1. YAZARLAR

  2. M. HASİP YOKUŞ

  3. Ortadoğu’da Barış mı, Siyasi PR mı? MEPS 2025 izlenimleri
M. HASİP YOKUŞ

M. HASİP YOKUŞ

Yazarın Tüm Yazıları >

Ortadoğu’da Barış mı, Siyasi PR mı? MEPS 2025 izlenimleri

25 Kasım 2025 Salı 15:31A+A-

17–19 Kasım tarihlerinde Duhok’ta, Kürdistan-Amerikan Üniversitesi’nin ev sahipliğinde 6. Ortadoğu Barış ve Güvenlik (MEPS) 2025 Forumu düzenlendi. Foruma ev sahibi olarak Başkan Mesut Barzani, IKBY Başkanı Neçirvan Barzani ve Başbakan Mesrur Barzani’nin yanı sıra Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, ülkedeki bazı Sünni ve Şii parti liderleri ile çok sayıda diplomat, akademisyen ve gazeteci katıldı. Türkiye’den Gelecek Partisi Genel Başkanı ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ile AK Parti ve DEM Parti’den bazı milletvekilleri de forumda yer aldı.

Geniş bir yelpazede paneller ve çalıştaylar düzenlenen forumun başlığından da anlaşılacağı üzere oturumların ana ekseni Ortadoğu’da barış ve güvenlik gündemiydi. Ancak ABD ile Çin arasındaki rekabete varıncaya kadar birçok konu ele alınsa da, iki yılı aşkın süredir İsrail’in Gazze’de yürüttüğü vahşet ve katliama hiç yer verilmemesi; bireysel sunumlarda dâhil İsrail vahşetine değinilmemesi –Davutoğlu’nun konuşmasındaki birkaç atıf hariç– forumun siyasal arka planını fark etmek açısından önem taşıyor.

Evet, forumun adı “Ortadoğu’da Barış” olsa da Kürt ulusalcıları tartışmaları kendi ulusalcı prizmasından değerlendirdi. Bağdat’la kronikleşen sorunlarını çözemeyen; dahası KYB ile birlikte yönettikleri Kürt bölgesinde bile ortak ve istikrarlı bir yapı inşa edemeyen KDP’nin Ortadoğu Barışı gibi iddialı bir role öncülük etmeye yeltenmesi, gerçek bir stratejik vizyondan ziyade sembolik bir PR çalışması niteliği taşıyor.

Tahmin edileceği üzere, Suriye’nin geleceği meselesi toplantının en çok konuşulan başlığı olarak forumun genel atmosferine damga vurdu. Nitekim, forumun başlangıcına kadar katılıp katılmayacağı gizli tutulan PYD lideri Mazlum Abdi’nin Duhok’a varmasıyla bütün dikkatler bir anda onun üzerinde toplandı. Forumda Abdi, ‘SDG Başkomutanı General Mazlum Abdi’ olarak takdim edildi.

Türkiye ve ABD’nin aktif biçimde devrede olduğu Suriye’nin geleceği, PYD ile Şam Hükümeti arasında imzalanan 10 Mart Mutabakatı, Türkiye’de süren Barış ve Kardeşlik Süreci gibi başlıklara ilişkin görüşleri merak ediliyordu. Zira Şam Hükümeti, 10 Mart Mutabakatı’nın fiilen hayata geçirilmesi için PYD’ye Aralık ayı sonuna kadar süre tanımış durumda; Türkiye ise baskı dozunu aşamalı olarak yükseltiyor.

Gerek Mazlum Abdi’nin gerekse Dış İlişkiler Ofisi Eş Başkanı İlham Ahmed’in mesajları incelendiğinde, sürecin başından beri dile getirdikleri tez ve taleplerde ısrarcı oldukları; herhangi bir tavize ya da pazarlığa açık olmadıkları net biçimde görülüyor.

İlham Ahmed: “Temel konu SDG’nin orduya entegrasyonu değil. Anayasal konularda anlaşılırsa bu zaten olacak. Şam ile temel anlaşmazlık, yönetim modeli üzerinde… Tüm Suriyeli bileşenlerin haklarını güvence altına alan yeni ve kapsayıcı bir anayasa gerekiyor. Bütün halklar, azınlıklar, taraflar ve kadınlar haklarını koruyabilmeli” dedi.

