1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Mustafa Akman’la Muhammed Esed Üzerine...
Mustafa Akman’la Muhammed Esed Üzerine...

Mustafa Akman’la Muhammed Esed Üzerine...

Mustafa Akman’la Kur’an Mesajında Muhammed Esed kitabını konuştuk.

17 Mayıs 2009 Pazar 13:18A+A-

Leopolde Weiss olarak 1900 yılında Avusturya'nın (o zamanlar Polonya'ya ait) Lwow şehrinde Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen çağımızın ünlü siması Muhammed Esed hakkında henüz geniş araştırmalar yapılmamıştır. Onu, ancak kendi eserlerinden tanımak mümkündür. Kendi biyografisini anlattığı Mekke'ye Giden Yol adlı kitabından sonra ona artan ilgi Kur'an Mesajı adlı meal tefsiri ile gerçekleşti. Mustafa Akman'la Kur'an Mesajında Muhammed Esed kitabını konuştuk.

 

-Önce kitabınızın hikâyesinden başlayalım: Muhammed Esed'in uzun yıllar alan bilgi ve tecrübe birikiminin en büyük meyvesi Kur'an Mesajı kitabıdır. Bu kitaba ilişkin eleştirel bir yaklaşım düşüncesi nasıl oluştu?

Öncelikle teşekkürlerimi sunuyorum. Muhammed Esed (1900-1992) gibi bir değeri tanıtma adına gerekli olduğuna kanaat ettiğim bu girişiminizi tebrik ediyorum.

Muhammed Esed, biraz da aidiyeti dolayısıyla sahip olduğu görüşlerle dikkat çeken bir isim olmuştur. İslam'a meyledip serüvenini onda tamamlamış diğer birçok şahsiyetten farklı bir hikâyesi olan Esed, bilgi kaynakları itibariyle de ayrı bir ekolü izlemiştir. Genellikle İslam'ın sofiyane yorumunu benimsemiş diğer mühtedilerden ayrı olarak o, daha çok entelektüel boyutta bir ilgiyle İslam'a yönelmiştir.

Bu yönüyle ciddi ilmi tespitlerde bulunmuş Muhammed Esed'in bazı hususlarda "genel kabul"e aykırı birtakım sonuçlara varmış olması da doğal karşılanmalıdır. Bu çerçeveden onun bilgi ve birikiminin en önemli ürünü olan Meal-Tefsir'ini (Kur'an Mesajı) okurken takdire şayan tespitlerinin yanında bir kısım kabulü zor ve hatta tasvibi imkânsız bazı görüşlerine şahit oldum. Piyasada genel manada kendisi ve özelde ise bu rijit görüşleri üzerinde yapılmış makale veya kitap türünden ciddi bir çalışmanın olmadığını da görünce öncelikle akademik düzeyde bir makale bilahare onun tamamlayıcısı olarak elimizdeki bu kitap çalışması oluştu.

-Sanırım bu makale Türkçe literatürde Esed hakkında ilk nitelikli çalışma...

Doğrudur. Özellikle Meali okumaya başladığım ilk dönemde ona ve görüşlerine dair literatüre geçmiş hemen hiçbir çalışma mevcut değildi. Makaleyi yazmaya başladığımda ve daha sonra yayınlandığı dergide yayım sırası gelesiye kadar, yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlayan küçük çaplı ve özet mahiyette çeşitli çalışmalar oldu. Nitekim ben bunlardan ulaşabildiklerime önce makalede derken kitapta ilgi kurup işaret etmeye özen gösterdim. Ancak Esed hakkında kitap çapında bizim "Kur'an Mesajı'nda Muhammed Esed" adlı çalışmamız dışında henüz yayınlanmış bir esere muttali olamadım.

-Muhammed Esed Leopold Weiss iken bile başından beri Siyonizm'e karşı gelmiştir. Ortadoğu'da Avrupa örneğinde bir Yahudi devletinin kurulması fikri, ona göre Avrupa'lı güç odaklarının işine yarayacak ve Arap toplumu tarafından kabul görmesi zor olacaktır. Ona göre Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması fikri, en önemlisi Yahudi mirası için de yanlış bir gelişmedir. Yahudi yerleşimcilerde Avrupalı yaşam tarzı olan maddi değerlerin peşinde olma düşüncesinin aynen alındığını, sadece bu yaşam tarzının tohumlarını doğuya ektiklerini tespit eder… Esed'in Yahudi seçkinciliğinden tamamen kopuşu ile Meryem Cemile'nin kopuşu arasında bir benzerlik kurulabilir sanırım.

Kesinlikle doğru. Çok güzel özetlediniz. Adeta, biri ötekinin serüvenini yaşamış gibi. Muhammed Esed, geçmiş kültürüne karşı hassasiyeti yüksek bir insandır. Bu hassasiyetini İslam'ın konuya dair noktalarında da göstermektedir. Ona göre Yahudiler, kendilerinin İbrahim Peygamber'in (a) nesli olduğunu düşünüyor ve bu nedenle de seçilmiş kavim olduklarına inanıyorlardı. Yazar işte bu Yahudi 'seçkinci' ırkçılığından kurtulduğu gibi bunun İslâm'da olmadığını da özellikle belirtir. Bu hususta kendisinde iz kalmamış olması bir yana, geçmiş kültüründen kaynaklanan duyarlılıkla, zürriyet kaynaklı seçilmişliği red sadedinde Resulullah (s) kendi soyuna bile ayrıcalık tanınsın istememiştir, demektedir.

-Sizin Esed'le ilgili belli başlı eleştirileriniz nelerdir?

Şunu ifade ederek başlayayım. O iyi niyetli bir insandır. Keza doğru bildiğine inanmış biridir. Ne var ki o da insan olmak hasebiyle herkes gibi birtakım görüşlerinde kanımca yanılmış gözükmektedir. Hatalı olduğunu düşündüğüm, dolayısıyla eleştirmeye değer bulduğum görüşlerini şöylece sıralayabilirim:

1.Baş Örtüsü:

Esed, Nur Suresi'nde geçen "illâ mâ zehara minhâ (görülmesinde sakınca olmayan yerler hariç, 24/31)" ifadesini izah ederken Fahrettin Râzî'den naklen el-Kiffâl adlı bir âlime dayanarak bunu (hariç olan kısmı) belirlemenin hâkim örfe (geçerli âdete) terk edildiğini belirtmektedir. Ona göre herhangi bir toplumda yerleşik adet olarak kadınlar başlarını açık tutuyorlarsa bunun böyle olmasında bir sakınca yoktur. Zira İslam'ın özelde başı örtmeye dair bir emri yoktur. Burada belirleyici olan, geçerli yerleşik adetlerdir. O diyor ki; İslâm Hukuku'nun geleneksel temsilcileri, görünmesinde örfen sakınca olmayan ifadesinin tanımını her ne kadar kadının yüzü, elleri ve ayaklarıyla sınırlı tutma eğilimini göstermişler ise de ayetin ifadesi, insanın ahlakî ve toplumsal gelişiminin gereği olarak ortaya çıkan zamana bağlı değişikliklerin göz önünde bulundurulduğunu göstermektedir.

Biz burada Muhammed Esed'in bu yaklaşımının kabul edilemez olduğunu izaha çalıştık. Özetle şöyle: Cahiliye Arapları İbrahim aleyhisselam'ın nesli ve O'ndan tevarüs ettikleri dine intisap iddiasında insanlardı. Nitekim Resulullah'a itirazlarını da bu zeminde dillendiriyorlardı. Ondan itibaren gelen büyüklerini bir diğer ifade ile atalarını referans gösterirken zincirin başında onu görerek tavır takınmışlardı.

İşte İslam'ın başörtüsü emrini tam da bu noktada görmek gerektir diye düşünüyorum. İslam, İbrahim Peygamber'den gelen örfte cari ve fakat dağıtılıp çarpıtılmış durumdaki bu örfî örtüye müdahaleyle ıslah etmeyi esas almıştır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Risalet tarihi boyunca var olagelmiş örtüyü re'sen (kendisi icat ederek) değil, olan geleneğe müdahaleyle tensip etmiştir. Bilindiği gibi İslam'ın cahiliyenin İbrahimî (a) Örfü'ne müdahalesi örtüye münhasır olmamış temel itikadî prensipleri de dâhil olmak üzere hayatın genelinde cari olmuştur. Şunu ayrıca belirtmekte fayda mülahaza ediyorum: İbrahimî (a) Örf tabiri, gerek bu, gerekse diğer çalışmalarımda üzerinde yoğunlaştığım özel bir konudur.

