
İsrail istediği tüm filmleri yasaklayabilir. Filistinlilerin sesi susturulamaz
Küresel desteğin büyük ölçüde azaldığı bir ortamda, İsrail ve destekçileri panik içinde, işledikleri suçların kanıtlarını gizlemek için fazla mesai yapıyor.
David Hearst’ün MEE’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
BBC'nin “Gazze: Bir Savaş Bölgesinde Nasıl Hayatta Kalınır?” belgeseli üzerine çıkan tartışmalarda, bu filmin ‘Filistinlilerin bir buçuk yıla yayılan bir savaşta nasıl hayatta kaldıklarını’ bize neler anlattığına dair tek bir kelime bile yazılmadı.
Bu filmin gösterimiyle ilgili tartışmalarda aşağıdaki seslerin hiçbiri duyulmamış gibi görünüyor.
İsrail'in bir başka tahliye emrinden sonra elinde boş bir su şişesiyle kaçan bir kadın kimseye belli etmeden bağırdı: “Allah hepinizin belasını versin. Allah sizi [Hamas lideri Yahya] Sinvar'ı lanetlesin.”
Bir çocuk kameraya donuk bir ses tonuyla şunları söyledi “Gözümüzün önünde insanların öldüğünü gördük. Birinin bağırsakları karnından dışarı çıkıyordu. Güvenli bir yerde miyiz?”
El Aksa Hastanesi'nde ambulans temizleyerek geçimini sağlayan 11 yaşındaki Zekeriya, medya mensupları, doktorlar ve sağlık görevlileri ile birlikte nasıl çalıştığını anlattı: “Gönüllü olmayı seviyorum. Bir ambulans biriminde gönüllü olarak çalışmak istiyorum.”
Etrafındaki cehennemi kapatmanın bir yolu olarak kulaklık takan bir sağlık görevlisi düşüncelere daldı: “Bu gömleği yıkamam lazım. Çocuklar çok saf ve masum. Onların yaralandığını görmek tanık olunabilecek en zor şeylerden biri. Kulaklıklar en önemli şey. Savaştan, hastanenin kasvetinden, bombalardan, ölülerden, yaralılardan kaçmama yardımcı oluyorlar.”
Londra'dan ortopedi ve periferik sinir cerrahı Muhammed Tahir, 10 yaşındaki bir çocuğun yeni kestiği kolunu havaya kaldırdı. “İsraillilerin Gazze'deki çocuklara ne yaptığına bakın” dedi. “İşler bu noktaya geldi. Allah'tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur.”
Ancak doğal olarak İsrail'e bu kadar zarar veren bir belgeselin iptal edilmesinin tüm amacı da bu.
Bu sadece belgeseli değil, Filistinlilerin, varoluş nedeni mağduriyet olan bir ulusun -yüzyıllardır süren Avrupa antisemitizminin, Holokost'un ve 7 Ekim 2023'teki Hamas saldırısının kurbanları- ellerinde maruz kaldıkları olağanüstü vahşeti ifade edebilecekleri her türlü aracı iptal etmektir.
BBC katlanıyor
Öfke, İsrail'in propaganda endüstrisinin gözünde üç büyük suç işleyen 13 yaşındaki anlatıcı Abdullah el-Yazuri'ye bir lazer gibi odaklandı: Birincisi ve en önemlisi, o yaşıyor. 14,500'den fazla çocuk hayatta değil.
İkinci suçu ise İngilizceyi akıcı bir şekilde konuşmak ve böylece batılı bir izleyici kitlesi için inandırıcı olmak. Bu, İsrail destekçilerinin elinde olan bir tekeldir ve titizlikle korunur.
Abdullah'ın üçüncü suçu ise objektif ve siyaset dışı olmak. Askerlerinin yaptığı her sivil katliamdan sonra İsrail ordusunun açıklamalarını yapan kişi o.
Abdullah'ın söylediği tek cümleye Gazze dışından birinin katılmaması zor: “Dünyanız yok olsaydı ne yapardınız hiç merak ettiniz mi?”
Kurtuluş ve BBC televizyonunda Gazze'den güvenilir Filistinli seslerin yer alması kâbusunun sona ermesi, Abdullah'ın babasının Hamas tarafından yönetilen hükümette tarım bakanı yardımcısı olduğu bilgisiyle geldi.
BBC iskambil kâğıdı gibi dağıldı.
