
İsrail'in Gazze'deki savaşının öldüremedikleri: Bilgi, hafıza ve dr. Faik'in mirası
Bu sadece kaybettiğim bir profesörün hikâyesi değil. Bana nasıl yaşayacağımı, savaş karşısında nasıl insan kalacağımı öğreten biriyle ilgili.
Nada Abdel Karim Hamdona’nın PC’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.
“İsrail'in Ekim 2023'te başlattığı soykırım savaşından bu yana Gazze'de günlük yaşam neredeyse imkânsız hale geldi. Sürekli bombardıman, altyapının çökmesi ve en temel ihtiyaçların bile yokluğu her türlü normallik duygusunu paramparça etti.
Yine de bu yıkımın ortasında birçok kişi umuda tutunmaya devam ediyor ve en sessiz ama en güçlü şekilde, eğitim yoluyla direniyor.
Gazze'deki savaşın kalbinden gelen bu ilk elden anlatım, eğitimin nasıl bir direniş biçimine dönüştüğünü, bir öğretmenin rehberliğinin öğrencileri kaosun içinde nasıl demirleyebildiğini ve bilgi arayışının ölümün gölgesinde bile nasıl bir amaç sunduğunu ortaya koyuyor.
Benim adım Nada ve 24 yaşında Gazze Şeridi'nin yerlisiyim. Şu anda El Aksa Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde uluslararası ilişkiler ve diplomasi alanında yüksek lisans yapıyorum.
Gazze'de, savaşın ortasında, okumak bir bilgi arayışından daha fazlası haline geldi; bir amaca tutunmanın ve etrafımızdaki her şeyin çöküşüne direnmenin bir yolu oldu.
Tüm derslerim arasında bir tanesi öne çıkıyordu: Uluslararası ve Bölgesel Örgütler. Bu dersi istisnai kılan sadece müfredatı değil, hocası Dr. Faik Al-Naaouq'tu. Bana eğitimin ölümle çevrili olsa bile istikrar ve anlam sunabileceğini gösterdi.
Yıkım görüntüleri televizyon ekranlarımızı doldururken bile Dr. Faik uluslararası ilişkiler teorilerini açıklarken bize umut verdi. Etrafımızdaki ofisleri bombalanırken bile Birleşmiş Milletler hakkında konuştu. Sadece yaşamaya değer insanlar olduğumuzu kanıtlamak için mücadele ettiğimiz bir zamanda insan haklarını tartıştı.
Dr. Faik başka hiç kimseye benzemiyordu - derin bir insan, sadeliğinde etkili, bir öğretmenden daha fazlasıydı. O bir ilham kaynağı, bir rehber ve bir baba figürüydü. Bize sadece ders vermekle kalmadı, tekrar tekrar hatırlattı: “Öğrenin, çünkü bilgi savaştan daha güçlüdür.”
Derslerini merakla beklerdik. İnsansız hava araçlarının ve tankların gürültüsüne, elektrik kesintilerine ve bombalamalara rağmen, çevrimiçi olarak toplanırdık - dinler, ilgilenir, sorular sorar, hatta bazen gülerdik. Gülmek zorundaydık, sadece hala hayatta olduğumuzu kanıtlamak için bile olsa.
Sonra, bitmek bilmeyen felaketin ortasında sıradan bir günde, bizi paramparça eden bir haber aldık. 24 Nisan 2025'te Dr. Faik Al-Naaouq ve ailesi, güvenliğin çoktan ortadan kalktığı Cebaliye mülteci kampına gece yarısı düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldü.
Haberler telefonlarımızda sessizce belirdi ve zaman durmuş gibiydi. Düşüncelerimizin üzerine ağır bir sessizlik çöktü. Gerçek gibi gelmiyordu. Buna inanmak istemedik.
İçimde, bir zamanlar öğrenme alanı olan yer bir anılar mezarlığına dönüştü. Telefonuma baktım, sınıf grup sohbetimizdeki mesajlarını tekrar okudum, sesini zihnimde duydum, bir zamanlar sözlerinin getirdiği güvenceyi hatırladım. Ve sonra ağladım - sadece bir öğretmen için değil, bizden alınan bir umut kaynağı için.
Bu sadece kaybettiğim bir profesörün hikâyesi değil. Bana nasıl yaşayacağımı, savaş karşısında nasıl insan kalacağımı öğreten biriyle ilgili. O bana, sesler susturulduğunda bile doğru bir mesajın hayatta kalabileceğini ve bilginin şiddete üstün gelebileceğini gösterdi.
Dr. Faik diplomasiyi sadece bir ders kitabından öğretmedi. Dışarıda her şey yanarken kendi içimizde nasıl huzur bulacağımızı öğretti. Bize dayanıklılık inşa etmeyi ve bir amaç duygusuna bağlı kalmayı öğretti.
Kendi savaşlarımla yüzleştim. “Neden devam edeyim?” diye sorup durdum. “Yarının garantisi yokken neden okuyayım?” O sert ses, “Sonuna kadar gidemeyeceksin, neden başlıyorsun ki?” diyordu.
Ama ben direndim. Öğrendiklerimle cevap verdim: Belki yaşayamayacağım ama en azından denerken öleceğim. Anlamlı bir şey inşa etmek istiyorum, sonun gelmesini beklemek değil.
Dr. Faik de buna inanıyordu. Onun sözlerinde, iyimserliğinde ve kendini taşıma biçiminde güç buldum. Bir keresinde bize şöyle demişti: “Bilgi acil durumları tanımaz ama biz sürekli bir acil durum içinde yaşıyoruz.” Bilgi, ışık gibi, kaynağı kaybolduktan sonra bile başkalarına yol göstermeye devam edebilir.
Dr. Faik'in internetteki varlığı kuşatma sırasında bir tür sığınak oldu. Derslerine çadırlardan ya da hasarlı odalardan katıldık. Bizi her zaman sıcaklıkla karşıladı, nasıl olduğumuzu sordu ve dinledi - sadece bir öğretmen olarak değil, gerçekten önemseyen biri olarak.
Bir keresinde bir derse gözyaşları içinde katıldığımı hatırlıyorum. Her şeyin ağırlığı çok fazlaydı. Fark etti ve bunu herkesin önünde dile getirmek yerine bana özel olarak mesaj attı: “Nada, iyi misin? Umudunu canlı tut. Çok uzakta görünse bile, geleceğin hala önünde.”
Bunlar ondan duyduğum son sözler oldu.
Şimdi, Kriz Yönetiminde Uluslararası Örgütlerin Rolü başlıklı tezim üzerinde çalışırken, Dr. Faik'in varlığını her cümlede hissediyorum. Araştırdığım her fikir onun geride bıraktığı mirasın bir parçası.
Ölüm bir insanın bedenini alabilir ama etkisini silemez. Bazı insanlar yokluklarında bile bizimle kalır. Dr. Faik Al-Naaouq onlardan biri. Bu hikâye hem bir saygı duruşu hem de bir direniş biçimidir - dil, bilgi ve hafıza yoluyla direniş.
Bunu okuyan herkese: kelimeler önemlidir. Savaş her şeyi yok edemez. Dr. Faik gibi insanların bize verdiği umut, bilgi ve insanlık baki kalır. Savaş ne kadar gürültülü olursa olsun, bombalar ne kadar acımasız olursa olsun, onlar içimizde yaşamaya devam ediyor.
* Nada Abdel Karim Hamdona, El Aksa Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans yapan bir dil öğretmeni ve çevirmen.








HABERE YORUM KAT