2.Lugatler

Esed, kelime/ kavram merkezli yorumlar yapan bir âlimdir. Nitekim şeytan, cin gibi birçok temel kavrama bilinenden çok farklı anlamlar yükler. Bundan mütevellit, Arapçanın temel kaynakları olan ansiklopedik çapta sözlük/ lugatlerden ileri derecede faydalanır. Ne var ki o, genelde kavramın ilk dönemki anlamını belirlemeye çalışmak yerine, bahsi geçen bu sözlüklere fazlasıyla güvenerek muhtelif tespitlere ulaşır. Ancak kavramlara verdiği bu anlamların belirtilen kelimenin hangi dönemki karşılığı olduğunu tespite pek çalışmaz. İşin özünde atıf yaptığı bu sözlükler de ciddi manada böylesi bir çaba içersinde olmamışlardır. Oysa Esed bazı kelimeler için anlam kaymasına uğradığını ifade etmektedir. Daha açık bir ifade ile izaha konu olan kavramlara tarihsel süreçte bulaşan arızî anlamları arındırarak kullanıldığı ilk ortamdaki dominant, gerçek anlamlarını ortaya çıkarmada çoğu zaman yeterli gayreti sarf etmemektedir. Hatta kimi zaman bu espriyi kaçırdığı gözlenmektedir.

Bu nedenle kavramların bilinen anlamını kabulde ihtiyatlı olunmasında fayda var, demektir. Bu özelliği dolayısıyla diğer birçok kavramı izahta olduğu gibi lugatlara istinaden 'cehalet' kavramına bilgisizlik anlamını vermektedir. Biz daha önce 'Kur'an'da Cehalet Kavramı' adıyla yaptığımız yüksek lisans tezimiz desteğinde Esed'in belirtilen klasik referanslarını tahlil etmek suretiyle bu kavrama vermiş olduğu anlamın yanlış ve yetersiz olduğunu; diğer birçok kavrama yüklediği anlamlara da ihtiyatla yaklaşılması gerektiğini örneklerle izah etmeye çalıştık.

3.Dinî Çoğulculuk

Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler; bunlardan kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve hayırlı iş işlerse, işte onların mükâfatı rableri katındadır. Bakara 2/62. Bu ayetin izahında:

"Kur'an'da birçok kez tekrarlanan yukarıdaki paragraf İslam'ın temel bir doktrinini inşa etmektedir. Başka hiçbir itikadda benzeri olmayan bir görüş zenginliği ile, 'kurtuluş' fikri, burada sadece üç şarta bağlanmıştır: Allah'a iman, Hesap Günü'ne iman ve hayatta doğru ve yararlı işler yapmak.", "Böylece Kur'an'a göre kurtuluş, herhangi bir özel 'zümre'ye tahsis edilmiş olmayıp Allah'ın birliğini kavrayan, kendini O'nun iradesine teslim eden ve dürüst şekilde yaşamak suretiyle bu ruhsal tercihe pratik bir anlam kazandıran herkese açıktır."

Hepsi de kitabı okuyup durdukları halde, Yahudiler Hıristiyanların bir şey üzerinde olmadıklarını söylerken, Hıristiyanlar da Yahudilerin bir şey üzerinde olmadıklarını söylemektedirler. Bilmeyenler de aynen onların sözlerini söylüyorlar... Bakara 2/113 ifadesi "yalnız kendi zümrelerine mensup olanların öteki dünyada Allah'ın rahmetine mazhar olacaklarını iddia eden herkese işaret etmektedir." diyen Esed'in bu ifadeleriyle neyi kast ettiği pek anlaşılamamaktadır. Burada şayet nihaî olarak 'kurtuluş'un ne ile sağlanacağı ve 'kuşatıcılık'ını tespite çalışıyor ise birincisi Kur'an bütünlüğünü göz ardı ettiği açıktır. İkincisi de kurtuluşun kuşatıcılığı noktasında Kur'an bağlamında yanılgıya düşmektedir. Zira bu konu Kur'an merkezli düşünüldüğünde belirtilen sonucu vermemektedir. Buna göre Esed'in, kurtuluşun herhangi bir 'özel zümre'ye tahsis edilmemiş olduğu şeklindeki kanaati -şayet- çoğulcu (plüralist) anlamda her zümrenin, temelde birbirine çelişik bütün durumlarına rağmen, zaten hakikat üzere olduğu tezine dayanıyorsa bunun yine Kur'an'a göre yanlış olduğu açıktır. Çünkü kurtuluş elbette ırksal anlamda belli bir zümreye değil; fakat Allah'ı ihlâsla birleyenlere mahsustur.

Nitekim kurtuluşun sadece bu üç madde ile gerçekleşeceği tezi, en basitinden Esed'in: ALLAH[a inanmak] ile elçileri[ne inanmak] arasında ayrım yapmaya çalışarak, "Birine inanır, ama diğerini inkâr ederiz!" demek suretiyle Allah'ı ve elçilerini inkâr edenler, (böylece de) arada bir yol tutturanlar (var ya); işte bunlar hakikati gerçekten inkâr edenlerdir. Nisa 4/150-151. ayetin 162. notunda: "Yahut: "Bazılarına inanır, diğerlerini inkar ederiz" -yani, onlar Allah'a inanırlar ama peygamberlere inanmazlar (Zemahşerî), yahut, bazı peygamberlere inanırlar ama diğerlerini inkar ederler (Taberî ve Zemahşerî). Bana göre bu iki yorumdan ilki daha tercihe şayandır; çünkü o sadece bazı peygamberlerin inkar edilmesini kapsamaz, ama aynı zamanda, Allah'ın kendi iradesini seçtiği elçiler aracılığıyla gösterebileceği fikrinin toptan reddini de ifade eder. İslam'a göre, Allah'ın peygamberlerinden birinin veya tümünün reddi, bizzat Allah'ın inkar edilmesi kadar şiddetli bir günah teşkil eder." görüşü ile çelişik durumdadır.

4.Cehennemin Süresi

Esed, cehennem azabının süreli olduğunu söyler. Buna dair yorumlarında bazen Razi'nin izahlarına atıf yapar. O burada da sözlükler yardımı ile düşüncesini ifade eder. Hatta -şayet sahih ise- Müslümanların cehennemden çıkışına dair gelen bir hadisten yanlış istidlalle bunun, kâfirlerin de çıkacağına delil olduğunu zanneder.

Atıf yaptığı yerlerde Razi, onun naklettiklerini kaydeder. Fakat bu konuda onun düşündüğünün aksini savunur. Dahası Razi bazılarının yanlış olan bu düşüncelerine kendince cevaplar verir ve azabın ebedi olacağını söyler. Esasen o da Razi'ye savunmadığı bir şey isnat ediyor değil. Lakin cümlelerin akışı, okuyucunun böyle bir vehme kapılmasına uygun dizilmiş gibidir.

Biz onun, kimseye -mesela Razi'ye- savunmadığı bir şey isnat etmediğini söylemekteyiz; fakat yine de bu hissi uyandıracak örneklerden hareketle mealinde kullandığı atıflara ihtiyatla yaklaşılması gerektiği hatırlatmasında bulunacağız. Bu anlamda, Esed'in meal-tefsiri'nin isnatlarının tutarlılığı ve güvenirliliği ile onun yorumlarında kaynak olarak gösterdiği müfessirlerin görüşleri arasındaki örtüşme eksenli çalışmaların yapılmasının gerekliliği açıktır.

5.Cariyelik

Esed, Abduh'un anlayışına da atıf yaparak cariye ile nikâhsız temasın yasak olduğunu söyler. Ona göre, buna cevaz veren çoğu müfessirin bu düşüncesi yanlıştır, Kur'an'a terstir. Hatta Siyer'den bile bir örneği yoktur. Şimdi bu konuda müfessirlerin görüşü, dediği gibi yanlış olabilir. Ancak Siyer'den örneği yoktur, şeklindeki iddiası gariptir. Zira ashabın durumu bir yana bizzat Resulullah'ın, İbrahim'in annesi Mariye ve Reyhane adında iki cariyesinin var olduğu tarihen sabittir. Ve yine tarihi realite olarak bilinen bu temasın kendi şartlarında nikâh gerektirmediği idi. Böylesi konuların içtihadî olmadığı tarihi uygulamaya konu olduğu açıktır.

6.  Bilimsel Gelişmeler

Kur'an'ı, adı bugün bilimsel ancak yarın yanlışlanabilir tespitlerle izah etmek doğru değildir, diyen Esed, Kur'an'ın izahı ile astrofizikçilerin tespiti, biyolojik ve botaniksel tespit ile ayrıca evrenin genişlemesi ve sudan yaratılma uyumlarından bahsettiği sıra ihtiyatı elden bırakmazken muhtemelen döneminin bilimsel kanaatlerinden etkilenmişlik eseri olarak anne karnındaki çocuğun kız mı yahut erkek mi veyahut sağlıklı mı olduğunun bilinememesinden söz etmektedir. Esed burada kendi döneminde geçerli bilgisine göre tefsir yapmıştır. Oysa bugün ziyadesi bir yana en az bu üç husus da tespit edilebilmektedir. Bu demektir ki farklı hususların yanında hususen bilimsel olduğu söylenenlerde Esed'in de işaret ettiği ihtiyatı hiç elden bırakmamak gerektir.

7. Müşriklerin Mescide Yaklaşması ve Nakildeki Tutumu

Öte yandan yine Razi'den destekle müşriklerin mescide yaklaşmasının yasak olmadığını belirtir. Oysa Razi yorum yapmadan Vahidi'den sadece şunu nakleder: Evla olan, mescitlere saygı göstermek ve kâfirleri mescitlerden uzak tutmaktır. Buralara izinli olarak girmelerinde bir mahzur yoktur. Değilse mescide girmeleri menedilir. İzinli olarak girene bir ceza verilmez. Anlaşıldığı kadarıyla Vahidi'nin izne bağlı gördüğü Sakif kabilesinin H. 9. yılda mescide alınmış olmasını Esed, Razi'nin ifadesi olarak anlamış ve bunu, girişin yasak olmadığına hamletmiştir. Ne ki Razi burada kendine ait bir değerlendirmede bulunmamakta sadece Vahidi'nin görüşünü aktarmaktadır. Muhtemelen Esed şöyle düşünmüştür: Bu görüşü yorumsuz aktardığına göre buna katıldığını da ima etmiş olmaktadır. Bu bağlamda Esed'in sezilen tavrının ne demeye geldiğinin izahı okuyucuya ait olmakla beraber, bu vesileyle bizim dikkat çektiğimiz husus daha genel manada yazarın çeşitli konulardaki atıflarının sıhhatini tespit gayesiyle ilgili tefsirlere müracaatla te'yidinin yapılmasında fayda olduğudur.

8.Cahiliye Dönemi Müşriklerine Dair Kanaati

Müşriklerin 'Allah kendine bir oğul edindi' (Kehf 18/2) iddiasında geçen 'bihi' zamirini klasik müfessirler belirtilen iddiaya havale etmişlerdir, diyor. Ancak kendisi bunun zayıf bir yorum olduğunu da belirtir. Burada hakkında bilgi sahibi olmadıkları Allah'tır. Dolayısıyla zamir O'na döner, demektedir. Oysa daha önce ayetin açık ifadesinde müşrikler Allah'a nispet ettiklerinden yana bilgisiz olarak nitelenmiş ve dolayısıyla doğru yolda olma iddiaları reddedilmişti. Esed'in cahiliye müşriklerine dair yaptığı böylesi yorumlarında isabet etmediği anlaşılmaktadır.

9. Rivayetler

Esed, sahih/doğru bulduğu rivayetleri kabul eder. Hatta rivayetten emin olmasa da bazen ona dayanarak sanki doğruymuş gibi tahlilde bulunur. Bunun yanında rivayetlere sahih olmadığı düşüncesiyle itiraz ettiği de olur. Sözgelimi Resul'ün (s) eşleriyle ilişkisine dair gelen merviyatı kabul etmez. Keza, kimi zaman sahih olduğu kanaatiyle rivayetlere dayanarak görüş belirtir, ancak bu kez bahsi geçen rivayetin sıhhatine dair oluşan kanaatinde yanılmış olabilmektedir.

10.Bedir Esirleri

Esed, Bedir esirlerini öldürmemeyi Kur'an'a uygun bulur ve bu konuda İbn Kesir ile Taberi'nin rivayetlerine atıf yapar. Ona göre Resulullah'ın (s) Ebubekr'in (r) kanaatini benimseyişini bilahare Kur'an pekiştirmiştir; Ömer'in teklifini benimseyecek olsa idi azim bir durum olurdu, diyor. Oysa Esed burada hem rivayetlerine atıf yaptığı müfessirlerin olayı kendisinin tercih ettiğinin aksini ifade eden rivayetlerinin içeriğini hem de bu müelliflerin kanaatlerini görmezden gelmiştir. Bu konuda, adı geçenler de dâhil, müfessirler Ömer'in görüşünün benimsendiğini söylüyor ve sebeb-i nüzul olarak bu anlamda hadisler rivayet ederek, ayaklar yere sağlamca basmadan 'esir' tutmanın uygun görülmediğini ve bahsi geçen rivayetlerde Resul'ün (s) üzüntüsünden bahsedildiğini belirtiyorlar.

Son olarak kitapta Esed'in sünnet anlayışına dair de bir takım eleştirel değerlendirmelerim olmuştu. Ancak bu değerlendirmelerim hem doğrudan Kur'an Mesajı değil de Yolların Ayrılış Noktasında İslam isimli kitabında resmettiği anlayışa yönelik olması ve hem de konuya dair ayrı bir başlık altında yapmayı yeğlediğim için mahiyetine girmiyorum.

Burada şunu belirtmekte fayda görüyorum. Ben daha çok yayınlanmış eserim üzerinden bir değerlendirme yapmaya çalışmaktayım. Dolayısıyla orada Esed'e yönelttiğim eleştirilerimi sıralamaya çalıştım. Şüphesiz bu, övgü - yergi zemininde Esed'e dair ne ilk ne de son değerlendirme olacaktır. Nitekim özelde tefsir alanında çalışan zevatın ona dair tahlil-tetkiklerinin devam etmekte olduğuna şahit olmaktayız. Sözgelimi yakın zamanlarda -örneklerle- onun intihal/ aşırma ve çarpıtmalarına değinen makaleler yayınlandı.

-Hayatının en büyük projesi olan Kur'an'ın İngilizce'ye yeniden tercümesi, Müslüman Ülkelerce önceleri desteklenmiş, ancak sonraları fazlaca serbest yorum içerdiği için eleştirilmeye başlanmış ve 1974'de Suudi Arabistan'da ancak sansürlü olarak yayınlanmıştır. Bu sansür uygulaması sizin eleştirilerinizle paralellik taşıyor olabilir mi?

Muhtemelen diyorum. Rabıta teşkilatı önceleri basımı hususunda destek verirken daha sonra bu desteğini geri çeker ve basımı yapılarak dağıtıma verilmiş cüzleri de toplatır. Ben bunun sebebinin kimilerince ifade edildiği gibi Muhammed Esed'in örtük hesapları olan biri olmasından değil, daha çok onun sahip olduğu görüşleri nedeniyle olabileceğini düşünüyorum. Bunun yanında Esed'in aynı zamanda siyasî bir şahsiyet olması dolayısıyla devletlerarası bir soruna binaen de olabilir ihtimalini hesap dışı tutmamak gerektir, diyorum. Bilindiği gibi Esed, kuruluşunu henüz tamamlamış olan Pakistan'da 1947–52 yıllarında çeşitli resmi görevler üstlenmiş ve bu ülke adına diplomatik temsilciliklerde bulunmuştu.

-Muhammed Esed'in diğer eserlerinin daha önce çevrilmiş olmasına karşın bu eserin oldukça geç çevrilmiş olmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Kanımca bunun önemli bir nedeni Kur'an Mesajı'nın hem içerik olarak düşünce yoğunluklu olması ve hem de daha önce tercüme edilmiş diğer eserlerinden çok hacimli olmasıdır. Kur'an merkezli böyle bir (meal-tefsir) eserin tercümesine girişmek, buna teşebbüs edecek olanların gözlerini korkutmuş da olabilir. Öncesinde tercüme edilmiş olan eserleri, ya İslam'da Yönetim Biçimi ve Yolların Ayrılış Noktasında İslam gibi daha çok lokal konular ile ilgili ya da Mekke'ye Giden Yol gibi hayat hikâyesini anlattığı kitaplarıdır. Bilineceği üzere bu tür kitaplar, hem okuyucu ilgisini daha çok çekmekte ve hem de tercümesi ve konusal olarak dilden dile aktarımı daha rahat çalışmalar olmaktadır.

Ancak bunun daha önemli hatta belki de başat nedeni, Meal-Tefsir'in çevirisinden önceki dönemde (1960'dan 1980 darbesinin ilk yıllarına, belki de 1990'lara kadar) insanların Kur'an bilincinin zayıf olması, Kur'an merkezli çalışmaların olabildiğince az ve bu husustaki şuurun yetersiz olmasıdır. Binaenaleyh gözle görülür bir ihtiyacın olmaması ve bu çeviriyi yapabilecek durumda olanları bu işi yapmaya zorlamamış olmasıdır. Bilindiği gibi Türkiye'de insanlar 12 Eylül darbesinden sonraki yıllarda Kur'an incelemelerine ve onu daha bir esaslı öğrenme sürecine girdiler. İşte bu süreç, birçok talebin yanında Muhammed Esed'in Meal – Tefsir'i gibi var olan boşluğu gerçekten dolduracak çapta eserlere olan gereksinimi hissettirdi. Nitekim bundan sonradır ki daha önce Mekke'ye Giden Yol'u çevirmiş olan Cahit Koytak, şuan TMSF başkanlığını yapmakta olan Ahmet Ertürk ile beraber bu çeviriyi gerçekleştirdiler. Şu hususu burada belirtmekte fayda mülahaza ediyorum: Mealin, İngilizceden Türkçeye aktarımını yapan bu mütercimler, çevirinin teknik ve tarzı üzerinde çalışmış kimi akademik şahsiyetlerin de belirttiği gibi hakkını vererek bu işi yapmışlardır. Kendim şahsen İngilizce bilmediğimden bu konuda söz söylemeyi abes görürüm. Fakat Muhammed Esed üzerinde çalışmış biri olarak halen devam eden sıcak ilgimden dolayı biliyorum ki bugüne kadar mealin çevirisi hakkında kayda değer olumsuz değerlendirmelerde bulunan pek kimse olmamıştır. Bu vesileyle mütercimleri ve meali okuyucuyla buluşturan İşaret Yayınlarını tebrik ediyorum.

