
New Jersey'deki Newark havaalanında korku ve gözdağı ile karşılaştık
Bir Filistinli-Amerikalı olarak ABD'ye döndüğümde karşılaştığım taciz, ABD hükümetinin benden korktuğunu açıkça ortaya koyuyor.
Hebh Jamal’in al-Jazeera’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Siyasi baskı ve sansüre yabancı değilim. Beş yıldır Almanya'da yaşıyorum ve Filistin yanlısı savunuculuk yapan Filistinli bir gazeteci olarak Alman makamları tarafından defalarca tacize uğradım.
Alman vatandaşı olan eşim ve Amerikan vatandaşı olan ben, her seferinde saatlerce ‘tutulmaya’, seyahatlerimizle ilgili istilacı sorgulamalara maruz kalmaya ve açık bir gerekçe olmaksızın eşyalarımızın didik didik aranmasına alıştık. Ancak göz korkutmak ve caydırmak için tasarlanan bu taktiklerin, devam eden soykırımın ortasında Filistinlileri hedef almak için ABD tarafından da benimsendiğini öğrenince çok şaşırdık.
Vatandaşlığın, özellikle muhalefet söz konusu olduğunda, sadece sınırlı bir koruma sağladığını her zaman biliyordum. Ama içten içe, ifade özgürlüğünün, korkmadan konuşma hakkının doğduğum ülkede bir anlamı olduğuna inanıyordum.
Yanılmışım.
ABD'ye vardıktan sonra 24 Mart'ta maruz kaldığımız taciz bu yanılsamayı paramparça etti. Filistinli kimliğimiz, siyasi çalışmalarımız, aile bağlarımız - tüm bunlar bizi sadece Almanya'da değil, şimdi ABD'de de daimi hedef haline getiriyor.
Kalkıştan önce, Frankfurt havaalanında kapımızdayken dört ajan bana yaklaştı ve kendilerini ABD İç Güvenlik Bakanlığı (DHS) görevlileri olarak tanıttı. Özellikle oğullarımıza su ve meyve suyu almak için kenara çekilmiş olan kocamı aradıklarını söylediler.
İçlerinden biri “ESTA vizenizin geçerli olduğundan emin olmak istiyoruz” dedi.
Pasaportunu aldılar, her bir sayfasını çevirip fotoğrafını çektiler, bu sırada içlerinden biri telefonda kalıp bilgi aktardı. Refah sınır damgasını gördükten sonra 2022'de Gazze'ye yaptığımız ziyareti sordular.
Bir temsilci “Gazze'de nereye gittiniz?” diye sordu.
“Han Yunus,” diye yanıtladı kocam.
“Aileniz şimdi nerede yaşıyor?”
“Her yerde,” dedi. “Şeridin her yerinde çadırlarda yaşıyorlar, biliyorsunuz, savaş yüzünden.”
“Oradayken ne yaptınız?”
“Ailemi ziyaret ettim,” diye cevap verdi.
Hedef alındığımız çok açıktı. Başka hiçbir yolcunun benzer bir kontrolden geçtiğini görmedim. Bu da ya DHS'nin ABD'ye hareket etmeden önce yolcuları aktif olarak araştırdığı ya da - daha da endişe verici olanı - Alman yetkililerin “şüpheli” yolcuların geçmişini ve siyasi faaliyetlerini belirlemek için doğrudan DHS ile iletişim kurduğu anlamına geliyordu.
New Jersey'deki Newark havaalanına vardığımızda, eşim ve ben ayrılarak tek tek sorgulandık, her birimizin kucağında hala uyuyan birer çocuk vardı. Bizi sorgulayan adamlar kendilerini tanıtmadılar; sınır polisi değil DHS ajanları olduklarına inanıyorum.
Bana ilk olarak seyahatimin amacını ve Gazze'ye seyahatimi sordular. Gazze'de kimlerle tanıştığımı, onlarla neden tanıştığımı ve karşılaştığım herhangi birinin Hamas'a bağlı olup olmadığını bilmek istediler. Bir noktada bir memur kasıtlı olarak muğlâk bir ifade kullandı ve Hamas'a atıfta bulunmak yerine “ailemden herhangi birinin Gazze'deki hükümetin bir parçası olup olmadığını” sordu.
Bir noktada, İsrail askerlerinden şiddet görüp görmediğimi sordular, ben de cevap verdim: “İsrail askerleri 2022'de Gazze'de değildi.”
“Ailenizden herhangi biri bu savaş sırasında şiddete maruz kaldı mı?”
“Evet,” diye yanıtladım. “Elli kişi öldürüldü.”
“İçlerinde Hamas destekçisi olan var mıydı?” diye sordular.
Sanki siyasi görüş bir ailenin yakılmasını haklı çıkarabilirmiş gibi. Sanki sayıya indirgenmiş çocuklar, yaşlılar, anneler, ölümlerinin kabul edilebilmesi için önce sadakatleri açısından sorgulanmalıymış gibi.