Çocuğun babası Ayman al-Yazuri bir teknokrat. İngiltere'deki yorumcular ve haber kuruluşları tarafından yaygın bir şekilde “Hamas şefi”, “Hamas yetkilisi” ve “terör şefi” olarak etiketlendi.
Ancak Middle East Eye'ın geçen ay ortaya çıkardığı üzere, Yazuri siyasi değil bilimsel bir geçmişe sahip. Daha önce BAE'nin eğitim bakanlığında çalışmış - ki bu bakanlık Müslüman Kardeşler ile bağlantılı hiç kimseyi sevmez ya da işveren olarak görmez - ve doktorasını bir İngiliz üniversitesinde yapmış.
Bu savaştan sonra Gazze'de herhangi bir hükümet kurulursa, Yazuri gibi teknokratlar tarafından yönetilecektir.
İsrail ordusu için Gazze'de çalışan herkes -ister teknokrat, ister profesör, ister doktor, ister gazeteci, ister yardım dağıtıcısı olsun- hedeftir. Askerleri bu profesyonelleri kasıtlı olarak öldürmüştür. Bu yönde çok sayıda kanıt mevcuttur.
Ancak İngiltere'nin de dâhil olduğu uluslararası toplum için Yazuri gibi teknokratlar Gazze'nin savaş sonrası yönetimi için tek çözüm. Ve ne BBC ne de Kanal 4, eğer kamu hizmeti sözleşmelerine sadıklarsa, editoryal yargılarını İsrail askeri istihbaratından kaynaklanan propaganda ve yalan haberlere dayandırmamalıdır.
Saçma iddia
Her iki yayın kuruluşu da Gazze'deki tüm Filistinlilerin suçlu olduğu ve yok edilmeleri gerektiği görüşünü benimsememektedir ki bu görüş artık İsrail'de ana akım görüş haline gelmiştir. Her iki yayın kuruluşu da bir hükümet çalışanı ile Hamas üyesini; İngiltere ve diğer ülkelerde terörist grup olarak yasaklanan Hamas'ın silahlı kanadı El Kassam Tugayları'nın bir üyesini birbirinden ayırt edebilmelidir.
Kanal 4, Abdullah ile de bir röportaj yaptı.
Yayıncı kuruluş bu ay yaptığı açıklamada, “Kanal 4 Haberin deneyimli dış haber ekibi, babasının 2024 Yazında Hamas hükümeti içinde teknokrat bir rol üstlendiğini öğrendi ve onu bir daha haber yapmama kararı aldı” dedi.
“Kanal 4 Haber'in üst düzey liderlik ekibinin kısa süre önce haberdar olması üzerine, Abdullah'ın yer aldığı haberlerin arşivlenmiş çevrimiçi kopyasına ek bağlam sağlamak üzere harekete geçilmiştir.”
Bu da Abdullah ve babasını kötü gösteriyor. Ancak ikisi de yanlış bir şey yapmamıştır.
Hamas'ın, senaryosu Londra'da yazılan BBC belgeselini renklendirdiğine ve etkilediğine dair herhangi bir kanıt da bulunmamaktadır. Eğer Hamas'ın bu belgeselle bir ilgisi olsaydı, aşağıdaki ifadeler kesinlikle yer almazdı: “Çocuklarımızı öldürdüler, kadınlarımızı öldürdüler, Sinvar ise toprağın altında saklanıyor.”
Babanın Hamas hakkındaki görüşlerini bilmiyoruz, ancak amaçlarını desteklediğini varsayalım. Bu durum, oğlunun Filistinlilerin anlatısını temsil eden bir belgeselde yer almasını otomatik olarak engeller mi, özellikle de İsraillilerin anlatısı her gün tekrar tekrar dile getirilirken?
Filistin toplumunda çocukların ebeveynlerinin siyasi inançlarını körü körüne takip etmedikleri bilinen bir gerçektir. El Fetih'te oğullar ve Hamas'ta babalar bulmak yaygındır.
El Fetih lideri Jibril Rajoub'un kardeşi Nayef Rajoub Hamas'ın önde gelen isimlerindendir. Hamas'ın önde gelen liderlerinden Hasan Yusuf'un oğlu Musab Yusuf, harekete sırtını döndüğü için İsrailliler tarafından kutlanıyor ve kendisinden serbestçe alıntı yapılıyor.