-İslam'ın bütün canlılığı ve hayat veren soluklarından dipdiri bir dünya kuramayan Müslümanlara ağır eleştiriler yönelten Esed'in bu eleştirilerine nasıl bakıyorsunuz?

Muhammed Esed yeni benimsediği dine emek ve çabayla girmiştir. Ancak yeni bir heyecan ve ufukla intisap ettiği bu dine mensup insanların hal-i vaziyeti onu huzursuz etmiş ve böylece malum eleştirilerini ifade etmiştir. Dediğiniz gibi İslam'ın bütün canlılığı ve hayat veren soluklarından dipdiri bir dünya kuramamıştır Müslümanlar çünkü önlerinde hazır bulmuşlardır İslam'ı, miras almış ve sadece tüketmeye çalışmışlardır. Böylece ağır eleştiriler yöneltmek durumunda kalmıştır Esed. Kendisine garip gelmiştir, meftun olduğu düşünceye mensup bilinen insanların laubaliliği, lakaytlığı.

Esasen özüyle değişime ve çöküntüye uğramış görüntüsü veren bir manzara ve sünnetullahın evrenselliği söz konusuydu ve Allah'ın kimsenin hatırı için yasasını/sünnetini değiştirmeyeceği gerçeği vardı(r). Öte yandan insan ister bizzat kendisinin isterse başkalarının yapıp ettikleriyle psişik yapısını değiştirdiği zaman, kaçınılmaz bir sonuç olarak davranışları da değişime uğrayacaktı ve zaten bu hale gelmiş toplumlar kendi iradeleriyle yapıp ettiklerinden dolayı çökerlerdi. İşte Esed böyle, çökmüş bir toplumla karşılaşmıştı. Bir yanda düşünen bir kavim için nazil olmuş Kur'an vardı ve bir yanda da onu temsil makamını yitirmiş ve fakat bunun farkında olmayan koca bir kitle. Esed burada makul olanı yapmıştı. Zira o toplumu malum hale getiren, dinleri- kitapları değil, kitaplarıyla diyaloglarını yitiren kendileri idi. Nitekim Esed de, dinlerini değil, kendilerini eleştiriyor ve fakat kitaplarını anlamaya ve izah etmeye çalışıyordu. Bu itibarla o yapıcı olduğuna inandığım bu eleştirileriyle emr-i maruf ve tabiî ki nehy-i münker yapmaktaydı.

-Kendi angajmanını ortaya koyarak, analitik keskinlikte, olağanüstü bir üslup ile kaleme aldığı tefsirinin belli başlı özellikleri denildiğinde neler söylersiniz?

Esed'in Kur'an Mesajı adlı kitabı bir model olma özelliği taşıyor: 'Meal-Tefsir Modeli'. Bu, Kur'an'la irtibatı olan insanlara hem Kur'an'ın kendi dillerindeki bir çevirisini okumayı, hem de 'okuma' eyleminin bizatihi muhtevasında yer alan 'anlama'yı sağlayacak bir modeldir. Salt bu özelliği bile bu kitabı gündemimize almamız için yeter sebeptir.

Muhammed Esed bu çalışmasıyla meal anlayışını, birçok Türkçe mealde olduğu gibi parantezlerle, pek az şey söyleyen bir kelimeler yığını olmaktan kurtarmaktadır. Ona göre parantez içi ilaveler, İlahi kelama bir müdahale değil bilakis kaynak dildeki metin ile metnin muhatabı arasındaki zihinsel ve duygusal iletişimin çeviri dilinde yeniden üretilmesidir.

Diğer bir ifade ile çeviride temel prensip, esas metnin onunla ilk defa ve ana dilinde karşılaşanlar üzerinde bıraktığı etkinin çeviri yapılan dilin alıcısı üzerinde de aynen uyandırılabilmesi olmuştur. Nitekim Esed'in bu amaçla eklediği notlarının, asıl metnin kastına nüfuz etmeyi sağlama konusunda oldukça önemli bir işlev gördüğü söylenebilir.

O Kur'an'ın mesajını çağın insanına ulaştırmayı arzulamıştır. Onun esas gayesi; İslam'ın ana kaynağı olan kitabı doğru, sade, anlaşılır ve günün insanına, daha doğrusu Batı'lı insana, hitap eden bir üslupta yazmak, böylece onlara ön yargılarını terk ettirecek sahih İslam'ı tanıtmaktır.

Dediğimiz gibi Batılı okuyucuya hitap eden mealin kayda değer bir özelliği de şudur: Öncelikle hitap ettiği okuyucu profilini dikkate alarak kavramlara aslî ya da hiç değilse anlam kombinezonunda kendince en uygun gördüğü manayı yansıtacak karşılıklar bulmayı önceler. Bunun yanında öncelikli muhatap kitlesi olan Kur'an diline yabancı bu Batılı okuyucunun ilahî mesajı kendi dilinde en saf ve özlü şekliyle kavramasına yardımcı olmayı esas alır. Esed, bunu yaparken, ilahî vahye (dili olan Arapçasına) muhatap genel düzeye sahip Arap insanının anladığını, Batılı insana da olduğu gibi sunabilmeyi öncelemektedir.

Nitekim bu hassasiyetten olacak, meali Türkçeye çevirenlerin de Esed'in bu kaygısını göz önüne alarak Türkçede Arapçasıyla kullanılan Kur'anî kavramları, Arapçadan Türkçeye yerleşmiş orijinal haliyle değil de Esed'in çevirdiği şekle uygun olarak okuyucuya sunma gayretleri mevzubahistir. Zira Türkçeye aynen geçmiş kimi kavramlar, orijinal Arapçasıyla ifade edilmelerine rağmen çoğu zaman içerik olarak Kur'anî muhtevasından farklı çağrışımlarla kullanılabilmektedirler. Bu farklı kullanımlar bazen anlam daralması, bazen de anlam değişikliğine uğramış haliyle meşhur olmuşlardır. Elbette bu, dikkati gerektiren ciddi bir durumdur. Esed, kavrama, -ihtiyaç duyduğu yerde- içinde bulunduğu ayetin maksadına uygun bir mana verebilmek için uzun denebilecek dipnot eklemekte ve bunu ilgili ayetlerle bütünlük içerisinde bir yere oturtmaya çalışmaktadır.

İşin özünde, onun mealini önemli kılan belki en bariz özellik, ayetleri yine Kur'anî bağlamında izah etmeyi öncelemesidir. Nitekim bu amaçla eklediği dipnotu uzatmaktan, gerektiğinde bir dipnottan diğerine, ondan bir başkasına gönderme yapmaktan kaçınmamaktadır. Buradan onun Kur'anî bütünlüğü yakalamaya özel bir önem verdiği anlaşılmaktadır.

Bilinen klasik tefsir anlayışı ile yani Fatiha'dan Nas'a usulü ile çevirip şerh ettiği mealinde her surenin başına yazdığı giriş mahiyetindeki kısa açıklamalar ile az sözle çok şey söyleme becerisi sergilemiştir. Burada surenin bir nevi özetini vermiştir.

O, tercümede sade bir üslûpla ve ayette ilk anda anlaşılanı değil de kendince denilmek istenen ne ise onu aktarma çabasında oldukça başarılıdır. Bunun yanında Kur'an dilinin îcazını yansıtması da önemli bir özelliğidir.

Müellif çevirisine Kur'an Mesajı adını vermiştir. Gerçekten çeviride uyguladığı yöntem de verilen isme uygundur. Ayetlerin büyük bir kısmının anlamlarının metinden bağımsız olarak çevrildiğini, metinde ne denildiğinden çok ne denilmek istendiğinin verildiğini görüyoruz. Belki böylece 'mesaj işte bu' denilmek istenmiştir.

Esed, tefsir kısmında önceki tefsirlerde rastlanan sayfalarca izahlara yer vermediği gibi bu durumun esas sebebi olan ihtilaflara da değinmez. Hiç bir şekilde ayetler üzerindeki ihtilafları tefsire yansıtmamıştır. Bu amaçla daha önce yapılan tekrarlara girmediği gibi yer yer eleştirel yaklaşımlarda bulunur. Bu arada dikkat çeken en önemli özellik, onun mezhebî kaygı taşımaması, dolayısıyla açıklamalarında rahat bir metot takip etmesidir.

Belirttiğimiz hususlar onun mealinin bir çırpıda göze çarpan ve hatta beğeni sebepleri olarak sıralanabiliyorken onun mealde tartışmaya vesile olacak ve ihtiyatlı olmayı gerektirecek tutumu, geleneksel olarak mucize diye çevrilerek aktarılan ayetlere ilişkin rasyonel (aklîleştiren) yaklaşımıdır. Sözgelimi İbrahim (a)'ın ateşe atılması ve Allah'ın emriyle ateşin onu yakmadığını bildiren ayetler ile Musa (a)'ın Tur'da gördüğü 'ateş'e, asasını vurması sonucu denizin yarılması gibi birçok ayete ilişkin yaptığı sembolik izahları bu türden açıklamalardır. Zaten o da çoğu zaman açıklama denemesi olarak gördüğü bu hususlara dair yaptığı izahların dipnotlarla muhtemelen yeterli olmayabileceğini gördüğünden; okuyucudan gelebilecek tepki ya da temkini bertaraf edebilmek adına mealin sonuna ek olarak dört ana başlıktan oluşan özel makaleler eklemiştir. Bunlar; Kur'an Sembolizmi ve Alegori, Mukattaat, Cin Terimi ve Kavramı ve nihayet Gece Yolculuğu'dur.

