1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. Kâl dili ve hâl dili açısından Müslümanın beslenme kaynakları
Kâl dili ve hâl dili açısından Müslümanın beslenme kaynakları

Kâl dili ve hâl dili açısından Müslümanın beslenme kaynakları

İnsan için üç dil vardır: Konuşmak, yazmak, yaşamak. Bu, bazen ikili tasnife indirilerek kâl dili ve hâl dili olarak da söylenir...

15 Aralık 2022 Perşembe 18:00A+A-

Erol Erdoğan / İnsicam

Kâl dili ve hâl dili açısından Müslümanın beslenme kaynakları

Beslendikleri insanı etkiler. İnsan neyle besleniyorsa odur, diyebiliriz. Yediklerimiz ve içtiklerimiz bedenimizi, okuduklarımız ve öğrendiklerimiz bilgimizi, gördüklerimiz ve dinlediklerimiz hafızamızı, arkadaşlarımız ve çevremiz davranışlarımızı, yaşadıklarımız ve eğitimimiz hayata bakışımızı, hepsi birden kişiliğimizi şekillendirir.

Dil de beslenir. İnsanın okudukları, duydukları, dinledikleri, gördükleri, acısıyla tatlısıyla yaşadıkları dilini etkiler. İnsanın beslendiği kaynaklar, kişinin anlama ve analizini, kelime hazinesini, cümle kurgularını, hitap ve telaffuzunu, mimiklerini ve vücut dilini, dinlemesini ve konuşmasını, cevap verme ve ikna kapasitesini, üslubunu ve tavırlarını da şekillendirmektedir.

Müslümanın beslendiği kaynakların mahiyeti de emri bil maruf ve nehyi anil münker başta olmak üzere ilişkilerini biçimlendireceği için önemlidir.

İnsan için üç dil vardır: Konuşmak, yazmak, yaşamak. Bu, bazen ikili tasnife indirilerek kâl dili ve hâl dili olarak da söylenir. Üçlü tasnifi şöyle yapabiliriz: Kâl dili, hâl dili, kalem dili. Kalem yazıyı, kâl konuşmayı, hâl ise yaşamayı ifade etmektedir.

Konuşmak çoklu ve çeşitli bir iletişim türüdür. Komşuya seslenmekten yolda selamlaşmaya, camide sohbetten mitingde hitaba, sınıfta ders anlatmaktan televizyonda tartışmaya, evdeki sohbetten kahvedeki muhabbete, taksiciyle diyalogdan pazarda alışverişe kadar hayatımızın her anında konuşuruz.

Yazı da her yerdedir. Kitaplardan makalelere, haber metinlerinden tiyatro ve film senaryolarına, twitlerden e-postalara, duvar yazılarından tabelalara ve afişlere kadar yazının varlığını görürüz.

Hâl dili ise en derin olanıdır. Konuşma ve yazının da dâhil olduğu hâl dili, insanın bakışından oturuşuna, ses tonundan sükûtuna, selamlaşmasından vedasına, sevgisinden kızgınlığına, ibadetinden ticaretine, kıyafetinden aracına, yaptıklarından yapmadıklarına kadar her anı, her durumu kapsamaktadır.

Müslümanın dili veya din dili dediğimizde bunun konuşmak, yazmak ve yaşamayı içine alan bütüncül (icmali) bir etkileşim olduğunu unutmamalıyız.

Giriş babındaki bu cümlelerden sonra Müslüman dilinin beslenme kaynaklarının neler olması gerektiği üzerinde duracağım.

Müslüman dilinin zamanları

Hayatın üç zamanı vardır; dün, bugün, yarın. Dün geçmiştir, bugün yaşanmaktadır, yarın ise gelmekte olandır. Din hayat içindir, onun da üç zamanı vardır. Din dün gelmiştir ve dün yaşanmıştır; bugüne sözü vardır, bugün de yaşanmaktadır; yarına da diyecekleri vardır, yarın da yaşanacaktır.