Bir oğlun, babasının yaptığı işten dolayı tehlikeye girdiğini iddia etmek saçmadır.
Farklı standartlar
Hem BBC hem de Kanal 4, tüm editoryal çıktılarında tarafsız olmak gibi bir kamu hizmeti görevine sahiptir. Bu da İsraillilere ve Filistinlilere aynı editoryal standartları uygulamak anlamına gelir.
Ancak bunu açıkça yapmamaktadırlar.
BBC, 7 Ekim Hamas saldırısının birinci yıldönümünde Nova müzik festivalinden sağ kurtulanların tanıklıklarını konu alan bir belgesel yayınladı. “We Will Dance Again'i” izlemek yürek burkucuydu.
Ancak hiç kimse ailelerinin ve babalarının yaptıklarına atıfta bulunarak tanıklıklarının güvenilirliğini zedelemeye cesaret edemezdi. Askerlik çağındaki erkek tanıkların hiçbiri asker olarak ne yaptıkları konusunda sorgulanmadı.
Bunun yerine şu söylendi: “Universo Paralello - Nova Müzik Festivaline yaklaşık 3,500 parti müdavimi gitti. 364 kişi öldürüldü ve 44 kişi de rehin alındı.”
“Öldürüldü” kelimesi, 7 Ekim'de bir rock festivaline katılan silahsız sivillere ne olduğunu tanımlamak için tamamen haklı bir ifadedir, ancak Gazze belgeselinde sadece Gazze'de 46,800'den fazla Filistinlinin ‘öldüğü’ söylenmektedir.
“Gazze: Bir Savaş Bölgesinde Nasıl Hayatta Kalınır?” belgeselinin yayından kaldırılmadan önce sadece dört gün hayatta kalabilmesi de dâhil olmak üzere, bariz bir şekilde farklı standartlar uygulanmaktadır.
Burada ne olup bittiği konusunda açık olalım.
İsrail'in düzenli olarak, açıkça ve yüzsüzce savaş suçu işlediği bir savaşı (Hamas'a tüm rehineleri serbest bırakması için baskı yapmak amacıyla Gazze'ye yardım, elektrik ve suyu kesmesi gibi) sürdürmesi, ana akım medyanın sessizliği olmadan imkânsız olurdu.
Bu sessizliği, bir ya da iki kişinin editoryal kontrolün kilit pozisyonlarına geleceği beklentisiyle, on yıllar boyunca önemli sayıda editoryal personele kur yaparak ve onları tımar ederek satın alır. Aynı şeyi her büyük siyasi partide yükselen tüm siyasi yıldızlara da yapıyor.
Ve ne zaman Filistinlilerin sesi kolektif suskunluğunu bozsa onları sindiriyor.
Bunun gerçekleştiği nadir durumlarda, Filistinlilerin sesi tarih boyunca ezilen diğer halklar kadar etkili, ölçülü ve haklıdır.
Başka toprağımız yok
İşgal altındaki Batı Şeria'nın Güney Hebron Tepeleri'nde yer alan ve İsrail ordusunun atış alanı ilan ettiği mezralar topluluğu Masafer Yatta'dan, Filistinlilerin sürekli tahliyesi hikâyesi dünyanın ilgisini çekmeyince, diğer pek çokları gibi haber yaptım.
Masafer Yatta'da köylüler evleri buldozerlerle yıkılırken mağaralara itiliyor.
Filistinli film yapımcısı Basel Adra ve İsrailli gazeteci Yuval Abraham'dan oluşan bir ekip tarafından hazırlanan “No Other Land” gibi bir belgesel bu köye dikkat çekmeyi başardı. Filmleri Berlin film festivalinde bir ödül ve ardından Oscar kazandı.
Sekiz köyde yaşayan yaklaşık 1.000 Filistinlinin (yarısı çocuk) topraklarında kalmak için gösterdikleri sessiz ve barışçıl kararlılığın gün ışığına çıkması yıllar aldı. Çekimler 2019'da başladı.
Kadınlar askerlerle yüzleşiyor. Okul çocukları dersteyken bir buldozer barakalarının yan tarafına saldırıyor ve onları kaçmak için pencerelerden atlamaya zorluyor.
Filistinli bir kadın bir askere evini yıktığı için utanıp utanmadığını soruyor. Asker cevap verir: “Kanun böyle. Neden utanayım ki?”