Kur'an Mesajı'nın önemi, Batı dillerinde yapılan meallerin azlığı, olanların da çoğunlukla tercüme edenlerin oryantalistler olması ve bu kimselerin çoğu zaman kasıtlı çarpıtma ve yanlışlarının varlığı dikkate alındığında ortaya çıkmaktadır.

-Muhamed Esed'i etkileyen müfessirler denildiğinde kimler akla gelir?

Esed'in etkilendiği çok sayıda klasik eser ve seçkin tarihî şahsiyet vardır. Bunları gerekli gördüğü yerlerde refere etmekle beraber yine de o, kişisel yorumlarına ağırlık veren bir müfessir olarak görülmelidir. Ancak şu da bilinmeli; onun bu yorumlarının birinci kaynağı Kur'an'dır. Bilinen bir ifade ile vardığı sonuçların doğru/ yanlışlığı bir yana o, Kur'an'ı Kur'an'la tefsir etmektedir. Onun tabi olduğu en önemli ilke; Kur'an'ın bütünlüğü ilkesidir. Nitekim bu ilkeye sadık kalmak adına ayet izahlarında sürekli benzer ve alakalı ayetlerle ilgi kurmaktadır.

Kültürünün alt yapısını oralarda edinmiş olmasına karşın, Kutsal Kitap ve Lane'nin ansiklopedik değerde sözlüğü haricinde, Batılı hiçbir kaynak kullanmamış olan Esed'in bu tutumu dikkate değer bir hassasiyetin ürünüdür. Nerdeyse tamamı oryantalistik olan Batılı literatür yerine, Kur'an ile hemhal olan müellif daha çok İslam dünyasından geleneksel ve kimi çağdaş kaynaklardan yararlanmıştır.

Dediğimiz gibi Esed'in tefsirinde sık başvurduğu en mühim Batılı kaynak Kitab-ı Mukaddes'tir. Ancak o, bu kitaba referans değer verdiğinden ya da adında geçtiği gibi "mukaddes" kabul ettiğinden değil aksine tarihî bir kaynak olarak gördüğünden müracaat etmektedir. Keza Lane'nin sözlüğüne itibarı da Arapçası kabul görmüş ve genellikle objektif ve orijinal izahları olmasındandır.

Esed'in, klasik İslamî ilimlerin önemli simaları olan Taberî, İbni Teymiyye, İbni Kesir, Beğavî, Zemahşerî, Beydavî, Razî, Rağıb İsfahanî ve Suyutî'yi referans seçtiği görülür.

Bunun yanında hadis kitaplarından Feth'ul-Barî, Sahih-i Muslim, Müsned, İbn Mace, Neyl'ul-Evtar Müstedrek, Muvatta, Neseî ve Tirmizî'yi, fıkıh kitaplarından el-Muhalla, Kitab'ut-Tekasım ve'l-Enva'ı tarih külliyatından Vefeyât'ul-A'yân, İbn Hişam, Tabakât ve Kitab'ul-Meğazi ve lugatlerden el-Kâmus, Lisân'ul-Arab, Muğni'l-Lebîb, Tâc'ul-Arûs gibi kitapları esas aldığı anlaşılmaktadır.

Bu klasik eserlerin eskimez orijinalliği, tarih boyunca hep kabul görmüştür. Esed de bu inançla bahsi geçen zevata sıkça atıf yapmaktadır. Fakat bunların yanında birçok iktibaslarını, çağımızın bir klasiği haline gelen Menar'dan yapar. Bu tefsire biraz da Muhammed Abduh ile olan ilişkisinden ötürü kıymet vermektedir. Kendisinin de belirttiği gibi o, Abduh'tan oldukça etkilenmiş birisidir. Hatta etkilendiği veya görüşlerine en çok değer verdiği şahsiyet Abduh'tur, denilebilir. Yine de bu her konuda onun dediklerini tekrarladığı anlamına gelmemektedir.

Bu arada şunu belirtme gereği duyuyoruz. Kimi araştırmacılara göre Muhammed Esed'in en başat kaynağı Mevlânâ Muhammed Ali adında bir kadıyanîdir. Nitekim mesajın dile getirilişine kadar birçok görüşü, onunkilerle birebir örtüşmektedir. Ne var ki bizim bu hususu te'yid etme olanağımız olmadı. Kaldı ki Esed'in ondan farklı bir duruşu olduğu açıktır. Ayrıca bu iddianın, kitabımız yayınlandıktan sonra terennüm edilmeye başlandığını da ifade edelim. Son olarak şunu belirtelim: Esed mealinin bir yerinde bu yazara atıfta bulunmaktadır. Ancak belki -şayet aşırma olarak nitelenen bu tez doğruysa ki muhtemeldir.- bu atıflarını biraz daha fazla, üstelik detaylandırarak ifade etmiş olsaydı daha şık düşerdi, diyebiliriz.

Ancak şunu da eklemekte fayda vardır: Esed, Fazlurrahman ve Mevdudi gibi müelliflerle nerdeyse aynı dönem ve mekânı paylaşmasına ve misyonu üstlenmesine, her biri kendi alanında birer ekol olmalarına ve üstelik benzer konularda çalışıp eser üretmiş olmalarına rağmen bu zatlara da işaret etmez. Bu tutumunun doğru olmadığı söylenebilir ancak yine de onun bir tercihi olarak kabul edilebilse gerektir.

-Bilinen klasik tefsir anlayışından hangi noktalarda ayrılır Muhammed Esed'in tefsiri?

Muhammed Esed geçirdiği tüm İslamî değişimlere rağmen aslında hala bir Batılıdır. Batıdan tevarüs ettiği sorgulama, test etme, deneyerek inanma gibi özelliklerini kendinde tutmaya devam etmiştir. Onun mealinin en belirgin özelliği olarak öncelikle bunu belirtmek yanlış olmayacaktır. Batılı olması ve daha çok da Batıya sesleniyor olması mucibince kimi zaman yapmış olduğu açıklamaların batılılar tarafından uygun görülmeyip kabul edilmeyebileceğinin tedirginliğiyle farkında olmasa da batılı okuyucuyu ikna etme, onların görmedikleri bir şeyi gösterme çabası içinde olmuştur. Kur'an'da çağdaş izahlara uygun gibi görünmeyen ayetler geldiğinde Esed, bu ayetlere modern açıklamalar üretmeye çalışmıştır. Zira onun hedef kitlesini daha çok Hıristiyanlık kültürüyle donanmış kimselerin teşkil etmiş olması da onun bu tefsirini klasik tefsirlerden daha farklı bir ifade ve yaklaşım sergilemek durumunda bırakmış olsa gerektir.

Esed, bu çalışmasıyla Kur'an'ın orijinal söylemini muhafaza ederek çağdaş bir okuma ile aklı ve dolayısıyla insanı yeniden Kur'an'la hemhal olmaya ve onu daha iyi anlamak için aklı yeniden gündeme getirmeye bir çağrı yapmaktadır.

Kur'an Mesajı bir bütün olarak Kur'an'ın anlaşılmasına büyük bir katkı sağlamaktadır. Esed burada önceden var olan görüş ve düşünceleri yansıtmaktan ziyade kendisinin incelemeleri sonucu beliren tespitlerini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Esed'in meal ve tefsirinin iyi bir dirayet tefsir örneği olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür.

Kur'an Mesajı, Kur'an-insan diyalogunu direkt sağlama çabası ile de bir özgünlük arz etmektedir. O, bu meal-tefsiri ile insanları Kur'an'ın kavram ve anlam dünyasıyla tanıştırmıştır. Başka bir ifade ile bu meal, Kur'an'daki birçok anahtar kavramın orijinal ve otantik anlamının -hiç değilse Esed'in yorumuyla- kavranmasına da katkı sağlamıştır.

Bunun yanında Sünnîlik (ehl-i sünnet) merkezli düşünen, bu alana çoğunlukla tevarüs yoluyla ufuksuz ve gayretsiz bir şekilde yerleşen birçok insan Muhammed Esed sayesinde tabir yerindeyse böylece Neo-Mutezilîlik, Neo-Selefîlik ve Hint-İslam Modernizmi'yle de tanışmış oldu. Ancak işin özünde okuyucuların büyük bir çoğunluğu gerçekte neyle tanıştığını fark etmese de, bilhassa bu "neo yorumlar"ı beğendi de.