Dinin bütün zamanlara yönelik geçerlilik hâlini İslam açısından şu şekilde ifade edebiliriz: Müslümanlık bir yönüyle Âdem Aleyhisselâm, bir yönüyle Muhammed Aleyhisselâma kadar uzanır, bu yönüyle dünle ilişkilidir. İslam bugüne kadar ulaşmış ve bugün yaşanmaktadır. İslam, kıyamete kadar sürecek evrensel bir din olması sebebiyle yarınla yani gelecekle de ilgilidir. Bundan dolayı Müslümanın dili, üç zamandan beslenmeli ve üç zamanı kapsamalıdır.

Müslüman dilinin kadim ve tarihi kaynakları

İslam’ın kitabı Kur’an-ı Kerim, peygamberi Hazreti Muhammed Aleyhisselâm, onu ilk yaşayanlar peygamber ve arkadaşlarıdır. Bundan dolayı Müslüman dili, dinin kadim kaynakları olan Kur’an, hadis, sünnet ve sahabeden beslenmelidir. Dinin kadim kaynaklarından sağlam şekilde faydalanmayan Müslümanın konuşması, yazması ve yaşamı İslam’ın ruhunu, bilgisini ve amacını yansıtması bakımından eksik olacaktır.

Peygamber döneminden sonra da Müslümanlar dini bilgiyi çoğaltmışlar, çeşitlendirmişler ve yaymışlardır. İslam bu şekilde zaman ve mekân düzleminde her yere ulaşmış, böylece kültür ve medeniyet bölgeleri; tefsir, fıkıh ve kelam başta olmak üzere ilim dalları oluşmuştur. Müslüman, asırlık yollardan süzülerek gelen İslam’ın tarihi birikiminden, prensipler çerçevesinde, faydalanmalıdır.

İnsanların, ailelerin, toplumların ve devletlerin hayatlarını anlatan biyografiler, hatıralar, günlükler, seyahatnameler, tarihçeler de Müslümanın dilini zenginleştirecek kaynaklar arasındadır.

Ayrıca varlığı anlamlandırma ve anlama gayretlerinin ürünleri olan hikmet ve felsefe külliyatları da Müslümanların eğitim ve ilgilerine göre başvuru kaynakları arasında olmalıdır.

Müslüman dilinin güncel kaynakları

Dünü, bugünü ve yarını kapsayarak bütün zamanlara hitap ettiği için İslam’ın kadim ve tarihi kaynakları olduğu gibi güncel yani yaşanılan ana ait kaynakları da vardır. Bunların başında meal, tefsir, fıkıh (içtihat), kelam ve diğer ilim dallarındaki döneme ait çalışmalar gelir.

İçinde bulunulan çağın meselelerine dair Müslüman âlimlerin, akademisyenlerin, mütefekkirlerin, yöneticilerin, sanatçıların İslam’ı perspektife uygun biçimde ortaya koydukları çalışmalar da Müslüman için güncel kaynaklar arasında yer alır.

Bilimsel araştırmalar ve raporlar, yeni gelişmeleri analiz eden yayınlar, güncel konulara dair farklı yaklaşımları ihtiva eden tartışmalar ile ARGE faaliyetleri de Müslüman için, döneme ait başvuru kaynakları arasında bulunmalıdır.

Dilin tabiat kaynakları

İslam düşüncesinde iki ayetten bahsedilir. Bunlar kavli ve kevni ayetler olarak ifade edilmektedir. Kavlî ayetler harfe, kelimeye, cümleye, kitaba aksetmiş olanlardır. Bu ayetler Kur’an’da yer almaktadır.

Kevni ayetler ise âlem ile ilgili olanlardır. Biz kevni ayetleri gece ve gündüz, yeryüzü ve gökyüzü, yıldızlar ve gezegenler, ağaç ve bitki, su ve yağmur, insan ve hayvan, dağlar ve vadiler, doğum ve ölüm, yokluk ve varlık gibi âlemin her durumunda görürüz. Allah, bir ayetinde “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde, düşünen bir toplum için ayetler (deliller) vardır” demektedir.

Müslüman tasavvurunun ve dilinin oluşmasında, tabiat ve onun içindekiler, kaynak olarak değerlendirilmelidir.