Başka bir köylüye neden gitmediği soruluyor. “Başka toprağımız yok” diye yanıtlıyor.
Film Ekim 2023'teki Hamas saldırısından önce çekilmiştir. Filmde gösterilen tüm şiddet İsrail devleti tarafından uygulanmıştır. Güney Hebron Tepelerindeki Filistinlilerin, İsrail devletinin işgal altındaki Batı Şeria'da durmaksızın genişlemesine karşı koymak için sözlerden ve kendi topraklarında bulunma ahlaki haklarından başka bir şeyleri yoktur.
Propaganda başarısız
İsrail'in yaptığı şey tüm uluslararası hukuka aykırıdır.
Yine de bu film Berlinale'de büyük ödüllerden birini kazandığında Almanya'da büyük bir siyasi fırtınaya neden oldu.
Almanya'nın kültürden sorumlu devlet bakanı Claudia Roth, ödülü alan film yapımcısı ikiliyi alkışlamasını, Filistinlileri değil sadece İsraillileri alkışladığını söyleyerek gerekçelendirdi. Roth'un ırkçı itirafı bir halkla ilişkiler felaketine dönüştü.
Abraham kabul konuşmasını Gazze'de ateşkes ve “işgali sona erdirecek siyasi bir çözüm” çağrısıyla bitirdi, başka bir şey söylemedi.
Berlin Belediye Başkanı Kai Wegner, Berlinale kapanış törenindeki konuşmaları “tahammül edilemez bir görelileştirme” olarak nitelendirdi ve X'e şunları yazdı: “İsrail ve Gazze şeridindeki derin acının tüm sorumluluğu Hamas'a aittir.”
Hıristiyan Demokrat Birliği'nden bir delege Roth'u istifaya çağırırken, Hür Demokrat Partili bir siyasetçi de film festivalinin artık devlet desteği almaması gerektiğini öne sürdü.
Festivalin görevden ayrılan İtalyan küratörü Carlo Chatrian ise Alman siyaset kurumunu antisemitik söylemi siyasi çıkarları için “silah olarak kullanmakla” eleştirdi. Bu yılki Berlinale, hem Gazze konusundaki sessizliği hem de “No Other Land'e” yönelik tepkileri ele alış biçimi nedeniyle yaygın bir boykot çağrısıyla karşı karşıya kaldı.
İyi haber şu ki İsrail'in propagandası işe yaramıyor. Medyası ve festivalleri bu sansürü uygulayan tüm batı ülkelerinde kamuoyu hızla İsrail'in aleyhine ve Filistinlilerin lehine dönüyor.
Bu eğilim en keskin şekilde ABD'de görülüyor; Demokratların yüzde 59'u Filistin halkına sempati duyarken (son bir yılda 16 puanlık bir artış), İsrail'e sempati duyanların oranı 14 puanlık bir düşüşle sadece yüzde 21'de kaldı. ABD genelinde Filistinlilere sempati duyan Amerikalıların oranı geçen yıla göre altı puan artarak yüzde 33'e yükselirken, İsrail'e destek son 24 yılın en düşük seviyesinde. Ankete katılan Amerikalıların sadece yüzde 46'sı İsrail'e sempati duyduğunu söyledi.
Kamuoyu desteğindeki bu değişim, bu çatışmanın yaşandığı on yıllar boyunca eşi benzeri görülmemiş bir durumdur. İsrail ve destekçileri ordusunun paniklemesine şaşmamalı; tarihin yanlış tarafındalar.
Bu çatışma nihayet sona erdiğinde ve Filistinliler hak ettikleri devlete kavuştuklarında, bu dönem İsrail'in ve batılı liberal medyanın en karanlık dönemi olarak anılacaktır.
Gelecek nesil ebeveynlerine “Gazze ve işgal altındaki Batı Şeria yerle bir edilirken neredeydiniz ve ne yaptınız?” diye soracaktır. Cevabı duymak ilginç olacak.
*David Hearst, Middle East Eye'ın kurucu ortağı ve genel yayın yönetmenidir. Bölge üzerine yorumcu ve konuşmacıdır ve Suudi Arabistan üzerine analisttir. Guardian'ın yabancı lider yazarıydı ve Rusya, Avrupa ve Belfast'ta muhabirlik yaptı. Guardian'a eğitim muhabirliği yaptığı The Scotsman'dan katılmıştır.
HABERE YORUM KAT