Kitabın sonuna eklediği mi'râc olayı benzeri bazı yorumlarda aşırı rasyonalist bir manzara ızhar etse de bu yöntemle vardığı sonuçlar kendisine terk edilebilir olmak hasebiyle nihaî olarak dirayete yönelten boyutu kendisine bir farklılık sağlamıştır.

-Her surenin başına yazdığı giriş mahiyetindeki kısa açıklamalar, üç cilt olması vb. noktalar bakımından kendisinden sonra Türkçede yazılan meal tefsirleri nasıl etkilemiştir?

Sure başlarına koyduğu izahat, kıymetli olmakla beraber bunun kendisine özgü olmadığı ve kendisinden önce de bu tarz mealler yapanların varlığı malum olduğundan bunu kendinden sonrakileri etkileme unsuru olarak görmek pek mümkün olamamaktadır. Aksine kitabımda da işaret ettiğim gibi Mevdudi ile olan bir kısım polemiklerine ve Esed'in mealinde ondan hiç bahsetmemesine rağmen bu giriş notları Ebu'l-Ala'nın Tefhim'ul-Kur'an tertibine benzemektedir. Kaldı ki meali dip notlandırma tarzı da Tefhim'le örtüşmektedir. Yine de bu kendisinin benimsediği bir tarz olarak görülmelidir diye düşünüyorum.

Mealin üç cilt halinde oluşu ise daha sonraki baskılarında çözümlenmiş bir sorundur. Tek cilt, metinli ve metinsiz birçok baskısı yapılmıştır. Hatta benim çalışmamda kullandığım nüsha tek cilt metinsiz boydu. Kitabımda sonuna index eklenmemiş oluşunu yadırgadığımı belirtmiştim. Fakat daha sonraki baskılarda bu da halledilmiş durumdadır.

-Muhammed Esed tefsirin sunuşunda da yazdığı gibi; "İslam'ın ana kaynağı olan kitabı doğru, sade, anlaşılır ve günün insanına, daha doğrusu Batı'lı insana, hitap eden bir üslupta yazmak, böylece onlara ön yargılarını terk ettirecek doğru İslam'ı tanıtmaktır". Tefsirin muhatap aldığı kitlenin Batı'lı insan olarak belirlenmesinin temel sebepleri nelerdir?

Batılı insan, kilisenin de empozesiyle Müslümanları daha çok putperest ve hurafeperest olarak bilmiştir. Nitekim haçlı seferleri, öncülük edenlerce, sözüm ona putperestlere karşı yürütülen kutsal savaş olarak nitelenmiştir. Esed, Batılılara, zihinlerinin backgroundunda böylesi önyargıların meknuz olduğu bilinciyle ve ama benimseyebilecekleri bir üslup ve içerikle Kur'an'ı yeniden tanıtmak onları bu kültürle tanıştırmak istemiştir. Kendisinden önce yapılan Kur'an çevirilerinin hemen tamamı şarkiyatçılarca yapılmış, üstelik yarım yamalak meallerdir. Bu nedenle Esed'in kendilerinden biri olarak hayata başladığı bu insanlara benimsediği sahih İslam düşüncesini aktarmak isteyişi kadar doğal bir şey olamaz diye düşünüyorum. Kaldı ki bu, yapabilecek durumda olunduktan sonra ahlakî bir sorumluluk olarak görülmelidir.

-Esed'in sünnet telakkisi nasıldır?

Bu hususta kitabımızda meale atıflarını yapmak suretiyle şöyle demişiz: Esed'e göre Sünnet bağlayıcıdır. Ancak bu, Allah'ın/ Kitab'ın yanında ve beraberinde olacak şekilde demek değildir. Daha çok şu anlamdadır: Birinin kişisel görüşleri ve tercihleri Hz. Peygamber tarafından duyurulan kesin yasal buyrukların ve/ya ahlakî kayıtların üstüne çıkmamalıdır.

Onun kendi ifadeleriyle verdiğimiz bu sünnet anlayışı kanımca da en isabetli, doğru ve olması gereken bir yaklaşımdır. Ne var ki o bir başka çalışmasında (Yolların Ayrılış Noktasında İslam) sünnet ve bu çerçevede özelde hadis hakkında daha farklı değerlendirmeler yapmaktadır. Şöyle ki: Adı geçen kitabında o, rivayetlere aşırı derecede teslim biridir. Rivayet adına adeta her ne ve kimden gelmişse tercihini onu kabulden yana koymaktadır. Kitabımda Esed'in Hadis'e dair kanaatimizce yanlış olan bu mütalaasını eleştirmekteyim.

Ancak o, bu düşüncelerini meal-tefsir'inde değil de adı geçen kitabında açıklamış olduğu ve dahası zamanlama olarak daha sonra yazmış olduğu Meal'de (1980'de yayınlandı, iki yılda tamamlamayı planlamıştı; fakat kitap, 17 yılda tamamlanabildi.) böylesi bir his vermediği için bu düşüncelerimizi kanımca mealden önceki döneme tekabül eden anlayışına yönelttiğimizi belirtmek istiyoruz.

Çünkü Esed, mealde rivayetler konusunda titiz davranır gibidir. Nitekim tefsirlerde nakledilen her rivayeti almadığı gözükmektedir. Bunlara hadis diye rivayet edilen haberler de dâhildir. Ancak bu, onun hadislere hiç yer vermediği anlamına gelmemelidir. Bu bağlamda tam anlamıyla tefsir (yorum) yapmaya çalışan müfessirin, daha çok yoruma dayalı nakilleri aldığını söylemek mümkündür.

-Peki yazarın kitabın sonuna eklediği dört ana başlığın özellikleri nelerdir?

Muhammed Esed mealinin sonuna, Kur'an'ın uhrevî tasvirleri ve müteşabih anlatımlarının neden ve mantığını aktardığı "Kur'an'da Sembolizm ve Alegori"; bazı surelerin başında yer alan ayrık harfler üzerine yazdığı "Mukatta'ât"; cin terimini anlattığı "Cin Terimi ve Kavramı" ve İsra ve Mir'ac olaylarını aktardığı "Gece Yolculuğu" adlarında dört ayrı ek ilave etmiştir.

Bu başlıklar altında özetle şu anlamda şeyler söylemektedir:

I- Kur'an'da Sembolizm ve Alegori:

Kur'an üzerinde çalışma yapanlar, sık sık "anahtar" diye tanımlanabilecek deyimlerle karşılaşırlar. Bunlar, belli ayet(ler)in temelinde yatan düşüncenin açık ve özlü bir tanımını veren ifadelerdir. Bu tür Kur'anî terimlerin başında "müteşabih" ifadesi gelir. Zira bu kavram, Kur'an mesajının anlaşılmasında mutlak anlamda anahtar görevi yapan ve onu anlaşılabilir kılan bir ifadedir. Bu terim ile işaret edilen husus doğru kavranmadıkça, Kur'an'ın önemli bir kısmı, büyük ölçüde yanlış anlaşılmaya maruz kalacaktır.

Kur'an'ın genel anlam örgüsü içinde müteşâbihât (alegori- sembolizm) ile kastedilenin ne olduğunun anlaşılması için bu terimin, "insan kavrayışının ötesindeki bir alan" anlamındaki ğayb kavramıyla bağlantısını kurmak gerekmektedir. Buna göre bizim fiziksel veya zihinsel tecrübelerimizden üretilmiş ödünç imajlar yoluyla veya kavrayışımızın ötesindeki bir şeyi, tecrübelerimizden bildiğimiz bir şey ile temsîlen göstermek suretiyle, müteşâbihât kavramının gerçek anlamı anlaşılır.

II- Mukatta'ât:

Kuran surelerinin yaklaşık dörtte biri, genel olarak mukatta'ât (ayrık harfler) diye adlandırılan gizemli semboller ile başlamaktadır. Bu sembollerin anlamına dair elimizde hiçbir delil bulunmadığından ancak şöyle anlamak doğru olabilecektir:

Mukatta'ât, insan kavrayışının ötesindeki bir âlemde (ğayb) oluşturulmasına rağmen, harfler ile temsîl edilen olağan insan konuşmasının sesleri aracılığıyla insanlara aktarılabilen Kur'an vahyinin benzersiz tabiatını yansıtmayı amaçlamaktadır. Buna göre, bahis konusu probleme getirilebilecek muhtemel bütün çözümlerin son tahlilde kavrayışımızın ötesinde kaldığı gerçeği ile yetinmeliyiz.

III- Cin Terimi ve Kavramı:

Bütün klasik dilbilimciler, el-cinn teriminin normal olarak insanın kavrayamayacağı, ama yine de kendilerine ait, somut ya da soyut objektif bir gerçekliği bulunan varlıkları veya güçleri gösterdiğine işaret ederler.

Cinn'e yapılan atıflar, bazen, Kur'an'ın ilk olarak hitap ettiği halkın bilincine derin şekilde nüfuz etmiş bulunan bazı efsaneleri hatırlatmak amacı taşır. Bununla amaçlanan manevî/ ahlakî veya ruhî hakikatin tasviridir.

IV- Gece Yolculuğu:

Sahih rivayetlere dayanan birçok Hadis'e göre Allah'ın Rasûlü, yanında Cebrail olduğu halde gece vakti Kudüs'deki Süleyman Mabedi'ne götürüldü ve orada kendisinden çok önce vefat etmiş ve bir kısmıyla daha sonra gökte yeniden karşılaşacağı peygamberlere namaz kıldırdı.

Hem İsrâ'nın hem de Mi'râc'ın ruhsal yorumu lehindeki en ikna edici delil, bu her iki tecrübe ile ilgili sahih hadislerde görülen son derece müteşabih (allegorical) tasvirlerden kaynaklanmaktadır: Bu tasvirler o kadar bariz şekilde semboliktirler ki, "fiziksel" terimlerle yapılacak bir yoruma asla imkân vermezler.

Bunlar göstermektedir ki, soyut bir kavram olan "iman"dan bu şekilde söz eden Peygamber'in bizzat kendisi, Mi'râc'ın bu başlangıcını ve dolayısıyla kendisini ve tabii ki İsrâ'yı tamamen ruhsal tecrübeler olarak görmüştür.

Ancak bu tür "hayalî" tecrübeleri, benzeri bir tecrübeyi hiçbir zaman yaşamamış olan insanlara anlatmak gerektiğinde, yaşayan şahıs mecazî ifadeler kullanmak zorunda kalmaktadır. Çünkü biz normal insanların bu tür ruhsal tecrübeleri tamamen kavrayacak bir konumda olması mümkün değildir. Bizim zihinlerimiz, yalnızca zaman ve mekan kavrayışlarımız tarafından sağlanan unsurlar dairesinde işleyebilir ve bu özel kavramlar demetinin ötesine uzanan her şey, açık ve net bir tanım yapma teşebbüslerimizi her zaman boşa çıkarır.

-Batı kültürel mirası Esed'i hangi noktalarda etkilemiştir?

Kültürel Batı mirasının Muhammed Esed'i hangi noktalarda etkilediği hususunu şöyle açabiliriz: İsmini değiştirmiş olsa bile yine de o, Batı kültür mirasına sahip bir Batı'lı, fakat Batı'da doğup büyüyen birisi olarak herhangi bir art niyet taşımadan, Batılı kavramlar ve anlayışa göre daha aşağı düzeyde olan düşünsel ve toplumsal bir yapının dinini içtenlikle benimsemiş biridir. Bu davranışıyla onun, eski kültürel yapısını büyük çapta İslam'ınkiyle değiştirmiş olduğu açıktır.

Onun serüveni oldukça önemlidir. Geçirdiği tüm İslamî değişimlere rağmen aslında o hala bir batılıdır. Kendisinin benimseyerek yaptığı açıklamaların batılı mantığa da uygun geleceği kanısıyla hareket etmiş, onları ikna gayesiyle te'villere gitmiş ve modern açıklamalar yapmaya çalışmıştır. Bu manada onun, Batı kültüründe hususen dinî ifdeleri anlama ve yorumlama yönteminden etkilendiği söylenebilir.

Şöyle ki;

Dille ifadesi zor olan veya dilin izahta yeterli gelmediği hususların, başka türlü anlaşılma şekilleri de olduğu esprisinden hareketle sembolizm veya sembolik dil anlayışı tezi, din dilinin mahiyetini anlamaya yönelik bir faaliyet olarak tesis edilmiştir. Bu tezi savunanların kalkış noktası, bazı konularda dille tecrübe arasında tam bir örtüşmenin olmadığı gerçeğidir. Buna göre din alanında nesnel gerçekliğe dayanan veya onu çağrıştıran bir dil yerine, bireye hakkını veren ve sezgiye dayalı esnek bir yapı arz eden sembolik dil yaklaşımı, bize bu anlama imkânını verebilir.

Allegori olarak da nitelenen bu yaklaşım, dini söylemin tecrübeler ışığında yeniden gözden geçirilmesi ve antropomorfizmden kaçınma çabasıdır. Diğer bir ifadeyle kutsal metinlerde kullanılan bazı ifadelerin sözlük anlamlarıyla alındığında birtakım problemlerle karşılaşılması gerçeği ve onlarda meknuz anlamın ızharı gayesi bu yaklaşıma götürmüştür.

Sözcükleri literal manaları yerine kastedilen anlamıyla yorumlamak demeye gelen bu yaklaşım Batı dünyasında daha uzun bir geçmişe sahip olmuştur. Zira din dilini yorumlamadaki kilise dayatmacılığı ve gelişen hayatın şartları insanları bu konularda çözüme sevk etmiştir. Bunun önemli bir nedeni de orijinal mesajları tahrif edilmiş teolojilerde sembolizme başvurmanın kaçınılmaz olmasıdır.

Muhammed Esed de bu süreçte yerini almış ve sözgelimi melek, cin, şeytan ahiret, cennet-cehennem ve mucize gibi konularda kimi açıklamalarıyla ifrat tefrit zemininde kendini ifade etmiş ve bu konularda kabulü zor açıklamaları olmuştur. Daha önce lugatler ekseninde eleştirdiğimiz bu yaklaşımının, İslam kültürünün derinliklerinde kırpıntılar halinde delaleti olmakla beraber, onun bunları mensubu olduğu eski kültür havzasından devşirdiği açıktır. Kaldı ki İslam kültüründe var olduğunu söylediğimiz kırpıntılar da (tasavvuf yoluyla) yine Batı da dâhil olmak üzere farklı sistemlerden kotarılmışlardı.

Bilindiği üzere bir dili, zenginleştiren mecaz ve edebi ifadeleri neredeyse yok sayıp ve salt literal alana mahkûm etmenin yanlışlığı gibi herhangi bir ölçü ve kritere tabi olmaksızın yahut ğaybî olan ve ancak sahih nakille anlaşılması mümkün konularda, bu yönde bir karine olmadan aklı hakem kılmak suretiyle, tüm ifadeleri mecaz ve deyim gerekçesiyle öznelleştirmek de anlamı bir nevi yok etmektir.

Bu nedenle kelime için asıl olan kendi hakiki anlamı olmalıdır. Şayet rivayetler bu anlamı destekliyor ve kelimenin gerçek anlamını devre dışı bırakacak derecede güçlü bir işaret de söz konusu değilse, bu durumda mecazî nitelemeye başvurmak bir zorlamadan ibaret olacaktır. Şunu demek istiyorum; kelimenin ilk akla gelen gerçek manasıyla anlaşılmasına engel teşkil edecek ve onu konulduğu birinci anlamın dışında kullanmaya sevk edecek lâfzî veya sem'î bir karine mevcut olmadan bu tür yorumlara başvurmak doğru olmayacaktır. İşte bu zorlama ve olmayacak diye nitelediğimiz zihinsel çerçevenin temel alınıp, vahyin buna göre değişime ve te'vile tabi tutulması, batı aydınlanmasında ifadesini bulan bir yaklaşımdır.

Esasen sembolik dilin mümkün ve gerekli olduğunun örneklerine, kutsal metinlerde ve peygamberlerin sözlerinde de rastlanmaktadır. Bu manada Esed'in mealinde müteşabihat, mecaz ve ğayb kavramları çok önemli bir yer işgal eder. Onun ğayb alanıyla ilgili kilit kavramı müteşabihattır. Bu bağlamda cennet- cehennem gibi ğaybi konular, ancak müteşabihatla anlaşılabilecektir.

Batılıların kutsal kitaplarını yorumlamada ortaya koydukları değişik metotlar zamanla İslam dünyasında Kur'an'ı yorumlamada esas alınmaya başlanmıştır. İnsanların zihniyet değişimlerini de beraberinde getiren bu metotlardan biri, ifadede dile getirilmek istenen varoluşsal hakikatin anlaşılmasını engelleyen mitolojiyi bertaraf etmek yerine anlama sürecinde onun içerdiği hakikati perdeleyen nesnelliği göz ardı etmek ve ifadeyi gerçek maksadına uygun bir şekilde bireyin değerlilik yaşantısına pozitif katkı sunacak biçimde yorumlamak demeye gelen demitolojizasyon (demythologisation = mitolojiden arındırma) yöntemidir.

Batı menşeli, kutsal kitap yorumlarından biri olan mitolojiden arındırma metodu çağdaş tefsirde etkisini hissettirmiştir. Bu yöntemin Muhammed Esed tarafından fazlasıyla kullanıldığını görmekteyiz. O, bu fikriyatını açıkça dile getirmez. Fakat bazı noktalarda benimsediği tarz demitolojizasyon yöntemiyle olabildiğince örtüşmektedir. Sözgelimi kıssalar ve kıssalardaki bazı mucizevî anlatımlar bunun açık örneğidir. Esed'in bu husustaki zihin yapısının anlaşılması açısından müteşabih /sembolik anlatıma dair görüşlerini ortaya koymak yeterli olacaktır.

Esed'e göre Kur'an'ın anlaşılmasında sembolik anlatım yöntemi son derece önemlidir. Ona göre bu kavramı daha iyi anlamak için 'ğayb' kavramı ile birlikte düşünmek gerekir. Ğayb kavramı Kur'an çağrısının anlaşılması için temel öncüldür. Bu kavram, bizlere tecrübî âlemle olan ilişkiyi ortaya koyar. İnsan zihni tecrübî âlemin dışında kalan bir şeyi tasavvur edemez veyahut onun hakkında bir fikir oluşturamaz; ğayb âlemini yaşadığı olaylardan hareketle anlamaya çalışır.