Dilin edebiyat ve zarafet kaynakları

Dilin gücü, etkisiyle ve güzelliğiyle değerlendirilir. Bir dil etkisini, ifadesindeki netliği, üslubundaki inceliği, seslendirilmesinde duruluğu, anlatımındaki açıklığı, kelimelerinde yerindeliği ve anlamındaki vecizliği ile sağlar. İnsandan “efradını cami, ağyarını mâni” konuşma istenmesi bu hassasiyete işarettir. Sözün güzel hallerine dair Kur’an ayetlerinde nüanslara işaret edilerek, letafet, adalet, belagat, beyyinat gibi onlarca vasıf sayılmıştır.

Müslümanın dilini güzelleştirmek ve etkili hale getirmek için edebiyatın rehberliğinden faydalanmalıdır.

Edebiyatın konuşmaya ve yazmaya rehberliği denilince en başta edebi sanatlar aklımıza gelmelidir. Teşbih, istiare, mecaz, kinaye, tariz, teşhis, intak, tefrik, telmih, hüsnü talil gibi edebi sanatlar dili her yönüyle zenginleştiren sanatlardır.

Edebiyat, insanın konuşmasına ve yazmasına etimoloji bilgileri ve sözlüklerle de yardımcı olur. Deyimler ve atasözleri de dil için önemli kaynaklar arasında yer alır. Şiirler, destanlar, masallar, ninniler, tekerlemeler de hem insanlık birikimi hem ifade çeşitliliği bakımından hazine değerindedir. İmla kuralları dilin vazgeçilmez prensiplerini ihtiva ettiği gibi seslendirme (diksiyon) eğitimleri de konuşmalarımızın dinlenilebilirliğini artıracaktır.

Dilin sokak ve hayat kaynakları

Ayetler genelde yaşanılan bir olay üzerine nazil olduğu gibi peygamberimizin sözleri de (hadisi şerif) yaşanılan, karşılaşılan veya sorulan bir durumla ilgilidir. Fıkıh neredeyse bütünüyle hayatın içinden sorulara cevaplarla doludur. İslam hayatın içine inmiştir.

Sokaklar, çarşılar, pazarlar, iş yerleri, meydanlar, savaş cepheleri, tarlalar, bahçeler, fabrikalar, ofisler, işyerleri, okullar, ekranlar, cami avluları, parklar, otobüs durakları, toplu taşımalar gibi her yer hayatın içindeki mekânlardır.

Müslüman konuşurken ve yazarken, mevzu ettiği hususlar bakımından, hayata vakıf olmalıdır. Hayata vukufiyet, dili kaynaklar bakımından zenginleştireceği gibi dinamik de tutacaktır. Dildeki hayatı anlamaktan kaynaklı zenginlik ve dinamiklik ise muhataplara yönelik kapsayıcılığı da artıracaktır.

Dilin yaş, kuşak ve cinsiyet kaynakları

İslam dini her yaşa, her cinsiyete, her kuşağa hitap etmekte, her insana yönelik sözleri bulunmaktadır. Muhatap aynı zamanda kaynaktır.

Müslüman bir kişi dilini, mekâna ve muhataba göre kişiselleştirdiği gibi farklı yaşları, cinsiyetleri ve kuşakları dilinin kaynağı olarak kabul etmeli ve faydalanmalıdır. Mesela çocuklar veya gençlerden beslenmeyen bir dil eksik olacağı gibi sadece erkeklere hitap eden bir dil de muhatap ve kaynak bakımından noksanlık yaşayacaktır. Dolayısıyla, bir insan düşüncesini, konuşmasını ve yazısını hazırlarken, konuya göre çocuklar ve ergenlerden, kadınlar ve erkeklerden, yaşlılar ve gençlerden istifade etmeli, onların dünyalarına yakın olmalı, onların ilgilerini bilmelidir.

Dilin yerel ve evrensel ile dijital ve somut kaynakları

Dünyanın gittikçe küreselleştiği ve dijitalleştiği bir dönemde dilin yerel, ulusal, küresel kaynakları ile somut fiziki ve dijital kaynakları bahsine özel vurgular yapmak gerekir. İnsan bir ailenin mensubudur, mahallelidir, memleketi vardır, bir kıtada yaşamaktadır, dünyalıdır. Bu yönüyle insanın, kademe kademe, yerelden küresele uzanan, mekân ve coğrafî aidiyetleri vardır. İnsan bu aidiyetlerin sağladığı kaynaklar arasında denge kurmalıdır.

