, insanı sadece birey olan müşteriye yani tüketiciye dönüştürmekte; seküler teknoloji de bireyi, gaybi boyutunu yok sayarak sadece istatistiğe indirgemektedir.

Vahyî ölçüleri ve İslam’ın sabitelerini doğru biçimde kavrayan müminler ifsadî, şirkî veya dehrî eğilimlerle ve çağımıza hâkim hale gelen bilimci azgınlığın felsefesiyle mücadele edecek fikrî donanıma sahip olma yollarını oluşturmalıdırlar.

 

Dipnotlar:

1- Kureyş, 106/3-4.

2- Maide, 5/97.

3- Bakara, 2/155.

4- En’am, 6/151.

5- Sebe, 34/34.

6- İsra, 17/26.

7- Nisa, 4/37.

8- Necm, 53/39.

9- Âl-i İmran, 3/185.

10- Mü’minun, 23/37.

11- Naziyat, 79/24.

12- Âraf, 7/172.

13- Sebe, 34/36.

14- Vakıa, 56/64.

15- Mülk, 67/30.

16- Bakara, 2/205.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR