1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. Kendine takılmak
Kendine takılmak

Kendine takılmak

Gökhan Özcan insanların farklı farkındalık seviyelerine dikkat çekerken "ince" şeyleri görmemiz gerektiğini ifade ediyor.

27 Ekim 2022 Perşembe 15:35A+A-

Gökhan Özcan / Yeni Şafak

Kendine takılmak

Bir çok insan ömrünü kendine küs vaziyette yaşıyor, kendine hayatın güzelliklerinden bir şeyler sunmayı düşünmeden. Ters gitmiş şeylere takılıp kalmış bir halde... Sanki bir daha hiçbir şey düz gitmeyecekmiş gibi... Oysa hayat ne hep yaz ne de hep kış... Ne hep sıcak ne hep soğuk... Daha çok ılık, serin... Güneşin ve bulutların gökyüzünü beraber kuşattığı günler var, hem gölgeleri olan hem sızdığı her yere ışıl ışıl berraklık katan güneşi olan... Hem soğuk ve sıcak mutlak değil, soğuğun içinde değerine değer katan nice sıcaklık var, ve sıcağı yumuşatan nice serinlik... Bir halden başka bir hale geçmek için sayısız fırsat doğuyor her anın içine... Mesele kendini bu heyecanlı seyrüseferin kollarına bırakabilmekte... İnsan olduğu hal üzere katılaşırsa, kendini o halin içine kilitlerse sayısız sürprizlerle sürekli kendini yenileyen büyük hikayeyi kaçırıyor.

“Yaşamak ne kadar çekilmez gelse de arasıra,/ Bu görmek, bu sevmek, bu aziz sıcaklık tende./ Bu bir nimet, bu bir nimet, bu Elagözlüm,/ Bu yaşamak bir şiir; harikulade’ diyor ‘Ölüme Dair Konuşmalar’ şiirinde Turgut Uyar.

Mağlubiyetler, hayal kırıklıkları, yoksunluk ve yoksulluklar, sevememek ve sevilememek, bir kıymet ortaya koyamamak, içindekilere dışında bir karşılık bulamamak... Bir insanı kırabilen, yürüyüşünü, arayışını, isteyişini durdurabilen şeyler bunlar... Orada takılıp kalmamak gerekiyor ama... Kalırsanız gerçekten tellere takılı kalan o meşhur ayakkabı tekleri gibi gerçekten orada eskiyip gidebilirsiniz. Hayatın kendini de insana dair halleri de sürekli yenileyedurduğunu hatırda tutmak, yeniden, yeniden denemek gerek... İnsan durgun su tabiatında değil, akan su tabiatında... Aktıkça tortularından kurtulup berraklaşıyor. Tek bir mevsimle ömür geçirmeye müsait değil iç dünyamız, bütün mevsimleri sıra sıra dolaşmamız, her birinin acısıyla tatlısıyla kendine özgü bütün heyecanlarını yaşamamız gerek... Böyle olmalı ki insan için kurulmuş bütün cümlelerden bir nasibimiz olsun. Aksi halde akışımızı yitiriyor, durgunlaşıyoruz. Ve bir akış kalmadığı için içimizdeki her şey de suyumuzu bulandıran birer tortuya dönüşüyor.

“Yağar ki sokaklarda bir uzun yağmur/ Islanırım ıslanırım anlamam/ Sanki nedir bir yağmurun güzel olması/ Sahi bir yağmurun güzel olması/ Yağarken kendine severek bakmasından” diyor ‘Eski Bir Takvim İçin Şiirler’inden birinde Edip Cansever.

Kendi canının acıtan bir halde sabit kalan, kendine takıldığı için yürüyemeyen ve orada takılıp kaldığı için insana özgü başka bir hale, hallere doğru gidemeyen... Gidemedikçe kendi içine doğru çöken, çürüyen, parçalanan... Bir çok insan için hayatının kısa özeti haline geldi bu takılma hali... Akamadığı için bulanan zihinler, tortulaştıkça ağırlaşan, yakıcılaşan duygular...

Dünya gibi, içindeki her şeyin de fani olduğunu bilmek, bunu sindirmek gerek... Saplanıp kalmak değil, mevsimden mevsime geçmek gerek... Geçip gidebilmek gerek, akmaya devam etmek... Bir dağ başında kendi balçığından bataklaşan bir birikinti olmak değil, aktıkça arınmak, aktıkça çoğalmak, diğer akışlarla birleşmek, bir olarak ummana katılmak gerek...

“Durursan duran sadece sensin” dedi meczup, “dönersen devranın kendisi sensin!”

HABERE YORUM KAT