Benzer dengeyi somut fiziki ve dijital kaynaklar arasında da sağlamalıyız. İnsanın mekânla ilişkisi hep sürecektir. Dijital dönüşümün gözlerimizi kamaştırmasından yola çıkarak somut, fiziki, matbu kaynakları yok sayamayacağımız gibi bunları ihmal de edemeyiz. Bunun yanı sıra muhafazakâr bir refleksle dijital veya online kaynakları ve muhataplıkları da yok sayamayız.

Dilin aynaları ve demleri

Dilin demlenmeye ve aynaya ihtiyacı vardır. Aynalar bize dilimizdeki eksikleri ve fazlalıkları, yanlışları ve doğruları gösterir. İnsan aynaya bakarak kendisine çeki düzen verdiği gibi konuşmalar, yazılar, tutumlar ve davranışlar da aynalar sayesinde sistemleşirler, tekâmül ederler, olgunlaşırlar.

Mesela muhalifler insan için ayna vazifesi gördüğü gibi insanın dostları ve çevresi de ayna vazifesi görür. “Mümin müminin aynasıdır” sözünü bu yönüyle de düşünmek gerekir. İnsanın kalbi, kulağı, gözü de insana aynalık yapar. Kişinin kendisinin müftüsü olması biraz da bu anlama gelmektedir.

Sözün demlenmesi dili zarifleştirir ve fazlalıklardan kurtararak şiirleştirir. Sözün demlenme araçlarından biri zamandır. Aklımıza geleni hemen söylememek ve yazdığımızı hemen yayımlamamak gerekir, bekleyip demlenmesini sağlamalıyız.

Yazımızı ve sözümüzü edebiyatın rehberliğinde gözden geçirmek, söz ve yazı ustalarına incelettirmek de demlenmeye yardımcı olur.

Sonuç

İslam geldiği dönemde, geçmişi tanımladı, anı yönetti, bütün insanlığı dikkate alarak geleceğe de mesajlarını bıraktı. Buna İslam’ın evrenselliği diyoruz. İslam hem insanı hem bütün insanları muhatap kabul ettiği için zaman ve mekân düzleminde de hem yerelliği hem cihanşümullüğü önemsedi. Dolayısıyla hangi asırda olursa olsun, Müslüman tasavvuru bir taraftan dünü, bugünü, yarını diğer taraftan yereli ve evrenseli dikkate almalı, dil de bu kapsayıcılıkla inşa edilmelidir.

İslam, yaş, cinsiyet, kuşak, renk, dil, coğrafya, zaman, iş güç, meslek çeşitliliği bakımından da insanı kuşattığı için Müslüman dili insan çeşitliliğini de dikkate almalıdır.

Bir insanın, yazıda anlatılanların hepsini yapması mümkün olmadığı gibi bahsedilen özelliklere bütünüyle sahip olması da mümkün değildir. Ancak, alanı ve muhataplarından kaynaklı gereklilikleri yerine getirmede potansiyelini olabildiğince geliştirmesi gerekir.

Muhatap aynı zamanda kaynaktır. Muhataptan beslenen dil muhataba da kolay ve etkili ulaşacaktır. Muhataptan beslenmeyi, edilgen veya tek yönlü bir ilişki gibi düşünmemeliyiz. Muhatabın kaynak kabul edilmesi; muhatabı kavrama, tanımlama, frekans oluşturma gibi birden çok veri sağlayan dinamik bir etkileşimdir.

İnsanın maddi ve manevi bedeni olduğu gibi, aklı ve duyguları, duyu organları da vardır. İnsan çok yönlü algılayan, çok yönlü dinleyen, çok yönlü bakan, çok yönlü analiz edebilen bir varlıktır. Bundan dolayı her insanın anlaması farklıdır, kişiye has özellikler gösterir. Konuşma, yazı ve hâl dili, insanın çok yönlülüğü dikkate alınmalıdır.

HABERE YORUM KAT