Zaten dinin metafizik kavramları, nitelikleri itibariyle insan kavrayışının ve/ya tecrübesinin ötesinde bir âlemle ilgilidir. Dolayısıyla bu kavramlar, bizde daha anlaşılır hale gelmesi için tecrübelerimizden türetilmiş ödünç imajlar yoluyla anlaşılabilir. İşte müteşabih anlatımın Kur'an'daki karşılığı budur.

Muhammed Esed, Kur'an'daki pasajların zahirî/lâfzî anlamıyla alındığında ilahî kelamın gerçek ruhunun kavranamayacağını, bu ruhun kavranabilmesi için pasajların teşbih, mecaz yahut temsil olması düşünülerek anlaşılması gerektiğini ifade etmektedir. Ona göre ğayb kategorisine giren konuların bu tarz anlaşılması yanında metafizik konularla alakalı olmadığı halde maksadı ve ifade tarzı ile tamamen müteşabih olan birçok pasaj bulunmaktadır. Buna göre kıssalar, bazı kelimelerin mecazî karakterde olması, Allah'ın fiiline ilişkin ifadeler bütünü ve ahiret ahvali ile ilgili meseleler birer sembolik anlatım unsurlarını barındıran ifadeler demeti şeklinde algılanmalıdır.

Kur'an ve mitoloji konusunda akla ilk gelen kavramlardan biri de "kıssa"dır. Dolayısıyla Kur'an'da mitolojik kıssa var mıdır sorusu konunun tam merkezinde yer almaktadır. İslam düşünce tarihinde çok az bir kesim hariç böyle bir düşünceye sahip olmak bir yana böylesi bir sorunun sorulması dahi doğru bulunmamıştır. Dahası, tasavvufî gelenekte kıssaları mitolojize etme girişimleri dışında böyle bir yola kapı bile açılmamıştır.

Kur'an'da açık mitolojik unsurların varlığı ilk olarak M. Ahmet Halefullah tarafından ifade edilmiştir. Onun yaptığının bir benzeri Muhammed Esed'de görülür. O, meal tefsirinde bazı kıssalar için "efsanevî - menkıbevî" tabirini kullanarak kıssaları tarihî gerçekliği olan ve efsanevî kıssalar olmak üzere ikiye ayırmıştır. Ancak onun bu tür bir ayrımı hangi ölçüte dayanarak yaptığı da belli değildir.

Esed, kıssaları demitolojize ettiğini açıkça belirtmez. Lakin bazı kıssaları menkıbevî olarak kabul emesi, temsilî mahiyette yorumlaması ve mesajı aktarmada bir tür fon ve enstrüman olarak kabul etmesi demitolojize etmekten farklı bir durum değildir. Kur'an Mesajında mucizeleri ve bazı hükümleri, çağdaş ya da Batılı aklın anlayabileceği tarzda veyahut o akıldan etkilenmişlik ifham eder biçimde açıklamaya çalışması bu demek olsa gerektir.

Dediğimiz gibi esasen Esed, temsilî tarzda yorumlama yaklaşımını sadece kıssalarda da uygulamaz. Bu yaklaşımı, aynı zamanda ahirete ilişkin ifadeler demetinde, Allah'ın zatına ve fiillerine ilişkin pasajları anlamasında da uygular.

Esed'e göre özelikle harikulade olayların anlatıldığı Kur'an pasajları, haddi zatında nüzul dönemi Arap Yarımadasında yaygın olan birtakım efsanevî menkıbelerden ibarettir. Kur'an bunları anlatırken doğru olup olmadığına bakmadan almıştır.

Kendisi de batılı olan Esed Kur'an'ı anlamak için Batılı insan zihninin ürünü olan aklîleştirme işlemini Kur'an'a uygulamıştır. Böylece modern Batı insanı için Kur'an'ın daha anlaşılır hale gelecek ve ilahî gerçekler ortaya çıkacaktır.

-Muhammed Esed 1992 yılında öldüğünde Granada'da Müslüman mezarlığına defnedilmiştir. Eskiden beri Araplar'ın Avrupa'daki ulaştıkları en uç nokta olan Granada, onun için her ne kadar gelecek vizyonu için değil de geçmişin uzak bir hatırası olsa da batı anlayışına en yakın olan yer olmuştur, biçimindeki yorumlara nasıl bakılmalı?

20.02.1992 yılında Endülüs'ün Mijas şehrinde Hakkın rahmetine kavuşan ve Gırnata (Granada) şehrindeki Müslüman kabristanına defnedilen Esed, 1952 yılında BM nezdinde Pakistan daimi temsilcisi olarak çalıştığı görevinden ayrılır ve zamanını, eserlerini yazmaya, özellikle de tefsirini hazırlamaya ayırır. Nihayet hayatının sonlarına doğru vefat ettiği İspanya'ya yerleşir. Bu hususta söyleyeceğim şu: O, sorunuzda belirtilen durumu ifade edenlerin ima ettiği gibi bir pişmanlık ve dolayısıyla geriye dönüş yaşadığından değil, muhatap kitle kabul ettiği Batılılara en yakın noktada olmak arzusuyla orada ikamete çekilmiştir. O, daha önceki bir sorunuzda ifade ettiğiniz gibi Müslümanların hal-vaziyetlerine eleştiriler serdetmiş ancak onlarla beraber yaşamaya devam etmişti. Muhtemel ki onlarla beraber geçirdiği süreçte yaşadığı tecrübenin getirdiği mahzuniyet ve Pakistan devletinin kuruluş aşamasında yaptığı teorik katkıların Pakistan anayasasında çok az yer almış olmasının verdiği hüzün sonucu, kendini tamamıyla, geçmişten de gelse İslam'ın renginin hâkim olduğu bir yerde daha önce kendilerinden biri olduğu kimselere karşı beslediği sorumluluk gereği böyle bir tercihte bulunmuştur. Kaldı ki vefatından sonra defnedildiği yer seçimi de onun duruşunda bir problemin olmadığını göstermektedir.

-Yıllarca Arap toplumunda özellikle çöl hayatını en ince ayrıntısına kadar yaşayarak onların duygu, düşünce ve dahası dilini çok iyi öğrenmiş olması Kur'an meali ve tefsirine nasıl yansımıştır?

Onun mealinin arka planını, yıllarca Arap toplumunda özellikle çöl hayatını ince ayrıntılarına kadar yaşayarak onların duygu, düşünce ve dahası dilini çok iyi öğrenmiş olması ile izah edebiliriz. Zira Kur'an dilinin ilk muhataplarının varisleri olan bu toplumu böylesine tanımış olması, onun ileride yapacağı çalışmaların en önemlisi olan Meal'ine çok önemli katkılarda bulunacak malzeme birikimi sağlamıştır. O bu vesileyle Arapçanın künhüne vakıf olmaya çalışmış, gelenek göreneklerinin önemini kavramış ve hatta kimi deyimleri onların yaşayan kültürlerinden istifadeyle izaha çalışmıştır. Bu vesileyle ibarelerin meramını çoğunlukla bihakkın ifade edebilmiştir.

-Söyleşi için teşekkür ederim.

Bilmukabele ben teşekkür ederim.

Müsaadelerinizle son olarak şu hususa dikkat çekmek isterim. Kur'an Mesajı günümüz insanının Kur'an'ı anlamasında referans değere sahip önemli bir kaynaktır. "Kur'an Mesajı'nda Muhammed Esed" adıyla yaptığım çalışma ise onu anlamaya giriş veya bir kılavuz olarak görülmelidir. Kesinlikle mealin yerini veya işlevini alma iddiasında değildir.

Yalnız adını verdiğim kitabımı okuyacak ilim ehline bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Kitap iki ayrı okuma formatında hazırlandı. Dipnot veya ana metinde Esed'ten motamot yaptığım alıntıları italik yazı sitilinde verdim. Kendime ait olanı, böylece ayırmış oldum. Okuyucu şayet mealin kendisini de okuyacak ise -ki önerim mutlaka okunmasıdır.- italik yazı ile verilmiş olan notları hiç değilse bir kısmını atlayarak okuyabilir. Zira aynılarını Meal'de de görecektir. Bu şu avantajı sağlayacaktır: Kitap komple baştan sona okunduğunda kitabın bütünlük ve akıcılığı kaybolabilmektedir. Bunun da okuyucuyu sıkabileceği ihtimalini hesaplıyorum. Yok eğer ki "Kur'an Mesajı'nda Muhammed Esed"in yanında /devamında "Kur'an Mesajı" da okun(a)mayacak ise bu kez acizane önerim "Kur'an Mesajı'nda Muhammed Esed"i tam olarak okumalarıdır. Artık Esed'i Kur'an Mesajı özelinde bu kitabım vesilesiyle anlamaya çalışacaktır.

Röportaj: ASIM ÖZ
Haksöz-Haber