Gazeteci olduğumu biliyorlardı, bu yüzden yazdığım son makaleyi ve nerede yayınlandığını bilmek istediler. Onlara Mondoweiss için Mahmud Halil'in kaçırılmasıyla ilgili bir yazı yazdığımı ve bu yazıda Trump yönetiminin politikalarının tehlikeleri konusunda da uyarılarda bulunduğumu söyledim. Bu onların dikkatini daha da arttırmış görünüyordu. E-posta adresimi, sosyal medya hesaplarımı istediler ve hiçbir açıklama yapmadan telefon numaramı not ettiler.
Sonra da telefonlarımızı istediler. Vermezsem ne olacağını sorduğumda, başka seçeneğim olmadığını açıkça belirttiler. İtaat etmezsem telefonum yine elimden alınacaktı ve eşim de itaat etmezse sınır dışı edilecekti.
Sonunda elektronik eşyalarımızı iade ettiklerinde, kocama tüyler ürpertici bir uyarıda bulundular: “Buraya yedi kez sorunsuz bir şekilde geldiniz. Siyasi faaliyetlerden uzak durun, her şey yoluna girecek.”
Daha sonra, hukuk müşaviri tarafından - kaldığımız süre boyunca tek başıma bile - hiçbir gösteriye katılmamam tavsiye edildi. Hareketlerimiz, sözlerimiz ve hatta sessizliğimiz bile gözetim altındaydı ve her şey bize karşı kullanılabilirdi.
Başımıza gelenler tesadüf değildi; kasıtlıydı. Bizi korkutmak ve sindirmek içindi. İster Almanya'da, ister ABD'de ya da başka bir yerde olsun, bu uygulamaların amacı aynıdır: kendimizi küçük, yalıtılmış, kriminalize edilmiş ve korkmuş hissetmemizi sağlamak. Yazdığımız her kelimenin değerinden şüphe etmemizi, katıldığımız her protestoyu sorgulamamızı, her gerçeği dudaklarımıza ulaşmadan yutmamızı istiyorlar. Kaybettiğimiz insanları unutmamızı istiyorlar.
Ailemizin elli üyesi Gazze'deki ABD destekli soykırımda öldürüldü. Her biri kendi hayallerine, kahkahalarına ve sevgilerine sahip elli ruh, bombaların gürültüsü ve dünyanın sessizliği altında söndü. Ailemizin hikâyesi diğer binlercesinden farklı değil - manşetlerden kaybolan ama hayatta kalanların kalplerinde sonsuza dek yaşayan hikâyeler.
Bizden bu dayanılmaz ağırlığı sessizce taşımamızı, başımızı eğmemizi ve sanki dünyamız paramparça olmamış gibi yaşamaya devam etmemizi bekliyorlar. Ama biz boyun eğmeyeceğiz.
İşte bu yüzden bizden korkuyorlar; yok olmayı kabul etmeyen bir halktan korkuyorlar. Konuşmaya, örgütlenmeye, sadece tanıklık etmeye cesaret eden Filistinliler tehlikeli olarak işaretleniyor.
Havaalanında yaşadıklarımız hakkında konuşmanın bir sonraki karşılaşmayı daha da sert, daha da cezalandırıcı hale getireceği konusunda uyarıldım. Ancak şunu unutmamalıyız: Bu devletin bize yapabileceği hiçbir şey Gazze halkına yapılanlarla kıyaslanamaz. Pasaportlarımız sadece kâğıttan ibaret. Telefonlarımız sadece metal ve cam. Bunlar el koyabilecekleri, kırabilecekleri şeyler. Ancak sesimizi, anılarımızı ve adalete olan bağlılığımızı elimizden alamazlar.
Çıkışta polisler kocama son bir soru sordular: “Hamas hakkında ne düşünüyorsunuz? Onlar iyi mi?”
O da cevap verdi: “Beni ilgilendiren, ailemin ve halkımın hayatını ve özgürlüğünü elinden alan bir soykırımla mücadele etmek. Bunun dışındaki sorulara cevap vermek istemiyorum.”
Tüm endişemiz bu olmalıdır. Hiçbir şey bizi şu acil ve inkâr edilemez gerçekten uzaklaştırmamalıdır: bir halk katlediliyor ve bizim sorumluluğumuz ise onların yanında durmaktır.
* Hebh Jamal, eğitim eşitsizliği, İslamofobi ve Filistin'in işgaline karşı bir savunucu olarak geniş çapta tanınmaktadır. Hebh, NYTimes, TeenVogue, Netflix belgeseli Teach Us All ve daha pek çok platformda yer aldı. Hebh şu anda City College of NY'da son sınıf öğrencisi. NYU Metro Center'da gençlik politikası araştırmacısı olarak çalışıyor ve okul ayrımcılığıyla mücadele etmeye devam ediyor. Aynı zamanda üniversitesinin Filistin'de Adalet için Öğrenciler grubunun başkanlığını yürütüyor.








HABERE YORUM KAT