Mazlum Abdi ise şöyle konuştu: “Biz Esad dönemindeki merkezi sisteme geri dönülmesine izin vermeyeceğiz. On beş yıldır verilen mücadele, Suriye’deki tüm bileşenlerin merkezi olmayan, adem-i merkezi bir yapıyla kendi kendilerini yönetmesini zorunlu kılıyor.” Anayasada bu hususlar netleştirilmeden askeri entegrasyon yönünde herhangi bir adım atmayacaklarını da açıkça ifade ettiler. ABD ve Fransa’nın bölgedeki rollerine de değinen Abdi, ayrıca Türkiye için bir tehdit oluşturmadıklarını özellikle vurguladı.

Suriye’de devrim süreci başladığı 2011 yılından bu yana PYD’nin politikalarını dikkatle takip ediyorum. 2012’den itibaren İran ve Esad’la, daha sonra ABD’yle iş birliği yaparken her zaman Suriye muhalefetine –şimdiki devrim hükümeti- ve Türkiye’nin bölge politikalarına karşı konumlandılar. Sahip oldukları ideolojik kodlar nedeniyle Suriyeli muhalifleri batılı bir jargonla cihadist/terörist olarak tanımlamaya çalıştılar.

Mazlum Abdi ve İlham Ahmed’in sıkça vurguladıkları “demokrasi, özgürlük, ademi merkeziyet, Suriye’nin diğer bileşenleri” gibi kavramlar, başka ortamlarda dile getirdikleri “Suriye’de her grubun kendisini yönetmesi” fikrinin açık ifadesi. Bu esnek ve her yöne çekilebilecek kavramların ardında, gerçekte Suriye’nin bütünlüğünü ve merkezi yapısını zayıflatmayı hedefleyen uzun vadeli bir ajanda yatıyor.

Etnik ve mezhepsel temeller üzerine kurulu Lübnan ve Irak’ın içinden geçtiği kaotik tablo ortadadır; bunu en iyi bilenlerden biri de kendileridir. Doğrusunu söylemek gerekirse, Kürt ulusalcıların bu denli cevval davranmalarına; “Rojava” diye adlandırdıkları, nüfusunun çoğunluğunu Arapların oluşturduğu, sürdürülebilirlikten uzak ve geleceği pamuk ipliğine bağlı bir alanda elde ettikleri sınırlı kazanımlara yükledikleri abartılı anlamlara ve motivasyonlarına hayret etmemek mümkün değil.

Batı merkezli gündemler ve bölgesel güçlerin kendi emelleri doğrultusunda şekillendirdiği yapı, İslamcı kesimin vizyonunu ve bağımsız duruşunu daha da kritik hâle getiriyor.

Hâlihazırda Kürt sorununun silahsız bir aşamaya evrilmesi ve karşılıklı adımlar, etnik ve mezhepsel asabiyetleri aşarak ortak değerler etrafında kenetlenmeyi sağlayacak yeni bir paradigmayı zorunlu kılıyor. Zira ne Türkiye’deki Kemalizm, ne Suriye’deki Baasçılık, ne de PKK’nin devrimci fanatizmi bu topluma barış ve huzur getirebildi.

Kalıcı barış ve istikrar, ancak toplumun farklı kesimlerinin ortak değerler etrafında birleşmesiyle mümkün olabilir. Bu, etnik ve mezhepsel kimlikleri göz ardı etmek değil; eşitlik, adalet ve kardeşlik temelli, tarihsel bilinç ve ontolojik köklere dayalı bir politik inşayı gerektirir. Suriye’deki devrim ve Türkiye’deki Barış ve Kardeşlik adımları, bu noktada bir imkân ve ufuk sunuyor.

Suriye devriminin ve bölgedeki dönüşümlerin ortaya çıkardığı tablo, yalnızca bölgesel aktörlerin güç mücadelesiyle değil, aynı zamanda ideolojik ve medeniyet temelli bir rekabetle de şekilleniyor. Türkiye’de devam eden süreci hesaba katarak daha derin tahliller yapmak, sözümüzü açık ve özgüvenle ifade etmek, tarihsel ve ahlaki sorumluluğumuzun bilinciyle hareket etmek gerekiyor.

Bu yaklaşım, sadece Kürt sorununun veya Suriye meselesinin çözümü için değil, tüm bölgenin yeniden yapılandırılmasında da en güçlü dayanağımızdır.

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum